24 Eylül 2019 Salı

TARHUN



TARHUN

(Talkhoon)

Samed Behrengi

Çeviren: İlknur Özdemir

Kırmızı Kedi Çocuk Yayınları

1. Basım – Aralık 2013

25 sayfa

Bir tüccarın yedi kızı varmış.

Altı kız kardeş tombul, neşeli, keyifli iken Tarhun adlı kız kardeş zayıf ve durgunmuş.

*

Tüccar baba, kızlarının istediklerini almak üzere yola çıkacakmış. Kızlar çeşitli şeyler istemişler, ayna isteyen, hizmetçi isteyen, gerdanlık isteyen…

Tarhun ise babasından yürek ve ciğer istemiş.

Kimse anlam verememiş bu isteğine.

Baba kızlarının istediklerini almış ama bir tek Tarhun’unkini alamamış. Yürek ve ciğer satan hiçbir yer yokmuş.

Nihayet bir Cin yürek ve ciğer verebileceğini ama bunun karşılığında Tarhun’u alacağını söylemiş.
Baba kabul etmiş.

Baba eve gelip kızlara istediklerini vermiş.

Tarhun, babasının yürek ve ciğer bulamayacağını sandığı için şaşırmış.

Sonra kapı çalmış ve bir adam, kendisini Cin’in yolladığını, Tarhun’u götürmesi gerektiğini söylemiş. Baba izin vermese de anlaşmaları böyle olduğu için Tarhun gitmiş.

Tarhun adama aşık olmuş. Beraber çok mutlular iken bir gün adamın üzerindeki bir tüyü çekmeye kalkmış Tarhun ve adam oracıkta ölmüş.

*

Tarhun çok üzülmüş, Cin’den yardım istemiş ama Cin yardım edemeyeceğini, Tarhun’u köle pazarına götürüp satacağını, belki orada derdine çare bulabileceğini söylemiş.

*

Tarhun köle pazarından satın alınıp zengin bir konağa götürülmüş. Konağın sahibi hanımın oğlu kayıpmış. Hanım bu koca konakta yardımcıları ile birlikte yaşıyormuş.

Tarhun, hanım uyurken bir hizmetçinin gizli bir yere gittiğini ve orada bir delikanlıyı esir tuttuğunu görmüş. Bu delikanlı, hanımın oğluymuş.

Hanıma bunu haber veren Tarhun, genç delikanlının kurtulmasını sağlamış. Delikanlı da Tarhun ile evlenmek istemiş ama Tarhun kabul etmemiş. “Siz derdinizin çaresini buldunuz. Ben de benimkini bulmalıyım.” deyip yeniden köle pazarına gitmek istemiş.

*

Bu sefer Tarhun’u bir değirmenci satın almış. Değirmencinin bir ejderhası varmış ve bu ejderhayı genç kızlarla besliyormuş. Değirmenci köylünün buğdayını öğütüyor ama bu arada köylüyü kandırarak kendi buğday tarlasını geliştiriyormuş.

Tarhun bunu fark edip muhtarın oğluna anlatmış ve birlikte hem ejderhadan hem zalim değirmenciden kurtulmuşlar.

Muhtarın oğlu Tarhun ile evlenmek istemiş ama Tarhun kabul etmemiş. “Siz derdinizin çaresini buldunuz. Ben de benimkini bulmalıyım.” deyip yeniden köle pazarına gitmek istemiş.

*

Bu defa Tarhun’u bir tüccar satın almış. Adamın ve karısının çocuğu yokmuş. Tarhun’u bir kız evlat gibi görmek üzere yanına almış.

Geceleri adam uyurken karısı haramilerin yanına gidiyor, onlarla eğleniyormuş. Bunu gören Tarhun adama haber vermiş ve adam karısının kendisini aldattığını öğrenmiş.

