19 Ekim 2022 Çarşamba

AZINLIĞIN ZENGİNLİĞİ HEPİMİZİN ÇIKARINA MIDIR?

 


AZINLIĞIN ZENGİNLİĞİ HEPİMİZİN ÇIKARINA MIDIR?

(Does the Richness of the Few Benefit Us All?)

Zygmunt Bauman

2013

İngilizceden Çeviren: Hakan Keser

Ayrıntı Yayınları

6.Basım - 2022

80 sayfa

Azınlığın zenginliği hepimizin çıkarına mıdır? Cevap veriyorum: Hayır. Elbette hayır. Niye olsun ki? Sanki zengin azınlık, fakir çoğunlukların hayrına bir şey mi yapıyor? Ya da yapmak zorunda mı ki? 

Tabii bu konuda benim verdiğim cevapların bir önemi yok. Bauman ne demiş, ona bakalım?

"Zenginlerin daha da zenginleşmesinin, varlık ve gelir hiyerarşisinde aşağıda kalanlar şöyle dursun, sıralamada kendilerinden hemen sonra gelenlere bile faydası yoktur." sf.39

*

Öncelikle kitapta rakamlarla bir tablo anlatılmaya çalışılmış. Anlayana...

"...Dünyanın hiçbir yerinde yaşam standardı en fakir bölgedekinin iki katından daha yüksek değildi. Günümüzde ise, en zengin ülke olan Katar'da kişi başına düşen gelir en fakir ülke olan Zimbabve'dekinin 428 katıdır." sf.10

"Uluslararası Çalışma Örgütü 3 milyar kişinin günlük 2 ABD Doları olarak belirlenen yoksulluk sınırının altında yaşadığını belirtmektedir." sf.14

"Dünya nüfusunun en zengin yüzde 20'si üretilen malların yüzde 90'ını tüketirken, en yoksul yüzde 20'lik kesimde bu oran yüzde 1'dir." sf.15

"Dünyanın en zengin 20 insanın en yoksul bir milyar insanla eşit kaynaklara sahip olduğu tahmin ediliyor." sf.15

"Dünyanın sadece en zengin on kişisinin varlığı 2,7 trilyon dolara ulaşarak büyüklükte dünya beşincisi Fransız ekonomisini neredeyse yakaladı." sf.37 (2012 yılı için)

*

Para parayı çeker, diye bir laf biliriz. Doğru.

"...Çok zengin olanlar varlıklarına varlık katarken; fakirler, özellikle de çok fakir olanlar daha da fakirleşiyor. (...) Dahası, insanlar sadece zengin oldukları için zenginleşiyorlar. Fakir olanlar sadece fakir oldukları için fakirleşiyorlar." sf.16

*

Eskiden okuyup çalışmanın başarı getireceğine inanılırdı, gerçekten de okuyup çalışan güzel bir yere gelebilirdi. Ama artık pek de öyle değil. Hatta aslında eskiden de çok öyle değilmiş.

"1979 yılında Carnegie'de yapılan bir çalışma çocukların geleceklerinin kendi akılları, yetenekleri, çabaları ya da hırslarıyla değil, büyük ölçüde sosyal çevreleriyle, doğdukları coğrafi konumla ve ailelerinin toplumdaki yeriyle belirlendiğini açıkça gözler önüne sermiştir." sf.16 

Bu konuyu anlatan bir kitap olarak 

Bkz: Outliers - Çizginin Dışındakiler

*

Önceden zengin ve fakir en azından aynı okula, aynı hastaneye gidebilir, birbirlerini tanıma, birbirleriyle arkadaş olma imkanı bulabilirdi. Ancak artık bu iki sınıf arasında adeta bir sınır var. Özel okullarla, özel hastanelerle ve özel olan çeşitli başka ayırımlarla zengin ve fakir hiç bir araya gelemiyor bile. Böylece insanlar birbirinden uzaklaşıyor. Birbirlerini tanımıyor. Tanımadıkça birbirleri hakkında ön yargı geliştirmeye başlıyor. 

"İnsanlar coğrafi olarak polarize oldukça, birbirlerini daha az tanıyıp daha çok kuruntu yapıyorlar." sf.19

*

Eşitsizliğe neden katlanıyoruz?

Bu soruyu yanıtlarken  insanların düşünme alışkanlıklarına yer veriyor yazar.

"Yaşadığımız toplumun ideolojisinin büyük bölümünde yanlışlıklar olabileceğini fark etmenin insanları hayrete düşürebileceği" sf.23 ihtimalinden bahsediyor. Yani biz eşitsizlikleri normal bulduğumuz için eşitsizlikler var, diyor.

