18 Mart 2019 Pazartesi

AY'A YOLCULUK




AYA YOLCULUK

(De La Terre A La Lune )

Jules Verne

1865

Çeviren: Berktan Onaran

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

9. Basım – Ocak 2014

183 sayfa


Teeee 1800’lerde aya gidilebileceğinin hayalini kurmak ve bunun hikayesini yazmak…

Çok güzel.

*

Amerikalı bir silah kulübü olan Gun-Club, savaşın bitmesi nedeniyle üzgün üyelerden oluşuyor. Üyeler, silahlardan, top seslerinden memnunmuş, barış ortamında sıkılıyorlarmış.

Sonra kulübün başkanı Barbicane,  aya mermi gönderme fikrini ortaya atıyor. Bu mermi için “yeryüzünden gelmiş bir büyükelçi” benzetmesi yapılıyor.

Böyle bir merminin mümkün olup olmayacağı konusunda dünya tarihinden örnekler veriliyor. Bir örnek de şu:

“2.Mehmet, 1453’te Konstantinapolis’i (İstanbul’u) kuşattığı zaman, bin dokuz yüz librelik (dokuz yüz elli kiloluk) gülleler atılmıştır.” Sf.45

Hem kulüpte hem ülkede hem de dünyada büyük yankı uyandırıyor bu fikir.

Gerekli araştırmalar yapılıyor.

Dünyanın çeşitli ülkeleri bu projeye parasal yardımda bulunuyor. Bunlar arasında “İstanbul’dan Osmanlı Bankası” da var.

“Osmanlı da çok eli açık davrandı; aslında bu işle doğrudan doğruya ilgiliydi; gerçekten de, Ay, hem yılını, hem de oruç ayı olan ramazanı düzenlemekteydi. Dolayısıyla, üç yüz yetmiş iki bin altı yüz kırk kuruştan daha azını veremezdi ve bunu Asya’yı Avrupa’ya bağlayan kapıyı yöneten hükümetin baskısını hissettirecek bir ivedilikle yaptı.” Sf.75

*

Mermiyi, mermiyi fırlatacak donanımı, Ay'ı yakından izlemeyi sağlayacak teleskopu da yapıyorlar.

Derken bir Fransız maceracı çıkageliyor, Michel Ardan, ben merminin içine gireceğim, diyor.

Onun mermiye değil, deli kulübesine kapatılması gerektiğini söyleyenler çıkıyor.

“Bu yolculuk neden günün birinde yapılmasındı?” sf.105 ama şu an ı-ıh.

Akıllara “Ay’a vardınız, nasıl geri döneceksiniz?” sorusu geliyor. Maceracı Fransız, “Dönmeyeceğim.” diyor.

*

Bu mermi gönderme işine en başından beri karşı olan Nicholl, Barbicane ile bir düelloya girişiyor.

Michel Ardan ikisinin arasını düzeltiyor. Ve merminin içine bu ikisi de gelmeye karar veriyor.

Böylece üç kişilik ekip merminin içine girip yola çıkıyorlar.

Görülüyor ki Ay çevresinde elips biçimindeki bir yörüngeye oturup onun uydusu olmuş mermi.

“Ya sonunda Ay’ın çekimi ağır basar ve yolcular hedeflerine varırlar.

Ya da değişmez bir düzene giren mermi, Ay çevresinde sonsuza dek döner.” Sf.171

Yani akıbetlerini bilmiyoruz.

*

Barbicane’in yardımcısı, Ay’dakilerle yazışmayı öneriyor. Onu dinleyen olmuyor ama her gördüğüne “Yazışacağız onlarla, biz onlardan haber alacağız, onlar da bizden.” diyor.

Ve hikaye bitiyor.


