19 Aralık 2010 Pazar

MUHADERAT


MUHADERAT

Yazarı: Fatma Aliye Hanım


Yayınevi: Turna Yayınları

Basım Yılı: 1891, Turna Yayınları'nda 1.Baskı Ağustos 2009


Sayfa Sayısı: 396



Kelime anlamı kapalı, örtülü, namuslu müslüman kadını demek olan Muhaderat, soluk soluğa okuduğum, aşk, hırs, entrika, ihtiras, acı dolu süper sürükleyici bir aşk romanı. Konusu şöyle;

*** Fazıla ve kardeşi Şefik, anneleri ölünce babaları Sai Efendi'nin yeniden evlenmesi üzerine Calibe adlı şirret bir kadının üvey anneliğine mahkum kalırlar. Kadın, bu zavallı çocuklara karşı çok kötüdür ama kocası Sai Efendi'ye hep melek gibi görünür.

Fazıla biraz büyüyüp evlilik çağına gelince, komşuları Münevver Hanım'ın oğlu Mukaddem ile evlenmesinde karar kılınır. Anneleri ölünce Münevver Hanım, bu çocuklara anneleri gibi davranmış, üvey annelerinin göstermediği şefkati onlara göstermiştir. Mukaddem de küçük yaşlardan beri Fazıla ile iyi geçinmektedir. Fazıla, Mukaddem ve annesinin tüm bu iyiliklerine karşı ileride birgün Mukaddem ile evlenip onu çok mutlu ederek karşılık verme arzusundadır.


Fakat o Calibe denilecek yelloz yok mu?


Calibe Hanım, kardeşi Nabi ve amcasının oğlu Süha'nın kendi evlerinde yaşamasını ister. Çünkü Calibe ve Süha birbirini sevmektedir. Yıllar yıllar önce Süha, Calibe'ye evlenme teklif etmiş fakat Calibe, zenginliğe ve paraya aşık olduğu için, çok sevmesine rağmen Süha'nın evlenme teklifini reddetmiştir.


Şimdi Calibe, Sai Bey'le evlenerek istediği zenginliğe kavuşmuş ama Süha'yı da unutamamıştır. Gizli gizli Süha ile ilişkilerini sürdürürler.Her ne kadar Süha, bu ilişkiyi çok ahlaksız bulup haysiyetine yakıştıramasa da Calibe, onu bu ilişkiye zorlayacak bir tuzak kurmuştur. Süha da mecbur Calibe'ye boyun eğmek zorunda kalır. Ama Calib
e'nin bu tavrı Süha'yı soğutur.


Fazıla'nın Mukaddem ile evlenecek olması Calibe Hanım'ı çıldırtır. Çünkü Mukaddem'in annesi Münevver Hanım, Sai Bey'in pek sevip saydığı bir insandır. Calibe, yaptığı kötülüklerin Münevver Hanım tarafından ortaya çıkmasından korktuğu için onu evden uzak tutmak ister. Bu yüzden Fazıla ile Mukaddem'in evliliğini önlemeye çalışır. Çünkü evlenirlerse Münevver Hanım, hayatlarına daha yakından girmiş olacaktır.


Süha da zamanla Fazıla'ya gönlünü kaptırır. Bunu Calibe'ye belli etmeden o da bu evliliği önlemeye çalışır.


Kurdukları plana göre Süha, Sai Bey'e Mukaddem'in çok sarhoş bir halde hizmetçi Reftar ile yattığını gördüğünü söyler.

Sai Bey, kızını böyle bir adama vermek istemediği için hemen ilişkilerini keserler.


Mukaddem bu iftira nedeniyle çok üzülür. Fazıla, Mukaddem'in böyle birşey yapabileceğine hiç ihtimal vermediği için inanmaz. Bunun Calibe'nin bir oyunu olduğunu anlar ama babasını buna inandırmak mümkün değildir.

Fazıla, babasına karşı gelmeyi terbiyesine uygun bulmadığı için Mukaddem'den ayrılmayı göze alır.


Babasının bulduğu Remzi adında biriyle evlenir. Zamanla kocasına aşık olur. Aslında Mukaddem'i hiçbir zaman unutamamıştır ama madem artık evli bir kadındır, Mukaddem'i unutması gerektiğini düşünür. Aşkla kocasına bağlanır. Fakat kocası bunu haketmeyecek kadar ahlaksız bir yaşama başlar. Fazıla'nın gözleri önünde başka başka kadınlarla ilişki kurar.


