Yuval Noah Harari etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yuval Noah Harari etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2025 Pazar

NEKSUS

 


NEKSUS

Taş Devri’nden Yapay Zekaya Bilgi Ağlarının Kısa Tarihi

(Nexus: A Brief History of Information Networks from the Stone Age to AI)

Yuval Noah Harari

2024

Türkçesi: Çiğdem Şentuğ

Kolektif Kitap

1.Baskı – Ekim 2024

440 sayfa

 

Bilgi çağındayız. Bilgiye ulaşım kolay. Ama neden bilge değiliz? Bu soruyu soruyor yazar. Cevabı da veriyor bizi zahmette bırakmadan.

Bilge değiliz çünkü zaten doğru bilgi ne ki? Doğru değiştirilebiliyor, doğruya müdahale edilebiliyor.

Burada akla eğitim kurumları gelebilir. Neticede eğitim kurumlarının doğru bilgi verdiği varsayılır. Ancak işin aslı eğitim kurumları doğruyu/gerçeği araştırıp bulmak değil neyin doğru/gerçek sayılacağını belirlemek için var, diyor yazar. Katılmadan edemiyorum.

Yazar tarihin de bu şekilde değerlendirildiğini anlatıyor. Örneğin tarihi bir karakter ele alalım. Bu kişi kimisi için kahraman kimisi için düşmandır. Hangisi gerçeği yansıtıyor?

“Hiçbir gerçeklik anlatısı yüzde yüz doğru değildir ama yine de bazıları diğerlerinden daha doğrudur.” Sf.39

Yani genel olarak biri bir şey söylediğinde ne diyor, doğru mı diyor, değil; bunu kim söylüyor, kimin imtiyazlarına hizmet ediyor sorusunu yöneltiyoruz.

Hikaye

Sözde bilgi çağındayız ama bilginin bir önemi yok. Önemli olan hikaye. İnsanlar bilgiye değil hikayeye inanıyor ve hikayenin etrafında toplanıyor. Bunu dini yapılarda daha net görürüz. Aynı dine mensup milyarlarca insan bir dini hikaye ile birbirine az çok bağlıdır:

“İki Yahudi ilk kez bir araya geldiğinde bile hemen aynı aileye ait olduklarını, Mısır’da köleliği birlikte yaşadıklarını ve Sina Dağına beraber çıktıklarını hisseder.” Sf.51

Yazı

İşin geçmişine girerek anlatmaya devam ediyor yazar. Yazıyla bilgi tarihimizi başlatıyor. Yazılı belgeler, insanın aklında tutamayacağı bilgileri kaydetmek gereğiyle doğdu. Zamanla yazılı belgeleri saklama, sınıflandırma yani arşivleme meselesi oldu. Bu da bürokrasiyi doğurdu. Bürokrasi halkın sorunlarını çözdüğü zaman olumlu ama sorun yarattığı zaman olumsuz karşılandı.

Bu kısımda kutsal kitapların yazılma hikayesine değiniyor ve Yahudilerinkini örnek veriyor. Yahudiler bir araya gelip dini bilgilerini bir kitapta topluyorlar, adı Tanah. Ancak zamanla bu kitabın yorumlanması konusunda farklı görüşler ortaya çıkıyor. Bu farklılıkları toplamak ve derlemek için yine bir araya geliyorlar ve yeni bir kitap yazıyorlar, adı Mişna. Sonra yine aynı süreç yaşanıyor. Gelişen ve değişen dünyanın meseleleri karşısında bu kitap da yetersiz kalıyor, farklı görüşler ortaya atılıyor ve yine bir derleme ihtiyacı doğuyor. Bu defa da Talmud adlı kitabı oluşturuyorlar.

Yalnızca hahamların yorumlayabildiği bu kitap bazı Yahudileri düşündürmüş olacak ki hahamların bu gücünü reddeden Yahudiler, Hristiyanlığı ortaya çıkardılar ve onlar da konseylerde bir araya gelip kendi dini inanışlarını kitaplaştırdılar. Kitabın adı Yeni Ahit oldu.

Yani Eski Ahit Hahamların eliyle, Yeni Ahit konseylerde derlendi. Ancak bu kitaplara Tanrı’nın mutlak sözleri gibi bakılıyor.

Kuran’dan bahsetmiyor yazar. Ya da bahsedemiyor. Çünkü bundan bahsederse bazı radikallerce ölümle tehdit edilmesi çok mümkün.

Demokrasi

Yazarın en uzun uzun yer ayırdığı konu demokrasiler, diktatörler, siyasal rejimler. Zurnanın zırt dediği yer burası. Tüm girizgahı yapay zekaya getirmek için yapmıştı yazar. Uzun girizgahtan sonra konuya giriş yapıyor.

