29 Ocak 2021 Cuma

ATUAN MEZARLARI

 


ATUAN MEZARLARI

(The Tombs of Atuan)

Yerdeniz Üçlemesi II

Ursula K. Le Guin

1970

Çeviri: Çiğdem Erkal İpek

Metis Yayınları

 

“Yerdeniz” serisinin ikinci kitabı. Birincisi için bkz: Yerdeniz Büyücüsü

*

Bu kitap Tenar’ın hikayesi ile başlıyor.

Mezarların Rahibesi ölünce onun öldüğü gece doğan kız çocuğunun ölen Mezarların Rahibesinin yeni bedeni olduğuna inanılıyor.

Tenar da o gece doğmuş olduğu için küçük yaşta anne babasından alınıyor ve Mezarlar Mahalli’ne götürülüyor. Burada ona geçmişi unutturuluyor, kendisini ölen Mezarlar Rahibesinin devamı sanması sağlanıyor. Atuan Mezarları’nın Tek Rahibesi olarak güçlü bir konuma erişiyor. Onun adı artık “Yutulmuş” anlamına gelen “Arha

*

Arha, Tanrıkral’a inanıyor. Aşırı muhafazakar bir ortamda çalışıyor, çalışmaları birtakım dini ritüeller, törenler…

Hayatının hep böyle geçeceği düşüncesi Arha’ya sıkıntı veriyor.

Bulundukları bölgenin dünyanın diğer bölgeleri il bir teması yok. Olur da yabancı bir insan gelirse sonu kurban edilmek oluyor.

Arha melek gibi biri değil. Gayet acımasızlık barındırıyor içinde. Örneğin tutsakların nasıl kurban edilmesini istediği kendisine sorulduğunda onları aç, susuz bırakarak ölüme terk etmeyi emrediyor. Sert ve katı bir tutumu var. Otoritesinin farkında ama bunu tam olarak –özellikle Yüksek Rahibe Kossil’e karşı- kullanamamanın hıncı içinde.

Tanrıkral’a inanmamak diye bir şey zaten söz konusu değil. Bu bir saldırı olarak değerlendiriliyor ve ölümle cezalandırılıyor. Arha, “Bir adam, bir tanrıya nasıl saldırabilir? Nasıl olur bu? Sen: Nasıl yaşayan bir tanrıya saldırmaya cüret edersin?” diye soruyor tutsaklara ama tutsakların dilleri kesilmiş. Zaten tutsaklar konuşmak ve hatta onlar hakkında düşünmek için değil, kurban etmek için var.

Burada benim aklıma “Ve insan tanrıyı yarattı” demek geliyor. Kendin bir tanrı icat ediyorsun, ona inanıyorsun, inanmayanları anlamıyor ve cezalandırıyorsun. Başkalarının da en az seninki kadar gerçek olduğuna inandıkları bir tanrı olabileceğine ihtimal vermiyorsun. Ya da hiç tanrı olmayabileceğine…

Arha’nın arkadaşı Penthe (Gerçi Arha, güçlü bir konumda ve bunu sarsacak kişi ve davranışlara karşı mesafeli olduğu için ne kadar arkadaş olabilirlerse) bulunduğu yerden memnun değil. “Hiçbir Allahın kulunun gelmediği, insanı yok eden bu eski çöle, bütün yaşadığım günler boyunca, bir yığın kadınla birlikte diri diri gömülmektense her şey olmayı tercih ederdim.! Ama benim dileğime kalmış bir şey yok; çünkü beni buraya adamışlar ve ben de burada sıkıştım kaldım.” diyor.

Arha buna anlam veremiyor. Penthe’nin Tapınak’ta yaşamakla ilgili bu umursamaz sözleri onu rahatsız ediyor. Penthe ise Arha’yı anlıyor: “Biliyorum, Efendilerin senin için çok önemli. Ne de olsa insana mantıklı geliyor çünkü sen onların tek özel hizmetkarısın. Sen onlara adanmadın, özellikle onlar için doğdun. Ama bana bak. Ben Tanrıkral’a huşu içinde falan mı olmalıyım?”

Arha şok!

İnsanların farklı şeyler düşünebileceklerini yavaş yavaş idrak etmeye başlıyor. “Başını kaldırıp bakınca, birdenbire pencerenin dışında havada asılı duran kocaman ve kalabalık, yepyeni bir gezegen, tanrıların hiç önemsenmediği, tamamen değişik bir dünya görmüş gibi oldu.”

Ama bunun üzerine gidemiyor. Çünkü korkuyor.

Doğrudur, korkulur. Yıllardır alıştığın, doğruluğundan şüphe ettiğin, kalben-ruhen-zihnen-tüm bedeninle inandığın bir şeyin o kadar inanılır olmayabileceği fikri korkutabilir. O inanç o kadar büyük yer etmiştir ki benliğinde, çıkardığında benliğini kaybetmiş sanabilirsin. Benliğinden çıkardığın o dev boşlukla ne yapacağını bilemeyebilirsin. Bu nedenle eski düzeninde devam etmek işine gelir. Kolaydır. O yüzden insanlar mevcut inançları uğruna, ölmeyi ve öldürmeyi göze alarak savaşabilirler.

