30 Ekim 2018 Salı

IKIGAI



IKIGAI

Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı

(Ikıgai: Los Secretos De Japon Para Una Vida Larga Y Feliz)

Hector Garcia – Francesc Miralles

2016

İngilizceden Çeviren: Meltem Uzun

İndigo Kitap

Aralık 2017

171 sayfa



İnsan niye uzun yaşamak ister, o kadar anlamıyorum ki. 100 yaşına hatta daha da fazlasına kadar yaşayacaksın da ne olacak acaba? Niçin?

100 yaşında insan hayal eder misiniz? Nasıl bir insan canlanıyor zihninizde? Bende canlanan yaşlı, derisi sarkmış, yüzü derin çizgili, zor yürüyen, zor duyan, zor konuşan, hayattan bezmiş biri.

Kitaptaki 100 yaş ve üzeri insanlar tam olarak böyle değil. Daha dinçler ve söylediklerine göre mutlular. Kitap da bunun sırrını anlatıyor.

Yine de ilgimi çekmedi hiç. İsteyen yaşasın bin yaşına kadar, ben 3-5 gün daha yaşayayım, yeter bana.

*

Ikigaiyi hayatın anlamı diye kabaca tanımlamak mümkün. Japonca karşılığı “hep meşgul kalarak mutlu olmak” demekmiş.

Kitapta uzun yaşama sırrı sorulan insanlar sık sık buna değiniyor. Hiç emekli olmuyorlarmış. Yani resmi olarak emekli olsalar da çalışmaya devam ediyorlarmış. Bir uğraşları, bir meşgaleleri illa ki varmış. Ve bu uğraş konusunda da son derece ciddilermiş. Japonların küçük ağaç sanatları olan bonsai buna bir örnek mesela.

Bir başka örnek olarak çeşitli ödüller almış bir suşi restoranı var. Restoranı işletenler, mekanı büyütmek gibi bir amaca sahip değillermiş. Hala küçük ve mütevazı bir işletme olarak varlıklarını sürdürüyorlarmış, önem verdikleri mekanın büyüklüğü değil, yaptıkları suşilerin nasıl daha iyi, daha lezzetli olabileceği imiş.

Japonlara göre hepimizin bir ikigaisi varmış. Mühim olan onu bulabilmek. Onu bulabileceğimiz yer de içimizmiş.

Onu bulunca ve ona uygun yaşayınca uzun ve mutlu bir hayatımız oluyormuş.

*

Uzun yaşamanın anahtarını beslenme, egzersiz ve hayat amacı edinme (ikigai) ile güçlü sosyal bağlar kurma olarak sayıyor kitap.

Sağlıklı beslenerek,

Yoga, meditasyon, yürüyüş vb egzersizler yaparak

Geniş bir arkadaş çevresi ve iyi ailevi ilişkiler kurarak

hayatımızı uzatabiliyormuşuz.

*

Beslenme konusunda şöyle bir tüyo veriyor kitap: Midenin yüzde 80’ini doldurarak kalk sofradan. Yani tıka basa doymadan kalk, biraz aç ol. Japonlar böyle yaparmış. Masada küçük ve çok tabak olması da etkiliymiş. Yemeği çok tabağa bölüştürünce çok yemişsin gibi algılıyormuşsun.

*

Uzun yaşamak isteyenler için faydalı bir kitap denebilir. Uzun yaşamak istemeseniz de en azından daha kaliteli bir yaşam için ipuçları taşıyor kitap.

Yer yer Victor E. Frankl'in "İnsanın Anlam Arayışı" kitabına değiniliyor. Madem ikigai demek hayatın anlamı demek, anlam konusunda Frankl'in kitabı gayet ufuk açıcı.


17 Ekim 2018 Çarşamba

TOZA SOR



TOZA SOR

(Ask the Dust)

John Fante

1939

Çevirmen: Avi Padro

Parantez Yayınevi

Basım Yılı: 2003

155 sayfa


Arturo Bandini. Yazarlıkla geçinmeye çalışıyor. Öyküleri dergilerde çıktıkça seviniyor ve eline biraz para geçmiş oluyor. Tek gelir kaynağı bu. Sıkışınca annesinde para istiyor üzüle sıkıla.

Bir gün bir barda Camilla Lopez ile tanışıyor. Bardaki garson kız. Kızın Meksikalı oluşunu, ayağındaki çarıkları, zekasını… vb aşağılıyor.

Kız da bazen onu aşağılayarak cevap veriyor ama genel olarak üzülüyor.

Camilla, Arturo’ya yürüyor ama Arturo bu acele karşısında korkuyor, çekiniyor. Kız da o yüzden Arturo’nun erkekliğinden şüphe ediyor.

Aslında Camilla başkasına aşık, Sammy adındaki barmene. Ama Sammy, Camilla’dan nefret ediyor ve Camilla’ya çok kötü davranıyor. Hatta dövdüğü bile oluyor. Ama Camilla yine de Sammy’den vazgeçemiyor.

Sammy de yazar olmak istiyor. Bu yüzden Camilla, Sammy ile Arturo’yu tanıştırıyor. Arturo, Sammy’nin öykülerini okuyor, beğenmiyor ama uygun bir dille yapıcı eleştirilerde bulunuyor.

*

Arturo, Camilla’ya aşık, Camilla Sammy’e.

Camilla, Sammy’e olan aşkını Arturo’ya söylemekten çekinmiyor. Arturo bu yüzden kendi kendine Camilla’dan nefret ettiğini, bir daha onu görmeyeceğini söylese de her seferinde dayanamayıp yine Camilla’nın yanına gidiyor.