"Tıpkı kölelik zamanında çiftlik sahibi ailelerin kölelere sahip olmayı doğal gördüğü gibi ya da tıpkı kadınlara eskiden oy hakkı verilmemesinin doğanın bir kanunu olarak görüldüğü gibi günümüzdeki çok  büyük eşitsizliklerin çoğu da normalliğin fotoğrafı içinde kendine yer buluyor." sf.58

"Dünyamızın, doğası gereği rekabetçi ekonomik bölümlere ayrılması gerektiği iddiası inandırıcı değildir. Rekabetçi ekonomilerin ortaya çıkmasının nedeni bizim onları böyle şekillendirmeye karar vermemizdir." sf.29

"Savaş kesinlikle kaçınılmaz değildir. Savaş istersek savaşı seçebiliriz; fakat aynı şekilde, barış istersek de barışı seçebiliriz. Canımız rekabet etmek istiyorsa, rekabeti seçebiliriz; ancak onun yerine dostça bir işbirliğini de tercih edebiliriz."sf.30

Yani klişe olacak ama bakış açını değiştir, dünya değişsin. Çünkü

"Sorunlar daha en başta onlara yol açan düşünce modeliyle çözülemez." sf.56

*

Kişiler arasındaki zenginlik-fakirlik ayrımının daha net gözüktüğü bir alan olarak artan tüketime de değiniyor yazar. Bunun için reklamların nasıl kullanıldığını anlatıyor.

"Reklamlar daha fazlasını istememiz için yem olarak kullanılıyor; açgözlülük hepimize altın tepside sunuluyor." sf.25

"Tüketicilere yönelik teknoloji ürünleri insanların narsisizmini tatmin etme yemiyle müşterilerini yakalar." sf.45

"Tüketici piyasalarının sömürüye açtığı en son alan sevgi değil, narsisizmdir." sf.46

"Farklı zamanlarda farklı nesnelere sahip olmak veya olmamak, sırasıyla en yoğun şekilde arzu edilen ve en yoğun şekilde içerlenen durumdur." sf.49

Bu kapsamda alışveriş merkezlerini de hac görevini yerine getirdiğimiz ibadethaneler, alışveriş listelerini de dua kitabına benzeterek anlatıyor. 

*

CEO'larla ilgili çok ilginç bir şey öğrendim. Çok para kazandıklarını zaten biliyorduk da zannettiğimiz kadar çok değilmiş kazandıkları para. Daha da çokmuş.

"...Yönetmeleri için kendilerine teslim edilen şirketleri zafere de taşısalar, felakete de sürükleseler en doğal haklarıymış gibi dudak uçuklatacak maaşlar bekler oldular." sf.40

"Kalantor yöneticiler şirketten ayrılmaları durumunda milyonlar değerinde tazminat almaktadır. Çoğu durumda, şirket finansal hedeflerini tutturmasa da ve hatta zararda bile olsa bu tazminatlar ödenmektedir... Örneğin The Walt Disney'in eski başkanı Michael Ovitz'e ödenen 140 milyon dolar değerindeki tazminat Disney'in toplam yıllık net gelirinin yaklaşık yüzde 10'uydu." sf.41

Üstelik bu yöneticilerin sözleşmeleri gereği iyi performans sergilemek zorunlulukları da yokmuş.  

*

Gidişatın nasıl olabileceği ile ilgili birbirine ters çeşitli görüşler var. Örneğin bir görüşe göre;

"Her şey olduğu gibi kalırsa, değişim için neredeyse hiç umut ve ihtimal yok... Gerçekçi bir açıdan bakacak olursak, eşitsizlikler sürecek ve ulus devletler bunları meşrulaştırmaya devam edecek gibi görünüyor." sf.38

Diğer bir görüşe göre;

"Ekonomi sorununun, ait olduğu arka sıralardaki yerini alacağı, insan kalbinin ve aklının yaşam, insan ilişkileri, yaratılış, davranış ve din gibi gerçek sorunlarla (tekrar) meşgul olacağı gün çok uzak değil." sf.35

Yazara göre;

"Hırsın faydası yoktur. Kimsenin hırsından kimseye fayda gelmez." sf.74 

Bunu anlamalı ve kabul etmeliyiz, diyerek bitiriyor.

14 Ekim 2022 Cuma

DÜNYAYI ÇOCUKLAR KURTARACAK

 


DÜNYAYI ÇOCUKLAR KURTARACAK

Feyza Hepçilingirler

Sia Kitap

1.Basım - Kasım 2021

93 sayfa


Yeğenim için aldım bu kitabı. Kendisi henüz altı aylık. Büyüyünce okur. Ya da okumaz, kendi bilir. Birkaç çocuk kitabı görsün, isterse okusun istemezse okumasın. 

*

Kitapta bir grup çocuk ormanda dolaşırken içlerinden en bilgilisinin doğaya dair verdiği bilgilerle aydınlanıyorlar. Gerçi bu bilge çocuğun verdiği bilgiler pek iç açıcı değil, hatta adeta felaket tellallığı yaptığı. Yazar sanırım çocuklara bir çırpıda bir dolu şey anlatmaya, onları gelecekteki felaketlere karşı uyarmaya çalışmış ki buna elbette bir şey diyemeyiz. Yazdıkları yalan değil. Sadece ben çocuklara üzücü bilgiler vermeyi doğru bulmuyorum. Benim gönlümden geçen çocukların böyle şeyleri bilmemesi. Büyüyünce nasıl olsa öğrenirler. Neden şimdiden, en neşeli, keyifli olmaları beklenen dönemde bunları öğrenip neşeleri, keyifleri sönsün ki? Neden çocukların neşesini söndürüyoruz? Şurada neşeli oldukları zaten kaç yıl oluyor? Sonra zaten zamanla klasik hayat mesgalelerine dalıp üzülüyorlar? Bari hayatlarının ilk beş on yılı mutlu geçsin. Bu uğurda gerekirse dünyadan haberleri olmasın. 