*

Arha’nın katı, sert, hınçlı tutumu Çevik Atmaca ile karşılaşınca değişecek. Eveeeet, ben de diyorum ne zaman birinci kitapla bağlantı kurulacak. Kuruldu.

*

Yeraltında Labirent denilen, kimsenin tamamen hakim olamadığı dolambaçlı tüneller var. Hazineleri saklamak ve hazineleri çalmak isteyenleri cezalandırmak için yapılan bu Labirent’e Arha ilgi duyuyor ama kimse ona burayı gezdirmiyor, göstermiyor, adeta bilmesi istenmiyor. Çünkü orada birtakım karanlık güçler olduğu ve bu güçlerin insanı yutacağı sanılıyor. Arha yavaş yavaş bu labirenti öğreniyor.

Hazinenin en değerli parçası yarım tılsım. Çevik Atmaca da bunun için gelmiş. Tılsımın diğer yarısı kendisinde. Kaybolmuş Rün denilen hazinenin parçaları bunlar. İnanışa göre Kaybolmuş Rün denilen anahtar bulununca dünyada barış olurmuş.

*

Yakalandığında Çevik Atmaca'nın da sonu kurban edilmek olmalı. Ama Arha, Çevik Atmaca’nın ölmesini istemiyor. Fakat bunu dile getirmesi mümkün olmadığı için onu saklıyor. Kossil’e Çevik Atmaca’yı öldürttüğünü söylüyor, sahte bir de mezar hazırlatıyor.

Onunla sihirbazlık, büyücülük, ejderhalar, uzaktaki ülkeler… hakkında konuşuyor. Çevik Atmaca, Arha’nın gerçek adının Tenar olduğunu biliyor. Tenar’a köle olduğunun öğretildiğini, ama aslında özgür olduğunu, burada daha fazla kalırsa delireceğini söylüyor.

Hatta biraz mansplaining yapıyor bence. Benimle birlikte buradan çıkacaksın... Mezarlar’ı terk edeceksin... Atuan’ı terk edeceksin... Benimle birlikte denizleri aşacaksın...Ya Arha olman gerek ya da Tenar, her ikisi birden olamazsın…

Sus be, vır vır vır!

Arha ikna oluyor. Çevik Atmaca da gerçek adını söylüyor Arha'ya: “Sana verebileceğim tek şeyi vereceğim. Benim gerçek adım, Ged.”

İkisi de kendilerinde bulunan yarım tılsımı birleştiriyorlar ve Mezarlar Mahalli’nden çıkıyorlar. O sırada orada büyük bir sarsıntı oluyor ve her şey yıkılıyor. Kossil, Arha’nın özel muhafızı Manan ve diğerleri. Kalan olduysa bile Arha’nın da o sarsıntıda ölmüş olduğunu düşüneceklerdir.

*

Ged, Tenar’ı kendi memleketi olan Gont’a, eski ustası olan  Ogion’a götürüyor.  Ged ise burada kalamaz çünkü onun gitmesi gerekiyor. “Ben gönderildiğim yere gidiyorum. Ben çağrımı izliyorum. Şimdiye kadar bir yerde fazla kalmama izin verilmedi. Bunu anlayabiliyor musun? Ben yapmam gerekeni yapıyorum. Gitmem gereken yere gitmem gerekir.”

"Gitmem gerek, anlıyor musun Buse?"

*

Kitapta yarım halkaların birleşmesi kadın ve erkeğin birleşmesinin temsili gibi gözüküyor. Ama insanların yarım olduğu, diğer yarısıyla bir araya gelince tamlaşacağı fikri bana çok sıcak gelmiyor.

Ben kitapta kör inançlar ve insanların bunlara nasıl sıkı sıkıya sarıldığını gördüm. 

*

Serinin diğer kitapları için bkz:

1- Yerdeniz Büyücüsü

2- Atuan Mezarları

3- En Uzak Sahil

4- Tehanu

5- Yerdeniz Öyküleri

6- Öteki Rüzgar


22 Ocak 2021 Cuma

YERDENİZ BÜYÜCÜSÜ

 


YERDENİZ BÜYÜCÜSÜ

(a Wizard of Earthsea)

Ursula K. Le Guin

1968

Çeviren: Çiğdem Erkal İpek

Metis Yayınları

6. Basım – Kasım 2011

 

Altı kitaplık YERDENİZ serisinin ilk kitabı.

*

Harry Potter’i hatırlatıyor. Aslında Harry Potter bundan çok sonra çıkmış olmasına rağmen büyücü çocuk denince aklıma tabii ki Harry Potter geliyor. Gerçi Harry Potter’ı okumuşluğum ya da izlemişliğim (bölük pörçük izlemişliklerimi saymazsak) yok. Ama bilmemek mümkün değil.

*

Yerdeniz Büyücüsü daha sıcak ve samimi geldi bana. Daha mı mistik sanki ne?

*

Duny’nin annesi ölmüş, babası da eh işte bir adam. Çevik Atmaca adını takmışlar Duny’e, hayvan ve kuşlarla vakit geçirmekten zevk aldığı için.

Bir gün köylerini düşmanlar sarınca Ged sisörme büyüsü yapıp köyü ve köylüleri saklıyor. Böylece büyücülükteki başarısı takdir görüyor. Büyük büyücülerden Sessiz Ogion, onun sıradan bir adam olmayacağını öngörüp ona gerçek ismini vermeye geliyor.