Evliliğini daha fazla yürütemeyeceğini anlayınca baba evine sığınmak ister. Ama babası, Calibe'nin gazıyla kızını eve almaz, yerinin kocasının yanı olduğunu söyler.


Yaşadığı acılara daha fazla dayanamayan Fazıla denize atlayıp intihar etmeyi düşünür.

Biricik kardeşi Şefik'e bir veda mektubu yazar ve uçurumun kenarına gider herkes uyurken.


Sabah uçurumun başında Fazıla'nın bileziği ve mendili bulunur.


Tam bu noktada kitap bitti sanırken, bambaşka maceralarla devam eder.


Fazıla'nın ölümü Mukaddem Bey'i derinden sarsmıştır. Yemeden içmeden kesilir. Adeta ölüm noktasına varmıştır. Onun bu haline çok üzülen annesi bir doktora danışır. Doktor, Mukaddem'in burada yaşadıklarını unutması için bambaşka bir yere gitmesini salık verir. Münevver Hanım, doktoruyla beraber Mukaddem'i Beyrut'a gönderir.


Bu arada Beyrut'ta yeni yeni insanlar tanıtır bize yazar. Zengin bir evde, ailenin biricik kızı Enise, hizmetçisi Peyman'a derdini anlatmaktadır. Enise, bir gezi sırasında bir bey görmüş ve görür görmez ona aşık olmuştur. Gördüğü adam bizim Mukaddem Bey'den başkası değildir.


Ertesi gün yine aynı yere gider Enise ve Peyman.Mukaddem Bey de onları görmüştür. Görür görmez de ''Bu o, bu O'' diyerek onların yanına gitmek istemişse de doktor buna mani olmuştur. Enise de utanarak hemen oradan uzaklaşmıştır.


Mukaddem, gördüğü kızın Fazıla olduğunu sayıklayıp durmaktadır. Bu durum, doktoru endişelendirir. Adamın delirdiğinden şüphelenir.

O sırada bir çocuk, elinde bir mektupla çıkagelir. Mektupta ''yarın saat 8'de ...'de'' yazmaktadır. Mukaddem bu yazının Fazıla'ya ait olduğunu düşünür ve çok heyecanlanır.

Ertesi gün mektupta yazılı yere giderler. Çarşaflı bir kadın gelir onlara doğru. Mukaddem, hemen kadının ellerini alıp öpmeye başlar. Ve evet, bu Fazıla'dır. Peyman diye bildiğimiz hizmetçi kız, Fazıla'nın ta kendisidir.


Nasıl böyle olduğunu anlatır Fazıla. İntihara kalkıştığı o gün, intiharın bir çözüm olmadığını, bu dünyadaki acıdan kurtulmak isterken, intihar ederek öbür dünyada çok daha korkunç bir acıyla karşılacağını düşünür ve intihar etmekten vazgeçer. Fakat o eve de geri dönemez. Nihayetinde bir esir parazarında İstanbul'dan Beyrut'a giden bir aileye satılır.


Mukaddem, Fazıla'yı tekrar bulduğu için çok mutlu olur. Hemen evlenmek ister. Ancak Fazıla bunun mümkün olmadığını,çünkü hala Remzi ile nikahlı olduğunu söyler. Evlenebilmeleri için Remzi'nin ölmesi ve Fazıla'nın hür kalması gerekir. Fakat Remzi henüz genç ve sağlıklı olduğu için ölümü uzak gözükmektedir.


Zaten Fazıla'nın hizmetçisi olduğu evin kızı Enise, Mukaddem'e delicesine aşıktır. Fazıla, Mukaddem ile evlenmesi mümkün olmadığından ve Mukaddem'im de hayatının sonuna kadar bekar kalmasını istemediğinden ve Enise'nin de Mukaddem'in aşkı nedeniyle ölüm derecesinde acı çektiğinden bahisle, Mukaddem'in Enise ile evlenmesini rica eder. Evet, bu noktada Fazıla aptal mı yoksa yüce gönüllü mü, tartışılır.


Mukaddem, bu teklife şiddetle karşı çıkar ama Fazıla, eğer Enise ile evlenmesi durumunda birbirlerini hep görebileceklerini söyleyince Mukaddem kabul eder.
Mukaddem ile Enise evlenirler.