Bir gün, üç haftalık bir aranın ardından yine Camilla’yı görmek üzere bara gidiyor. Ama öğreniyor ki Camilla gitmiş. Evde de değil. Ev sahibinden öğreniyor ki Camilla akıl hastanesine kaldırılmış.

Hastaneye gidiyor ama görmesine izin vermiyorlar.

Sonra da hastaneden kaçmış olduğunu okuyor gazetede.

Gitse gitse Sammy’nin yanına gider diye düşünüyor ve Sammy’nin çöldeki barakasına gidiyor.

Evet oradaymış ama Sammy onu kovmuş. Nereye gittiğini bilmiyormuş.

*

Arturo bulamıyor Camilla’yı.

Bir daha haber alamıyor ondan.

Yeni çıkan kitabını da “Camilla’ya sevgi ile, Arturo” diye imzalayıp çöle fırlatıyor.

-SON-

*

Kitabın önsözünü Charles Bukowski yazmış. Bu kitabı okuyup çok etkilendiğini yazıyor ve John Fante için “Benim Tanrım” diyor.

Gerçi ben Charles Bukowski’yi sevmiyorum. O mutsuz, umutsuz, biçare, üzgün, bitmiş, tükenmiş, yılmış haller canımı sıkıyor.

John Fante’nin kitapları ve Toza Sor, o kadar da mutsuz, umutsuz gelmedi ama bana.

Yine can sıkıcı noktalar buldum, örneğin Arturo’nun sefilliği canımı sıktı, sefalet, para sıkıntısı, geçim derdi…bunlar beni üzer çünkü.

Bir erkeğin Arturo gibi hayalperest olması da canımı sıkar, ciddiye alamam. Gerçi kitaptaki Arturo 20 yaşında ve o yaşta zaten erkek sayılmaz, çocuk daha.

*

Aşk hikayesi olarak Hemingway’in “Silahlara Veda”sını seviyorum ben. Kararlı, sevdiğini söylemekten çekinmeyen, yetişkin insanların hikayesi.

*

Toza Sor'un filmi de var, ama izlemedim.



16 Ekim 2018 Salı

BÜYÜK AÇLIK



BÜYÜK AÇLIK

(The Big Hunger)

John Fante

1932 - 1959

Çevirmen: Avi Padro

Parantez Yayınevi

Basım Yılı: 2005

170 sayfa


John Fante'nin kısa öykülerinden oluşuyor kitap.

Öyküler genellikle Amerika'ya göç eden göçmenlerin sorunları, çocukların hayal dünyası ve ebeveynlik üzerine.

İşte o öyküler:


YUH OLSUN DİBBER LANNON’A

Dibber Lannon’un abisi Pat Lannon’un rahip olacağını sanıyor herkes. Hatta Dibber abisinin bir sonraki papa olacağını söylüyor herkese.

Halbuki Pat, hayvancıklara kötü davranan, zalim, küfürbaz biri. Böyle rahip mi olur?

Dibber’in arkadaşı Arturo bunun farkında ve nitekim haklı çıkıyor. Pat, dini bir okula gönderiliyor ama dönüyor sonra oradan.

“Hiçbir zaman rahip olmayacağım. Kendime yanlış meslek seçmişim.” diyor.

Dibber’in havası sönüyor ve arkadaşları gıcıklık olsun diye Dibber’a Papa diye sesleniyorlar. Ama kızmıyor Dibber.


JAKIE’NİN ANNESİ

Jakie Shaler annesi tarafından feci dövülen bir çocuk. Zalim bir annesi var. Anlatıcı (muhtemelen yine Arturo) diyor ki:

“Jackie Shaler’in annesi gibi annem olsaydı gidip başka bir anne bulurdum kendime.” Sf.14

Jackie’nin kardeşi bir gün bir arabanın altında kalıp ölüyor. Cenaze töreninde anne çok ağlıyor, çok üzülüyor. Artık Jackie’ye iyi bir anne olacağını söylüyor.

Ama sonra anlaşılıyor ki annesi yine dövmüş Jackie’yi.


SUÇLU

İtalyan bir aile. Anne, baba, üç çocuk ve babaanne.

Babanın Fred adında bir arkadaşı var, içki kaçakçılığı yapıyor, o yüzden anne ve babaanne bu adamı sevmiyor.

Bir gün Fred elinde hediyelerle bu aileye ziyarete gelince herkes yumuşuyor. Bir de araba almış kendisine Fred. Çocuklar gezmek istiyor, Fred de tamam diyor.

Anne çocukları hazırlıyor, çocuklar yıkanıyor, en güzel giysilerini giyiyor ve arabaya geçiyorlar.

Bu arada çocukların babası ve Fred masaya oturmuş içki içiyorlar.

Çocuklar bir saatten fazla bekliyorlar arabada. Nihayet baba ve Fred arabaya geliyor ama ikisi de sarhoş. Çocukların hevesi kırılmış, anne ve babaanne adamları arabadan indirmeye çalışıyor, herkes duyuyor, rezillik.

Nihayet baba ve Fred çıkıyor arabadan ve eve dönüp horul horul uyumaya başlıyorlar.

Babaanne de çocukların kırılan hevesini düzeltmek için onlara para verip sinemaya yolluyor.


KÖTÜ KADIN

Bir akrabaları kötü bir kadınla evlenecekmiş, genelev kadını mıymış neymiş kötü kadınlığı.

Clito Dayı diye tüm sülalenin çekindiği bir akraba ortaya çıkarıyor ve herkese yayıyor kadının bu durumunu.

