25 Ocak 2020 Cumartesi

ESRARLI ADA



ESRARLI ADA

(L’ile Mysteriuse)

Jules Verne

1874

Türkçe Çeviri: Volkan Yalçıntoklu

İthaki Yayınları

1.cilt: 279 sf
2.cilt: 252 sf

Bir balon kazası neticesi biri köpek altı kişi ıssız bir adaya düşer.

Issız bir adaya düşerseniz yanınıza alacağınız üç şeyden biri Cyrus Smith olmalı. Zekası, alet üretebilme becerisi, verdiği güven hissi nedeniyle.

Bunlar adada bazı acayip olaylarla karşılaşıyorlar. Zor durumda kaldıklarında sanki gizli bir el bunlara yardım ediyor.

Kitabın sonunda bu gizli el ortaya çıkıyor. Hem de kim? Sürpriz: Kaptan Nemo.

Kaptan Nemo, Denizler Altında 20 Bin Fersah’taki Kaptan Nemo.


O kitapta merak ediyordum Kaptan Nemo’nun neden insanlardan böyle uzaklaştığını. Cevabı bu kitaptaymış.

Kaptan Nemo bir Hint prensiymiş. Halkını bağımsızlığına kavuşturmak için çok uğraşmış. Sonunda da denizaltını yapıp ayrı bir dünya kurmuş kendisine.

Denizaltısı bir girdapta sürüklenince kendisini bu adada bulmuş Kaptan Nemo. Adaya düşen bu adamlara da uzaktan yardım etmiş.

Adadakiler Kaptan Nemo’yu ismen biliyorlar, çünkü onun denizaltısının konuğu olan profesör bu maceranın kitabını yazmış. Oradan biliyorlarmış.

Kaptan Nemo’nun ölüm döşeğindeki son isteği denizaltısıyla beraber denize gömülmek. Ada halkı onun bu son isteğini yerine getiriyor.

*

Bu kısma gelene kadar ada halkının adayı nasıl donattığı, nasıl hayatta kaldıkları anlatılıyor. 

Bir korsan gemisi adaya yaklaşıyor, ada için savaşıyorlar neler neler…

Bir gün denizde şişe içinde buldukları bir pusulayı takip ederek Ayrton adında bir adam buluyorlar. Aryton bir suç işlemiş ve cezasını çekmek için adada kalmış.

Burada yazarın “Kaptan Grant’ın Çocukları” kitabını okumuş olsam süper olurdu, çünkü ondan bahsediyor.

Adada bir yanardağ var ve volkanik patlamanın ardından ada sular altında kalacak. O yüzden ada halkı bir gemi yapmaya çalışıyor. Tam bu sırada Aryton’u almak için bir gemi geliyor ve herkes kurtuluyor.

*

Jules Verne’nin okuduğum kitaplarında dikkatimi çekti; baş karakterin hep sadık bir yardımcısı/uşağı var. Kölesi de denebilir. Diğer kitaplarını okuyunca bu konuda daha iyi bir genelleme yaparım.

BOYALI PEÇE



BOYALI PEÇE

(The Painted Weil)

W. Somerset Maugham

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

5. Basım – Ocak 2019

228 sayfa


Enfes bir kitap.

O kadar beğendim, o kadar beğendim ki, bu kadar beğenilebilir.

Bir çırpıda okudum.

*

Kitty genç, güzel, neşeli, enerjik bir kadın. Annesi Kitty için iyi bir kısmet istiyor. Ama olmuyor. Annesi Kitty’nin evde kaldığı iması yapıyor.

Kitty de tam bu esnada gelen Walter Fane’nin evlilik teklifini kabul ediyor.

Walter çekingen bir adam. Bakteriyolog.

Evlendikten sonra Walter’in işi sebebiyle Çin’e gidiyorlar.

*

Kitty hayat dolu bir kadın ama Walter sessiz sakin, işinde gücünde.

Tabii bu Kitty’nin kocasını aldatmasının bahanesi olamaz.