Mukaddem, Fazıla'ya duyduğu aşk nedeniyle Enise'ye hiç karısı gibi davranmaz. Kötü de davranmaz ama Enise bu duruma çok üzülür.

Mukaddem ile Fazıla aralarında olan ilişkiden kimseye sözetmez, kimseye de belli etmezler. Zaten saklanacak birşey de yapmamaktadırlar. Mukaddem Bey de, Fazıla da herkesin sevip saydığı, güvediği kişilerdir.


Enise'nin kadınlardan hoşlanmayan, onları adeta gereksiz bulan, kendisini işine adamış abisi Şebib Bey, Fazıla'ya aşık olur. Ona evlenme teklif eder ama Fazıla kabul edemeyece ğini söyler. Çok incinen ve üzülen Şebib Bey, Fazıla'nın naz yaptığını düşünüp tekrar sorar ama Fazıla kararlıdır. Kabul edemeyeceğini söyler tekrar.


Şebib ve Mukaddem birgün salonda otururlarken, Şebib yüksek sesle gazetedeki bir haberi okur. Habere göre Remzi adında bir zengin, karısının kendisini aldattığı adamı vurmaya çalışırken kendisini yaralamış ve bir hafta acılar içinde kıvrandıktan sonra da ölmüştür. Bu Remzi, Fazıla'nın eski kocası Remzi'den başkası değildir.


Remzi'nin ölümüyle nikahı düşen Fazıla artık hürdür. Fakat bu defa da Mukaddem evlidir. Üstelik bir de çocuğu vardır.
Mukaddem buna rağmen karısını ve çocuğunu bırakıp Fazıla ile evlenmek arzusundadır. Fakat Fazıla, Enise ve çocuğuna bunu yapamaz. Mukaddem de biraz düşününce aslında Enise'den ayrılmayı pek istemediğini farkeder. Böylece Mukaddem ve Fazıla, birbirilerini kardeş gibi görmek hususunda anlaşırlar. Öyle de yaparlar.

Kitabın başlarında birbirlerine delicesine aşık görünen Mukaddem ve Fazıla, kitabın sonlarına doğru gerçekten kardeşleşirler. Zaten Fazıla'nın Mukaddem'e duyduığu sevgi daha çok ona bir hürmet şeklindeydi. Küçüklüğünde evinde bulamadığı huzuru Mukaddem ve annesi Münevver Hanım'ın yanında buluyor, onların iyiliklerine karşılık Mukaddem'i seviyordu. Mukaddem de zamanla Enise'den kopamayacağını gördü.


Fazıla, sonunda Şebib Bey'in teklifini kabul eder. Çünkü Şebib Bey de tam Fazıla gibi terbiyeli, ahlaklı, dürüst, bilgili biridir.


Bu sıralarda Fazıla, Mukaddem'e gelen bir mektup ile babasının son derece hasta olduğunu öğrenir. Derhal Mukaddem ile İstanbul'a gider.

Fazıla ve Mukaddem'in aniden ortadan kaybolması şüphe çeker ve Şebib, silahını alıp onların peşinden gider.


Babası, Fazıla'yı öldü sanırken onu karşısında görünce sevincinden çıldıracak gibi olur. Fazıla olanları dinler babasından:
Calibe, hizmetçisi Reftar ile alemlere gidiyormuş. Başka başka erkeklerle ilişkiler yaşıyormuş. Birgün takıldığı erkeklerden biri peşini bırakmamış. Gittiği bir başka erkeğin evinde Calibe'yi bulmuş. Çıkan arbedede Calibe düşüp yüzünü gözünü parçalamış ve eski güzelliğinden eser kalmamış. Hizmetçi Reftar'ın da gözleri kör olmuş yediği bir yumruğun etkisiyle.

Olanları haber alan Sai Efendi üzüntüsünden yataklara düşmüş.Reftar, daha önce Mukaddem ve Fazıla'ya yaptıklarını da anlatmış Sai'ye. Sai de ölmeden önce Mukaddem'den bir helallik alıp ölen kızının yanına öyle gitmek istemiş.


Ama Fazıla'yı karşısında görünce iyileşmeye başlar. Şebib'e olanları anlatırlar.
Sonra Şebib ile Fazıla, Mukaddem ile Enise mutlu bir hayat yaşarlar. Hatta Fazıla'nın kardeşi Şefik de Enise'nin kardeşi Rüveyda ile evlenir.