Anlamadığım şu; Jules Verne Fransız. Ama aya çıkma başarısını Amerikalılara uygun görmüş kitabında. Hatta Amerikalılar için bunun başlangıç olduğunu yazmış:

“Tasarlanan şey henüz gece yıldızlarına yalnızca bir mermi göndermek olduğu halde, herkes bunu bir dizi yeni deneyin başlangıcı sayıyordu; bütün gazeteler, Amerika’nın günün birinde bu esrarlı yuvarlağın gizlerini çözeceğine inanıyor, hatta birkaçı onun ele geçirilişiyle Avrupa dengesinin duyulur derecede bozulacağından korkuyordu.” Sf.24

Kitaptaki Fransız adam, Ay'a yolculuğun salt mermi göndermek olmanın ötesine çıkmasını sağlıyor. Varlığı anlamlı o yüzden. Gizli güç gibidir belki de.

*

Jules Verne'in bu yaptığı kehanet değil mi? Üstelik gerçek olmuş bir kehanet. 

BENİM HÜZÜNLÜ OROSPULARIM



BENİM HÜZÜNLÜ OROSPULARIM

( Memoria de mis putas tristes )

Gabriel Garcia Marquez

2004

İspanyolca aslından çeviren: İnci Kut

Can Yayınları

102 sayfa


“Doksanıncı yaşımda, kendime bakire bir yeniyetmeyle çılgınca bir aşk gecesi armağan etmek istedim.”

Bu cümleyle başlıyor kitap.

Doksan yaşına basan bir ihtiyar, kendisine doğum günü hediyesi olarak bir bakire ile birlikte olmayı seçiyor.

Üffff iğrenç.

*

İhtiyar, sık sık gittiği genelevin patroniçesi Rosa Cabarcas’a söylüyor bu isteğini.

İsteği yerine getiriliyor, on dört yaşında bir kızcağız bulunuyor. Adı Damiana.

Kız korkmasın diye bir şeyler içirmişler, o yüzden uyukluyor kız.

İhtiyar da sadece onu seyrediyor.

Böyle birkaç gece daha yaşıyorlar, kız uyukluyor, ihtiyar seyrediyor.

*

Beri yandan bu ihtiyarın sadece arkadan ilişkiye girdiği bir hizmetçisi var. Yıllar önce başlamış ilişkileri, hizmetçi kız yaşlanmış. Gençliğinden beri ihtiyarı seviyormuş hatta dediğine göre bu adamdan başkasıyla birlikte olmamış ve hala bakireymiş.

*

Öfff iğrenç.

*

İhtiyar, aynı zamanda bir gazetede yazıyor. Doksan yaşında olmaya dair tecrübeler ve aşk hakkında yazıyor. Geçimini böyle karşılıyor.

*

Bir gün genelevde bir cinayet işleniyor. İhtiyar, Damiana’ya bir süre ulaşamıyor. Bir zaman sonra ulaştığında da artık Damian’sız yapamayacağını düşünüyor.

Rosa Cabarcas’ın evini satın almayı teklif ediyor ihtiyar. Öldüğünde her şeyi kıza kalsın istiyor. Rosa da ölümünün ardından her şeyi kıza bırakacağını söylüyor. İhtiyara diyor ki, sen her şeyini bana bırak "ben kızın bakımını üstlenirim, sonra da her şeyi ona bırakırım, hem seninkini hem benimkini.” diyor. Ki bence yalan söylüyor. Rosa ayrıca kızın, ihtiyara aşık olduğunu söylüyor, ki bence bu da yalan.

Nihayet kitap, ihtiyarın mutlu anıyla son buluyor:

“Sonunda gerçek yaşam buydu işte, kalbim kurtulmuş, yüz yaşımdan sonra herhangi bir gün mutlu bir can çekişmesi içinde aşktan ölmeye mahkum olmuştu.”

*

İğrenç demiş miydim?

Hiç hoşuma gitmedi bu hikaye benim.

13 Mart 2019 Çarşamba

FELSEFENİN TESELLİSİ



FELSEFENİN TESELLİSİ

(The Consolations of Philosophy)

Alain de Botton

2000

Türkçesi: Banu Tellioğlu Altuğ

Sel Yayıncılık

2. Baskı – Şubat 2004

309 sayfa

Hayatlarında felsefeden teselli buluş filozofları ele alıyor kitap. Hayatlarını ve hangi noktaya taktıklarını anlatıyor.