Mingo Dayı, evleneceği bu kötü kadın namlı kadını kardeşleriyle tanıştırmak üzere geliyor ama herkes kadına kötü davranıyor. Kadın da sonra evi terk ediyor.

Mingo Dayı üzülüyor, ağlıyor.

Bu defa herkes Clito Dayı’ya kızıyor niye söyledin kadının bu halini diye.

Bu olaydan sonra kimse Clito Dayı’dan çekinmiyor artık.


TOZA SOR’A ÖNSÖZ

Toza Sor’u daha okumadım.

Burada yazana göre:

“Kız gitti, ona aşıktım ve benden nefret ediyordu, benim öyküm bu kadar.” Sf.39

Kızın adı Camilla.

Bandini, Camilla’ya aşık, Camilla başka bir adama, Sammy’e. Sammy ise sevmiyor Camilla’yı, aşağılıyor onu.

Ama Camilla Sammy’i unutmak için Bandini ile birlikte oluyor.

Bandini ile Sammy’i kıyaslıyor, Bandini’nin erkek olmadığını düşünüyor.

Sammy, Bandini’ye Camilla’yı nasıl etkileyebileceğini anlatıyor. Meğer Camilla kraliçe değil köle muamelesi görmek istermiş. Bandini öyle davranınca Camilla etkileniyor ama Bandini soğuyor bu defa.

Bandini bu arada kitaplar yazıyor.

Camilla’nın izini kaybediyor. Bulduğunda bir akıl hastanesinde.

Sonra da bir çölde.


YAĞMURDA SIRILSIKLAM

Arkadaşının kız kardeşinin fotoğrafını görüp aşık olmuş genç bir adam. Kız başka bir şehirde üniversite okuyor.

Genç adam, kızı düşleyip duruyor.

Sonra bir gün kızın geldiği haberini öğreniyor. Gazeteden. Yanında bir beyzbolcu adamla.

Bizimki de kıza güzel gözükmek için yeni kazak almıştı.

Kızla sevgilisi arabanın içinde, bizimkinin önünden geçiyorlar, bir de su sıçratıyorlar.


GERÇEK MÜPTELASI BİR YAZAR

Hee çok gerçek müptelası.

Jenny diye bir kadından bahsediyor yazar. Şişmanmış da çirkinmiş de. Bir tane erkek arkadaşı varmış da o da çok haysiyetsizmiş de.

Sonra gerçeği söylüyor. Jenny aslında gayet güzel bir kadınmış. Erkek arkadaşı da maddi durumu iyi bir adam. Evlenecekler muhtemelen.

Yazar da hayallere dalıyor, ben de bir zamanlar zengindim. Keşke şimdi de olsaydım, Jenny insanlara beni anlatsaydı…diye.


OTOBÜS YOLCULUĞU

Julio Sal, otobüsle Sacramento’ya gidecek.

Yolda Nick Fabria adında bir adamla tanışıyor. Nick’in yanında bir kadın var, sarmaş dolaşlar. Nick’in karısı sanıyor onu ama sonra Nick diyor ki, o karım değil baldızım. Bir de öğüt veriyor:

“Evlenirsen karının bir kız kardeşi olsun. Bir taşla iki kuş.” Sf.79

Pis iğrenç herif.


MARY OSAKA, SENİ SEVİYORUM

Mary Osaka Japon, ona aşık olan Mingo ise Filipinli.

Aileleri ve arkadaşları karşı çıkıyor ilişkilerine.

Mingo arkadaşlarını ikna ediyor sonra.

Kaçıyor iki aşık. Las Vegas’ta evleniyorlar.

Döndüklerinde insanlar onlara tuhaf tuhaf bakıyor. Çünkü Japonlar Pearl Harbor baskınını yapmışlar.

Mary’nin ailesi, yeni evli çifte pek sıcak yaklaşmıyor, Mary anne babasının Japonca sözlerini Mingo’ya çeviriyor ama muhtemelen yanlış, işine geldiği gibi çeviriyor.

O gün orada ayrılıyorlar.


VALENTİ’NİN EVCİLLEŞTİRİLİŞİ

Valenti ve karısı Linda ruh hastası bir ilişki taşıyorlar.

Valenti aşırı kıskanç. Linda’nın konuştuğu her erkekle kendisini aldattığını düşünüyor ve Linda’yı dövüyor. Linda da onu dövüyor. Birbirlerini yaralıyorlar. Sonra hiçbir şey olmamış gibi sevişiyorlar.

Jim ikisinin de arkadaşı. Aralarını yapmaya çalışıyor. Ama bu ikisinin bir kavgalı sonra birden kumrular gibi sevişen hallerine ayak uyduramıyor.

Valenti, Linda’yı Jim’den de kıskanıyor ve Jim’i de dövüyor bir gün.

Jim artık şehirden gidecek. Linda ve Valentin yine kumrular gibi karşısına çıkıyor Jim’in. Ama Jim arkasına bakmadan gidiyor.


LANETLİ YAZARIN VAKASI

Karı koca bir ev satın alıyorlar.

Ama evin lanetli olduğu dedikodusu var. Kadın korkuyor ama yine de alıyorlar evi.

Adamın iş için şehir dışına gitmesi gerekiyor, karısı da onunla geliyor.

Evi bir karı kocaya kiraya veriyorlar. Sonra öğreniyorlar ki kiracı adam ölmüş, karısı da evi boşaltıp gitmiş.

Bizimkiler de o yüzden evin gerçekten lanetli olduğuna kanaat getirip evi satıyorlar.


MAMA’NIN DÜŞÜ

Mama ve Papa 70 yaşında bir çift.