Bir başına kalan Calibe'yi, amcaoğlu Süha, evine alır. Süha ve karısı, artık yüzüne bakılamayacak kadar korkunç olan Calibe'yi hizmetçilerle bir tutar.Yaptığı kötülüklerin karşılığını çekmektedir yani.


***

Kitabı bitirdiğimde derin bir nefes aldım. Çünkü özellikle son 100 sayfatı soluk soluğa okumuştum. Süperkulade sürükleyici bir roman.
Yapımcılar, senaristler okusa anında televizyona sürerler bunu dizi olarak.

FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ


FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ

Yazarı: Ahmet Mithat Efendi


Yayınevi: Turna Yayınları


Basım Yılı: 1875- Turna Yayınları'nda 1.Baskı Ağustos 2009


Sayfa Sayısı: 182


Sonradan görme, zevkü sefa düşkünü,parasını har vurup harman savuran ve uçkuruna da sahip çıkamayan Felatun Bey ile onun bu karakterine tamamen zıt olan Rakım Efendi arasındaki muhabbeti ve Rakım'ın cariyesi Canan'la olan aşkını konu alan bir Türk klasiği.

Olaylar aşağı yukarı şu şekilde:


Rakım Efendi nasıl bilgili, kültürlü, görgülü bir adamdır. Evden işe, işten eve. Kitap çevirileri yapar, özel dersler verir. Anne ve babası öldükten sonra dadısı Fedayi ile birlikte kendi hallerinde yaşarlar. Allah'ına şükreder hep verdiği nimetler için.


Rakım Efendi birgün bir esir kıza gönlünü kaptırır. Hem de nasıl kaptırmak. Kız hastalık derecesinde zayıf ve çelimsiz olmasına rağmen onu hemen satın alır.


Evet ''satın alır''. O dönemin olağan işlerinden biridir köle pazarlığı. Cariye diyelim ya da. Şimdi bunu anlamak çok zor, ama dönemin kitaplarından anlaşıldığı kadarıyla bu durum, son derece normal.


Rakım Efendi, Canan adını verdiği cariyeyi çok güzel eğitir. Onu aslında içten içe seviyordur ama ne çeşit bir sevgi olduğundan kendisi de emin değildir. Onu sadece uzaktan sever. Nerdeyse bir kızkardeş gibi.


Canan'sa Efendisine karşı sevgi doludur. Ama Efendisi ve Fedayi'den aldığı muazzam eğitim ve terbiye nedeniyle bu aşkını dışarıya yansıtamaz.


Rakım Efendi bu arada bir İngiliz ailenin kızlarına Türkçe dersi vermektedir. Kızlar da ailesi de Rakım Efendi'den çok memnundur. Özellikle İngiliz anne baba, Rakım Efendi'ye o kadar güvenmektedirler ki kızlarını Onunla başbaşa bırakmakta bir beis görmezler. Zaten de Rakım Efendi'nin aklının ucundan bile geçmez öğrencilerine o çeşit bir gözle bakmak.


Felatun Bey de bu aile ile tanışıktır. Ancak aile, Felatun Bey'den hiç hazetmez. Zaten Felatun Bey de birgün bir rezillik eder (evin hizmetçisi sanarak evin hanımına arkadan sarılır) o günden sonra da ortalarda pek gözükmez. Rakım'ın tüm uyarılarına karşı gönlünü terbiyesiz ve müsrif bir kadına kaptırır.


Rakım Efendi, bu İngiliz kızlara hiçbir umut ışığı vermemiş olsa bile kızkardeşlerden biri Rakım Efendi'ye fena halde aşık olur. O kadar ki aşkına karşılık bulamayacağını bildiği için yataklara düşer, ölümü bekler.


Kızın bu halini anlayan doktor, kızın babasına kızını Rakım Efendi ile evlendirmekten başka çaresi olmadığını söyler. Baba, Rakım Efendi'ye kızıyla evlenmesi için adeta yalvarır. Fakat Rakım Efendi buna razı olmaz. Ama kızın, gözlerinin önünde yitip gitmesine de yüreği elvermez. Kız en azından iyileşene kadar Rakım Efendi'nin de kendisini sevdiği söylenir. Ama kız akıllıdır ve bunun doğru olmadığını bilir.


Az kalsın Josefino'dan bahsetmeyi unutuyordum. Josefino piyano hocasıdır. Aynı zamanda Rakım'ın arkadaşıdır. Josefino, Canan'a piyano çalmayı öğretir. Canan muazzam yetenekli olduğu için hemen öğrenir, çok da güzel çalar. Canan, hocası Josefino'yu çok sever. Josefino da onu.


