30 Eylül 2022 Cuma

HUCKLEBERRY FINN'İN MACERALARI


 

        HUCKLEBERRY FINN’IN MACERALARI

(The Adventures of Huckleberry Finn)

Mark Twain

1884

Çeviren: Umut Uyurkulak

Çınar Klasikler

1.Basım - Kasım 2019

465 sayfa


Tom Sawyer’ın kankası Huckleberry Finn'in maceraları, Tom Sawyer'ın spin off'u. 

*

Tom Sawyer'ın Maceraları'nda çok eğlenmiştim, bunda da çok eğlendim. Huck'ın maceraları biraz daha zorlu ama. Daha ciddi meselelerle uğraşıyor Huck. Hayatta kalmak, özgürlük, para kazanmak... gibi dertleri var. 

*

Tom Sawyer'ın Maceraları'nın sonunda Huck'ın, "dul bayan" diye anılan Bayan Douglas ve onun kız kardeşi Bayan Watson tarafından evlat edinildiğini okumuştuk. Daha doğrusu evlat edinmek değil de bakımını üstlenmek. Neticede Huck'ın hayırsız da olsa bir babası var. Ama baba pek ortalarda gözükmüyor ki ortalarda gözükmemesi daha hayırlı. Ortaya çıktığı zaman Huck'ın hayatını zorlaştırıyor.

*

Bayan Douglas ve Bayan Watson, Huck’a dini bir eğitim veriyorlar. Huck’ın kafası karışıyor. Dua ederek istediği her şeye kavuşabileceği söyleniyor. Huck da oltası için bir kanca diliyor, ama olmuyor. Bayan Douglas’ın bahsettiği Tanrı garibanlara yardım eden bir Tanrı iken Bayan Watson’unki öyle değil. Böylece iki Tanrı olduğuna karar veriyor Huck ve Bayan Douglas’ınkini tercih ediyor.

*

Bir gün Huck’ın babası çıkageliyor. Sarhoş baba, Huck’ın temiz pak halini görüp onu aşağılıyor. Bana caka mı satıyorsun, babandan üstün mü görüyorsun kendini, artık okul yok, bana para ver, viski alacağım… diye diye çocuğu kendi yanına alıyor. Dul Bayan çocuğun yasal hakları için mücadele ediyor ama hukuk ağır işliyor, o arada baba, Huck’ı kaçırıyor. Ormanda bir kulübede yaşamaya başlıyor baba oğul. Babası Huck'ı kulübeye kilitleyip gidiyor, geldiğinde dövüyor.

Huck buradan kaçmak istiyor. Ama Dul Balyan’ın yanına da gitmek istemiyor. Çünkü oradaki titiz hayattan da memnun değil. 

Çıkış yolu olarak kendisini öldü göstermeye karar veriyor. Nehirde boğulup öldüğünü sansınlar istiyor. Gerçekten de herkes onun öldüğünü sanıyor.

Ormanda Jim ile karşılaşıyor. Dul Bayan’ın siyahi hizmetçisi. Bayan Watson, onu köle tüccarına satmak istemiş, 800 dolar ediyormuş. Jim bunu duyunca kaçmış.

Jim ve Huck, yola ve yolculuğa beraber devam ediyorlar.

*

Huck, kasaba yakınlarındaki bir kulübede tanımadığı bir kadını görüyor. Yeni taşınmış olmalı. Ondan havadisleri alacağını umuyor. Kendisini başka biri gibi tanıtarak öğreniyor ki Huck’ı öldüğünü, onu öldürenin babası ya da Jim olduğunu düşünüyorlarmış. En çok Jim’den şüpheleniyorlarmış. Onu yakalayana ödül varmış.

*

Bir cinayete tanık oluyor Huck ve Jim. Kötü adamlar bir adamı öldürmek istiyor. Onu gemi batıp ölmüş gibi planlıyorlar. Gizli gizli yardım çağırıyorlar. Jim, öldürülen adamın Huck'ın babası olduğunu görüyor ama Huck'a söylemiyor. Okura da söylemiyor. Taaa kitabın sonunda öğreniyoruz bunu.

*

Başka bir diyara gitmeye karar veriyor Jim ve Huck. Jim orada özgür olacak. İsteği şu ki; özgürlüğüne kavuşup köle olan karısını ve iki çocuğunu satın almak. Huck bunları öğrenince sıkıntıya giriyor. Çünkü dönemin şartları ve inanışına göre siyahiler köle ve mülk gibi alınıp satılıyor. Jim karısını ve çocuklarını alırsa zavallı bir adamın hizmetkarlarını almış olacak, diye düşünüyor Huck. Olayı köleler değil efendiler açısından görüyor. Efendilerin mağdur olacağını düşünüyor. Siyahilerin iyi insan olması, aileleri olması ve ailelerini sevmesi gibi durumlara şaşırıyor.