Demokrasiden bahsediyor önce. Bunun da aslında tam bir güvenli seçim sağlamadığını anlatıyor. Örnek isimler olarak Vladimir Putin, Benjamin Netanyahu ve Recep Tayyip Erdoğan’ı sayıyor. Ve hatta demokrasinin araç olarak kullanılmasıyla ilgili ondan bir alıntı yapıyor:

“Erdoğan’ın dediği gibi ‘Demokrasi bir tramvaydır. Gideceğiniz yere kadar gider, sonra inersiniz.” Sf.131

Yapay zekaların zaten kör topal olan demokrasileri tehdit edebileceğini anlatıyor yazar. Zaten son yıllarda sosyal medyadaki bot hesaplarla insanların seçimleri manipüle ediliyor.  Facebook’un ABD seçimlerinde bazı hesaplara seçime özel reklamlar göndermesi konuşulmuştu. Bu gibi olayların artma ihtimalinin tehlikelerine dikkat çekiyor yazar.


Algoritmalar

Gelişen algoritmalar ile neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda kendi irademizin kalmamasının yanı sıra kimi seçip kimi seçmeyeceğimiz konusunda da kuklaya dönebiliriz. Hatta seçtiğimiz kişi bile kuklaya dönebilir. Yönetici konumundaki insanlar, geliştirilen algoritmalar ile algoritmaların tespitlerine göre -üstelik algoritmaların bu tespitleri nasıl yaptığını bile anlamadan- kararlar verebilir.

Buna dair ABD’deki bir yargı kararından bahsediyor yazar. Nispeten küçük suçlar işlemiş bir kişiyi hakim, algoritma bu kişi hakkında suç işleme ihtimali yüksek diye değerlendirdiği için altı yıla mahkum ediyor. Hakim, algoritmanın bu tespiti nasıl yaptığını bilmiyor, anlamıyor. Sanık bu konuda kendisine açıklama yapılmasını, açıklama istemeye hakkı olduğunu dile getiriyor. Hakim, bu konuda bir açıklama yapılmasına gerek görmüyor. Algoritma dediyse doğrudur diyor. İşin uzmanları konu hakkında hakimlere verdikleri eğitimlere rağmen hakimlerin büyük çoğunluğunun bu algoritmaları anlayamadığını belirtiyor. (Bizde Anayasada hakimin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm vereceği yazar. -Anayasa m.138. Algoritma konusu bizim hakimlere uğramaz sanıyorum.)

Kitapta algoritmanın insan aklının alamayacağı kadar çok veriye sahip olduğu, bu verilerden yola çıkarak tespitte bulunduğu belirtiliyor. Ama bunu yaparken insanın değişebileceği ihtimalini göz ardı ediyor. Ve daha bir sürü şey. Üstelik salt bu verileri değerlendirmekle kalmayıp kendi kendine öğrenmesi de söz konusu. Makine öğrenmesi denilen bu yolla yapay zeka artık salt kendisine verilen verileri işlemekle kalmayacak, kendisi de yeni fikirler üretebilecek.

Yani teknolojik bir alet olarak bilgisayar, başlangıçta hantal bir alet iken şimdi kendi başına karar alması ve yeni fikir yaratması söz konusu.

“İnsanlar bilgisayarlarını bir danışman, hızlıca uğrayıp merak ettikleri soruların yanıtlarını aldıkları bir kahin gibi kullanmaya başlayabilirler.” Sf.204

*

Yazar daha önce Homo Deus kitabında bu konuya bir giriş yapmıştı. Bu kitapla o girişi geliştirmiş.

Yazarın diğer kitapları için bakınız:

 - Hayvanlardan Tanrılara Sapiens

- 21.Yüzyıl İçin 21 Ders 

30 Eylül 2018 Pazar

21. YÜZYIL İÇİN 21 DERS



21. YÜZYIL İÇİN 21 DERS

(21 Lessons fort he 21st Century)

Yuval Noah Harari

2018

Türkçesi: Selin Siral

Kolektif Kitap

1. Baskı – Eylül 2018

331 sayfa


Yuval Noah Harari’nin


Ve


kitapları beni çok etkilemişti. Çok ufuk açıcı olmuştu. O yüzden yazarın bu kitabını da büyük bir şevkle aldım ve keyifle okuyup bitirdim.