Bunun üzerine tüccar, Tarhun ile evlenmek istemiş ama Tarhun kabul etmemiş. “Siz derdinizin çaresini buldunuz. Ben de benimkini bulmalıyım.” deyip yeniden köle pazarına gitmek istemiş.

*

Köle pazarından Tarhun’u Cin satın almış.

Tarhun Cin’den kendisini sevgilisinin yanına götürmesini istemiş. Cin, Tarhun’u ölen sevgilisinin yanına götürmüş. Her şey eskisi gibi duruyormuş. On yıldır hiçbir şey kıpırdamamış.

Tarhun elindeki kuş tüyünü adamın burnuna sürtmüş ve adam uyanmış.

- Tarhun, neden uyandırmadın beni?
- Uyumuyordun. Hayatını kaybetmiştin. On yıldır senin acını içimde taşıdım. Şimdi artık kavuştuk.





DENİZLER ALTINDA 20 BİN FERSAH




DENİZLER ALTINDA 20 BİN FERSAH

(Vingt Mille Lieues Sous Les Mers)

Jules Verne

1870

Gün Yayıncılık

96 sayfa


Denizde gemilere zarar veren esrarengiz bir deniz canavarını bulmak üzere bir ekip görevlendirilir. Bu ekibin bulunduğu gemi de söz konusu deniz canavarı tarafından saldırıya uğrar. Kurtulanlar sadece doğa bilimci profesör Pierre Aronnax, onun sadık yardımcısı Conceil ve Kaptan Ned’dir. Bu üçü gözünü bir denizaltının içinde açarlar. Herkesin deniz canavarı sandığı şey, “Nautilus” adlı ileri teknoloji bir deniz altıymış meğer.

Bu deniz altının kaptanı Nemo, onlara burada kalabileceklerini ama bir daha asla dışarı çıkamayacaklarını söyler.

Kaptan Nemo, insanlardan nefret eden biri ve onlardan uzak bir dünya kurmuş kendisine.

Deniz altında muhteşem bir kütüphane ve dönemin çok ilerisinde bir teknoloji var. O yüzden profesör ilgi çekici buluyor burayı. Kaptan Nemo, profesörün kütüphanede incelemeler yapmasına müsaade ediyor.

Ned ise buradan bir an önce çıkmak istiyor. Ama bunu tek başına yapamayacağının farkında. Profesör ona sakin olmasını söylüyor sık sık. İşin aslı profesör halinden bir parça memnun. Hem olağanüstü bir kütüphane içinde, hem zaman zaman okyanusta dalış yapıyorlar, ava çıkıyorlar, inanılmaz deniz canlıları görüyorlar.

Bir gün ilkel yöntemlerle ve hayatları pahasına üstelik çok az para karşılığı inci bulmaya çalışan insanları görüyorlar. John Steinbeck’in “İnci” adlı bir kitabı var, orada da bahsediliyor bundan.

Ned, tüm bu deneyimleri, kimseye anlatamadıktan sonra faydasız buluyor. Bir daha asla karaya çıkamayacaklarsa, eski hayatlarına dönemeyeceklerse, uygar insanların arasına karışamayacaklarsa ne önemi var bunca deneyimin onun için?

Bir Temel fıkrası var, onu aklıma getirdi bu:

“Jennifer Lopez ve Temel bir gemi kazası neticesinde ıssız adaya düşerler. Ne yapsınlar can sıkıntısından sabah aksam sevişirler. Ancak bir süre sonra Temel, durumdan zevk almamaya baslar.
Jennifer çıldırır, Temel’e ne olduğunu sorar, ne isterse yapabileceğini söyler. Her türlü fanteziye açık olduğunu, her şeyiyle emrine amade olduğunu, nerede hata yaptıysa düzeltmeye çalışacağını anlatır. Temel inatla Jennifer’a:

-İstediğim şeyi yapabilmen mümkün değil, der.
Jennifer çaresizlik içinde ısrar eder ve her şeyi göze aldığını söyler. Temel en sonunda bir denemeye karar verir. Önce Jennifer’ın saçlarını kısacık keser, sonra ceketini giydirir, kestiği saclardan bıyık yapar. Jennifer, ne olduğunu anlamaya çalışırken Temel onu mümkün olduğu kadar erkeğe benzettikten sonra akşam olunca sahile gelmesini söyler.
Akşam olur ve Jennifer erkek kılığında sahile gelir bakar ki, Temel mükemmel bir rakı sofrası hazırlamış ve masayı mezelerle doldurmuştur. Temel ve Jennifer masaya otururlar. Temel elini Jennifer’ın omzuna atar. Bardağını Jennifer’ınkiyle tokuşturur ve şöyle der:
- Ulan dursun bir aydır kimi götürüyorum söylesem inanmazsın."
*
Gerçekten böyle miyiz acaba? İlla birilerine göstermek ve anlatmak ihtiyacı içinde miyiz? Şimdi sosyal medya ile öyleyiz gibi gözüküyor ama kitabın yazıldığı yıl 1870. O zaman da mı?

*

Zamanla profesör de tutsaklıktan sıkılıyor. Başta Kaptan Nemo’ya saygı duyuyor idiyse de sonradan onun ne kadar zalim olabileceğini fark ediyor. Ve kaçış planlarına başlıyorlar. Planları deniz altının öngöremedikleri rotası yüzünden sık sık erteleniyor ama bir gün artık kesin olarak karar veriyorlar. Deniz altına bağlı sandal ile kaçacaklar. Tam sandalı alıp kaçıyorlarken denizde tehlikeli bir girdap oluşuyor.

Profesör, Conceil ve Ned bir balıkçı kulübesinde gözlerini açıyorlar.

Kaptan Nemo’nun gemisi ise kurtuldu mu kurtulmadı mı bilinmiyor.

Profesör “Kaptan Nemo’nun girdaptan kurtulup içindeki nefret duygularını da o girdapta bırakmış olmasını” ümit ediyor.

*

Hakikaten Kaptan Nemo'nun derdi neydi acaba? Ne yaşamış da böyle olmuş?

Kitabın -daha önce okuduğum Jules Verne kitapları gibi- çocuk kitabı gibi olan şeklini bulup okudum. Jules Verne'nin kitapları hep çocuk kitabı gibi çünkü, hep kısaltılmış metin olarak görüyorum. Doğru düzgün haline denk gelmedim. Belki kısaltılmamış metni vardır ve orada anlatıyordur Kaptan Nemo'nun geçmişini.

KOZMİK KAHKAHA



KOZMİK KAHKAHA

Vamık D. Volkan

İngilizceden çeviren: M. Banu Büyükkal

Okuyan us Yayınları

5. Baskı – Ekim 2012

167sayfa


Küçükken babası tarafından istismara uğramış bir kadının iyileşme sürecini anlatıyor kitap.

*

Jane küçükken babası penisini Jane'e gösteriyor, Jane'nin penisini okşamasını istiyormuş.

Ablası küçük yaşta ölmüş Jane’nin. Tecavüzcü bir babanın yanı sıra yaslı bir anne tarafından büyütülmüş. Annesi ona ilgisiz kalmış. Babasının kendisine tecavüz ettiğinden annesinin haberi olup olmadığını bilmiyor Jane.

Artık yetişkin olan Jane bu olayla yüzleşmeye karar veriyor ve uzman yardımı almak üzere yazara geliyor. Yazar Jane’in anlattıklarını ve süreci de bu kitapta kaleme alıyor.

*

Jane rüyalarını anlatıyor, çizdiği resimleri gösteriyor, uzman bunları yorumluyor, bu rüya şunu ifade ediyor, bu çizdiğin resim şu anlama geliyor… gibi. Bu yorum ve anlam yüklemeler Jane’e kendini bir parça iyi hissettiriyor.

Ama her şey böyle olumluya doğru giden bir çizgide ilerlemiyor. Bazen geri gidişler de oluyor.