*

Karaya çıkıyorlar. Jim saklanıyor, Huck başka bir isimle bir eve giriyor. Evdekiler onu misafirperver karşılıyor. Evdeki aile komşu bir aile ile kan davalı. Romeo ve Juliet gibi düşman aile gençleri aşık olmuş. Huck da bu ikisi arasındaki çatışmanın ortasında buluyor kendisini. Jim ile birlikte sala atlayıp uzaklaşıyorlar oradan.

Sala iki serseri ve dolandırıcı biniyor. Aslında dük ve kral olduklarını ama bazı acılar sonucu bu hallere düştüklerini anlatıyorlar. Huck inanmıyor ama huzursuzluk çıkmasın diye bir şey demiyor.

Kral ve Dük, Jim ile Huck’ın neden gündüzleri dinlenip geceleri yol aldığından şüpheleniyor. Yoksa Jim kaçak mı? Huck’ın buna da bir yalanı var; anne babası ölmüş, elinde sadece hizmetkar olarak Jim kalmış. Ama insanlara bunu anlatmak zor olduğu için geceleri yol alıyorlarmış. 

Kral ve Dük muhteşem düzenbazlar. Sözde dini vaaz verip halktan para topluyorlar. Saçma sapan tiyatro gösterileri yapıyorlar. Bu işten de para kazanabiliyorlar. Jim, bu kral ve dükün dolandırıcı olduğundan şüpheleniyor. Huck, bütün krallar böyledir diyor.

Bir gün de kardeşi ölen bir adamın kılığına giriyorlar. Adama kardeşinden miras kalmış. Ölen adamın kızları var. Huck onlarla konuşunca onlara üzülüyor. Miras kalan parayı kral ve dükten çalıp tabuta koyuyor. Tabut öylece gömülüyor. Kral ve Dük paranın gittiğini görüp Huck’a sorunca Huck, ölen adamın siyahi hüzmetkarlarına suçu atıyor. Onlar da az önce satılıp başka yere gönderilmişti. Huck, dayanamayıp kızlardan birine (Mary Jane) gerçekleri söylüyor. Kral ve Dük’ün yalanı, gerçek kardeş ortaya çıkınca patlıyor. Kaçıyorlar.

*

Jim ortadan kayboluyor. Huck onu aramak için bir eve geliyor. Evde onu Tom Sawyer zannediyorlar. Meğer bu evde oturan kişi Tom Sawyer’in teyzesiymiş, Tom’u bekliyormuş, yıllar sonra ziyarete gelecekmiş. Huck, kendisini Tom Sawyer olarak tanıtıyor. 

Sonra gerçek Tom Sawyer geliyor. Ona da durumu anlatıyor, Tom da kendisini kardeşi Sid diye tanıtıyor. Jim’i buluyorlar. Esir edilmiş. 

Tom’un kitaplardan okuyup etkilendiği şekilde Jüm’i kaçırıyorlar. Çok daha basit halletmek mümkünken Tom’un macera aşkından ötürü ortalık ayağa kalkıyor. Tom, Huck ve Jim kaçarken Tom bacağından vuruluyor. Eve geri döndüklerinde Jim’i tekrar esir ediyorlar, hatta linç edileceklerken Tom her şeyi anlatıyor ve ekliyor, Jim meğer özgürmüş. Bayan Watson ölmüş, ölmeden önce Jim’i azad ettiğini vasiyet etmiş.

*

Bu arada Tom’un tek başına yapacağı yolculukta Tom kesin bir haltlar karıştırır diye düşünen Polly Teyze de daha sonra oraya geliyor. Huck ve Tom’un gerçek kimliğini açıklıyor.

Öğreniliyor ki Huck’ın babası ölmüş. Huck’ın bankadaki parası da duruyormuş.

*

Sally Teyze, Huck’ı evlat edinmek istiyor ama Huck bınun iyi bir fikir olmadığını biliyor. Daha önce aynısını yaşadı.


22 Eylül 2022 Perşembe

TOM SAWYER'IN MACERALARI



TOM SAWYER’IN MACERALARI

(The Adventures of Tom Sawyer)

Mark Twain

1876

Çeviren: Umut Uyurkulak

Çınar Yayınları

3.basım - Temmuz 2020

324 sayfa


Ay Tom Sawyer, çok eğlendim, iyi ki varsın.