Mama, rüyasında oğlunu görüyor. Ertesi gün oğlundan bir telgraf geliyor. Telgrafı açmadan oğlunun öldüğünü anlıyor ve ağlamaya başlıyor. Papa da.

Sonra diğer oğulları geliyor. Neden ağladıklarını soruyor. Telgraf gelmiş de kardeşleri ölmüş de.

Oğlan bakıyor ki telgraf açılmamış bile. Açıyor, kardeşi yarın geleceğini yazmış sadece.


ANNENİN GÜNAHLARI

Anne, kızlarının zengin adamlarla evlenmesini istiyor. Üç kızını da zengin adamlarla evlendiriyor. Bir kızı kalıyor. Bu kız fakir bir adama aşık oluyor, adam da ona. Anne karşı çıksa da gençler evleniyor.


BÜYÜK AÇLIK

Anne ve babası 7 yaşındaki çocukları Dan için endişeleniyor, çünkü Dan hiç yemek yemiyor. Daha doğrusu anne ve babası öyle sanıyor.

Çünkü Dan yemek saatlerinden önce veya sonra kimse görmeden bir şeyler atıştırıyor, o yüzden de ailecek sofraya oturulduğunda canı hiçbir şey yemek istemiyor. Anne ve babası da sanıyor ki çocuğa bir şey oldu o yüzden yemiyor.


PARİS’İ İLK GÖRÜŞÜM

Adam Paris’te ağlayan yaşlı ve çirkin bir kadın görüyor. Önce kayıtsız kalıyor kadına ama sonra yanına gidiyor. Ona biraz para veriyor ama kadın hala ağlamaya devam ediyor. Kadının dilini bilmediği için anlayamıyor ne olduğunu. Sonra oradan geçen birine soruyor, kadının dilinden anlayan biri öğreniyor kadının sorununu, kadın dilenci değilmiş, sadece ıstırabıyla yalnız kalmak istiyormuş.


15 Ekim 2018 Pazartesi

ALTI BARDAKTA DÜNYA TARİHİ



ALTI BARDAKTA DÜNYA TARİHİ

(A History of the World in 6 Glasses)

Tom Standage

2005

Çeviren: Ahmet Fethi

Turkuvaz Kitap

3.Basım – Ocak 2012

248 sayfa



Altı bardak dediği altı içecek. Bunlar:

1) Bira

2) Şarap

3) Damıtık İçkiler (viski, rom, brendi..vb)

4) Çay

5) Kahve

6) Kola


Hem bu içeceklerin tarihini hem de bu içecekler etrafında genel olarak tarihi anlatıyor kitap.

*

BİR TAŞ DEVRİ BİRASI

İlk biranın tam olarak ne zaman üretildiği bilinmiyor. Bilinen, tahılın evcilleştirilmesi ve çiftçiliğin benimsenmesiyle yakından bağlantılı olduğu.

İnsanlar önce tahıl çorbası yapıyor. Sonra fark ediyorlar ki tahıl ıslanınca ve birkaç gün bekletilince tadı güzel oluyor. Böylece tahıl çorbası biraya dönüşüyor.

Zamanla sosyal bir içki halini alıyor. MÖ 3000 yılına ait Sümer betimlemelerinde ortak bir kaptan kamışla bira içen iki kişinin görseli bulunuyor. Sümerler zamanında çömlek olduğu, yani herkes bir kaptan içmek zorunda olmadığı halde bira içiminde bir ritüel olduğunu gösteriyor bu durum.

Birisiyle içkiyi paylaşmak konukseverlik ve dostluk göstergesi oluyor.

“Sosyal bir ortamda içki içildiğinde kadehlerin tokuşturulması, kadehlerin bir tek ortak kap biçimden yeniden birleştirilmesini simgeler. Bunlar, kökleri çok eskilere dayanan geleneklerdir.” Sf.24

Bira uygar insanın içkisi sayılmış:

“Dünyanın ilk büyük edebi eseri Gılgamış Destanın’ndan bir pasaj, Mezopotamyalıların bira içmeyi uygarlığın bir işareti saydıklarını açıkça gösteriyor.” Sf.30

Bira aynı zamanda bir ücret olarak ödenmiş işçilere:

“Piramitleri yapan inşaat işçilerinin yemek yedikleri ve uyudukları kasabada bulunan kayıtlara göre, işçilerin ücretleri birayla ödenmiş.” Sf.39

Tahılın bu dönüşümü ve biranın sarhoş edip değişik bir bilinç yaratma gücü insanlara sihirli gibi gözükmüş. Bu nedenle birayı tanrıların bir hediyesi gibi görmüşler ve dini törenlerde bira kullanmışlar.

“Bira içerken birinin sağlığına kadeh kaldırmak; biranın sihirli özelliklerine antik inancın bir kalıntısıdır.” Sf.42


YUNANİSTAN VE ROMA’DA ŞARAP

Asma, tahıl ve çömleğin bir araya gelmesi şarap yapımını sağladı.

Çömleğin icadı şarabı yapmak, saklamak ve ikram etmek için önemli. Üzümü ya da üzüm suyunu toprak kaplarda uzun süre saklama girişimleri şarapla sonuçlanıyordu.

Şarap önceleri nadir bulunan bir içki oldu. O nedenle şarap içmeye sadece zenginlerin gücü yetiyordu ve esas kullanımı da dinsel amaçlıydı.

Deniz yoluyla şarap ticaretinin artması şarap üretimini arttırıp fiyatların düşmesini sağlayınca sadece zenginlerin değil toplumun diğer kesimlerinin de şarap içmesinin önü açıldı.