Ama Josefino da Rakım'ı sever. Rakım her ne kadar süper dürüst ve iyi bir insan olsa da Josefino ile birkaç gece geçirir. Bu tamamen aralarında kalan ve ikisinin de bir gelecek beklemediği bir ilişkidir.

Josefino her ne kadar Rakım'ı sevse de Canan'ı da çok sevmektedir. Başka bir kadın olsaydı belki Rakım için mücadele ederdi ama Canan'ı üzmek hiç istemeyeceği bir şey olduğu için Rakım ile Canan'ın arasından dostça ayrılır.


En sonunda herkes kendi yoluna gider.


Felatun Bey tüm parasını o terbiyesiz ve müsrif kadın için çarçur etmiştir. Şimdi bir yerde memuriyete başlamıştır.


İngiliz kızın Rakım Efendi'ye olan aşkı kendiliğinden geçmiş, kendisi için uygun bulunan bir kuzeni ile evlenme hazırlığına girişmiştir.


Rakım Efendi, Canan'a aşık olduğu ilan etmiştir.


Gökten üç elma düştü...

10 Aralık 2010 Cuma

BIÇAK SIRTI


BIÇAK SIRTI

Yazarı: Erol Manisalı


Yayınevi: Bizim Kitaplar


Basım Yılı: 1. Baskı- 2008


Sayfa Sayısı: 335



Erol Manisalı'nın Cumhuriyet Gazetesinde yazdığı yazıların biraraya toplandığı kitap.

Yalnız gazetede yazdığı bu köşe yazılarda, Manisalı'nın kendi deyişiyle '' bir tarihi belge olmaktan çok öteye değerlendirmeler'' varmış. (sunuş, sf 9) Çok da mütevaziyiz.


Tipik bir Erol Manisalı kitabı. Bütün dünya, ABD'si olsun, AB'si olsun, NATO'su olsun hepsi bize karşı. Türkiye'yi hiç kimse sevmiyor. Herkes bizim kötülüğümüzü istiyor. Zaten Türkiye, çok kötü yönetiliyor. Yakında yıkılacağız, batacağız. mahvolacağız.


Yanlış şeyler söylemiyor elbette. Adam haykırıyor gördüğü yanlışları.


Ama herhalde bir noktadan sonra insanda hissizleşme başlıyor. Sinirlen sinirlen nereye kadar.

EMİNE ERDOĞAN


EMİNE ERDOĞAN

İktidara Taşıyan Kadın


Yazarı: Ayla Özcan


Yayınevi: Birharf Yayınları


Basım Yılı: 2. Baskı- Şubat 2007


Sayfa Sayısı: 198



Emine Erdoğan'ın hayatını anlatan bir biyografi. Rahatsız edici boyutlarda yıkama yağlama içermekte.

Gerçi Emine Erdoğan'ı tanımam etmem. Belki gerçekten kitapta anlatıldığı gibi yardımsever, vefalı, iyilik meleği bir insandır. Ama kitabın dili buna inanmamı engelleyecek kadar dalkavukça.


Emine Gülbaran, rüyasında ak sakallı dedeyi görüyor. Ak sakallı dede ona evleneceği adamı gösteriyor. O adamı da Emine Hanım, ertesi gün bir konferansta görüyor. O adam kim mi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.


İşin daha da ilginci, o sırada küsüde konuşma yapan Recep Tayyip Erdoğan da, Emine Hanım'ı farkediyor onca insan arasında. İlk görüşte de aşık oluyorlar.


Fakat R.T.Erdoğan'ın annesi Emine Hanım'ı istemiyor. Başka bir kız var oğluna yakıştırdığı. Ama bir şekilde hatırlı gönüllü dostlar araya giriyor ve bu evlilik gerçekleşiyor.


Emine Hanım, okumayı çok seviyormuş ama nedense ortaokuldan sonra okumak istememiş. Ailesi okumasını istemiş, özellikle annesi. Ama Emine Hanım okula devam etmek istememiş. Fakat öbür yandan okumayı çok seviyormuş.


Komşularının anlattığına göre fazla dışarı çıkmazmış. Özellikle annesi buna pek izin vermezmiş. Ama öbür yandan da bütün mahalleye yardıma koşar, hiçbir toplantıyı kaçırmazmış.