*

21. Yüzyıl meselelerini 21 başlık altında değerlendirmiş yazar:

1) Uyanış

2) İş

3) Özgürlük

4) Eşitlik

5) Topluluk

6) Medeniyet

7) Milliyetçilik

8) Din

9) Göç

10) Terörizm

11) Savaş

12) Alçakgönüllülük

13) Tanrı

14) Laiklik

15) Cehalet

16) Adalet

17) Hakikat Sonrası

18) Bilimkurgu

19) Eğitim

20) Anlam

21) Meditasyon

*

Kitabın ilk sayfalarındaki şu sözler biraz can sıkıcı:

“2018’de yaşayan alelade bir vatandaş kendini gitgide daha işe yaramaz hissediyor.” Sf 25

İşin kötüsü bugün kendini işe yarar bir işte geliştirsen ve uzman olsan bile bundan 10-20 yıl sonra o işe hala gerek olup olmadığı belli değil.

Teknolojinin son derece hızlı bir şekilde geliştiğini ve 2050 yılında neler olacağını bugünden söylemenin pek mümkün olmadığını anlatıyor yazar.

Yapay zekalar olacak, evet.

Ancak bu yapay zekaları geliştiren insan gücü de bir noktaya kadar gerekli olacak. Ama belki daha da ilerleyen yıllarda bu insan gücüne de gerek kalmayacak, işte o insanlar o zaman ne yapacak?

Burada akıl sağlığını korumanın öneminden bahsediyor yazar. Yeni teknolojiye uyum sağlamak ve öyle bir dünyada yeni tanıştığın iş kolu hakkında eğitim almak için harcadığın zaman içerisinde o iş kolu da eskiyebilir.

Buradan da eğitime bağlıyor konuyu. Mevcut eğitim sistemlerinin öğrencileri sınıfta toplayıp bilgi vermek üzerine kurulu olduğunu, halbuki zaten sürekli bilgiye maruz kaldığımızı, asıl önemli olanın hangi bilginin doğru hangisinin yanlış, hangisinin gerekli hangisinin gereksiz olduğunu kavramayı sağlayacak bir eğitimin verilmesi gerektiği.

*

Sık sık Facebook ve benzeri internet sosyal medya mecralarının verilerimizi topladığını anlatan yazar, bu veriler kullanılarak oluşturulacak algoritmalardan bahsediyor. Öyle ki bizi bizden daha iyi tanıyan bu algoritmik sistem sayesinde hangi okulda okuyacağımın, hangi mesleği yapmam gerektiğinin, kiminle evleneceğimin cevabını alabilir, böylece yanlış karar vermeden hayatımı sürdürebilirim.

Bu durum aslında insan olarak bizlerin kendimizi tanımak gibi kağıt üzerinde kolay gibi gözüken fakat aslında hiç de öyle olmayan bir kabiliyetten yoksun olduğumuzu gösteriyor. Ben aslında kimim?

Beynimiz çocukluğumuzdan beri önce bizi yetiştiren anne-baba, ardından devlet politikaları çerçevesinde gelişen eğitim sistemi ve şimdilerde medya etkisi ile şekilleniyor. Bunların içinde ben kendimi asıl öz benliğimi nasıl bulabilirim?

Bulamayacağım ve benim beyin nöronlarımdan, duygu durumumdan nelerin bana iyi geldiğini nelerin kötü geldiğini anlayan algoritmalara başvuracağım.

Böyle bir yaşamda Tanrı’ya yer olmayacağı kanaatindeyim ben.

Yazar da Tanrı ve din konularının zaten kurmaca olduğunu söylüyor. Bu kurmacalar hem insanlar kendilerini iyi hissetsin hem de topluluklar varlığını sürdürebilsin diye var.

“Peki insanlar neden bu kurmacalara inanıyor? Anlatıları, bu tür anlatıların doğruluklarını sorgulayıp teyit etmek için gerekli zihinsel ve duygusal bağımsızlığı kazanmadan önce anne babalarından, öğretmenlerinden, komşularından ve toplumun genelinden duyuyorlar. Zihinleri olgunlaştığında anlatıya o kadar yatırım yapmış oluyorlar ki akıllarını, anlatıdan şüphe etmek yerine anlatıyı akla mantığa uygun hale getirmek için kullanmaları çok muhtemel.” Sf.257

İnsanlara bugüne kadar (30 yıl, 40 yıl…) inandıkları bir şeyin aslında hiç olmadığını sorgulamaları kolay olmaz. Zira onca yıl inandıkları şeyin aslında olmadığını fark ettikleri anda düşecekleri boşlukta ne yapacaklarını bilemeyebilirler.

Bir arkadaşıma Harari’nin Sapiens ve Homo Deus kitaplarını önermiştim. Bu kitaplardaki bilgilerle de Tanrı kavramını konuşmuştuk. Bu kitapları okumak istemediğini, korktuğunu söylemişti. İnancının sarsılacağından korkuyormuş.