Gerçi gerçek bir çocuk olarak gerçekten hayatımda yer alsan yine bu kadar eğlenir miydim, emin değilim. Zira kendisi biraz haşarı bir çocuk, aklı hep muzırlıkta. 

Bu açıdan aklıma şu filmi getirdi:

Bkz: Ferris Bueller’s Day Off

*

Neyse ki Tom'un kendisini çok seven dünya tatlısı bir teyzesi var. Polly Teyzesi bakıyor Tom'a. Tom’un yaramazlığı ile baş edemiyor ama kızmaya da kıyamıyor.

*

Tom, düzgün giyimli efendi bir çocuk görüyor. Çocukla selamlaşma şekli “Döverim seni!” Durup dururken. Döverim dövemezsin döverim dövemezsin. Çok konuşmaya devam edersen döverim. Çok çok çok, al konuştum işte.

Çocuk her yerde aynı. 

Bkz: Önce Ekmek / Orhan Kemal

Oradaki çocuklar da böyle.

*

Tom’a ceza olarak çit boyama görevi veriyor teyzesi. Tom, çit boyuyor diye çocuklar kendisi ile alay ederken çit boyamanın çok önemli olduğunu, binlerce çocuğun bu işi yapmak istediğini ama teyzesinin kimseye izin vermediğini, bu işin çok önemli olduğunu anlatıyor ballandırarak. Ve her çocuk çit boyamak için Tom’a yalvarıyor, karşılığında servet ödüyorlar. Servet: misket, ölü sıçan, elma, tebeşir, kızkaçıran, kapı tokmağı, köpek tasması, portakal kabuğu… vb

Çünkü Tom işi çözmüş: 

“Bir insana bir şeyi çekici kılmak için o şeyi ulaşılmaz hale getirmek yeterliydi.” Sf.26

*

Okulda İncil ayetlerini ezberleyene İncil hediye edilecek. Bir çocuk ezberlemiş, ama sonra “yarım akıllı” olmuş. Kitapta yer yer bunun gibi minik din eleştirileri var. 

Kompozisyonlarda öğüt yazılması modaymış. “Kompozisyonu yazan kadın, ne kadar dinden uzak ve ne kadar ciddiyetsizse, yazdığı kompozisyonda öğüt kısmı da bir o kadar uzun ve din ile alakalı oluyordu. Fakat şimdilik bu kadarı yeter. Çirkin gerçeğin yutulması zordur.” Sf.198

*

Becky Thatcher, Tom'un sevdiği kız. Becky, bir gün öğretmenin kitabını yırtıyor yanlışlıkla. Tom suçu üstleniyor. Centilmenlik desen var.

Joe Harper ve Huckleberry Finn de en yakın arkadaşları.

*

Okulda da ailede de şiddet görüyor çocuklar. Bu şiddet normal karşılanıyor. Çocuk eğitim ve terbiyesinin bir parçası olarak görülüyor.  

Bu açıdan hatırlattı;

 Bkz: David Copperfield

*

Ebeveynlerin onunla konuşma dediği serseri çocuk Huckleberry Finn ile takılıyor Tom. Bir gece ikisi dışarıda iken bir cinayete tanık oluyorlar.

Yaşlı sarhoş Muff Potter, kızılderili Joe ve doktor Robinson gece yarısı bir mezarı kazıp ceset çıkarıyorlar. Bunu doktor istemiş. İki adam doktordan daha fazla para isteyince aralarında kavga çıkıyor ve kızılderili Joe doktoru öldürüyor. Suçu Muff’e atıyor. Muff sarhoş olduğu için ne olduğunu hatırlamıyor ve kendisinin öldürdüğünü zannediyor. 

Çocuklar bunu kimseye söylememeye karar veriyorlar. Çünkü olur da kızılderili Joe kurtulursa kendilerini öldürür diye korkuyorlar.

Bir zaman sonra da bu olayı unutuyorlar.

*

Tom, Joe ve Huck bir gün evden kaçıyorlar. Uzaklaşıyorlar. Köydekiler onların boğulduğunu sanıp arıyor. Üç çocuk yarattıkları bu karmaşadan memnun oluyor, köy çocuklarının kendilerini kıskanacağını düşünüyorlar.

Tom bir ara kamptan kaçıp gizlice köye dönüyor, evine geliyor. Teyzesinin ve Joe’nun annesinin nasıl üzüldüğünü görüyor. Kendisi de üzülüyor ama arkadaşlarının yanına geri dönüyor.