Kitty, Walter’ı aldatıyor Charles adında sömürgelerden sorumlu bakan yardımcısı ile.

Kitty ile Charles evde yatak odasındayken, kapının kolu açılmaya çalışılıyor. Ama kapı kilitli olduğu için açılmıyor.

Kitty korkuyla kapıyı açtığında kimseyi görmüyor.

Ama meğer Walter olanları görmüş. Görmüş, görmezlikten ve bilmezlikten gelip gitmiş.

Kitty, Walter’in bilip bilmediğini merak ediyor. Soramaz da tabii.

Bir gün Walter, kolera salgınının olduğu bölgeye gideceğini, Kitty’nin de kendisiyle gelmesini istediğini söylüyor.

Kolera salgını varsa ölüm de vardır. Kitty gitmek istemediğini söylüyor.

Walter da, o zaman boşanma dilekçesini veriyorum diyor.

Açık açık konuşuyorlar. Kitty, zaten Walter’ı sevmediğini, Charles ile birbirlerini sevdiklerini söylüyor.

Walter boşanmak için şöyle bir şart koşuyor. Charles da karısından boşanacak ve Kitty ile evlenmeyi taahhüt edecek.

Kitty, Charles’in bunu kabul edeceğinden emin. Ancak Charles bu konuda yan çiziyor.

Kitty, Charles’in kendisi için her şeyi yapacağını sanarken Charles:

“Canım, aşık bir erkeğin söylediği her lafı kelimesi kelimesine ciddiye almamak gerek.” diyor Charles. Sf68

“Bir adam hayatının geri kalanını onunla geçirmek istemeden de bir kadına aşık olabilir.” Sf.78

Demek Walter biliyormuş Charles’in böyle kaypaklık edeceğini.

*

Walter artık Kitty’nin yüzüne bakmıyor. Konuşmuyor. Karı koca hayatı yaşamıyorlar.

Komşuları, hükümet temsilcisi Waddington. Kitty bir onunla konuşabiliyor.

Bir de kilisedeki rahibelerle.

Rahibeler köydeki çocuklarla ilgileniyorlar. Kitty de orada ufak tefek işler yapıyor.

Walter’ın köyde ne kadar başarılı olduğunu Kitty, rahibelerden ve Waddington’dan öğreniyor. Walter köyde sevilen, saygı duyulan, başarılı biri oluyor.

*

İkisi de çok mutsuz. Walter mutsuzluktan ölecek kadar mutsuz. Sadece işle ilgileniyor. Onda da kendisini korumuyor.

Kitty, Walter’in hayatını böyle zehir etmesini çok üzülüyor. Anlam da veremiyor.

“Aptal bir kadının kocasını aldatması gerçekten bu kadar önemli miydi? Ve neden kusursuzluğa böylesine yakın olan kocası bu durumu dert ediyordu? Walter kadar zeki bir adamın oran duygusundan bu denli nasibini almamış olması garipti.” Sf121

Doğru. Tamam aldattıysa aldattı. Olan oldu. Boşanmadınız, madem devam ediyorsunuz, hayatınıza da devam edin.

*

Kitty hamile olduğunu öğreniyor.

Çocuğun kimden olduğunu soran Walter’a “bilmiyorum” diyor ama gayet Charles’tan çocuk. Walter yalan bile olsa çocuğun kendisinden olduğunu duymaya ve buna inanmaya hazırdı aslında.

Walter, bu haberi de soğukkanlılıkla karşılıyor.

*

Sonra da ölüyor.

Diyorlar ki Walter kendi üzerinde deneyler yapmış.

Walter ölüm döşeğindeyken Kitty, kendisini affetmesi için Walter’a yalvarıyor. Kini Walter’ı bitirdi çünkü. Affetse hafifleyecek.

Ama Walter son söz olarak “Asıl ölen köpekti” diyor.

Bir şiirden bu. Okuyucu nasıl yorumlarsa artık.