*

Kitapta Orkun'un arkadaşı Buğra'nın Amerika’dan kuzenleri gelmiş: Aras ve Diyar. Anneleri Türk, babaları Amerikan.

Aras çok akıllı, araştırmacı bir çocuk. Teyzesi salatanın içinden salyangoz çıkma anısını iğrenerek anlatırken Aras ona bunun iyi bir şey olduğunu söylüyor. Çünkü demek ki o salatada zehirli tarım ilacı yok. Çünkü zehirli tarım ilacı olan sebzelerde salyangoz olmaz. 

Aras'ın her iki lafından biri bu tarz bilgilerle dolu. Hava sıcak diyorsun, Aras diyor ki çünkü iklim krizi. Sebebi biz insanlar. Buzullar eriyecek, sel felaketleri yaşanacak, temiz su kaynakları yok olacak, kıtlık yaşanacak, göçler olacak.

Ormanda dolaşırlarken mangalcıların dumanını görüyorlar. Oradan konuyu orman yangınlarına getiriyor. 

Denizden konu açılıyor, denizlerin kirletilmesinden bahsediyor. Tam da o esnada denize kirli su akıtan bir boru görüyorlar. Boruyu takip edip fabrikayı buluyorlar. Fabrika sahibi ile konuşuyorlar. Adam onlara atık su borusunu tamir ettireceğini söylüyor. Çocuklar inanmış görünerek oradan gidiyorlar ama çok da inanmış değiller.

Giderken bir orman yangınının içinde kalıyorlar. Kaçıp kurtuluyorlar, yangın söndürülüyor.

Ailelerine anlatıyorlar yaşadıklarını. Aileler, atık su fabrikası ile yakından ilgileneceklerini, dava edeceklerini söylüyor.

*

Kitapta verilen mesajlar teorik olarak doğru. Aras felaket tellallığı yapmakta haksız değil. Söyledikleri yalan değil çünkü. Bu açıdan kendisi Greta Thunberg

Yavrum Orkun da ona özeniyor. Onun kadar bilgili olmak, yetişkinlerin ilgisini ve takdirini kazanmak istiyor. 

Buğra daha rahat, daha gevşek bir çocuk. 

Diyar da ağabeyi ile aynı yolda. Aras, "bilim adamı" deyince Diyar onu hemen düzeltiyor, "bilim insanı" denmeli diye. 

Aras ve Diyar, Amerika'da doğup büyüdükleri için Türkçeye çok hakim değiller. Orkun ve Buğra zaman zaman deyim kullandıklarında anlamayabiliyorlar. Kitap bu açıdan küçük bir deyimler sözlüğü niteliği de barındırıyor. 


VAHŞETİN ÇAĞRISI

 


VAHŞETİN ÇAĞRISI

(The Call of the Wild)

Jack London

1903

Çeviri:Aylin Yıldız

Halk Kitabevi

1.Basım 2021

104 sayfa


Geçenlerde Büyükada'da duruşmam vardı. Adalar Adliyesi küçük, şirin, yeşillikler içinde, huzur veren bir adliye. İşim bitince dedim ki; ne gideceğim eve, kalırım ben otelde. Kaldığım oteldeki kitaplıkta bu kitabı gördüm. Resepsiyondan rica ettim, okuyup ertesi sabah getirmek için. Hediye etmeyi teklif ettiler sağ olsunlar ama bir günde bitiririm, burada kalsın, belki başkası da okumak ister, dedim. Gerçekten de otelden çıkacağım zaman bitirmiştim kitabı. 

*

Bir köpeğin dünyasından anlatılıyor hikaye ve bu açıdan Beyaz Diş'i anımsattı bana. 

Bkz: Beyaz Diş

*

Köpeğin adı Buck. Halinden memnun olarak yaşarken bir gün evden kaçırılıyor. Kaçıran insanlar tarafından dövülüyor. Türlü şiddete uğruyor.

Altın madenlerinin ortaya çıktığı dönemler. Köpekler de bu madenlere gidecek insanların kızaklarını çekmeleri için kullanılıyor. Buck da güçlü kuvvetli bir köpek olarak değerli görülüp kızağa sürülüyor. Diğer köpeklerle birlikte kızak çekiyor. Diğer köpekler vahşi. Buck da hayatta kalmak için vahşileşmek gerektiğini öğreniyor. Önceden medeni dünyadaydı. Ama şimdi yeri gelince yemek hırsızlığı yapan, elinde sopa olana itaat eden bir hayvana dönüşüyor.

Köpeklerden Spitz ile liderlik savaşına giriyor. Spitz ölüyor, Buck yeni lider oluyor.

*

Buck ve diğer köpekler ile kızağı satıyorlar. İş bilmez iki adam ve bir kadın alıyor köpekleri. Köpeklerin beslenmesini iyi sağlayamıyorlar, kendilerini de iyi organize edemiyorlar. Kadın başlarda köpeklere şiddet uygulanmasına üzülüp karşı çıkarken çetin koşullar nedeniyle artık üzülmez hale geliyor. Karı koca ve erkek kardeş arasında gerginlikler yaşanıyor. Köpekler yoruluyor, dinlenemiyor.