Toplum Tarafından Kabul Görmenin Tesellisi: Sokrates

Sokrates, (MÖ 469-399) kimseden lafını sakınmıyor. Kişinin doğru diye bellediği şeyi, ona sorular sorup aldığı cevaplara göre yönlendirerek, o kadar da doğru olmadığını ortaya koyuyor.

“Çünkü bu insanlar inandıkları şeylerin mantıklı olup olmadığını hiç gözden geçirmemişlerdir.” Sf.15

“Bu budur!” diye inanmış insanlar, Sokrates ile yaptıkları muhabbetin ardından yanıldıklarını görünce bunu çok da soğukkanlılıkla karşılamayabiliyorlar.

Sokrates ise bunu umursamıyor. Toplum tarafından kabul görmek değil amacı, insanların doğru sanıp inandıkları şeyin küçük bir sorgulamanın ardından o kadar da doğru olmadığını görmeleri esas isteği.

Sokrates’in retoriği ile ilgili bkz: Devlet / Platon

Sokrates’in bu davranışı gençleri yoldan çıkardığı, Atinalıların Tanrılarını küçümsediği gibi iddialara yol açıyor.

O diyor ki:

“Soluk aldığım ve aklım başımda olduğu sürece felsefeyle uğraşmaktan, size öğütler vermekten ve tanıdığım herkese doğruyu anlatmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Evet baylar…beni beraat ettirseniz de ettirmeseniz de, yüz kere ölmem gerekse bile bilin ki davranışlarımı değiştirmeyeceğim.” Sf.6



Yeterince Paraya Sahip Olmamanın Tesellisi: Epikuros

Epikuros'a (MÖ 341-270) göre hayatın anahtarı hazzı aramak, acıdan kaçınmak.

“Zevk, mutlu bir yaşamın başlangıcı ve amacıdır.” diyor. Sf.34

O zamana kadar filozoflar zevk dolu bir yaşam biçimine ilgi duymuyor ya da ilgi duyuyorsa da bunu bu kadar açıkça dile getirmiyordu.

Epikuros’a göre mutlu olmak için edinilmesi gerekenler şunlardı:

1- Dostluk
Dostluğa o kadar kıymet veriyordu ki “Bir şey yiyip içmeden önce ne yiyip içeceğinize değil, kiminle yiyip içeceğinizi düşünün; çünkü yanında arkadaşı olmaksızın yemek yemek ancak bir aslana ya da kurda mahsustur.” Sf.38

2- Özgürlük
Özgürlüğe önem verdiği için Epikuros ve taraftarları, kimsenin patronluğu altında yaşamamayı uygun gördüler. Bunun bedeli olarak çok zengin olamadılar ama mevcut halleriyle yetinmeyi bildiler.

3- Düşünmek
Epikuros ve ev ahalisi bahçede oturup düşünürlermiş. “Yaşadığımız sorunu kağıda dökerek ya da birilerine anlatarak onu daha net kavrarız. Kavradıktan sonra da, sorunun kendisini olmasa bile, bize sıkıntı veren yanlarını, bizde yarattığı kafa karışıklığını, şaşkınlığı ortadan kaldırabiliriz.” Sf.40


Düşkırıklığı Yaşamanın Tesellisi: Seneca

Seneca (MÖ 1- MS 65) Roma İmparatoru Neron’un hocası. Neron, kendisini tahttan indirecek bir komplo düzenlendiğini öğreniyor. Seneca’nın bu koploya karıştığına dair bir kanıt olmasa da Neron onun da ölmesini emrediyor.

Seneca, öfke üzerine düşünüyor. Öfkeyi engellemek için beklentileri azaltmak gerektiğinden bahsediyor. Böylece beklediğimiz şey olmayınca öfkelenmeyiz, zira öfke beklentinin gerçek olmamasından doğar.