Gerçek isim diye bir şey var bu kitapta. Hak edilen, gerçek kimliği yansıtan isim demek. Bir insanın, hayvanın ya da genel olarak bir şeyin gerçek ismini bilmek, onu çözmek anlamına geliyor. “Kim bir adamın ismini biliyorsa, onun hayatını avuçlarının içinde tutuyor demektir.” Sf.68 O yüzden kıymet verilen bir isim ve alelade her yerde kullanılmıyor, herkese söylenmiyor, sır gibi saklanıyor. “Büyü denen şey bundan oluşuyordu, yani bir şeyi gerçek ismiyle adlandırmaktan.” Sf.48

Sessiz Ogion, Duny’e “Ged” ismini veriyor. Ve Ged, köyle vedalaşıp ustasıyla beraber büyücülüğü öğrenmek ve geliştirmek için Re Albi’ye gidiyor.

*

Her şeyi hemen öğrenmek istiyor Ged ama ustası Karate Kid’in ustası Mr. Miyagi gibi. Cilala parlat! Yavaş, sabırla ilerlenmesi gereken bir süreç ama Ged o kadar sabırlı değil. 

*

Bir gün Ged, Re Albi lordunun kızı ile karşılaşıyor. Ustası Ged’i o kız ve annesi konusunda uyarıyor. Çünkü kızın annesi yarı cadıymış ve o kadının hizmet ettiği güçler kötücülmüş.  Sihrin zevk veya övülmek için oynanacak bir oyun olmadığı konusunda Ged’i uyarıyor ustası. “Bizim Sanatımız’daki her söz, her hareket ya hayır için ya şer için yapılır. Bir şey söylemeden veya bir şey yapmadan önce, ödemen gereken bedeli bilmen gerekir!” sf.29

Ged, ustasına çıkışıyor, siz bana bir şey öğretmiyorsunuz, nasıl bileyim bunları diye. Haklı çocuk kendince ama ustası da bir şey öğretmiyor değil. Sadece öğretme ve öğrenme tarzları farklı. Usta da bunu anlıyor ve Ged’e onun tarzına daha yakın olduğunu düşündüğü Roke Adası’na yollamayı teklif ediyor.

Böylece Ged “Gölge” adlı bir gemiyle Roke Adası’na doğru yola çıkıyor.

Adaya geliyor ve Büyücüler Okulu’na kaydoluyor. 

Burada pek çok şey öğreniyor. Mesela dönüşüm büyüsü. Bir taşı elmasa dönüştürebilir. Ama elmasın elmas olarak uzun süre kalması başka bir konu.

“Bu bir taş. Roke Adası’nı meydana getiren taşlardan biri, insanların üzerinde yaşadıkları kuru topraktan bir parça. O, kendisi. Dünyanın bir parçası. Gözbağı ile onu bir elmas ya da bir çiçek, bir sinek, bir göz ya da bir alev gibi gösterebilirsin… Ama bu sadece bir görüntü. Gözbağı, sadece onu gözleyenin duyularını kandırır; insanın onu gördüğünü, duyduğunu veya hissettiğini zannetmesini sağlar. Ama nesneyi değiştiremez. Bu taşı bir elmas yapabilmen için onun gerçek ismini değiştirmen gerekir. Ve bunu da yapmak demek oğlum, bu kadar ufak bir parçasını değiştirsen de, dünyayı değiştirmen demektir. Bu olmayacak bir şey değil. Gerçekten olmayacak bir şey değil. Bu Dönüşüm Ustası’nın sanatı; bunu öğrenmeye hazır olduğunda öğreneceksin zaten. Fakat sonucunun ne gibi bir hayır veya şer getireceğini bilmeden, tek bir şey bile, ne bir taşı ne bir kum tanesini dönüştürmemelisin. Dünya bir denge içindedir, Denge’dedir. Büyücülerin Dönüştürme ve Çağırma güçleri dünyanın dengesini bozabilir. Bu güç, tehlikeli bir güçtür. Korkunç bir güçtür. Bilgiyi izlemeli, gereksinime hizmet etmelidir. Bir mum yakan bir gölge yaratır…” sf.45

Çok güzel dediniz hocam!

Öğrenmeye hazır olma gibi bir zaman var gerçekten. Bazı şeyleri öğrenmek, anlamak, kavramak için öncesinde bir hazırlık yapmak, bir donanım sağlamak gerekiyor. Okuma yazma bilmeden hukuk okumanın mümkün olmaması gibi. Adım adım.

Dünyanın dengesini değiştirmek de ne kadar kolaymış, bir mum yakarak yarattığın gölge ile evet, bir şey yapmış, bir şey değiştirmiş, bir şey etkilemiş oluyorsun. Ya dengeyi bozuyorsun ya da dengeyi sağlıyorsun, bilemiyoruz tabii.

Şekil Verme Büyüsü dersinde dönüşümün tehlikelerinden bahsediliyor. Büyücü kendisini dönüştürünce kendi büyüsüne kendisi kapılabilirmiş. Örneğin kendisini yunusa, şahine dönüştürüp duran büyücüler sonunda bu hayvanların bedeni içinde tıkılıp kalmışlar, yaaaaa?

Ged anlıyor mu bunları? Neredeeeee? Gerçi daha çocuk kendisi ya ne olacağıdı?