Buck yaralanıyor. Onu Thornton adlı bir adam kurtarıyor. Thornton köpeklere herkesten daha farklı davranıyor. Onları seviyor, onlarla tatlı tatlı konuşuyor. Buck bu sevgiye fazlasıyla karşılık veriyor. Adeta Thornton için canını verecek kadar. Ki nitekim onu birkaç defa ölümden kurtarıyor. Bir kere de zengin olmasını sağlıyor. Çok ağır bir kızağı yerinden oynatıp oynatamayacağı konusunda girilen bahiste Buck kazanıyor, sahibinin de kazanmasını sağlıyor.

Thornton da altın madenine doğru gidenlerden. Ancak yolda yerliler oklarıyla Thornton’u öldürüyor. Buck kurtuluyor.

Bir başına ilerlerken kurt sürüsüyle karşılaşıyor. Kurtlar onu kabulleniyor. Hatta onların lideri oluyor. Yerlilerin de “hayalet köpek” dedikleri korkulu rüyalarına dönüşüyor.

*

Canım köpecik.

Nasıl da yeni yaşam koşullarına hemen uyum sağlıyor. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı biliyor. Fakat mesele hayatta kalmaksa gerisi teferruattır diye düşünüyor. Eli sopalı insanlara, vahşi köpeklere karşı stratejik davranıyor. Neticede kazanan kendisi oluyor. 

*

Bu arada zamanında altın madenleri ne canlar yakmış. İnsanlar ne sefilliklere sürüklenmişler bu uğurda. Bu konu ile ilgili benim okuduğum kitap;

Bkz: Altın Volkanı

ÇOCUK YASASI

 

ÇOCUK YASASI

(The Children Act)

Ian McEwan

Çeviren: Roza Hakmen

Yapı Kredi Yayınları

13.Baskı - Şubat 2022

148 sayfa


İngiliz bir Aile Mahkemesi hakiminin ele aldığı davalar,  verdiği kararlar ve bu kararlara giden yoldaki düşünceleri anlatılıyor. Bu esnada kendi özel hayatına dair de kısımlar yer alıyor. 

Dava konuları ilginç. Örneğin;

Yahudi Haredi cemaati üyesi anne ile babanın iki kız çocuğu var. İçinde yer aldıkları cemaate uygun olarak dinin ön planda olduğu bir hayatları var. Eğitime önem verilmiyor. Kız erkek ayrı okullara gidiyor. İnternet, tv, moda kıyafetler yasak. Ama anne cemaatten uzaklaşmış, inançlarına aykırı şekilde üniversite mezunu olup ilkokul öğretmeni olmuş. İki kızlarını da okutup meslek edinmelerini istiyor. Baba karşı çıkıyor. Bu konu mahkemeye taşınmış. “Mahkemeler çocuğun menfaatini göz önüne alarak anne babanın dini ilkelerine aykırı müdahalede bulunmaktan kaçınmalıydı. Bazense buna mecburdular. Ama ne zaman?” Sf.19

“Dini inançlar ya da dinbilimsel görüş ayrılıkları konusunda karar vermek laik mahkemenin işi değildi. Her din yasal ve toplumsal açıdan kabul edilebilir ve ahlaka aykırı ya da toplum açısından rahatsız edici olmadığı sürece saygıyı hak ediyordu.” Sf.19

Burada hakim çocukların eğitim almasından yana karar veriyor. Çocuk Yasasına göre bir mahkeme bir çocuğun yetiştirilmesiyle ilgili herhangi bir hususta karar verirken öncelikle çocuğun refahını dikkate alacaktır. Bu madde bizde de var. "Çocuğun üstün yararı ilkesi" diye geçer.

*

Bir başka ilginç dava olarak; yapışık ikiz bebek davası. 

Yapışık ikiz bebekler Mark ve Matthew. Matthew zor durumda, ölebilir, ölürse diğer bebeğin de ölümüne sebep olur. O yüzden iyi durumdaki bebek Mark'ı yaşatıp diğerini öldürmeyi tavsiye ediyor doktorlar. Aile sofu Katolik ve bu işleme izin vermiyor. Canı Tanrı verir Tanrı alır inançları nedeniyle bunu cinayet olarak görüp onaylamıyor. Olay mahkemeye taşınıyor. Hakim, işleme onay veriyor. 

Mahkeme kararında deniyor ki: “Ameliyatın amacı Matthew’u öldürmek değil, Mark’ı kurtarmaktı. Matthew müthiş çaresizliğiyle Mark’ı öldürmekteydi; doktorların Mark’ın yardımına koşup ölümcül tehdidi ortadan kaldırmalarına izin verilmeliydi. Matthew ayrılığın ardından, kasten öldürüldüğü için değil, kendi başına gelişimini sürdürmesi mümkün olmadığı için ölecekti.” Sf. 27

*

Kitapta hakimi sonucu itibariyle en etkileyen dava şu oluyor;

Yehova şahidi kanserli bir hasta, on yedi yaşında, kan nakli lazım, anne baba izin vermiyor dinlerine aykırı diye. Hastane anne babanın arzusu hilafına hareket etmeyi yasallaştıracak mahkeme kararına ihtiyaç duyuyor. 