Bir de felaket tellallığı var Seneca’nın. Her an her şey olabilir, ölümcül sonuçları olan korkunç olaylarla karşılaşabiliriz, başımıza her an bir kaza gelebilir düşüncesini aklımızda tutmalı, ona göre davranmalı diyor. “Tabii bunu yaparken ne çok fazla dehşete kapılmak ne de bunu gereksiz biçimde dramatikleştirmeliydik.” Sf.54

Seneca bu arada çok zengin. İnsanlara iç huzur için servet lazım değil derken kendisinin zengin olmasına yönelik eleştirelere:

“Bırakın filozoflar da para kazansın; bilgelik yoksulluğa mahkum mu yani?” diyor.

Ahah, kral!


Seneca Neron’dan kaçamayacağını düşünüyor ve kaçamayacağı şeye boyun eğiyor. Doğaya vuruyor kendini. Fırtınalar, yağmurlar, depremler… Eğer bir olayda elinden bir şey gelmiyorsa kabullen, en temizi diyor.



Kendini Yetersiz Hissetmenin Tesellisi: Montaigne

Montaigne (1533-1592) çok okuyor, dev bir kütüphanesi var. Evinin tavanında çeşitli özlü sözler yazılı.

“Okumak beni çekildiğim bu inzivada avutuyor; hem aylaklığın ağırlığından hem de sohbetleriyle canımı sıkan misafirlerden kurtarıyor. Eğer çekilen acı, altından kalkılamayacak kadar ağır değilse okumak acının açtığı yaraları da iyileştiriyor. Tatsız düşüncelerden kurtulmak için tek yapmam gereken kitaplara başvurmak.” Sf.74

 Okumayı çok sevse de bu konuda kendisini zorlamaktan hoşlanmıyor:

“Öğrenme aşkıyla bile olsa, aklımı zorlayıp kendimi hırpalamam; öğrenilecek şey ne kadar değerli olursa olsun, fark etmez. Kitaplardan tek beklentim bana keyif vermeleri, düzeyli bir biçimde bana hoşça vakit geçirtmeleri… Okurken zor paragraflarla karşılaşırsam asla bunlar yüzünden tırnaklarımı yemem, biraz kendimi zorlarım, olmadı orayı atlar okumaya devam ederim.” Sf.103

Hayvan olarak yaşamanın güzellikleri üzerine düşünmüş Montaigne. Çünkü hayvanlar herhangi bir okuma olmadan ya da bir eğitim almadan zaten bir takım bilgilere sahip oluyor doğal olarak. 

“Örneğin keçiler yaralandıklarında geyikotunu binlerce benzer otun arasından seçebiliyor, kaplumbağalar engerek yılanı saldırısına uğradıklarında hemen yabani mercanköşk otuna yöneliyor.” Sf.75

İnsanlarsa yanlış tedavi yöntemlerine maruz kalabiliyor.

Hayvanlar bize örnek olabilirler. Çünkü biz insanlar “genellikle duygularını denetleyemeyen, yoldan çıkmaya müsait, kibirli, huzursuz yaratıklardık.” Sf.77

Montaigne, at üstünde bir dünya seyahati yapıyor. Bu seyahat de onun vizyonunu çok açıyor. Kendi çevresinde doğru bulunan şeylerin başka ülkelerde doğru bulunmadığını veya başka ülkelerde normal sayılan şeylerin kendi ülkesinde anormal sayıldığını görmek daha geniş düşünmesini sağlıyor. Bu şekildeki gezileri herkese tavsiye ediyor, zira başka kültürlerle tanışmanın insanın kibrini ve ön yargısını yıktığını görüyor.

Montaigne, kitap yazmaya karar veriyor ama ne yazacağını bilmiyor. Büyük kütüphanesine bakıp hepsinden farklı bir şey yazmak istiyor:


Gerçekten de farklı oluyor, çünkü o güne kadar yazarlar kendileriyle ilgili bir şeyler yazmıyorlardı, bu konuda çekingen davranıyorlardı.


Kırık Bir Kalbin Tesellisi: Schopenhauer

Schopenhauer (1788-1860) diyor ki:

“Bugün kötü, yarın daha da kötü olacak ve en kötüsü olana dek de bu böyle sürüp gidecek.” 