Bana şaka gibi hatta ahmakça geliyor ama evet böyle insanlar var.

*

Yapay zeka demişken insansız, otonom arabalar bahsi var.

Bu arabalar konusunda şöyle bir soru ortaya atıyor yazar:

“Diyelim ki top peşinde koşturan iki çocuk bir otonom arabanın önüne atlıyor. Arabanın algoritması şimşek hızıyla yaptığı hesaplamalar sonucunda bu iki çocuğa çarpmamanın tek yolunun ters şeride direksiyon kırıp yaklaşan kamyona çarpma riskini göze almak olduğu sonucuna varıyor. Algoritma çarpışma gerçekleşirse arkada mışıl mışıl uyuyan araç sahibinin ölme ihtimalinin yüzde 70 olduğunu hesaplıyor. Bu algoritmanın ne yapması gerekir?” sf.67

Filozofların tartıştığı vagon problemlerine benziyor bu konu. (Bkz: Felsefenin Kısa Tarihi)


( Kontrolden çıkan trenin beş işçiye doğru sürüklendiğini gördünüz. Tren beş kişiye çarpmadan önce raylar çatallanıyor ve diğer ray üzerinde yalnızca bir işçi bulunuyor. Trenin makasını değiştirme imkanına sahipsiniz. Beş kişinin ölümü yerine bir masum adamı öldürmek sizce doğru olanı yapmak mıdır?

Philippa Foot'un (1920-2010) ortaya attığı bu düşünce deneyinde felsefi soru şu: Daha fazla kişiyi kurtarmak için bir kişinin feda edilmesi ne zaman kabul edilebilir?

Judith Jarvis Thomson (1929- ) ise şu versiyonu söyler: Kontrolden çıkan tren bu sefer düz bir hat üzerinde, eğer bir şey yapmazsanız kesinlikle ölecek olan beş işçiye doğru ilerliyor. Bir köprünün üzerindesiniz ve yanınızda çok iri bir adam var. Bu adamı köprüden aşağı atarsanız, beş işçiye çarpmadan treni yavaşlatacak ve durduracak. Bunu yapmalı mısınız? )



İşte bu otonom araçların bu tür durumlarda alması gereken kararın ne olduğunu programlamak için filozoflara ihtiyaç olacağını belirtiyor yazar.

Yani ilerleyen yıllarda araba alırken bugünkü gibi marka, model, düz-otomatik vites…vb durumlar yerine yukarıdaki gibi muhtemel sorunlarda nasıl hareket edeceğinin programlandığına bakacağız.

Yukarıda soruya yazarın cevabı şu:

“İnsan sürücülerin yerini almaları için algoritmaların kusursuz olmasına gerek yok. İnsanlardan iyi olmaları yeterli. İnsan sürücülerin her yıl bir milyondan fazla kişinin canını aldığı düşünülürse, bu pek de zor değil.” Sf.69

*

Genelde robotlar ve insanların karşı karşıya kalacağı bir gelecek tasavvur edilir ama yazar buna pek ihtimal vermiyor.

Çünkü yapay zekaları da insanlar kodluyor.

Önemli olan insanların nasıl olduğu.

Ve hükümetlerin.

İyi hükümetler elinde bu teknolojiler iyi yönde kullanılabilecekken kötü hükümetler elinde tehlikeli sonuçlara yol açabilir.

“Bir hükümet yozlaşmış ve insanların hayatını iyileştirmekten acizse, eninde sonunda yeterli sayıda vatandaş durumu idrak eder ve bu hükümetin yerine başkasını getirir.

“Ancak hükümetin medya üzerindeki kontrolü vatandaşların hakikatın farkına varmasını engeller. Medyayı tekeline alan oligarşi tüm başarısızlıklarını tekrar tekrar başkalarının üzerine atıp hayali ya da gerçekdışı mihraklar üzerine çeker.”

*

Hayatın anlamı ile ilgili bir bölüm var kitapta. Diyor ki tüm mesele aşk: 

“Birine gerçekten aşıksanız hayatın anlamını kafaya takmazsınız. Peki ya aşık değilseniz? O zaman hayatınızın amacını bilirsiniz: gerçek aşkı bulmak.”

*

Meditasyonun önemi ile bitiyor kitap. 

“Algoritmalar bizim yerimize karar vermeye başlamadan evvel kendi zihinlerimizi anlamamız hayrımıza olacaktır.” Sf.286

20 Mart 2017 Pazartesi

HOMO DEUS


HOMO DEUS

Yarının Kısa Bir Tarihi

(Homo Deus)

(E Brief History of Tomorrow)

Yuval Noah Harari

2016

Türkçesi: Poyzan Nur Taneli

Kolektif Kitap

1. Baskı - Aralık 2016

453 sayfa


Yazar, bundan önceki kitabı Hayvanlardan Tanrılara SAPIENS'te ilk insandan bugüne olan süreci anlatmıştı. Avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçiş kısmı özellikle sarsıcıydı.