Aslında bir anlamı bile olmayabilir. Koleradan son nefesini veren bir insanın zihni sağlıklı çalışmaz, kendini kaybedermiş. Belki bu sözü Sokrates’in ölmeden önce söylediği son sözü gibidir. “Askleipos’a bir horoz adadık; onu yerine getir, unutma”

*

Kitty, kocasının ölümünün ardından baba evine dönüyor. Yoldayken annesi ölüyor.

Charles’ın karısı Dorothy, Kitty’i bir süre misafir ediyor. Kitty bence kabul etmemesi gereken bu teklifi kabul ettiği gibi bir de Charles’in kurlarına cevap veriyor ve Charles ile yatıyor. Pişman oluyor sonra.

Ah be Kitty.

Kitty, hayatının bundan sonrasını babasının yanında geçirmeyi planlıyor.


Filmini de izledim. O da güzeldi. Onu da çok beğendim.

Ama kitaptan farklılıkları vardı.

En göze çarpan farklılık filmdeki Walter’in çok ön planda olması. Kitapta Walter adeta bir konu mankeni, ön planda olan Kitty. Filmde Walter rolünde Edwart Norton var. Edwart Norton’ı kitaptaki karakter gibi geri planda tutmak mümkün olmazdı tabii. 

Okuyucu Walter’ın kolera ile mücadele kapsamında neler yaptığını bilmiyor. Üçüncü kişilerden duyuyor sadece çok başarılı olduğunu. Filmde ise Walter’ın mücadelesini izliyoruz.

Filmde Hollywood beklentilerini karşılar şekilde Walter ile Kitty yakınlaşıyor. Kitapta asla böyle bir yakınlaşma yok.

Kitty’nin hamile olduğu haberini kitapta Walter buz gibi karşılarken, filmde babasının kim olduğunun önemli olmadığı, beraber büyüteceklerini söylüyorlar.

Filmde Walter ölmeden önce Kitty’den af diliyor. Halbuki kitap tam tersi.

Filmin sonunda Kitty, yanında küçük oğlu dışarıda dolaşırken Charles’ı görüyorlar. Kitty, Charles’ın iltifatlarına kayıtsız kalıp onu umursamayarak yoluna devam ediyor. Kitapta ise yukarıda anlattığım gibi.

Kitap daha gerçek, insani zaaflara yer veriyor.
Film ise film seyircisini tatmin edecek şekilde daha yumuşak.


ZENCİLER BİRBİRİNE BENZEMEZ



ZENCİLER BİRBİRİNE BENZEMEZ

Attila İlhan

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

3. Baskı – Nisan 2011

303 sf


Ülkesinden, insanlardan aslında kendisinden sıkılan Mehmed Ali, İstanbul’dan Paris’e gider trenle.

Ama ülkenden, insanlardan kaçabilirsin de kendini de beraberinde götürdüğünden kendinden kaçamazsın. Mehmed Ali’nin de öyle oluyor.

*

Arkadaşı Mustafa güzel söylüyor bu gidişin sebebini:

“İçindeki bir şeytandan kurtulmak için”

Ama kurtulabiliyor mu?

Hayır.

*

Şu anda da ülkeden gitme isteği içinde olan gençler var. Bu isteği haklı da buluyorum. 

Ancak oraya gidince yaşayacakları hayat buradakinden daha sıkıntılı olacaksa ne anlamı var?

Mehmed Ali’ninki öyle oluyor.

İstanbul’da dükkanını, Sabiha’yı bırakmış, Paris’e gelmiş. Bir otelde kalıyor. Birikmiş parasını kullanıyor bir süre. İş arıyor ve her işi yaparım diyor ama o kadar da her işi yapmayı istemiyor. Kendine yakıştıramıyor. Açıkçası sersefil bir hayat sürüyor. Buradan bakınca da benim sorasım geliyor: Daha mı iyi oldu gitmen?

İç huzuru da yok çünkü.

Her ne kadar memleketinden uzaklaşmış ve böylece ferahlamayı ummuş olsa da hala aklında İstanbul’daki arkadaşları. Hala aklında geçmişi. Kafasında kurup duruyor, sık sık flashback okuyoruz. 
Şu anda yaşadığı bir an, geçmişteki bir anısını hatırlatıyor Mehmed Ali’ye, onu düşünüyor uzun uzun.