Karamsar biri.

“Bu dünya sevgi dolu bir yaratıcının değil, varlıklara, ıstırap çektiklerini görmek için can veren şeytanın eseriydi. Bütün gördüklerim bu düşünceye işaret ediyordu; sonunda bunun doğru olduğuna inandım.” Sf.113

Sen sanki çok sevgi dolusun!


Bu karın ağrısının sebebi belli; kadınlar tarafından reddedilmek.

“Hepsinden çok hoşlandım ah bir de beni isteselerdi.” Sf.115

Kadınlar tarafından reddedilen erkeklerin ağzına vurur bu durum ve hemen kadınlara saydırırlar, kadınların şöyle aklı noksandır, böyle güçsüzdürler…diye. Yav he he.

Annesi böyle değilmiş, bu çocuk niye böyle olmuş acaba? Annesi şen şakrak bir kadın, Goethe ile arkadaş.

Ünlü isimlerin bir başka ünlü isimle hayatlarının kesişmesi ilginç geliyor bana. Mesela Schopenhauer üniversitede ders verirken Hegel de başka bir yerde ders veriyormuş. Schopenhauer’un dersine beş öğrenci gelirken Hegel’inkini otuz öğrenci dinliyormuş.

Schopenhauer sonra Hegel’e de saydırmış tabi. “Hegel felsefesinin temelleri, saçma sapan fantezilerden baş aşağı çevriliş bir dünyadan ve felsefi maskaralıktan ibaret…” sf.115

Ay bu Schopenhauer ile iyi geçinmek için hep sen mükemmelsin, en akıllı sensin, ay yakışıklım, aşığım hayranım sana falan demek lazım galiba, öbür türlüsünü asla kaldıramıyor mu ne?

Kimse kendisini övmeyince o da kendisini övüyor:

“Günlük hayat meseleleri için benim aklım ve ruhum fazla.”

“Hiçbir değerli insan yoktur ki kırk yaşında sonra biraz olsun insanlardan nefret etmeye başlamasın.” Sf.116

Filozof, kadınlar çok şöyle böyle diye düşünse de evlenmeye can atıyor. Kırk üç yaşındaki Schopenhauer, on yedi yaşındaki güzel ve neşeli bir kızdan hoşlanıyor. Ama yine red yiyor.

Hatta çok acıklı bir sahneden bahsediyor kitap:

“Bir sandal partisinde, kızı etkilemeye çalışan filozof ona gülümseyerek bir salkım beyaz üzüm uzatır. Flora, günlüğünde bu olaydan şöyle söz eder: Üzümleri yemek istemedim. Yaşlı Schopenhauer onlara dokunduğu için midem bulandı.” Sf 116

Ondan sonra benim gözümde canlanan sahnede Schopenhauer tenhaya çekilip eline kalem ve defter alır, öfkeyle yazmaya başlar, kadınlar çok bok gibi, ne biçim kadınlar, pis boklar, nefret ediyorum hepsinden nefret.


Zorluklar Yaşamanın Tesellisi: Nietzsche

Nietzsche  (1844-1900) “Beni öldürmeyen acı güçlendirir.” diyor ve acı güzellemesi yapıyor. 

Başlarda Schopenhauer’e hayran olsa da sonra zamanla ona sırt çeviriyor.

Mutluluğa ulaşmak için acıdan sakınmak değil, acıyı bir basamak olarak görmekten bahsediyor. İnsan hayatındaki olumlu şeylerin ancak olumsuzluklar sayesinde, manevi tatminin de ancak zorluklar sayesinde elde edilebileceğini söylüyor. Çekilen acılar bilgece yorumlanırsa işe yarar diyor.

Alkol kullanmıyor Nietzsche. Acıdan kaçınmak için alkole sığınmayı doğru bulmuyor.

Yaptığı bir iki evlenme teklifi reddediliyor. “Artık hiç kendime güvenim kalmadı. Duyduğum her şey insanların benden hoşlanmadıklarını düşündürüyor.” diyor.

Yaa deme öyle.