Yunan topakları ve iklimi bağcılığa uygun olduğu için büyük ölçekli ticari şarap ilk kez Yunanlılar tarafından üretildi.

MÖ 6.yüzyılda bağ sahibi olmak zenginlik göstergesi oldu ve mülk sahibi sınıflar sahip oldukları bağlara göre değerlendiriliyordu.

“Dönemin Yunan paraları üzerindeki şarapla ilişkili resimler şarabın ekonomik önemini vurgular.”sf.53

Şarap kullanımı yaygınlaştıkça artık ne tür şaraplar içildiği önem kazanmaya başladı. Eski şarap bir statü simgesiydi.

Romalılar Yunan kültürünü özümseyip yaygınlaştırdılar ve Yunanistan’ın şaraplarını da aldılar.

“Şarap sosyal farklılaşmanın bir simgesi, içenin zenginliğinin ve statüsünün bir işareti haline geldi. Roma toplumun en zenginleri ile en yoksulları arasındaki eşitsizlik, her iki kesimin kadehlerindeki şaraba da yansıyordu. Zengin Romalılar için en güzel şarapları tanıma ve adlarını sıralayabilme becerisi önemli bir gösteriş biçimiydi: Bu, en güzel şarapları alabilecek kadar zengin olduklarını ve neyin ne olduğunu öğrenecek zamana sahip olduklarını gösteriyordu.” Sf.70


SÖMÜRGE DÖNEMİNDE DAMITIK İÇKİLER

Damıtma tekniği, bir sıvıyı bileşenlerine ayırıp arıtmak için önce buharlaştırıp sonra yoğunlaştırmayı gerektiren bir işlem.

“Damıtık içkiler, alkolün dayanıklı olması ve az yük olarak az yer kaplaması nedeniyle gemiyle rahatlıkla taşınabilir özellikteydi ve geniş bir kullanıcı kitlesi buldu.” Sf.88

Damıtılmış şarap (Latince aqua vitae: yaşam suyu)önce tıbbi amaçla kullanıldı, damıtma bilgisi yaygınlaştıkça bir eğlence içeceğine dönüştü.

Aqua vitae’nin Keltçe karşılığı olan “uisge beatha” bugünkü viski sözcüğünün kökeni.

Aqua vitae’ye Avrupa’nın diğer yerlerinde “burnt wine” (yanık şarap) denildi, Almancada Brauntwein, İngilizcede brandywine yani kısaca brendy dendi.

Şarap kullanışlı bir para birimiydi ama brendi daha küçük yere daha fazla alkol istiflemeye olanak veriyordu. Böylece brendi daha çok kullanılır oldu.

Şeker üretimi sırasında ortaya çıkan posadan yeni bir içki bulundu: Rom.

“Rom, köle satın almak için kullanılabilir, köleler şeker üretebilir, şekerin posasından rom yapılıp daha fazla köle satın alınabilirdi.” Sf.98

Zamanla, mayalanmış taneli tahıldan damıtılan viski, romun yerini aldı. Çünkü “viski hemen hemen her yerde yapılabilirdi; ayrıca vergilendirilebilen ya da engellenebilen ithal malzemeye bağlı değildi.” Sf.107

Daha sonra mısırdan da viski yapılmaya başlandı. Bu yeni viskinin üretimine ilk kez Bourbon County’de başlandığı için burbon olarak anıldı.

“Alkollü içkiler, milyonlarca insanın köleleştirilmesinde ve yerinden edilmesinde, yeni ülkelerin kurulmasında ve yerli kültürlere boyun eğdirilmesinde rol oynadılar.” Sf.113


AKIL ÇAĞINDA KAHVE

Kahve Yemen’de doğdu. Birçok Müslüman tarafından alkolün bir alternatifi olarak görüldü. Ama bu konu da tartışmalara yol açtı, zaman zaman kahvenin ve kahvehanelerin yasaklanması söz konusu oldu.

“Kahvehaneler siyasal tartışma ve entrika merkezleri haline geldiler.” Sf.123

17. yüzyılın sonuna kadar dünyanın tek kahve tedarikçisi Arabistan’dı. Kahvenin popülerliği arttıkça Avrupa ülkeleri kendi arz kaynaklarını oluşturmaya başladılar. Hollanda Arap tekelini kıran ilk ülke oldu.

*

Kitap kahvenin bugünkü halini kapsamıyor. Bugün 3.nesil kahvecilik diye bir akım var. Kahveye zanaat ürünü gibi yaklaşan bir akım. Kahvenin kalitesi ve yapma tekniği ile ayrışan bir tür. Bu anlamda şarap bahsinde geçen farklılığı anlama ve tanıma kültürüne benziyor bence.


ÇAY VE İNGİLİZ İMPARATORLUĞU

Çay önce Çin’de çıkıyor.

Tıpkı bira ve şarap gibi ilk olarak çay da tıbbi amaçlarla kullanılıyor.

Çay kurutulmuş yapraklar kullanılarak hızla ve kolayca yapılıyor ve bozulmuyor.

Avrupalılar deniz yoluyla Çin’e ulaştıklarında çayla tanışmış oluyorlar.

18.yüzyıl başında İngiltere’de kimse çay içmezken yüzyılın sonunda herkes içmeye başlıyor.

İngiltere için çay çok önemli hale geliyor, çünkü çay dünyanın öbür ucundan geliyor ve “İngilizler evlerinde oturup fincanlarındaki çayı içerken, deniz aşırı imparatorluklarının büyüklüğünü ve gücünü hissediyorlardı.” Sf.165

Zamanla çay vergisi ortaya çıkıyor. Bu da kaçak çayı doğuruyor.