Acil duruşma listesine alınıyor bu iş. Tebligat yapılıyor. Hastaneye talimat veriliyor ebeveyni bilgilendirsin diye. Oğlana vasi tayin ediliyor. Hastaneden yazılı ifadelerini vermeleri isteniyor. Görevli onkolog tanık ifadesi ibraz ediyor. Duruşmada çocuğun anne babası dünlerini açıklıyor, ailenin avukatı çocuğun kendisinin de tedaviyi reddettiğini, aklı başında zeki bir çocuk olarak onu nelerin beklediğini bildiğini vb anlatıyor. Doktor tedavi için kan vermenin gerekliliğini anlatıyor. Hakim hepsini dinledikten sonra bir de çocuğu dinlemeye karar veriyor. Hastaneye gidiyor. Çocuk gerçekten de akıllı, zeki, yetenekli bir çocuk. Kan nakli yapılmasını istemiyor. Dinine bağlı. Bunun sonuçlarını da bildiğini söylüyor. Dini uğruna ölümü göze almış. 

Hakim, kararını açıklıyor ve kan nakli yapılmasına karar veriyor. Çocuğu dininden ve hatta kendinden bile korumak gerek, diyor. Çocuk her ne kadar aklı başında olsa da dini hakkındaki görüşleri anne babasının görüşleri, başka fikirleri tanımamış, diyerek kan nakline onay verip çocuğun yaşamasını sağlıyor. 

*

Yani tüm davalarda bir noktada din unsuru var. Din nedeniyle hayatı çekilmez ve hatta yaşanmaz kılma anlayışı hakim. Benim kanaatim; yaşam hakkının en birincil hak olduğu ve hiçbir dini inancın bundan üstün olamayacağı. Yani bir yanda yaşam, diğer yanda din varsa, bence karar tartışmaya kapalı şekilde yaşamdan yana olmalı. Dine saygı adı altında doktorlar iş yapamaz ve mahkemeler de başka işle uğraşamaz hale gelmiş gördüğüm kadarıyla. Bu konuda bir yakınması olan İngiliz hakimin kitabını da okumuştum. 

Bkz: Mahkemelerin Yükselişi

O kitapta hakim, siyasi mekanizmanın yargı kararları nedeniyle işleyemez hale geldiğinden yakınıyordu. 

*

Son vaka ile ilgili olarak; kan nakli sayesinde hayatta kalan çocuk, hakim kadına hayran kalıyor. Onun sayesinde hayatta olduğunu düşünüyor ve dinine sırt çeviriyor. Hakimi takip ediyor ve bir gün karşısına çıkıyor. Hakim mesafesini korumaya çalışıyor ama yanlışlıkla öpüşüyorlar. 

Bir zaman sonra haber geliyor. Çocuk yine hasta olmuş, kan nakli gerekmiş, reddetmiş çocuk. Artık 18’ini geçtiği için de kimse karışamamış. Ölmüş.

*

Buraya kadar davalarda verdiği kararlarda ve gerekçelerinde iyi hoş iken bir laf ediyor hakim, orada tadımı kaçırıyor. Ele aldığı bir davada Faslı bir baba kızını kaçırmış. Hakim, babanın avukatına diyor ki: "Müvekkiliniz adına yüzünüzün kızarmasını beklerdim.” Sf.44 

Ne alaka? 

Bizim hakimler bunu demiyor en azından.

*

Tüm bu süreçte hakimimiz Fiona'nın kocası ile sorunları var. 

Karı koca altmış yaşındalar. Adam karısına başka bir kadınla yatmak istediğini, son bir kez tutku heyecan istediğini ama karısını sevdiğini ve boşanmak istemediğini söylüyor. Kadın kabul etmiyor. Herif de sanki normal bir şey teklif ediyormuş gibi anlayış bekliyor. Kadın da tekmeyi basmıyor. Sadece olmaz diyor. En son ne zaman seviştik, diye soruyor kadına ve kadını suçlayıcı bir tonda konuşuyor. Sen bendan uzaklaştın, senin kusurun... diye kadını eleştiriyor. Kadın da kıçına tekmeyi basmıyor. Kadının düşündüğü onsuz kirayı nasıl öderim, meslektaşlar arkamdan konuşur… Yapma yavrum yaaaa.

Kitabın sonunda ise öğreniyoruz ki kocası ile barışmış. Sessiz bir barışma oluyor. Kocası eve geliyor, pişman olmuşmuş, karısının nasıl değerini bilmezmişmiş...

Fiona kocasını affetmiş bir şekilde evlilikleri kaldığı yerden devam ederken çocuğun ölümü ile kendi sorumluluğunu düşünürken bitiyor roman.

*

Başka ülkelerin hukuk sistemlerini az çok tanımayı sağlayan bu tarz kitapları severim. Bunun gibi bir başkası için bkz: Kraliçenin Avukatı

Kitapta İngiliz bir avukatın anıları yer alıyor. 

*


Filmi de var kitabın. 

İzledim. Beğendim. Kitapla uyumlu gayet. 

Kitabın artısı şu ki; dava süreçleri daha ayrıntılı. Özellikle hakimin verdiği kararların gerekçelerini uzun uzun okumak benim için keyifli oldu. Filmde o kadar ayrıntısı verilmiyor doğal olarak. 

2 Ekim 2022 Pazar

İNSAN NE İLE YAŞAR

 


İNSAN NE İLE YAŞAR

(What Men Live by And Other Tales)

Lev Nikolayeviç Tolstoy

1885

Çeviri: Begüm Konya

Yakamoz Kitap

1.Baskı - 2020

176 sayfa


İnsan ne ile yaşar?