Jane’in hırçınlaştığı hatta fiziksel zarar verdiği zamanlar bile oluyor. Hastanede daha fazla istenmiyor.

Ama doktor azimli ve anlayışlı davranmaya devam ediyor. Terk etmiyor Jane’i. Bu terk edilmeme hali Jane’e iyi geliyor. O kadar ki doktoruna cinsel istek duyduğunu söylüyor, ama doktor kırmadan bunun olamayacağını ifade ediyor.

*

Penis konusunda çok takıntılı Jane. Penisi olursa annesine penisi ile zevk vereceğini ve annesinin böylece depresyondan kurtulacağını, beri yandan penisi olsaydı babasının ona tecavüz edemeyeceğini düşünüyor.

*

Kitapta bebeklerin “geçiş nesnesi” diye bir şey öğrendim. Hani elinden battaniyesini ya da oyuncağını düşürmeyen bebekler vardır ya. İşte ona “geçiş nesnesi” deniyormuş:

“Bir bebeğin geçiş nesnesi genellikle battaniye veya oyuncak ayı gibi yumuşak bir şeydir. Ayrıca kendine özgü kokusu vardır. Bebeğin zihninde geçiş nesnesi, sahip olduğu ilk ‘ben olmayan’ şeydir ve ‘ben olmayan’ şeklinde algılanan anneyi tensil eder. Bu tür bir nesne, örneğin uyumaya çalıştığında anne ortamda değilse, bebeğin rahatlatıcı ve yatıştırıcı bir anne yanılsamasını korumasını sağlar. Geçiş nesnesi bebeğin evrilmekte olan kendilik temsilini annesinin imgesiyle bağlantılandırır, bu yüzden bebek geçiş nesnesini psikolojik anlamda, kendi denetimi altında tutar. Özgün geçiş nesnesi iki ila dört yaşlarında terk edilir.” Sf.60

Yetişkinlerde bazen bu geçiş nesnesi ihtiyacı tekrar nüksedermiş. Bu kimi zaman evcil hayvan kimi zaman başka bir şey olabilirmiş.

*

Neticede, 1960'larda yaşanan ve yıllar süren bir mücadelenin sonunda Jane artık iyileşmiş diyebileceğimiz bir hale ulaşıyor. 


17 Eylül 2019 Salı

DON QUIJOTE



La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade

DON QUIJOTE

(El Ingeniosa Hidalgo Don Quijote De La Mancha)

Miguel de Cervantes Saavedra

1605

Çeviren: Roza Hakmen

Yapı Kredi Yayınları

4.Baskı – Mart 2001

1. Cilt: 507 sayfa
2. Cilt: 579 sayfa


İnsan Don Kişot’u okumasa da kendisini tanıyordur, az çok duymuştur. Değirmenlere karşı savaşan korkusuz kahraman.

Yalnız bir dakika, kahraman mı?

Kitabı okuduktan sonra Don Kişot’un kahraman olduğunu asla düşünmüyorum. Onun bir deli, üstelik tehlikeli bir deli olduğunu düşünüyorum.

*

Don Kişot, kendi halinde zengin bir hayat yaşarken pek çok şövalyelik kitabı okumasının etkisiyle kendisinin de bir şövalye olduğunu düşünmeye başlar. Artık kendisini gezgin ve maceracı bir şövalye olarak ilan etmiştir.

Kitabın bu kısımları sanki kitap okumayı biraz eleştirir gibi geldi bana. Çok kitap okumak iyi bir şey değildir mesajı sezdim ben satır aralarında.

Don Kişot, okuduğu kitaplardan bilmektedir ki her şövalyenin bir de sadık yardımcısı vardır. O da köyün yarım akıllısı Sancho Panza’yı seçer.

Her şövalyenin ayrıca bir de sevdiği kadın olur, her macerasını ona adarmış. O da köyden Dulcinea’yı seçer. Kızın haberi yok tabi bir şeyden.