Londra’da çay bahçeleri kuruluyor ve kahvehanelerden dışlanmış kadınlar çay bahçelerine rağbet gösteriyor.

İngiltere’nin sömürgesi olan Hindistan’da çay üretilmeye başlanıyor. Böylece Çin, İngiltere’nin baş 
çay tedarikçisi olmaktan çıkıyor. Bu da Çin’in ekonomik olarak sarsılmasına yol açıyor.


COCA-COLA VE AMERİKA’NIN YÜKSELİŞİ

İngiliz İmparatorluğunun öyküsü bir fincan çayda, Amerika’nın küresel üstünlüğü de Coca-Cola’da.

1790’larda Avrupa’da yapay maden suyu revaçtaydı.

“Yapay maden sularından bazıları sodyum bikorbonat, yani soda kullanılarak yapılırdı; bu nedenle sodalı su ya da kısaca soda bu tür içkilerin jenerik terimi haline geldi.” Sf.191

Sodalı suyun en fazla popüler olduğu ülke ABD oldu.

Sodalı sular eczanalerde hazırlanıp satılıyordu, çünkü tıbbi amaçla kullanılıyordu. Zamanla serinletici bir içecek olarak satılmaya başlandı.

1800’lerde koca-karı ilaçları üretimi ciddi bir sanayi haline geldi. Gazetelere en fazla reklamı verilen ürünler bunlardı. Sağlığa iyi geldiği düşünülen etkilerinden dolayı kola ile koka bitkisi birbirine karıştırıldı. Aynı dönem alkol yasağı da çıktığı için alkolsüz bir içki olarak bu içecek beğenildi.

Yani Coca-Cola;

“Sahte ilaçlar yapan deneyimli birinin aylarca süren bilinçli ve sıkıntılı çalışmasının sonucuydu. Bunlar, Coca-Cola Company'nin bugün görmezlikten gelmeyi tercih ettiği gerçeklerdir.” Sf.198

Coca-Cola muazzam reklam hamleleriyle kendisini tanıttı.

Alkol yasağı kalktığında insanların artık kola içmeyeceği sanıldı ama yasağın kalkması kola satışlarını etkilemedi.

Zamanla kolanın yalnızca hastalıklara iyi geldiği şeklindeki reklamlar kaldırılarak hasta olsun olmasın herkesin kola içmesine yönelik reklamlara ağırlık verildi. Böylece reklamlarda dinç, sağlıklı, mutlu, enerjik insanlar ve görüntüler kullanıldı.

“Coca-Cola Amerika’yı ele geçirmişti: Artık, Amerikan nüfuzunun yayıldığı her yere giderek dünyayı ele geçirmeye hazırdı.” Sf.206

Savaşlarda Amerikan askerlerine Coca-Cola götürülüyor, askerler de ülkelerine ait bu içeceği ve logosunu görmekten memnuniyet duyuyorlardı.

Coca-Cola Amerika ile ve kapitalizmle eleştirildi ve çeşitli ülkelerde Amerika boykotlarında Coca-Cola’nın dökülmesi gibi hareketlere rastlandı.

“Coca-Cola’nın, ‘OK’den sonra dünyada en çok anlaşılabilen ikinci ifade olduğu söyleniyor.” Sf.218

*

Kitap son sözü SU ile yapıyor.

Şişe suyu ve musluk suyunu karşılaştırıyor. Gelişmiş ülkelerde musluk suyunun da içilebilir olmasına rağmen insanların şişe suyu tercih ettiklerini, bunun marka ya da şişe suyun daha sağlıklı olduğu gibi yanlış bir algıya dayalı olduğunu anlatıyor.

Gelişmemiş ülkeler ise güvenli içme suyundan yoksun.

Gelecekte suyun uluslararası çatışmaya neden olabileceği söyleniyor.

“Su, insan tarihinin seyrini belirleyen ilk içkiydi: Şimdi, 10 bin yıl sonra, tekrar dümene geçmiş gibi görünüyor.” Sf.225

10 Ekim 2018 Çarşamba

ROMA'NIN BATISI



ROMA’NIN BATISI

(West of Rome)

John Fante

Çevirmen: Avi Padro

Parantez Yayınevi

Basım Yılı: 2004

181 sayfa


İki öykü var kitabın içinde:

1- Dangalak Köpeğim

2- Orji


DANGALAK KÖPEĞİM

Henry ve Harriet bir gün evlerinin bahçesinde bir köpek buluyorlar. Dev gibi bu köpeğin adını Dangalak koyuyorlar.

Köpek biraz saldırgan, saldırganlığı insanlara özellikle erkeklere cinsel saldırı şeklinde.

O yüzden aile üyeleri bu köpeği istemiyor ama Henry köpeği çok seviyor. Köpeğin başka köpeklere ve insanlara karşı olan galibiyetlerini kendi galibiyeti gibi değerlendirip seviniyor.

*

Üçü erkek biri kız dört tane çocukları var Henry ve Harriet’in.

Pek iyi bir aile ilişkileri yok.

Kız, serserinin biriyle takılıyor.

Oğlanlardan biri askerden kaçmak için uğraşıyor.

Diğerinin dersleri iyi değil.

Bir diğeri beyaz ırka düşman, zenci kadınlara düşkün.

*

Henry çocuklarını pek sevmiyor, çocuklar da onu.

Yazarlık, senaristlik yaparak para kazanmaya çalışan Henry epeydir iş bulamadığı için geçim sıkıntıları var. Çocuklar başlarından gittikçe seviniyor Henry. Kaldı üç, kaldı iki diye sayıyor giden çocukların ardından.