Cevap veriyorum: Sevgi ile.

Kitapta sorunun cevabı bu, kısa yoldan cevap isteyenleri yormayayım dedim. 

Yorulmak isteyen buyursun.

*

Dört tane hikaye var kitapta:

1- İNSAN NE İLE YAŞAR

2- ÜÇ SORU

3- İNSAN NE KADAR TOPRAĞA İHTİYAÇ DUYAR

4- EFENDİ İLE UŞAĞI



İNSAN NE İLE YAŞAR

Ayakkabıcı Simon zar zor geçinen bir zanaatkar. Kendisine borçlu olanların kapısını çalıp alacaklarını tahsil etmek istiyor. Ama kimse veremiyor. Simon o paraları alıp kendisi ve eşine koyun postumdan kaban almak istiyor. Çünkü mevcut kabanları çok eskidi. Ama hiçbir alacağını alamıyor, eli boş kalıyor.

Yolda çıplak bir adam görüyor. Ölü sanıp üstüne kalır diye görmezden geliyor ve yoluna devam ediyor. Ölü sandığı adamın kendisinin peşinden geldiğini sanıp kaçıyor. Sonra kaçtığına utanıyor, zengin miyim de hırsızdan kaçayım diyip adama yardım etmeye karar veriyor.

Adama kendi ceketini verip eve getiriyor. Karısı kızıyor. Zaten yiyecek bir lokma yiyecek ya var ya yok, onu da bir yabancıyla paylaşmak istemiyor kadın. Kocası Tanrı sevgisinden dem vuruyor. Adamın zararsız hali de kadını da yumuşatıyor. Adama yemek veriyorlar. O ana kadar başını bile kaldırmamış olan Michael, kadına gülümsüyor. 

Yabancı adam, kendisi hakkında bir şey anlatmıyor. “Tanrı beni cezalandırdı.” diyor sadece. Adama yatacak yer veriyorlar. Kadıncağız “Biz herkese yardım ediyoruz, neden kimse bize yardım etmiyor?” diye üzülüyor.

*

Yabancının adı Michael. Simon, ona ayakkabıcılık öğretiyor. Michael o kadar başarılı oluyor ki Simon'un ayakkabı dükkanı ünleniyor.

Bir gün zengin bir adam geliyor dükkana. Elinde pahalı bir deri var. Simon ve Michael’dan bu deriyle bir yıl boyunca bozulmadan duracak bir çizme yapmalarını istiyor. Sert ve kaba davranıyor konuşurken. Buna rağmen Michael, bu kaba adama gülümsüyor. 

Michael, adamın getirdiği kıymetli deriden çizme yapmak yerine terlik yapıyor. Simon şok. Sonra zengin adamın hizmetçisi geliyor. Adamın öldüğünü haber veriyor. Adamın karısı da çizme siparişini iptal ediyor, o deriden terlik yapılmasını istiyor.  Tam da Michael’in hissedip zaten yaptığı gibi.

Başka bir gün bir kadın ve yanında iki kız çocuğu geliyor. Kızlardan biri topal. Anneleri ve babaları ölmüş çocukların, anne ölürken yanlışlıkla çocuğun ayağını ezmiş. Yanlarındaki kadın kızları evlat edinmiş. Onların bu hikayesini dinleyince Michael gülümsüyor. Böylece hayatında üç defa gülümsemiş oluyor:

1- Simon’un karısı yemek verince

2- Pahalı seri getiren zengin adama

3- İkizlerin yanındaki kadına

Simon neden sadece üç kez güldüğünü soruyor:

Michael anlatıyor: "Ben bir melektim. Tanrı beni ona karşı geldiğim için cezalandırdı. Bir kadının canını almamı istedi. Kadının ikiz bebekleri vardı, canını alamadım. Ama Tanrı kadının canını almamı ve üç gerçeği öğrenmemi istedi:

1- İnsanın içinde yaşayan nedir?

2- İnsana verilmemiş olan nedir?

3- İnsan ne ile yaşar?

Bunları öğren, tekrar cennete alınacaksın."

Bunların cevaplarını öğrenmiş Michael. Öğrendiğine göre;

1- İnsanın içinde yaşayan şey sevgi. Bunu Simon’un karısı yemek verince anlıyor. Başta kızmıştı kadın ama kocası ona Tanrı sevgisinden bahsedince kadın yumuşamıştı.

2- İnsana neye ihtiyacının olduğu bilgisi verilmemişti. Zengin adam bir yıl için yetecek ayakkabı yaptırıyordu ama akşama ölecekti, bilmiyordu. 

3- İnsan sevgiyle yaşar. Bunu da anneleri ölen ikizlere bakan kadını görünce anlıyor.

“Ayrıca öğrendim ki Tanrı, insanların birbirlerinden ayrı yaşamasını istemiyor. Bu yüzdendir ki insanlara doğrudan neye ihtiyaçları olduğunu söylemiyor. Onların birlikte yaşanmasını sağlayarak, birbirlerinin neye ihtiyacı olduğunu bilmelerini sağlıyor.” Sf.47

Artık gitme vaktinin geldiğini söylüyor Michael. Melek kanatlarıyla yükseliyor. 

Simon gözlerini açıyor, kulübe eski halinde ve yalnız.