*

Ged’in okulda sevmediği Jasper ve sevdiği Vetch var. Ged, Jasper’in kendisini küçümsediği hissine kapılıp onun yanında kendini yetersiz hissediyor. Bu yüzden de Jasper’dan hoşlanmıyor. Vetch ile iyi arkadaş oluyorlar.

Jasper, çıraklıktan çıkıp sihirbaz olunca sihirbazların çıraklardan daha güçlü olduğunu iddia ediyor. Ged de sihirbazlarla çıraklar arasında fark olmadığını ve sihirbazlık düellosuna girişiyorlar. Ölüler arasından bir ruh çağırmaya karar veriyorlar. Çağırırım, çağıramazsın derken… Binlerce yıl önce ölmüş, Enlad’ın Kahramanlıkları’nda anlatılan Elfarran adlı kadının ruhunu çağırıyor Ged. Başarılı da oluyor ama başına büyük bir bela da almış oluyor. Çünkü onunla beraber Yaşamsızlık Güçleri’nden biri de geliyor. İsimlerin bulunmadığı bir yerden, çağrılmadan. 

“Artık birbirinize bağlandınız. O, senin kibrinin gölgesi, senin yarattığın bir gölge. Bir gölgenin adı olur mu?” sf.65

Hadi bakalım!

Ged artık bu gölgeden kaçmaya başlıyor. Arkadaşı Vetch de kendisine yol arkadaşlığı yapıyor. Vetch’in (gerçek adı Estarriol)  kız kardeşi Civanperçemi de kalben onların yanında. Vetch’in bir de erkek kardeşi var, Karabatak adı. Sizin isimlerinizi yerim.

Ada ada, köy köy, macera macera dolaışıyor Ged. Ejderhaları yeniyor, köylülere yardım ediyor, hastaları iyileştiriyor. Bu arada büyüyor, olgunlaşıyor, sakinleşiyor, vakurlaşıyor. 

Gölge bazen insan kılığında Ged’i etkilemeye çalışıyor. Ged elinden geldiğine kaçıyor. Sonra bir gün  kaçmayı bırakıp kovalamaya karar veriyor. Ve gölgeyi yakalıyor.

Ne kaybediyor ne kazanıyor. Artık bütünleşmiş, tam bir insan olmuş oluyor. Kabus bitiyor. 

Vetch ile beraber Vetch’in evine dönüyorlar. SON şimdilik. 

*

Kitapta Harry Potter ile bir benzeşiklik daha, Ged’in de bir hayvanı var. Otak denilen bir hayvan, sincap gibi bir şey anladığım kadarıyla. Adını Hoeg koyuyor Ged.

*

Hikayedeki gölge, karanlık yanımızı temsil ediyor sanırım. Onunla kaçma-kovalamaca içinde değil, barış içinde olduğumuzda dengeyi bulacağımızı anlatıyor diye anladım.

Karanlık yanınla nasıl barış içinde olursun? Onu susturarak, bastırarak, yok sayarak mı? Kendine ve başkalarına zarar vermemek adına aslında eser miktarda bunu yapmamız lazım. Ama bunu çok yapınca hikayedeki düelloya girişme gibi yanlış sonuçlara yol açabilecek girişimlerde bulunabiliyor insan. Öfke patlamaları, şiddet eylemleri, korku olarak kendisini gösteriyor gölge. Onun varlığını kabul edip yatıştırmak gerekiyor belki. Sakiiiiiiin! Geçecek. Biliyorum gölgeciğim, çok güçlüsün, ama senin yorulmana gere kalmadan halledeceğiz, sakiiiin!

 *

Serinin devamı için bkz:

1- Yerdeniz Büyücüsü

2- Atuan Mezarları

3- En Uzak Sahil

4- Tehanu

5- Yerdeniz Öyküleri

6- Öteki Rüzgar


20 Ocak 2021 Çarşamba

DOKUNULMAZ OLAN HİÇBİR ŞEY YOKTUR, HER ŞEY SÖYLENEBİLİR

 


DOKUNULMAZ OLAN HİÇBİR ŞEY YOKTUR, HER ŞEY SÖYLENEBİLİR

İfade Özgürlüğü Üzerine Düşünceler

(Rien n’est sacre, tout peut se dire)

Raoul Vaneigem

2018

Fransızcadan çeviren: İrem Selin Nacar

Dost Kitabevi

85 sayfa

Kitapta yazar:

“Hiçbir şey dokunulmaz değildir. Herkes, her türlü düşünceyi, ideolojiyi, dini, kendi adına ifade etme ve açıkça söyleme hakkına sahiptir.” Sf.20

diyor. Ama bu demek değildir ki her türlü düşünceyi, ideolojiyi, dini kabul edeceğiz. 

“Tüm düşünceleri hoş görmek, onları kollamak anlamına gelmez. Antidemokratik, zenofobik, ırkçı, revizyonist, kan dökücü görüşlerin özgürce ifade edilmesine imkan vermek, bunların savunucularıyla uyuşmayı, diyalog kurmayı ya da tartışmaya girmek suretiyle onlara umdukları meşruiyeti kazandırmayı kapsamaz.” Sf.21

Yani ifade et kendini, antidemokratik mi konuşuyorsun, ırkçı ırkçı mı konuşuyorsun, Abdülhamid'i mi savunuyorsun, istediğini söyle, la la laaa duymuyoruz ki. 