Kız, serseri ile evlenip gidiyor.

Oğlanlardan biri askere gidiyor.

Diğeri zenci bir kadınla evlenip gidiyor.

Böyle böyle baş başa kalıyorlar karı koca.

Henry bu defa hayalini gerçekleştirmek üzere Roma’ya gitmeye karar veriyor. Bazı şeyleri satıyor, ama istediği kadar para elde edemiyor.

Çocuklarından birinin başına geleni bahane edip karısına Roma’ya gitmekten vazgeçtiğini söylüyor.

*

Bu arada Dangalak evden kaçıyor.

Askere giden çocuk Dangalak’ı çok sevdiği için Dangalak’ı arıyor karı koca. Bir gün bir adam köpeği bulduğunu söylüyor.

Gidiyor Henry ve köpeği alıyor. Ama köpek bu arada dişi bir domuza aşık olmuş. Domuzu da satın alıp eve dönüyor.

*

Henry öylece ufka bakarken ağlayıveriyor ve hikaye bitiyor.

*

Komik bir dili var.

Henry’nin ağzından okuyoruz hikayeyi. Pek ilgili bir baba sayılmaz. Çocuklar da pek hayırlı evlat sayılmaz.

Yine de bence kazasız belasız bir aile hayatları oluyor. Büyük belalara bulaşmıyor çocuklar. Küçük belalar sadece.


ORJİ

Bu da iç açıcı olmayan bir aile hikayesi.

Yine fakir baba ve ailesi.

Bu defa küçük bir çocuğun ağzından hikayeyi dinliyoruz.

*

Babasının kötü bir arkadaşı var. Kötülüğü patavatsız oluşunda. Bir de ateist, o yüzden sevmiyorlar.

Kadın, kocasının bu adamla görüşmesini istemiyor ama kocası bu adamla birlikte iş yapıyor.

Bir gün bir altın madeni satın alıyorlar. Altın çıkacak umuduyla her gün aile dua ediyor ama çıkmıyor.

Babası madene gidip geliyor.

Anne şüpheleniyor işin içinde bir kadın olduğundan. Çocuğu yolluyor babanın peşinden.

Baba ve arkadaşı çocuğu bir süre oyalıyorlar. Sonra bir kadın geliyor. Çocuktan kaçıyorlar ama bir yere kadar.

Çocuk sonra babasını, babasının arkadaşını ve kadını beraber çıplak görüyor.

*

Yavrucuğun annesi çok dindar bir kadın.

Çocuğun yanına kutsal su koymuş.

Çocuk kutsal suyu alıp babasının, babasının arkadaşının ve kadının üstüne döküyor kutsal su onları düzeltsin diye.

Yaaaa kıyamam.

Sonra çocuk babasının arkadaşını dövüyor. Ardından baba oğul evin yolunu tutuyorlar.


8 Ekim 2018 Pazartesi

LOS ANGELES YOLU



LOS ANGELES YOLU

(The Road to Los Angeles)

John Fante

1985

Çevirmen: Avi Padro

Parantez Yayınevi

2004

186 sayfa



İlk okuduğum John Fante kitabı “Bahara Kadar Bekle Bandini”de Arturo Bandini’nin çocukluğu vardı.

Los Angeles Yolu’nda ise ergenliği.

"Bahara Kadar Bekle Bandini" üzmüştü beni, ama bu güldürdü.

*

Bu defa Arturo’nun sadece annesi ve kız kardeşi Mono var.

Babası ölmüş.

Arturo, dayısı aracılığıyla bir balık konservesi fabrikasında işe başlıyor. Ama burada çalışmaktan hiç memnun değil. Kendisine yakıştıramıyor. Herkese kendisini yazar olarak tanıtıyor. Hem de büyük bir yazar. 

İnsanlarla konuşmaları hep üstten. Çok kitap okuyor Arturo ve insanlarla da kitabi cümlelerle konuşuyor.

Kendi kafasının içinde bambaşka bir alemde yaşayan Arturo, dergilerden ve gazetelerden kestiği kadın fotoğraflarıyla dolapların içinde sevişiyor.

Yengeçlerle, sineklerle savaşıyor.

Bunları yaparken hayali bir dünya yaratıyor kendisine.

*

Olan zavallı annesine ve kız kardeşine oluyor. Çünkü Arturo’nun gözünde onlar dahil herkes aptal, kimse onu anlamıyor.

*

Nihayet bir roman yazıyor ama berbat bir roman. Kız kardeşi bunu söyleyince kavga ediyorlar.

Maddi durumları da iyi değil.

En son Arturo ve kız kardeşi kavga ediyor, Arturo evi terk ediyor.

Annesi ve kız kardeşi de dayısının evine yerleşmiş oluyor.

Arturo, yazarlık serüveni için Los Angeles’e gidiyor. Çünkü romanını yazmak için gitmesi gerek, şu an yaşadığı yer onun sanatını öldürüyormuş.

*

“Alıklar Birliği” kitabını anımsattı bana bu kitap. Orada da Arturo gibi yalancılık ve büyüklük hastalığına yakalanmış bir evlat vardı. 

Annelerine üzülüyorum bu çocukların.


5 Ekim 2018 Cuma

BAHARA KADAR BEKLE BANDİNİ



BAHARA KADAR BEKLE BANDİNİ

(Wait Until Spring Bandini)

John Fante

1938

Çeviri: Avi Pardo

Parantez Yayınları

144 sayfa


John Fante bu kitapta çocukluğunu anlatmış.