ÜÇ SORU

Kralın cevaplarını çok merak ettiği sorular var:

1- Bir iş için en önemli an nedir?

2- En gereken insanlar kimlerdir? 

3- Yapılması gereken en önemli şey nedir?

Cevaplarını da hemen vereyim:

1- En önemli an şimdi. Çünkü gücün bizde olduğu tek an, içinde bulunulan o an.

2- En gerekli kişi o an kiminleysek o, çünkü kimse bir daha başka biriyle görüşüp görüşemeyeceğini bilemez.

3- En önemli iş iyilik yapmaktır, insanın dünyaya geliş amacı budur.

Bu cevaplara ulaşma süreci şöyle;

Kral önce bu soruları bilgelere sormuş, herkes farklı cevap vermiş. Sonra bir keşişe gitmiş. Keşiş toprağı kazıyormuş, kral ona yardım etmiş, zaman akıp gitmiş.

Yaralı bir adam gelmiş, kral ve keşiş onu iyileştirmişler. Yaralı adam af dilemiş kraldan, meğer onu öldürmek için gelmiş ama kralın muhafızları onu vurup yaralamış, ama kral kendisine yardım edince pişman olmuş ve artık onun dostu olmak istiyormuş. 

Keşiş krala diyor ki; benimle toprak kazdın, bana yardım ettin. Böylece seni öldürecek olan adam öldüremedi. En önemli an benimle toprak kazarkenki anındı, sonra yaralı adama baktığın andı. Yani önemli an şimdidir, içinde bulunduğun andır. En gerekli kişi de benimle toprak kazdığın sırada bendim, sonra yaralı adam gelince onunla ilgilendin, o oldu. O an kiminleysen en gerekli kişi odur. En önemli iş de iyilik yapmaktır, yaptığın da buydu, çünkü insan iyilik yapmak için dünyaya gelir. 


İNSAN NE KADAR TOPRAĞA İHTİYAÇ DUYAR?

Yerli toprak sahipleri, topraklarını az bir paraya satıyorlar. Satın alınacak toprağı alıcı belirliyor. Alıcının tek yapması gereken gün doğumunda yola çıkıp istediği kadar toprağı yürüyüp gün batmadan geri dönmek. O yol boyunca tüm topraklar alıcının olacak.

Açgözlü bir alıcı olan adam da bu amaçla arazi üzerinde ilerliyor. İlerlemeye devam ediyor. Daha da fazla toprağa sahip olmak için ilerledikçe zaman da geçiyor. Artık dönüş için az vakti kalıyor. Güç bela döndüğünde ise ölüyor. Oracığa gömülüyor. Yani insana yetecek olan baştan aşağı altı metre toprak imiş.



EFENDİ İLE UŞAĞI

Uşak Nikita. Efendi Vasili.

Vasili sömürüyor Nikita’yı. Yok pahasına çalıştırıyor. Nikita farkında ama başka bir seçenek de düşünmüyor.

Vasili bir ağaçlık satın almak niyetinde. Başka tüccarların orayı alacağından korktuğu için acele yola çıkıyor. Kar fırtınası yüzünden kayboluyorlar. Ulaştıkları bir köyde geceyi geçirseler iyi olacak ama Vasili vakit kaybetmek istemiyor. Kar fırtınası, soğuk ve kaybolmak yüzünden zor durumda kalıyorlar.

Vasili önce Nikita’yı yolda bırakıp kendisi devam ediyor. Ama at geri dönünce dönmek zorunda kalıyor. Nikita'yı donmuş halde buluyor, ölmek üzere. Vasili ona sarılıyor ısınsın diye. O arada aklından nasıl sıfırdan zenginliğe ulaştığı, nasıl daha da çok kazanacağı, gelecek planları... vb geçiyor. Derken Vasili ölüyor.

Nikita’yı kurtarıyorlar. Yirmi yıl daha yaşıyor. Arzu ettiği gibi huzur içinde ölüyor.

DEMİRYOLU ÇOCUKLARI

                                  DEMİRYOLU ÇOCUKLARI

(The Railway Children)

Edith Nesbit

1905

Çeviren:Aylin Kayapalı

Kırmızı Kedi Yayınevi

4.Basım - Temmuz 2020

253 sayfa


Ne tatlı, ne düzgün, ne kibar, ne iyi kalpli çocuklar. Bayıldım. Çocuklar böyle, çünkü anneleri böyle. Çok asil bir kadın. 

Zenginlikten yoksulluğa düşmüş bir aile. Okumaya başladığımda dramatik bir sefillik okuyacağımı sandım ama öyle olmadı, sevindim. Anne sık sık çocuklara ne kadar yoksul olduklarını söylüyor ama bunu bir kurban psikolojisi ile söylemiyor. Daha çok çocuklara realist bir hatırlatmada bulunuyor. Tüh tüh diye kadere lanet okumuyor kadın, soğukkanlı bir şekilde yapılması gerekenleri yapıyor elinden geldiği, anladığı ve bildiği ölçüde.

Yoksulluğa düşmelerinin sebebi babalarının hapse atılması. Anne bunu çocuklardan gizlemeye çalışıyor. 