Sabiha’yı basit buluyormuş mesela. Sosyal düşüncesi yokmuş Sabiha'nın. Mustafa’nın bu konudaki yorumu yine çok doğru:

“Olmadığı isabet. Senin gibi yalan yanlış bellenmiş bir sürü peşin hükümle, vicdanı ve sağduyusu arasında çırpınıp duracağına; şunun şurasında yalnız sağduyusuna güvenmesi, isabet!” sf.45

Mehmed Ali bunun sağduyu olmadığını düşünüyor:

“Onunkisi sağduyu değil., mahkumluk tevekkülü. O, zamanının ve çevresinin çemberine girmiş, baş eğriyor.” Sf.121

Bak şimdi bu da doğru gibi geldi.

*

Yetimhanede büyümüş Mehmed Ali ve Mustafa.

Zorlu bir çocukluk yaşamışlar. Mustafa:”Biz toplumun tükürdüğü adamlarız.” Sf.51 diyor.

Topluma kinleri bu yüzden. Doğal.

Maddi açıdan çok zorluklar yaşamışlar. Az maaşla çalışan bir insanın yaşadığı cinsten bir zorluk değil. Çünkü onlar;

…aylığına kavuşmak gibi namussuz bir ümit büyütür içinde. Ayın birinci günü kendini eşekçe memnun ve mutlu yakalar yakalamaz; gider, bir çırpıda bir avuç dolusu para harcar, sıkıntılı geçmiş haftanın acısını çıkarır.” Sf.54

Mehmed Ali öyle değil. Daimi bir para sıkıntısı onunkisi. Bir yerden bir beklentisi olmadan.

*

Allah inancı da yok olmuş sonunda. Başta Allah’a inanır, ona dualar edermiş. Ama sonra yetimhaneden arkadaşı Saadettin’in başına gelenlerden ötürü inancı yok olmuş. Saadettin depremde ailesini yitirmiş, genelevde bir kadına aşık olmuş, veremden ölmüş.

“Allah’ı inkar ettikten sonra gördük ki, ona gece gündüz dua ederken çektiğimiz çile beterleşmedi. Çile hep aynı çile.” Sf.96

Bunu da çok iyi anlıyorum. Doğru, değişen bir şey olmuyor.

*

Mehmed Ali’nin kaldığı otelde başka milletlerden insanlar da var. Yugoslav, Arap, Çinli, Alman…

Yugoslav adam politik bir insan. “Sen neden geldin Paris’e? Senin vatanın var.” diyor.

“Var ama bizi huzursuz eden bir şey de var. Orada yaşarken etrafımızdaki her şey bizi boğuyordu. Biz galiba dengeli bir huzur peşindeyiz.” Sf.109

Alman da anlamıyor Mehmed Ali’nin depresif halini:

“Avrupa’da, hele iki dünya savaşından sonra, sizin gibi adam çok. Ama Türkiye’de?! Üstelik ikinci savaşa katılmadığınız halde?” sf.123

Anlaşılmıyor dışarıdan bakınca. Vatanın var, savaş yaşamadın, niye ülkenden kaçtın?

Niye?

Hepsi farklı milletlerden olan bu insanlar, yaşadıkları ülkenin insanları tarafından aynı görülüyor. Kitabın adı da buradan geliyor. 

Ayy şunu da anlatayım. Mehmed Ali, Paris'te arkadaşının arkadaşı birine ulaşıyor, adı Süreyya. Süreyya daha uzun zamandır Paris'te. Mehmed Ali'ye yardım eder diye bekliyoruz. Fakat yardım etmek bir yana, kazıklamaya kalkıyor. Yurt dışında bir Türk'ün başka bir Türk'ü kazıklamaya kalkması diğerlerini şaşırtıyor, bizi değil. 


16 Ocak 2020 Perşembe

NUR



NUR

Mustafa Kutlu

Dergah Yayınları

2. Baskı – Ocak 2014

207 sayfa



Ay ne baydı bu kitap beni.