*

Yazar  eyleme dökmeyi sınır olarak çizmiş. İstediğini söyle, yeter ki eyleme dökme.

“Zorbalık ve barbarlık, özgürlüğü ortadan kaldırmak için özgürce konuşma haklarından yararlanmaya devam etsinler; ama onlara tanıdığımız bu özgürlük adına, onları bu özgürlüğü yok etme kabiliyetinden yoksun bırakacağımız da açıkça anlaşılsın!” sf.34

İcraata dökülme ihtimali olan yerlerde de ifade özgürlüğüne sınır koyuyor. Çünkü örneğin ırkçı bir topluluğun karşısında nefret söylemlerinde bulunmak saldırıya dönüşebilir.

“Her türlü düşünceye gösterilen mutlak hoşgörünün temeli, her türlü barbarlık karşısında mutlak hoşgörüsüzlük olmalı.” Sf.17

*

Yasaklamanın etkili bir çözüm sağlamadığını belirten yazar önemli olanın onu değiştirecek ortam yaratmak olduğunu söylüyor. Çünkü yasaklamak, baskılamak daha da özendirici olabiliyor. “Alçaklığı baskılamak, onu başka bir formda hortlatır.” Sf.27

Yazara göre “Kinci düşüncelerin sonunu getiren kendi zehirleridir.” Sf.28 Yani bırakınız söylesinler, kendilerince tartışsınlar, böylece zamanla daha doğruya, iyiye, akıllıca olana yönelirler diye düşünüyor.

Örnek olarak başörtülü kızları gösteriyor. “İslam etkisi altındaki genç bir kıza başını örtmesini yasaklamak saçmadır. Aile tarafından empoze edildiğinden isyana itecektir; dini bir kimliğin ifade biçimi olarak sahiplenildiğinden, bu kızlar aşk ve kadın özgürlüklerini keşfettikçe, onların gözünde, tıpkı Kilise’nin ruhları ve bedenleri baskı altına aldığı yakın bir döneme kadar Hristiyanlık’ın inananlarına zorunlu tuttuğu eşarp ya da vualet gibi sıradan bir süs eşyasına dönüşecektir.” Sf.28

İnsanların rahat bırakıldıklarında kendi doğrularını bulacaklarını düşünüyorum ben de. Baskılar, yasaklar, korkular, kaygılar… yanlış kararlara itiyor. Yanlış kararlar da mutsuzluğa ve katlanması zor hayatlara. Bir rahat olsak kendi doğrumuzu bulup gül gibi yaşayıp gideceğiz.

“Konuşma ve ifade özgürlüğümüz daha az sınırlandıkça, zihinler de daha iyi yaşama arzusuna o denli öncelik verecek ve cömertliğe, dayanışmaya, duygusal ilişkilere açık olmamızı sağlamak suretiyle, yok etmeye, hükmetmeye, zulme ve sömürüye olan eğilimimizi yavaş yavaş ortadan kaldıracaktır.” Sf.22

Doğru anladıysam; söylenenlere, yazılanlara o kadar takılmasak, bunlara tepki vermek için harcayacağımız enerjiyi daha iyi şeylere harcarız diyor. 

“Her tür düşünce, söz ya da inanç, eleştiriye, mizaha, alaya, parodiye, karikatüre ve taklide konu edilebilmelidir.” Sf.20 

Burada anlattığı devleti, yasaları, hapis cezalarını işin içine karıştırmaya gerek kalmasın, herkes kendisini anlatsın. Apır sapır konuşanları ciddiye almayalım, mizah ve parodiye konu edilenlere gülmeyelim, bitti gitti. Zamanla ciddiye alınmadığını gören düşünce akımları ve gülünmeyen mizah yok olur. 

Keşke gerçekten böyle olsa. Keşke gerçekten ciddiye almayabilsek ama bizim hassasiyetlerimiz var. Dinimiz var, her an elden gidebilir korkusunda olduğumuz, anamız bacımız var, her an bizim namusumuza halel getireceğinden korktuğumuz, milliyetimiz, etnik kimliğimiz, adamlığımız... Bunlara laf edildiğinde ne demek ciddiye almamak! Derhal Amerikan başkanı dahil herkes teyakkuza geçirilmeli. 

Kutsalların, dokunulmazların olduğu ortamda ifade özgürlüğü çok sınırlı kalıyor. Bizdeki de o. Sınırlı. 

*

Anayasada düşünce ve kanaat hürriyeti ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti yer alıyor. Buna göre;

Madde 25 – "Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.

Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."

Madde 26 – "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir."

Güzel gözüküyor. Herkes düşünce ve kanaat hürriyeti ile bunları açıklama ve yayma hakkına sahiptir, ne güzel.

Ama sınırı var. O kadar da özgür değilsin diyor Anayasa. Milli güvenlik, kamu düzeni… vb istisnaları saymış.

Mevzuatımıza göre devlet sırrının açıklanmaması amacıyla ifade özgürlüğü sınırlandırılabilir. Hatta cezalandırılabilir. Türk Ceza Kanunu madde 326 ve devamında devlet sırlarına karşı suçların cezalandırılacağı belirtilmiş.

Madde 329- "Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklayan kimseye beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."