Bu kitabında ise yarını anlatıyor. Gelecekte bizi neler bekliyor?

*

Geçmiş yüzyıllardan farklı olarak artık açlıktan çok obezlikle,

savaşlar yüzünden ölmekten çok, intiharlarla karşı karşıyayız.

"İnsanlığın yeni hedefi ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık olacak gibi duruyor." diyor yazar.

2100-2200 yılında insanların ölümü yeneceğine inanan uzmanlar varmış.

Yazar, bunun için daha fazla zamana gerek olduğunu söylüyor. Başlangıç için ortalama yaşam süresini iki katına çıkarmak gibi mütevazı hedefler koymak gerektiğini belirtiyor. Neden olmasın?

"20.yüzyılda ortalama yaşam süresini kırktan yetmişe yükselttik; demek ki 21.yüzyılda yüz elliye çıkarabiliriz." sf.37

*

Mutlulukla ilgili çeşitli filozofların görüşlerine yer veriyor.

Mutluluğunun bireysel bir arayış olduğunu söyleyen Epikür ve mutluluğu kolektif bir proje olarak düşünen modern düşünürler. 

Hükümet planları, ekonomik kaynaklar ve bilimsel araştırmalar mutluluk arayışında etkili gerçekten de.

Bilime göre ise mutluluğumuz biyokimyasal sistemimiz tarafından belirleniyor. 

*

Gelecekte genetik kodlar, biyokimyasal dengeler değişecek ve hatta yeni uzuvlar gelişecek. Bu dönemde de artık insanların bir çeşit tanrılaştığı döneme girilecek.

Bu değişiklik içine girmeyen insanlar gereksizleşecek.

Süperzeki olan türün sıradan insanlara nasıl davranacağını ise, bugün hayvanlara nasıl davrandığımıza bakarak anlayabiliriz.

Ve kimse bu gidişatı durduramayacak.

Tıpkı Sapiens'i okuyanların bileceği gibi, avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişin durdurulamaması gibi.

*

Yazarın bir arkadaşı bu ürkütücü manzara karşısında: "Umarım o vakitten önce bu dünyadan göçmüş olurum." demiş.

Açıkçası ben de öyle düşünüyorum.

Zaten yaşamaya merağım yok. Genel. 

*

Tüm bu süreç içinde tanrı, din, ruh, özgür irade, ahlak, toplumsal sistemler gibi kavram ve inançların da sorgulanacağını anlatıyor yazar.

Bilimsel gelişmeler hayata bunca yenilikler katacak,

genetik müdahalelerle bir bebeğin hangi özelliklerle doğacağı belirlenebilecek,

yüz yıldan fazla yaşamanın söz konusu olduğu bir hayatta evliliklerin ömür boyu sürmesi beklentisi olmayacak.

Bu durumda insanlar inanmayı bırakacak mı?

Tanrı mefhumu zaten bilimsel yayınlar tarafından ciddiye alınmıyor. Ruhun varlığını destekleyen bir kanıt da bulunamıyor. Belki zihin bile yoktur.


*

Enteresan deneylere yer veriyor kitap.

Örneğin;

"Homo sapiens üzerinde yapılan deneyler, tıpkı fareler gibi insanların da yönlendirilebildiğini ve insan beynindeki doğru noktaların uyarılmasıyla aşk, öfke, korku ya da depresyon gibi karmaşık duyguların bile yaratılabileceğini ya da ortadan kaldırılabileceğini gösteriyor."


Çarpıcı bir deney olarak;

sf.306


Deneyimleyen benlik ve anlatıcı benlikten bahsediyor sonra.

Deneyimleyen benlik hiçbir şey hatırlamazken anlatıcı benlik geçmişi yeniden kurgulamak ve geleceğe dair planlar yapmakla meşguldür. Anlatıcı benlik, deneyimlerimizi sadece doruktaki anları hatırlayarak değerlendirir. O yüzden örneğin kadınlar için doğum, doğum esnasındaki dayanılmaz acılara rağmen güzel bir deneyimdir. Nitekim bu konuda da yapılan araştırmalar neticesinde doğum anısının genellikle doruk ve son anlardan oluştuğunu, genel sürecin doğum anısının oluşmasında neredeyse hiçbir etkisi olmadığını göstermiş. 

*

Hayatın anlamını da sorgulamış yazar.