Cici minnoş aslında ama bayık bir yandan.

*

Geçenlerde adliyede işim öğleden sonraya kalınca öğle arasında kütüphanede takılmıştım. Yazarın “Bu Böyledir” ve “Nur” adlı kitapları yan yana duruyordu. İkisini de aldım. Bu Böyledir’den başladım, bitti. Nur’a da başlamıştım ama bitiremeden öğle arası bitmişti.

Sonraki bir gidişimde bu defa bitirmeye vaktim oldu.

*

Nur, iç sıkıntılarında boğulan güzel ve zengin bir kadın.

İç sıkıntıları esasen sorularından kaynaklanıyor. Niye varız, niye yaratıldık, kader, din…vb varoluş sancıları.

Bunlara cevap bulabilmek ve iç huzura kavuşabilmek için şeyh meyh arıyor.

Bu zaten benim tadımı kaçıran bir şey. “Bir mürşid-i kamilin eteğine tutunma” tatavası. Bu tasavvuf ehli mi denir, ne denir, kendi başlarına bir şeyi bulabileceklerine asla ihtimal vermedikleri için sanırım, illa bir bilen, bir usta, bir “mürşid-i kamil” ihtiyacı duyuyorlar anladığım kadarıyla.

Bir insana böyle muhtaç olmak bana çok sefil gözüküyor.

Nur da böyle bir şeyh ve tekke arayışında. Kitabın bir yerinde de tekkelerin kapatılmasına eleştiri var.

“Burada faal bir tekke var mı, diye sormaya cesaret edemiyorum. Bunca yıl yasaklanmış, yer altında varlığını sürdürmüş, koca bir gelenek.” Sf.172

Kapatılmaları çok iyi olmuş, çok da güzel iyi olmuş.

İşin yukarıda anlattığım sefilliğinin yanı sıra tehlikeli boyutu da var.

Kitapta Nur akıllı biri gibi gözüküyor ama bir şeyh arayışında olup onun ağzına bakmaya hazır biri ne kadar akıllı olabilirse.

Onun içinde bulunduğu olumsuz ruh halini, kendi arzuları için kullanabilecek biri de çıkabilir.

*

Kitabı özet geçeyim;

Nur, Şeyh Vefa neslinden olup olmadığını öğrenmek istiyor. Bunun için cami çıkışında bir adama soruyor. Sorduğu adam Sinan.

Sinan, babasını çocuk yaşta kaybetmiş, annesi ve üç kardeşi olan mimar bir genç.

Ağabeyi Cemil hapiste. Yanında çalıştığı demirci ustası Salim Usta’yı vurmuşlar, Cemil de ustasını vuranları vurmuş. Kimse ölmemiş, Cemil hapse girmiş.

Kız kardeşi Çiçek. Böbrek hastası. Çiçek’in sevgilisi Cüneyt. Ciciş bir çift.

Erkek kardeşi Çetin. Futbola meraklı, mahallenin topçusu.

*

Nur, Seçkin Holding’in sahibi İskender Seçkin’in kızı.

İskender’in hayatını da okuyoruz.

Raci Bey tuhafiyeci. İşleri büyütmüş, zengin olmuş.

Zengin bir tüccar olan Mehmet Ali Türkyılmaz’ın kızı Zümrüt ile evlenmiş.

Kızları Dilber doğmuş.

Dilber şımarık bir kız. Modacılık yapıyor.

*

İskender öksüz yetim bir çocuk. İstanbul Hukuk’u kazanınca köylüsü Raci Bey’i görmesini tavsiye ediyorlar. Raci Bey gerçekten yardımcı oluyor İskender’e. İskender de bu yardımlara layık davranıyor.

Ve Dilber ile evleniyor.

Pek gerçek bir evlilik sayılmaz. Aralarında aşk yok. Sadece saygı var. Dilber kendi hayatını yaşıyor, İskender de.

Çocukları oluyor, Nur.