Kitapta ise yazar devlet sırrının açıklanmasını değil, devletin yurttaştan bilgi saklamasını yanlış buluyor. “Bir devlet sırrının ihlal edilmesi değil, ancak devlet sırrının, yurttaşın kendisini ilgilendiren ve bağlayan her şeyi bilme hakkını ihlal etmesi söz konusu olabilir.” Sf.36

İfade özgürlüğünün devlet yönetiminde gerçekleşen suikastler, soykırımlar, mafya düzenlerini engelleyeceğini savunan yazar ifade özgürlüğünün devlet sırrı diyerek engellenmesini “sır fetişizmi” diye adlandırıyor, şeffaflık istiyor. (Bunu en son isteyen ve yapan WikiLeaks ile Jullian Assange idi.)

Bu çerçevede devlet başkanı aleyhine suçların da kaldırılmasını savunuyor. Bizde Cumhurbaşkanına hakaret suçunun hapis cezası var.

Madde 299- "Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

Yazar, yurttaş ile devlet başkanı, kral, papa gibi kimseler arasında bir ayırım yapılmamasını, bunun gülünçleşmiş bir teamül olduğunu söylüyor. Bence de doğru ama biz burada buna gülemiyoruz: 

Bkz: Cumhurbaşkanına hakaret davaları: https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/erdogana-hakaretten-63-bin-41-kisiye-dava-acildi-6123830/

*

Voltaire'in meşhur sözü “Söylediğinize katılmıyorum ama onu özgürce söyleyebilmeniz için savaşırım.” 

Yazar da bu konudaki savaşını bu kitapla vermiş. 

Benim meşhur olmayan sözüm "Söylediğinize katılmıyorum ve sizi blokluyorum. Gidin ötede konuşun."


14 Ocak 2021 Perşembe

READİNG ZİNDANI BALADI


 

READING ZİNDANI BALADI

(The Ballad of Reading Gaol)

Oscar Wilde

1898

İngilizce aslından çeviren: Piyale Perver

Dedalus  Kitap

Ekim 2014

179 Sayfa

 

“Herkes öldürür sevdiğini” burada yazıyormuş. Duyuyordum bu cümleyi, ama kimin hangi eserinde yazıyor bilmiyordum, merak edip de bakmamıştım, denk geldi, öğrendim. 

*

Oscar Wilde (1854-1900) Dublin doğumlu şair, oyun yazarı, romancı, öykücü, dört başı mamur bir edebiyatçı.

Evleniyor ve iki çocuğu oluyor. Ancak eşcinsel ilişki yaşadığı için “ahlaksızlık” suçundan hapse mahkum ediliyor. Sene 1895. 

Reading Hapishanesi’ne (Londra) gönderiliyor. Reading Zindanı Baladı’nı hapiste yazıyor.

Eserin ilham kaynağı karısını öldüren ve idam edilecek olan bir mahkum. Kadın artık kocası ile görüşmek istememiş, adam şiddet uygulamış, kadının başka bir adamla ilişkisi olduğu dedikoduları çıkmış, karı koca tartışmış, adam usturayla kadının boğazını kesmiş.

“Herkes öldürür sevdiğini.” derken… Ovvv yoo bu değil.

 *

“Oysa herkes öldürür sevdiğini,

Bunu böyle bilin,

Kimi hazin bir bakışla öldürür,

Kimi latif bir sözle,

Korkaklar öperek öldürür,

Yürekliler kılıç darbeleriyle!”

 

Fiziksel olarak öldürmek ya da yaralamak değil kastettiği, değil mi? Sevdiğin insanın canını yakmak, onu üzmek. Bilerek veya bilmeyerek.

Dizelerin orijinali şöyle:

“Yet each man kills the thing he loves,

By each let this be heard,

Some do it with a flattering word,

The coward does it with kiss,

The brave man with a sword.”

Çevirmen enfes çevirmiş. Kitabın başında çeviri ile ilgili olarak “Türkçede hoş ve tabii durması ile aslına uygun olması noktaları arasında temin edilecek bir denge” tutturmaya çalıştıklarını yazmışlar. Bence şahane olmuş.

*

“Asla bir insan sesi duyulmaz,

Bir güzel söz olsun söylenmez:

Kapıdan sürekli bizi izler

Gaddar, merhametsiz gözler:

Her şeyi unuturuz, çürüdükçe çürürüz, 

Ruhumuz ayrı, bedenimiz ayrı kokuşur.”

diye aktarmış hapishane sürecini, oradaki yalnızlığı, insanın kendisiyle yüzleşmesini.


Orijinali:

"And never a human voice comes near

To speak a gentle Word:

And the eye that watches through the door

Is pitiless and hard:

And by all forgot, we rot and rot,

With soul and body marred.”

*

“Haklı mıdır, haksız mıdır,

Bilemem tüm bu kanunlar;

Ama zindanda bizler biliriz,

Kaya gibidir bu duvarlar;

Bir gün burada bir sene kadar uzundur,

Öyle bir sene ki, günleri uzadıkça uzar.”


Orijinali:

I know not whether Laws be right,

Or whether Laws be wrong;

All that we know who lie in gaol

Is that the Wall is strong;

And that each day is like a year,

A year whose days are long.”

Hakikaten Türkçesi de ne güzel çevrilmiş, çok tebrik. 