*

Her şey bir akşam içinde oluyor. Akşam bütün aile evde güzel güzel otururken eve gelen adamlar, babayı alıp götürüyor. Ondan sonra ailenin hayatı değişiyor. Köye taşınıyorlar. Eski zenginliklerinden eser kalmıyor. Öyle ki ekmeğin üzerine aynı anda tereyağı ve reçel süremezler. Birini seçip sürmek zorundalar idare edebilmek için. 

Üç kardeş Roberta (Bobby), Peter, Phyllis bu duruma uyum sağlıyorlar. Yakınlardaki tren istasyonunda oynuyorlar. Tren saatlerini ezbere biliyorlar. Hepsi çok akıllı çocuklar. Annelerinin üzüldüğünü görüp ona yardım ederek hayatı kolaylaştırmaya çalışıyorlar. 

Anneleri hikaye yazarak para kazanmaya çalışıyor. Zaman zaman hikayeleri kabul edilip yayımlanıyor, o zaman ellerine geçen parayla çörek alıyorlar, bir çeşit kutlama oluyor bu onlar için. 

*

Soğukta üşüyorlar. Kömürleri az. Peter, yakınlardaki kömür madeninden kömür alıp getiriyor eve. Bunun hırsızlık olduğunu düşünmüyor, madencilik olduğunu sanıyor. Yakalanıyor ama yakalayan adam durumu anlayıp görmezden geliyor. Çocuklarla dost oluyor sonra. 

*

Anneleri bir gün hastalanıyor. Doktor, annelerine iyi gelecek yiyecekler içecekler listeliyor ama bunları alacak paraları yok. Çocuklar, her gün baktıkları trenlerden birinde hep el salladıkları yaşlı bir beyefendiden yardım istemeye karar veriyorlar. Yaşlı beyefendiye mektup yazıp doktor şunları verdi, bizim için alır mısınız, borcumuzu ödeyeceğiz, yazıyorlar. Yaşlı beyefendi çocukların bu isteğini yerine getiriyor.

*

Çocukluğun masum, saf, tatlı düşüncelerini hatırlıyoruz bu üç çocuk sayesinde. 

Bobbie, kardeşi Peter’in bozuk olan oyuncak trenini tamir ettirmek istiyor. Daha önce mühendislerin tamir işi yaptığını duyduğu için trene binip bir mühendisten rica etmeye karar veriyor. Makinistle karşılaşıyor. Makinist, oyuncak tren tamirinden anlamadığını, ama anlayan birine götürüp tamir ettireceğini söylüyor. Nitekim dediğini de yapıyor.

*

Bir gün trende bir Rus adam yakalanıyor, bileti yokmuş, kaybetmiş. Çocukların annesi onunla Fransızca konuşup anlaşıyor. Adam Rusya’da yazdığı bir kitap yüzünden mahkum olmuş. Sonra da ilk fırsatta kaçmış. Karısı ve çocuklarının İngiltere’de olduğunu öğrenmiş. Onları aramaya gelmiş. Yaşlı beyefendinin yardımıyla adamın karısı ve çocuklarının adresini buluyorlar.

*

Bir gün bir toprak kayması oluyor rayların üzerine. Çocuklar artık tren saatlerini de bildikleri için gelecek olan treni durduruyorlar. Bunun için elbiselerinin içindeki kırmızı kumaşları kullanıp deli gibi sallıyorlar. Tren duruyor ve kazayı önlemiş oluyorlar. Kahraman olarak karşılanıyorlar.

Bir kahramanlıkları daha var. Yanan bir evden bebek kurtarıyorlar.

*

Demiryolunda çalışan bir adamla dostluk kuruyorlar. Adamın doğum gününü kutluyorlar. Komşulardan onun için hediye topluyorlar. Adam sinirleniyor önce. Komşulara rezil olduğunu, yardıma ihtiyacı olmadığını söylüyor. Çocuklar ona anlatıyor, bu yardım değil, herkes seni sevdiği için verdi diye. O zaman yumuşuyor adam.

*

Bobby bir gün gazetede babasının haberini görüyor. Babaları Ruslara devlet sırrını veren bir ajan olmakla suçlandığından hapse atılmış. Annesi babasının haksız yere hapiste olduğunu, birinin ona iftira attığını anlatıyor. Bobby, yaşlı beyefendiye mektup yazıp gerçekleri ortaya çıkarmasını rica ediyor. Onun bunu yapabilecek nüfuzu olduğunu düşünüyor.

*

Bir gün tren yolunda bacağını kırmış bir çocuk buluyorlar. Adı Jim. Onu eve getiriyorlar. Çocuğun büyükbabası, yaşlı beyefendi imiş. Çocukların isteği ile Jim de onlarla kalıyor, büyükbaba torununun bakımı için maddi yardımda bulunuyor.

*

Kitabın sonunda babaları eve geliyor. Gerçek suçlu bulunmuş.

*

Annenin hanımefendiliği ve müthiş çocuklar yetiştirmesine bayıldım. Annenin çocuklarıyla ilişkisi, bugün kişisel gelişim ve anne-çocuk kitaplarında anlatıldığı gibi. Onları dinliyor, onların kararlarına saygı duyuyor, onlara doğruyu onların anlayacağı şekilde anlatıyor, yerli yersiz kızmıyor. Müthiş bir kadın. 

Gizemli yaşlı beyefendiye de hayran oldum. Her sorunu çözüyor, müthiş biri. 

Kitap da müthiş. Çok masum ve tatlılar, canım çocuklar.