O dönemde Dilber’in anne babası ölünce Dilber depresyona giriyor, yurt dışına gidiyor, Nur’la ilgilenmiyor.

Nur’u İskender’in annesi büyütüyor.

Kitap kurdu olarak büyüyen Nur kıyamet, ahiret, din sorgusuna başlıyor.

*

Nur, Sinan’a da bu sorularını soruyor.

Ama Sinan ayetlerden ezbere cevaplar veriyor, “Hikmetinden sual olunmaz” diyor, bir hayrı dokunmuyor Nur’a. “İslam teslim olmaktır. Fazla eşeleme” diyor.

Böyle soruları olan bir insana verilebilecek en sinir bozucu cevaplar.


İrade hakkında:

“Allah, bir şeyi irade etti mi ol der, o da hemen oluverir. Allah kullarını dilerse hidayete erdirir, dilerse delalete sürükler; Allah dilemedikçe insanlar dileyemez; kullarından dilediğine azap eder, dilediğini affeder.”

Bu konuda verilen tipik bir cevap.

Peki Allah neden kimi kullarını hidayete erdiyor, kimisini delalete sürüklüyor? Neden kimisine azap ediyor, neden kimisini affediyor? Neden?

Çünkü hikmetinden sual olunmaz.

Hep bir gizem.

Bence bu ayeti ve benzerlerini söyleyen insanlar da buna inanmıyor. Çünkü eğer buna gerçekten inanıyorsan yeryüzündeki hiçbir insana kızamazsın. Çünkü senin inancına göre bu insan belli ki Allah’ın azabına uğramış. Neden ona kızıyorsun? Müslüman olduğunu ifade eden bazı insanların ateist olduğunu söyleyen insanlara hıncı mesela? Bu hıncın da olmaması lazım inanan bir insanda. Zira bu inanca göre belli ki ateist kişi Allah’ın hidayete erdirmediği bir kişi. Allah öyle dilemiş, sen niye kızıyorsun ona?

Bu inanca göre kimse kendi isteğiyle bir şey olamaz. Her şey Allah’ın dilemesiyle oluyorsa kimsenin herhangi bir kişiye ya da olaya asla öfkelenmemesi, kızmaması gerekir. Öyle değil mi?

Demek ki ezbere söylenilen bu cevaplara, söyleyenler de inanmıyor.

*

Ruh hakkında:

“Sana ruh hakkında sorarlar. De ki:’Ruh Rabbimin emrindedir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.”

Az bilgine tamah et ve gerçekten eşeleme deniyor.

Ondan sonra Müslümanların çok olduğu ülkeler niye gelişemiyor? Niye acaba? Sordurmuyorsun, araştırtmıyorsun, soranı başından savıyorsun.

*

Ben Nur’u bir parça anlıyorum.

Nur’un açmazı Allah inancı.

Allah var, ol der olur inancı ile sorgulamak/eleştirmek bir arada yürümüyor. Sorularına bu yüzden cevap bulamıyor. Allah inancı bir duvar çekiyor düşüncelerine. O duvarı aşamadığı için sorularının arasında çırpınıyor.

*

İskender işinde gücünde bir adam. Başka bir şeyi düşünmüyor.

Bir gün hasta oluyor, hastaneye yatıyor.

Nur, Sinan’ı çağırıyor babasının başında dua okusun diye.

Sinan dua okuyor ve İskender Bey iyileşiyor.

Lütfen ama…

İskender Bey iyileştikten sonra kendini dine veriyor. İşten elini eteğini çekiyor, hacca gidiyor, yardımlar yapıyor.

Nur ise sık sık ortalardan kayboluyor. Şehir şehir, diyar diyar mürşid-i kamilini arıyor çünkü.

Bir tane buluyor. Küçük bir köyde küçük bir evde yaşıyor. 

Sonra İstanbul’a geri dönüyor.

Sinan’ın kardeşi Çiçek’e böbreğini veriyor. Ardından hastanede ölüyor Nur.

Göğsünden ışık çıkmış. Sinan öyle diyor. “Nur, Nur olmuştur.