*

Don Kişot ve Sancho Panza köyden kaçıp maceralara atılırlar.

Aslında ortada macera yoktur ama Don Kişot macera uydurur. Yukarıda dediğim tehlikesi de burada başlar.

Kendi halinde giden insanlara saldırır Don Kişot. Çünkü onları kendi kafasında bambaşka konumlandırır. Bize kendi halinde giden bir adam ona bir zalim gibi gözükür. Mahkumları cezaevine götüren resmi görevlileri, insanların özgürlüğünü elinden alıp tutsak eden kötü adamlar olarak görüp  saldırır, mahkumları serbest bırakır.

Değirmenleri dev sanıp saldırmasını biliyorsunuz.

Konaklamak için gittiği hanları şato sanır.

Handaki eşyaları başka şeyler sanır, onlara saldırır.

Yani hem cana hem mala zarar verebilen bir delidir ve dışarıda dolaşması bence tehlikeli biridir Don Kişot.

Sancho Panza da Don Kişot bir şehri fethedecek de kendisine valilik verecek diye Don Kişot’un yanındadır. Aslında Don Kişot’un deliliklerini zaman zaman fark eder, ama bunu dile getirdiğinde Don Kişot’un dehşet tepkisiyle karşılaşır.

Don Kişot da bazen yaptıklarının saçmalık olduğunu fark edecek gibi olur, sonra da kendisine o saçmalıkları yaptıranın büyücüler olduğuna kanaat getirir.

Büyücüler kötü adamları iyi adam kılığına sokmuştur.

Büyücüler devleri yel değirmeni kılığına sokmuştur.

Büyücüler güzeller güzeli Dulcinea’yı çirkin bir köylü kızına dönüştürmüştür.

*

Yolda karşılaştığı bazı insanlar Don Kişot’un deliliğini anlayıp alttan alırlar. Kimisi dalga geçer. Kimisi öldüresiye döver.

*

Kitapta Don Kişot’un maceralarının kitaplaştırıldığı da anlatılır. Don Kişot, maceradan maceraya koşarken beri yanda kendisinin maceralarının anlatıldığı kitabı geniş bir okuyucu kitlesi bulur.

*

İki cilt boyunca onlarca olay yaşarlar.

Nihayet eve dönerler.

Kendine gelir Don Kişot.

Ve hastalanıp sessizce ölür.

*

Kitabın bence en tüyleri diken diken edici kısmı bu kitabın 1605 yılında yazılmış olması.

1605.

Tüyler tiken tiken.

Kitabın başında kralın kitabın basımına dair izin yazıları da var. Onlar da çok etkileyici. 

Kitabın dili çok komik. Yazarın anlatırken kahkahalarla güldüğünü, "Manyak bu adam" dediğini, "Bak bak burası çok komik" diye dürttüğünü duydum ben okurken.




ARAMIZDAKİ EN KISA MESAFE



ARAMIZDAKİ EN KISA MESAFE

Barış Bıçakçı

2003

İletişim Yayınları

2. Baskı – 2009

46 sayfa


Ayyyyy, yumuş yumuş oldum bu kitabı okuduktan sonra.

Biraz buruk bir yandan.

*

Bir çocuğun gözünden okumak beni biraz şey yapıyor. Şey işte ne bileyim. Şefkatli, merhametli, oyyy yavrum kıyamamlı…

*

Bir ağabeyi var çocuğun. Bir de kardeşi oluyor.

Bir kuşu var.

Kuş bir gün kaçıyor.

Çocukluğunda kuş alıp da kaçırmak, çok tipik.

Bunun gibi tipik çocukluk anıları yer alıyor kitapta.

Geçim sıkıntısı mesela.

Çocuk haliyle dışarıda bir şeyler satmaya çalışıp da satamamak.