Ünlü besteci Wagner ile arkadaşlar. Nietzsche, Wagner’in karısına aşık. Yasak aşk tabii.

Nietzsche hayatının son yıllarında akli dengesinde sorun yaşıyor, deliriyor tabiri caizse.

*

Önce "Felsefenin Kısa Tarihi" adlı kitap, ardından bu okunursa var ya, o la laaa, tadından yenmez.

12 Mart 2019 Salı

VAR OLMANIN GÜCÜ




VAROLMANIN GÜCÜ


Hayatının Amacını Uyandır

(A New Earth / Awakening to Your Life’s Purpose)

Eckhart Tolle

2005

Çeviren: Selim Yeniçeri

Koridor Yayıncılık

1. Baskı - 2006

171 sayfa


Yazarın “Şimdi’nin Gücü” kitabından daha zor geldi bu kitabı kavramak.

Kavrayamadım da zaten.

Bitkisel hayattan hallice bir yaşam formu canlandı gözüme bu iki kitabın ardından. Tabii yazar kesinlikle bunu kastetmemiştir, dengeden bahsediyordur muhakkak, ama ben pek anlayamadım.

*

Kitabın orijinal adı “New Earth”

New age’i çağrıştırdı bana. New age, yeni dünya düzeni falan biraz tekinsiz geliyor bana, bildiğimden değil de, sezgisel bir şey.

*

"Şimdi’nin Gücü" adlı kitapta acıları zihnimizde yarattığımız anlatılıyor ve“Siz zihniniz değilsiniz” deniyordu.

Bu kitapta da bu husus tekrarlanıyor:

“Hayat zihnimin sandığı kadar ciddi bir şey değil.” demiş Buda. Bu sözü hatırlatıyor kitap.

Sonra da uzun uzun, sayfalarca, kusturana kadar egodan bahsediyor. Ego nedir nasıl doğar, nasıl büyür nasıl öldürülür, ego aşağı, ego yukarı.

*

Önce kendimizi bir nesneyle tanımlarmışız. Çocukların bir oyuncağa çok bağlı olması gibi. Oyuncağı kırılırsa çocuk büyük acı duyar. Bu çocuk zengin ya da yoksul olsun, oyuncak pahalı ya da ucuz olsun, acı aynıdır. 

“Böylesine büyük bir acının oluşmasının nedeni ‘benim’ kelimesinde gizlidir ve bu da yapısaldır. Kişinin kendi kimliğini bir eşyaya bağlamak yönündeki bilinçaltı eğilimi, ego zihin yapısıdır.” Sf.24

Yani kendimizi nesnelerle tanımlamamalıymışız. Örneğin sahip olduğunuz nesnelere bağlı bir özdeğer duygunuz mu var, belli nesneler size bir üstünlük ya da önem duygusu mu veriyor, onlardan mahrum kalmak kendinizi daha fazlasına sahip olanlardan daha aşağıda olduğunuzu mu hissettiriyor? O zaman geçmiş olsun.

Ego, sahiplik olarak kendini gösteriyor. “Sahibim, o zaman varım.” Sf.30

*

Egoyu güçlendiren bir husus şikayet etmekmiş. “Her şikayet, zihnin ürettiği ve sizin tamamen inandığınız bir hikayedir.” Sf.39

Engin Geçtan da “Zamane” adlı kitabında şikayetten bahsediyor. Ülkemizde bir “şikayet kültürü”nün oluştuğunu anlatıyor.

“Şikayet ettiğinizde mantık olarak siz haklısınızdır ve şikayet ettiğiniz ya da tepki verdiğiniz durum veya kişi haksızdır.” Sf.42

“Kendinizi herhangi birinden üstün ya da aşağı hissettiğinizde, bu egodur.” Sf.53

*
Egonun altında yatan duygunun korku olduğunu anlatıyor yazar. “Önemli bir olamama korkusu, var olmama korkusu, ölüm korkusu gibi.” Sf.50

*
Yani anladığım kadarıyla yazar diyor ki; egoyu madem biz yaratıyoruz, onu öldürmek de elimizde.