*

Her dizede yazarın çektiği acıyı hissettim ben. Hadi diğerleri katil, hırsız, şu bu. Tabii yine insan onuruna yakışmayan şekilde ceza çekmelerini onaylamıyorum, ama en azından suç işlediği kesinleşenlerin bunun cezasını çekmeleri vicdanı rahatsız etmiyor. E bu adamcağız ne yapmış? 


İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman şifrelerini kıran İngiliz Alan Turing de eşcinsel davranışı nedeniyle yargılanıyor. Onun hayatının anlatıldığı "The Imitation Game: Enigma" filminde Turing bu nedenle suçlanmasının anlamsızlığını "Pipimi yetişkin bir erkeğe sürdüğüm için..." diyerek açıklıyor.


 


*

Wilde’ın son eseri olan Reading Zindanı Baladı, ilk olarak 1898’de “C.3.3” imzasıyla yayınlanmış. Oscar Wilde’ın hapishanede C Blok, 3.kat, 3 numaralı hücrede kalmış olmasından doğan bir rumuz. Şiiri yazanın Wilde olduğu 1899’daki yedinci baskıya kadar gizlenmiş ama zaten kulaktan kulağa yazanın o olduğu duyulmuş.

1897’de hapisten çıkan Wilde, Fransa’ya gitmiş. Eski saygınlığını da, sağlığını da, maddi durumunu da kaybetmiş. Menenjitten ölmüş. Cenazesine de birkaç kişi katılmış.

Londra’nın Reading beldesinde 1844’te açılan Reading Hapishanesi de 2013’te kapatılmış.


11 Ocak 2021 Pazartesi

OSMANLI'DA SEKS


 

OSMANLI’DA SEKS

Murat Bardakçı

1992

İnkılap Yayınları

151 sayfa

Bu kadar güldüğüm başka bir kitap hatırlamıyorum. Kahkaha molaları verdim okurken. Aşırı komik. Komik olan kullanılan kelimeler sanırım. Birazdan örnek vereceğim, anlayacaksınız.

*

Kitapta Osmanlı zamanında cinsellikle ilgili yazılmış eserler ya da bu eserlerden kupleler bir araya getirilmiş. Bazı bölümleri günümüz diline çevrilmiş, bazıları çevrilmemiş. Çevrilmemiş olanları okumak çok akıcı olmuyor tabii.

Yalnız yazılanlardaki cüretkarlık çok şaşırtıcı. Bugün yazılamaz herhalde. Yazılsa da sansür yer. Zaten sansüre gerek kalmadan yazar kendi kendisine otosansür uygular. Murat Bardakçı’ya göre o dönem “Cinselliği yazan kaleme yasak yoktu… Hoşgörü, topluma bugünden daha fazla egemendi.” Sf.2. Bu hoşgörünün “halk siyasetle uğraşmasın da ne yaparsa yapsın…” düşüncesinden kaynaklanabileceği şeklinde bir görüş var.

Kitapta yer verilen örnekler tahrike değil gülmeye yol açıyor.“…cinsel tahrike sebep olmalarının aksine bir mizah duygusu uyandıracak, hatta bazı bölümleri kahkahalar yaratacak şekildedir.” Sf.3

Aynen öyle. Mesela, geliyor örnekler, hazır mısınız?

“… Yaz olunca avratlara, kışın oğlanlara meylet ki, vücutça sağlam olasın. Zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. Avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk vücudu kurutur…”

Evet, eşcinsellik.

*

Kama sutra misali pozisyon tarifleri de var.

“…Erkek hatunun üstüne çıka ve uylukları kaldıra. Tamam oynayıp memelerini sıka, sonra fercini sıkıp zekerini ovalayıp ikbal geldikte zekerini ferci içine ithal eyleye. Sonra, meni döke.”

AHAHAHAHAHAH memelerini sıka AHAHAHAHA zekeri ithal eyleye AHAHAHAHAHAHAHAHS

Durun devamı var:

“Amma avrat üste çıksa, meni güç dökülür, safası az olur…”

:(

Yatarak, oturarak, yan yatarak, yüzüstü, eğilerek, ayakta… hepsinin usulü erkanı yazıyor.

“Mahbube ayaklarını uzatıp otura. Erkek bacağının arasına girip ve zekerini fercine ithal eyleye. Ve mahbube dahi nazikane şiveler edip soluyarak yata ve ikisi dahi inzal olalar.” Sf.39

“Mahbube dört ayaklı gibi olup dirseğini yasdığa dayaya ve eline def alıp harbiye usulü agaz ede (savaş şarkısı söyler gibi okuya) AHAHAHAHAHHAHAHHAHAHAHA “…ve kıçını domalta. Erkek dahi eline çalpare (çalgı) alıp düğün usulünde terennüm ederek ardına geçip ve ikisi dahi ahenklerini birbirine uydurup gidip gelerek inzal olalar.”

AHAHAHAHAHAAHAHAHAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAĞAHAHAHAHA

*

Teknik pozisyonlar dışında cici cici öğütler de var:

“…Erkeklere layık olan budur ki, mahbube ile cimada sükunet etmeye. (AY EVET AZ ÖNCE GÖRDÜK DEF FALAN ÇALSINLAR AHAHAHAHAHAHSH) “…Latifeler edeler, zira birbirine alışma peyda olur ve sevince sebep olur.”