O anlamı biz kendimiz veriyoruz, diye cevaplamış.

Çarpıcı bir örnek vermiş:

"Bacağını kaybeden sakat bir asker, 'Bacağımı kendisinden başka kimseye hizmet etmeyen siyasetçilere inanacak kadar aptal olduğum için kaybettim,' diye itiraf edeceğine, 'ulusun bekası için kendimi feda ettim' diyerek kendini telkin etmeyi tercih eder. Istıraba anlam verdiği için bir fanteziyle yaşamak gerçeklikten çok daha kolaydır." sf.314

Buradan bizde sık sık vurgulanan gazi ve şehit konuları hakkında çıkarım yapmak mümkün.

*

Yapay zekalar ilerleyince bugünkü bazı meslekler de ortadan kalkacak. Örneğin, banka memurluğu, sigortacılık, kasiyerlik, garsonluk, fırıncılık, şoförlük, barmenlik, arşivcilik, marangozluk...

Peki sıradan insanlar ne yapacak?

?

*

Kişisel verilerimizi ortaya serdiğimiz bir dönemdeyiz. Yazara göre bu verileri toplayanlar ne yapacaklarını henüz tam bilmiyorlar. Ama ileride bunlar işe yarar olabilir.

"Kendinizi bilmek istiyorsanız, zamanınızı felsefe, meditasyon ya da psikanalizle harcamak yerine sistematik olarak biyometrik verilerinizi toplamalı ve kim olduğunuzu, ne yapmanız gerektiğini söyleyebilmesi için algoritmaların verilerinizi analiz etmesine izin vermelisiniz."
sf.344

Kişisel verilerimiz bilgisayarlarda, telefonlarımızda yer alıyor zaten. Sistem bize araştırdığımız konularla ilgili, artık araştırmayı bıraksak bile yeni veriler sunuyor. 

Belki ileride işimizi, eşimizi hatta bizim yerimize hangi partiye oy vermemiz gerektiğini bile söyleyebilir. 

Veri dini diye adlandırıyor bunu. Dataizm de denebilir.

Yine yapılan bir deney göstermiş ki, internet üzerindeki algoritmalar fikirlerinizi ve isteklerinizi eşinizden ve hatta bizzat kendinizden bile daha iyi tanıyabilir.

Bu çerçevede Angelina Jolie'yi anlatıyor. Yaptırdığı testler neticesinde meme kanserine yakalanması çok büyük olasılık olan Angelina Jolie, memelerini aldırdı. 

Ancak bunun öncesi ve sonrasında yaptırdığı testler son derece pahalı.

Yazar, bu testlerin herkesin yaptırabileceği bir düzeye ineceği gün gelse bile bu defa yine sadece zenginlerin yaptırabileceği daha gelişmiş testlerin ortaya çıkacağını anlatıyor. 

Fakirlerin hayatı yine zor.




1 Nisan 2016 Cuma

HAYVANLARDAN TANRILARA SAPIENS




HAYVANLARDAN TANRILARA

SAPIENS

insan türünün kısa bir tarihi

(Sapiens 
A Brief History of Humankind)

Yuval Nohah Harari

2012

Türkçesi: Ertuğrul Genç

Kolektif Kitap

10. Baskı - Ocak 2015

411 sayfa



MÜ-KEM-MEL bir kitap. 

Herkesin okumasını o kadar çok isterim ki.

*

İlk insandan bugüne geçen süreci o kadar net, o kadar sade, o kadar aydınlatıcı anlatmış ki, BA-YIL-DIM.

*

Homo sapiens ne demek, oradan başlayalım.

Homo (insan) cinsinin sapiens (zeki) türü. 

İnsanlığın gelişimi derken şöyle bir tablo var ya. 



Maymunsu insandan ayakları üzerinde yavaş yavaş doğrulan insana doğru bir görsel.

İşin aslı öyle değilmiş. Farklı insan türleri, aynı dönemde dünyanın çeşitli bölgelerinde  yaşamış.

Neandertaller: Avrupa ve Batı Asya'da (Sapiensten daha güçlü, daha kaslı)

Homo erectus: Asya'nın doğusunda (Dik adam anlamına gelir.)

Homo soloensis: Endonezya'daki Java adasında. ( Solo Vadisi insanı anlamında. Tropik yaşama uyumlu)

Homo florensis: Endonezya'daki Flores adasında. (1 metre boyunda, 25 kg ağırlığında.)

Homo denisova: Sibirya'daki Denisova mağarasında izleri bulunan bir tür.

Homo rudolfis: Doğu Afrika'da. (Rudolf Gölü insanı anlamında.)

Homo ergaster: Doğu Afrika'da. (Çalışkan insan anlamında.)