Boza satmaya çalışmışlar. Annesi evde boza yapmış, çocuklar gece dışarıda satacaklarmış. Tutmamış.

*

Pul biriktirmek.

Ben pul biriktirmedim. Benim çocukluğumda pul değil de peçete koleksiyonu revaçtaydı.

Yazarın anlattığı çocuklukta çeşit çeşit pullar varmış. Kendilerince sınıflandırıp saklıyorlarmış.

*

Tiyatro oyununda rol almış çocukken. Aldığı rolün ne olduğundan pek emin değilmiş. Diğer oyuncular rollerini ciddiye alıp oynarlarken o ciddiye alamıyormuş. Sözünü söyleyip çıkıyor, diğer yetişkin oyuncuları gözlemliyormuş.

*

Köpekleri varmış bir tane. Sokakta başka bir köpeğin saldırısına uğramış. Ölmüş. Daha doğrusu köpeği uyutmak için veterinere götürmek durumunda kalmışlar.

*

Babasından çekinirmiş.

Babası çocuktan bir tamir tamirat işi için yardım istediğinde çocuk heyecandan ne yapacağını şaşırırmış. Yanlış alet getirir, yanlış iş yaparmış.

Bu bana da oluyordu. Babam benden pense istiyordu mesela, ben alet çantasından başka bir şey getiriyordum pense olduğunu sanıp, sonra da “Bu pense mi? Ben ne dedim, sen ne getirdin?” diyordu. Tatsız bir anı bu benim için.

*

Babaları yine tipik bir şekilde çocukları ile yakınen ilgilenmeyen, ev geçindirmekle ilgilenen, belki de bu nedenle çocuklarıyla ilgilenmeye fırsat bulamayan bir baba. Ama bana sorarsanız tipik babalar, çocukla ilgilenmenin ne demek olduğunu bilmiyor. Çocukken kendisi ile de ilgilenen bir baba olmadığı için, baba olduğunda kendisi de kendi babasından gördüğünü yapabiliyor ancak.

Az konuşan, çabuk öfkelenebilen bir baba.

Ailesine sert iken dışarıya daha yumuşak:

“Babam da başka pek çok insan gibi uzağındakilere ve yeni tanıştığı insanlara anlayışlı, iyi davranıyor, yakınlarından bunu esirgiyordu.”  Sf.39

Felsefe hocasıymış kitaptaki çocuğun babası. Yaşı ilerlediğinde artık çocuklarını dinler olmuş. Daha doğrusu dinlemeye çalışır olmuş. Anlamak için çaba gösteriyormuş.

“…son yıllarında anneme ve biz çocuklarına karşı davranışları da değişmiş, babam yumuşak ve sevecen biri olmuştu. Her şeyin en doğrusunu ve mükemmelini isteyen, bulamayınca öfkelenen hallerinden eser kalmamıştı.” Sf.39

Ama biraz geç olmuş artık. Çocuklar büyüdükten, kendi hayatlarını, kendi ailelerini kurduktan sonra gelen anne baba ilgisi çok da anlamlı olmuyor.

(Bu arada erkeklerin yaşları ilerleyince daha sevecen olmalarına dair deniyor ki azalan testosteron ve artan östrojen hormonu. Bkz: Erkek Beyni )

Babasının aile hakkındaki şöyle bir görüşü var: 

“Bir kadınla bir erkeğin heyecanlarının bir ürünü olarak ortaya çıkan ailenin sonunda aynı heyecanın yok olduğu yere dönüşmesi.” Sf.40

Bu çerçevede bazı şeyler düşünüp karalamış.

Sonra ölmüş. “Zihinsel bir acı” neticesinde öldüğünü düşünüyor artık büyümüş olan çocuğu.

*

Bir gün artık büyümüş olan üç kardeş, eski yaşadıkları yerlere gidiyorlar. Anıları canlanıyor.

Şöyle bitiyor kitap:

“Hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı gibi değil! Her şey hatırlandığı gibi.” Sf.46