Ne güzel!

“Cima akabinde sükunet etme, mahbubeye hicab (utanma) verir ve neşesini azaltır, belki ram (teslim) olduğuna pişman olur.”

Yaaaaa bunlarla gel işte. Tekniği az çok herkes becerir, akışta bulunur bir yolu, asıl bu öğütler lazım. 

“Kızım, kocan sana yakın gelip mücamaat murad ettikte (ilişki arzuladığında) bir miktar nazendelik edip yani hemen canına minnet uçkurunu kendin çözme.”

Tamam hocam.

AHAHAHAHSHSHAAHAH

“Kendine çeki-düzen ver. Kokuşmuş avratlardan olma.”

*

Bunlara "muzır" da denmez, "müstehcen" de. Sevimli ayol!

*

Peki hocam, ne zaman sevişmeliyiz?

“İlkbaharda cima çok hoştur ve her bünyeye uygundur. Çünki, ilkbahar ılımlı mevsimdir, ılımlı havada çeşmelerde ve pınarlarda su çok olur, alemde hoşluk ve rahatlık artar. Büyük alem böyle olup sular çoğalınca, küçük alem olan bedenimizde kan fazlalaşır ve şehvet de çoğalır.” Sf.6

Çok haklısınız hocam!

*

Nasreddin Hoca fıkraları da var kitapta, sansürsüz ve komik de değil. İğrenç hatta.

Hocanın karısı dışarı çıkıyor, küçük çocukları var, Hoca’ya emanet ediyor. Hoca da pipisini çocuğun eline tutuşturuyor. Çocuk sussun, oynasın diye. Karısı görüyor, kızıyor. Hoca da diyor ki: “Bre a….ğını s….ğim! Eline bıçak vereyim de elini mi kessin?”

İĞRENÇ, SALAK!

Yine benzer bir fıkra. Hoca’nın karısı gidiyor, Hoca çocuğa göz kulak olacak. Bir çanakta yoğurt varmış. Hoca, pipisini yoğurda bulaştırıp çocuğa yalatmış, çocuk uyumuş. Karısı gelip “Aferin, çocuğu uyutmuşsun!” demiş. Hoca da demiş ki: “Behey a….nı s….ğim! Ben onu uyutuncaya kadar dokuz s… yoğurt yedirdim. Eğer sana da yedirsem, sen de uyurdun.”

İĞĞĞĞĞĞĞRENÇ KERE İĞRENÇ. TİKSİNDİM NASREDDİNİNDEN DE HOCASINDAN DA.

“Nasreddin Hoca bir gün minareyi göstererek ‘Şuna ne derler?’ diye sormuş. Halk, ‘Şehrin s…i’ demiş. Hoca demiş: ‘Ona uygun g…nüz var mı?” sf.8

Böyle ağzı bozuk muymuş bu ya?

“Ya tutarsa!” olarak kalsaymış keşke.

*

Neyse, seksimize geri dönelim.

Yukarıda ne zaman sevişmeliyiz diye sormuştum. Şimdi ne zaman sevişmemeliyiz? Kitapta bunun da cevabı var:

“Veledi meme emer iken cima etmek velede zararlıdır.”

Velet demişken, doğacak veledimizin kişiliğine önem veriyorsak cimada uymamız gereken kurallar var:

“Hamamda mücamaat edenin (ilişkide bulunanın) veledi ahmak olur.

Cumartesi gecesi cima edenin veledi şarap içici olur.

Pazar ve Çarşamba gecesi cima edenin veledi hayasız (utanmaz) olur.

Öğleden evvel ve sonra cima edenin veledi, şaşı olur.

Ramazan bayramı gecesi cima edenin veledi, anaya ve babaya asi olur.”

AHAHAHAHAHAHAHAHAHAH

Çok eğlenceli.

Ama eğlenceyi kursakta bırakan kısımlar da var:

“Baldızı ve kızı hatırında (baldızını ve kızını düşünürken) iken cima edenin veledi kız olur.”

ÖFFFFFFF! İlla bir salak sulak iğrenç bir şey katılmasa olmaz mı? Komik komik sevişin işte!

*

Peki veledimizin iyiliği için ne zaman sevişmeliyiz?

“Ve Salı gecesi cima ederse veledi cömert ve şefkatli olur.

Ve Perşembe gecesi cima ederse veledi alim ve inançlı olur.”

*

Öyle saçma sapan insanlar değil, zamanın bilimadamları, din adamları yazmış böyle şeyler. Sultanlara hediye edilmiş bu kitaplar. 

Cinsel gücü arttırıcı ilaç tarifleri var mesela tıbbi tıbbi. İlginizi çekiyorsa ve ne olduğunu bilip bulabiliyorsanız hindi ödü, mersin yaprağı, bunlardan bir buçuk dirhem alıp şarapla kaynatın, avratınız hamile olurmuş.

*

Tabii erkeklere yönelik yazılmış hep. Kadın ikinci planda, erkeğe zevk vermekle görevli bir araç.

*

Kadın cinslerine de yer verilmiş, sarışın, esmer, Arnavut, Gürcü... öfffff!

Tat kaçırıcı kısımları saymazsak aşırı yoğun komik.

*

Osmanlı'da değil de Çin'de seks nasıl oluyormuş merak edenler için 

bkz: Taocu Sevişme ve Seks