Fakirlik içinde geçen bir çocukluk.


Ayrıca annesi ve babası arasındaki sorunlar ile aşk acısı da cabası.

Üzücü bir çocukluk olmuş yani.

*

Baba Svevo Bandini. Anne Maria.

Çocuklar Arturo (14), August (10), Federico(8),

*

Önce babanın dünyasına konuk oluyoruz okurken.

Karısını sevmiyor değil ama nedense bir kere bile “Seni seviyorum.” dememiş ona. Karısı sık sık dediği halde.

“On beş yıllık evliydiler, ağzı laf yapardı Svevo’nun, her konuda fikir sahibiydi; ama ‘seni seviyorum’ sözcükleri dökülmezdi ağzından asla. O karısıydı, çok az konuşurdu; ama ‘seni seviyorum’ sözcükleriyle zaman zaman kocasını usandırırdı.” Sf.8

Sen de söylesen ne olurdu sanki?

Beyefendi söylemediği gibi bir de karısından yakınıyor.

“Kocasını kendine rağmen dürtüp çalışmaya teşvik edecek bir kadın gerekti erkeğe. Ama Maria?” sf.10

“Sürekli üç oğlunu yoklamak için yataktan çıkan bir eş. Ah, ne hayat!” sf.10

Sie oradan. Bulmuş pamuk gibi kadını...

*

Duvarcılık yapıyor Svevo. Kışın iş bulamıyor. O yüzden zorlu bir kış geçiriyorlar. Svevo da kendisini kötü hissediyor bu nedenle. Ve kötü hissetmesinin bedelini karısı ve çocuklarına ödetiyor.

Halbuki karısı ona hiç parasızlıktan yakınmamış, kanaatkar bir kadın. Dua ediyor, Tanrıya inanıyor, Meryem Ana’nın kendisine yardım edeceğine emin.

Ama Svevo rahatsız:

“Maria ona yardımcı oluyor muydu? Bir kez olsun içinde bulundukları zor durumdan nasıl etkilendiğini sormuş muydu? Bir kez olsun, Svevo, canım benim, ruhun nasıl bu günlerde, diye sormuş muydu?” sf.10

Sen bir kere seni seviyorum demediğin karından neler bekliyorsun Svevo Bey? Valla sopalık bir adam.

Doğru kadınla evlenmediğini, Maria’nın kafasının çalışmadığını söylüyor kendi kendine Svevo.

*

Maria tatlı bir kadın. Ama etrafındakiler değil. Maria’nın anası olacak yelloz, Maria’yı böyle pasif, zayıf biri haline getirmiş.

Bir gün anneanne geliyor eve ve Maria’nın hiçbir yaptığını beğenmiyor, Maria’yı aşağılıyor, yerin dibine sokuyor. Çocukluğundan beri Maria böyle bir muameleye maruz kalmış.

Kayınvalidesi geliyor diye Svevo evden uzaklaşıyor, bir arkadaşının yanına gidiyor. Arkadaşı ona bir iş ayarlıyor.Kasabanın zengin dulunun evinde işler var.

Dul, Svevo’ya göz koyuyor. Svevo başta ilgilenmiyor ama sonra kadınla birlikte oluyor.

Bu durum Maria’nın da kulağına geliyor.

Kadıncağız çok üzülüyor tabii.

Svevo işleri bitince evine geri dönüyor ama Maria onu eve almıyor ve suratını tırmalıyor.

Svevo suratında tırnak yaraları ile tekrar Dul’un evine gidiyor.

*

Bu esnada Arturo (“Adı Arturo’ydu ama adından nefret eder, John olarak çağrılmak isterdi.”sf.15) sınıfında Rosa adlı bir kıza aşık.

Aşkını söyleyemiyor çünkü çeşitli çekinceleri var. Öncelikle İtalyan olmaktan hoşlanmıyor. Rosa da İtalyan ama o başkaymış. Amerika’da yaşayan bir İtalyan aile olarak ailecek Amerikalılara özeniyorlar zaten. Sonra fakirlikleri yüzünden kendini kötü hissediyor.

Nihayet bir gün aşkını itiraf etmek maksatlı annesinin bir kolyesini Rosa’ya veriyor. Ama Rosa bunun çalıntı olabileceğini düşünüp geri veriyor Arturo’ya.

Bu yetmezmiş gibi Rosa'nın bir arkadaşı, Rosa’nın bir mektubunu veriyor Arturo’ya. Mektupta Rosa, Arturo’yu sevmediğini yazmış.

Arturo çok üzülüyor tabii.

Ertesi gün Rosa’nın ölüm haberi geliyor. Zatürreeden ölmüş.

Arturo sonradan anlıyor ki mektubu aslında Rosa değil, Rosa’nın arkadaşı yazmış.

*

Svevo, Maria’nın kendisini tırnaklaması ve kovması üzerine eve bir daha gelmiyor. Çocuklarıyla da görüşmüyor.

Maria önceleri Svevo’ya çok öfkeliyken ve hayattan bezmiş iken daha sonra yatışıyor ve sanki geçmişi unutmuş gibi akşamları Svevo gelecek diye beklemeye başlıyor.

Bir gün ormanda Arturo babasını görüyor. Svevo çekinerek soruyor evdeki durumları. Arturo, “Annem seni bekliyor” deyince Svevo artık eve gelmeyeceğini söylüyor.

Ama Dul kadın, Svevo’nun yanında gördüğü Arturo’yu aşağılayınca Svevo eve dönmeye karar veriyor.

Svevo ve Arturo eve doğru giderken -SON-