Homo sapiens: Doğu Afrika'da. (Zeki insan anlamında.)

Ancak son on bin yıl boyunca homo sapiens ortalıktaki tek insan türü. Diğerlerine ne olduğu konusunda çeşitli olasılıklar var. Homo sapiensin üstün sosyal becerileri ve daha iyi avcı toplayıcı olması nedeniyle diğerlerini besin ve yaşam alanı bulamamaktan ötürü yok oluşa sürüklemesi ya da düpedüz soykırım, olasılıklar arasında.

*

Homo sapiens olarak besin piramidinde aslanları, köpekbalıklarını eleyerek çok hızlı şekilde piramidin en üstüne çıkmışız. Hayvanlar tabi şok. Bazı hayvanlar insana karşı savunma mekanizması geliştiremeden yok olmuşlar. 

Ateşi de bulunca piyuuu.

Ateşe kadar her insan kendi kasından, gücünden mesuldü. Ama ateş çıktı, mertlik bozuldu. 

"Ateşin gücü insanın yapısına, vücut biçimine ve gücüne bağlı değildi. Tek bir insan çakmaktaşıyla veya yanan bir çubukla, birkaç saat içinde koca bir ormanı yakabiliyordu." sf.26

İnsanların ateşle ormanları yakması, ateşe dayanıklı bitkilerin artmasına, bu da etçil ve otçul bazı hayvanların hayatında değişikliklere yol açmış.

Yani atalarımız pek de doğayla uyum içinde yaşamamışlar. Pek çok bitki ve hayvan türünü ortadan kaldırmışlar. 

*

Homo sapiensin en önemli yeteneğinden biri de dil. Yani konuşabilme kabiliyeti. Hiç görmediği, dokunmadığı varlıklar hakkında bile konuşabiliyor olmaları sayesinde efsaneler, mitler, tanrılar ve dinler ortaya çıkıyor. Ortak inanılan bu hikayeler/mitler de toplumları oluşturuyor.

*

Kitabın en mükemmel yerinden bahsedeceğim: TARIM DEVRİMİ.

"Tarihin en büyük aldatmacası" diyor yazar buna.

Toprak için çalışmanın insan fıtratına aykırı olduğunu söylüyor. (Fıtrat demiyor tabi o. Ben niye diyorsam? Ögğh)

"Homo sapiens'in vücudu bu tür işler için evrilmemişti. Geyiklerin arkasından koşmaya, elma ağaçlarına tırmanmaya uygundu, kaya toplamaya veya su kovası taşımaya değil. İnsanlar bunun bedelini omurga, diz, boyun ve bel ağrılarıyla ödediler. Eski iskeletler incelendiğinde tarıma geçişin insanlara bel fıtığı, eklemlerde kireçlenme ve diğer fıtıklar olarak geri döndüğü görülmektedir. Dahası, bu yeni tarımsal işler o kadar çok zaman almaktaydı ki, insanlar buğday tarlalarının yakınına kalıcı yerleşimler kurmak zorunda kaldılar." sf.93

Bok vardı tarıma geçecek yani.

İki tane buğday tanesi alacağım diye sabahın nurundan akşam ezanına kadar toprakta iki büklüm ol. Bütün günün ve hatta bütün ömrün böyle geçsin. İşleri kolaylaştırmak için inek, öküz... gibi hayvanları döve döve kullan. Tarlada çalışacak daha çok insana ihtiyaç olduğu için fıtır fıtır çocuk doğur. Çocuklar tarlada çalışsın ama herkesi doyuracak kadar toprak yok. O zaman daha çok toprağa sahip olmaya çalış. Bir yandan da mevcut toprağı korumak için çitlerle etrafını çevir. Başka topraklara göz dik, savaşlar çıksın. Çatışmalı ortamı düzeltmek için bu defa devletler ortaya çıksın, onlar da vergi alsın. Yağmur yağacak mı, kıtlık olacak mı, çekirgeler tarlayı basacak mı diye düşünmekten helak olmak da cabası.

Gördün mü sapiens yediğin boku?

Gördü ama geri dönüşü yok. 

Yazar da bunu soruyor. Avcı toplayıcıyken bütün topraklar senin, ne bulursan yiyip karnını doyuruyorsun, anı yaşıyorsun, gelecek kaygın yok; çiftçiliğe geçince ortada ters giden bir şeyler olduğunu gördün.

Gördün ama yapacak bir şey yok. Çünkü herkes çiftçi, bütün topraklar sahipli. Kitlesel bir yola girilmiş, geri dönüşü yok.