Durumları orta halliymiş. Ama diğer yandan Emine Hanım, bir giydiğini bir daha giymeme lüksüne sahipmiş.


Ağabeylerinin baskısı ile kapanmış ama sonra bunu benimsemiş.


Süsüne püsüne öteden beri düşkünmüş. Makyaj yapmak, gösterişli kıyafetler giymek sonradan görmelik hali değilmiş demek ki.

İyi bir insanmış özünde yani.

ORMAN VE ÇEVRE AÇISINDAN 3.KÖPRÜ


ORMAN VE ÇEVRE AÇISINDAN 3.KÖPRÜ

Panel Notları

Yayınevi: İstanbul Barosu Yayınları


Basım Yılı: 2010


Sayfa Sayısı:125

İstanbul Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu tarafından 6 Mart 2010'da gerçekleştirilen ''Çevre ve Kent Hukuku Açısından 3.Köprü ve İstanbul'daki Ormanlarımızın ve Çevrenin 3.Köprüden Korunması'' konu paneldeki konuşmalardan derlenmiş kitap.

Kitabın pdf formatındaki haline şuradan ulaşmak mümkün:
http://www.istanbulbarosu.org.tr/Yayinlar/BaroKitaplari/3KOPRU.pdf

İstanbul Boğazı'na yapılması planlanan 3.köprünün artı ve eksileri tartışılıyor panelde. Hiçbir artısı bulunamıyor o ayrı mevzu.


Ben de 3.köprünün trafiğe bir çözüm olmayacağı kanaatindeyim. İstanbul'un ulaşım sorunu için yeni karayoluna ihtiyacı yok. Demiryoluna ağırlık verilmeli. Anadolu yakasına yıl olmuş 2010 daha yeni metro yapılıyor. Günaydın.


Bu konuyla ilgili sayısal veriler de veriliyor.
''1973’ten önceki köprüsüz İstanbul Boğazı’ndan 5 milyon araç geçerken 113 milyon yolcu geçiyor, 1974 yılında köprünün yapılmasıyla araç sayısı 5 milyondan 14 milyona, neredeyse üç katına çıkıyor, yolcu sayısı 113 milyondan 118 milyona çıkıyor. O günden bugüne yapılan ikinci köprü de dahil olmak üzere insana olan katkısı sadece budur İstanbul Boğazına yapIlan köprülerin, araçlar geçiriyor, ama insanlar değil.'' sf 43

3.Köprünün trafiğe bir fayda sağlamayacağının yanısıra, İstanbul'da az sayıdaki yeşilliği de katledeceğini savunuluyor. Ki ne yazık ki çok doğru.

''Birinci köprü E5 diye bilinen, ikinci köprü de TEM diye bilinen Kocaeli’nden Kırklareli’ne kadar yeni bir otoyol demektir. Bu alan yaklaşık kuş uçuflu 150 km, bu 150 km’lik yolda TEM otoyolu gibi 4 şerit gidiş, 4 şerit gelişli bir otoban yaptığınızda bunun sadece asfalt kaplaması 675 hektar yapıyor. 1 hektar 10 bin m2’dir, sadece asfalt kaplaması Kocaeli’nden Kırklareli’ne kadar bir yolun 675 hektar, bu yolun kendi tahrip ettiği alan bundan ibaret değil, böyle bir yolun genişliği 45 metre, ancak asfalt kaplamanın dışında çoğunuzun dikkatini çekmiştir, otoyollarda giderken yolun dışında bir de kafes telle kapatılmış bir alan var ve oradaki orman varlığı da görüş güvenliği ve benzeri sebeplerle kesiliyor. Yol kendi 45 metreyken o alan bazen toplam 200 metreye çıkıyor. Yani yolun kendisinin bazen 5-6 katı bu güvenlik sebebiyle açılan alanla kaybediliyor ki, bunları da eklediğinizde Belgrat Ormanı diye bildiğimiz orman büyüklüğünde bir ormanlık alan, bu orman olarak sadece bu kadar alan kaybediyoruz,bunun dışında da birçok doğal ve yabanıl alan, tarım alanını da kaybediyoruz.''sf 44

Bu tür büyük projelerde yöneticilere ''ama çevreye zararlı'' dediğinizde irrite oluyorlar. Bunun ne anlama geldiğini düşünemiyorlar. Ve de hep bunları düşünmekten yoksun insanlar yönetici oluyor, lider oluyor, baş oluyor.