Bugünden örnekliyor yazar. Bugün de çok farklı değiliz. Gençliğimizi sabah-akşam işyerinde çalışarak geçiriyoruz, krediler çekip borçlara giriyor, bu borçları ödemeye uğraşıyoruz, yaşlandığımızda ise enerjimiz, mecalimiz ve belki de sağlığımız kalmıyor. Biz de görüyoruz ortada yanlış giden bir şeyler olduğunu ama dönemiyoruz. Çünkü sistem.

*

Toprakların ve vergilerin denetimi insanlığı yazıyı bulmaya itiyor. Çünkü bunlar hafıza ile içinden çıkılabilecek şeyler değil.

Ve para. Buğday, elma... vb üzerinden yürüyen takas sisteminin zorlukları da parayı getiriyor.

İnsanları bir arada tutan en önemli güç, ortak bir inanç. Örneğin, din. Burada da dinler ve bundaki çelişkileri anlatmış uzun uzun.

Sonra da bilimsel devrim. Buna "Cehaletin keşfi" diyor yazar. Çünkü bu dönemde insanlar bilmediklerini farkedip, cehaletlerini kabullendiler. Bu da onları öğrenmeye itti.

"Modern bilim, 'bilmiyoruz' anlamına gelen Latince 'ignoramus' öğüdüne dayanır ve hiçbir şeyi bilmediğimizi varsayar. Bundan daha da önemlisi, şu ana kadar bildiğimizi sandığımız şeylerin zamanla yanlış çıkabileceğini de kabul eder; hiçbir kavram, fikir veya teori kutsal ve eleştiriden muaf değildir." sf.251

Böylece insanlar dünyanın nasıl işlediğini anlamak ve yeni teknolojiler geliştirmek için uğraş verdiler.

Yeni keşifler yapıldı. Amerika'nın keşfi gibi. Yeni makineler icat edildi. Buharlı makineler gibi. Ekonomi büyüdü, bu da kredi sistemini doğurdu. 

( Bu arada biz ne yaptık? Osmanlı yani, ecdadımız o esnada eski usul fetih politikası izliyordu. Amerika'nın keşfiyle ilgilenmedi. Yeni icatlarla ilgilenmedi. Sonrası malum, çöküş. 

Şimdi de çok farklı bir tablo çizmiyoruz. Dünyanın bir yanı tanrı parçacığı ile uzay araştırmaları ile meşgulken biz çocuk tecavüzlerinin yanlış olduğunu -önleme kısmına geçemiyoruz bile, çünkü çocuk istismarının yanlış olduğunu anlayamayanlar var- anlatmaya çalışıyoruz.)

Neyse yaaa, iki gözüm avcı toplayıcılar.

Yazar, gayet soğukkanlı anlatmış, ne yermiş, ne övmüş ama ben avcı toplayıcılara sempati besledim. 

*

Tüm bu süreçte insan mutluluğunun nerede olduğunu sorgulamış yazar. Avcı toplayıcıyken daha mı mutluyduk, diye sormuş mesela. Yooo, bugün modern tıp sayesinde çocuk ölümleri azaldı mesela. O dönemlerde ise patır patır ölüyorlardı. Bu mutlu olmak için bir sebep sayılabilir.

Mutluluk zaten ölçülebilir mi ki?

Şöyle bir tespit yapılmış. İnsanların bir mutluluk sabiti varmış. 1-10 arası düşünün. Kimisi için en yüksek mutluluk birimi 6'dır diyelim. Başkasını mutluluktan çıldırtacak bir olay, bu şahıs için en fazla 6 birimlik mutluluk demek olurmuş. İstese de daha fazla mutlu olamazmış.

İlaçlar var bir de mutlu olmak için. Bizi esas mutlu eden şey, seratonin hormonu. İlaçlar da buna oynuyor zaten.

Buradan hayatın anlamına bağlamış konuyu. Mutluluğun zevk ve anlama dayanan bir his olduğunu söylemiş. Budizmin bu konudaki öğretilerine değinmiş. 

Kitabın finali "Homo Sapiens'in Sonu" başlığını taşıyor. Bilimsel ve tıbbi gelişmeler sayesinde adeta tanrısal güçlere sahip yeni insan türlerini ortaya çıkarabilme ihtimalimizi değerlendiriyor. Epey heyecanlandırıcı ve biraz da ürkütücü şeyler bunlar.

*

Kitaptaki bazı örnekler çok Türkiye'ye özgü. Sanki kitabın yazarı Türk'müşçesine.

Kitabın başında yayıncının notu var. Meğer yazar, kitabın yayınlanacağı her ülkeye özel değişiklikler yapmış. Helal.

Kendisi Kudüs İbrani Üniversitesi'nde dünya tarihi dersi veriyormuş.