Cenaze törenlerinin yapıldığı gün çocuklar ortaya çıkıyor.

*

Kıyafetleri gösterişli diye Yeşilaycılar Birliği’ne katılıyor Tom. Tütün ve küfür yasak. Ama “insanın bir şeyi yapmamaya yemin etmesi, o şeyi daha çok yapmayı istemesinin en garantili yoluydu.” Sf.205

Bir süre sonra bundan da sıkılıyor.

*

Çocukların gördüğü ama kimseye söylemediği cinayet davası görülmeye başlıyor. Tom ve Huck, mahkemeden bir gece önce Muff Potter’ın avukatına her şeyi anlatıyorlar. Potter’ın avukatı Tom’un tanık olarak dinlenmesini istiyor. Huck’ın dinlenmesine zaman kalmadan kızılderili kaçıyor.

*

Tom ve Huck bir gün define aramaya karar veriyor. Perili evlerin bunun için ideal olduğunu düşünüyorlar. Buluyorlar da ama bu definenin sahibi kızılderili Joe imiş. İntikam için gelmiş. İntikam alacağı kişi ölen yargıcın karısı. 

Huck o sırada Joe’yu görüp takip ediyor. Sonra da en yakın komşuya gidip yardım çağırıyor. Kızılderili Joe yine kaçıyor. Kendisini kurtardığı için Huck'a minnettar olan duş kadın, Huck'ı kendi himayesine alıyor. 

*

Bir gün Tom ve Becky de ortadan kayboluyor. Okul pikniğinde mağarayı dolaşmaya çıkıyorlar ve kayboluyorlar. Tom çıkış yolu ararken Joe’yu görüyor. Hemen geri dönüyor. Başka bir çıkış yolu buluyor. Becky ile çıkıyorlar.

Tom ve Becky’nin mağarada kaybolması üzerine bir daha kimsenin başına bu gelmesin diye yargıç, mağaranın girişini demir ile mühürleyip kapısına üç kat kilit vuruyor.

Tom, Joe’nun içeride olduğunu söyleyince mağarayı açıyorlar. Joe ölmüş.

*

Tom, Joe’nun hazinesini mağarada buluyor. Huck ile beraber hazineyi alıyorlar.

*

Dul kadın, Huck’in kendisini kurtarmak için yaptıklarını öğrenince onun bakımını ve eğitimini üstlendiğini açıkladığı sırada Tom, buna gerek yok, Huck zaten zengin, diyor ve hazineyi ortaya çıkarıyor.

Hazine dedikleri on iki bin dolar. Ekonomik durum şöyle anlaşılabilir, bir dolar bir çocuğun bir haftalık harcamasına yetiyormuş.

Büyükler hazineyi Tom ve Huck arasında paylaştırıp bankada faize yatırıyor.

*

Huck, dul kadındaki temiz ev ortamı, temiz giysiler, küfürsüz konuşma gibi şeylere katlanamayıp kaçıyor. Tom onu ikna ediyor.

*

Sonu da çok tatlı. Tom ve Huck ünlü birer soyguncu olmayı hayal ediyor. Huck da tanınmış bir soyguncu olursa dul kadının kendisiyle ne kadar da gurur duyacağını düşünüp seviniyor.

*

Yazar, kitabın sonunda bu hikayenin burada bitmesi gerektiğini anlatıyor. Bunlar yetişkin insanlar olsalardı hikaye evlilikle biterdi, diyor. Ama çocuklar. Ve hepsi hayattalar, mutlu bir hayat sürüyorlar, diyor. Okuyucunun gönlüne su serpiyor. İyi oldu. Benim de Tom Sawyer ve arkadaşlarının büyüdüğünü görmeye merakım yok zaten. 

*

Huckleberry'nin de yazmaya ve okumaya değer maceraları var. 

KALPTEN GELEN ARMAĞAN - YENİ TOHUMLAR YENİ HAYAT

KALPTEN GELEN ARMAĞAN

Yeterli Olana Dair Bilgece Bir Hikaye

(The Gift of Story)

A Wise Tale About That What Is Enough

Dr. Clarissa Pinkola Estes

İngilizceden çeviren: Seda Ağar

Düşbaz Kitaplar

1.Basım - Kasım 2021

30 sayfa



YENİ TOHUMLAR YENİ HAYAT

Asla Ölmeyecek Olana Dair Bilgece Bir Hikaye

(The Faithful Gardener)

A Wise Tale About That Which Can Never Die

Dr. Clarissa Pinkola Estes

İngilizceden çeviren: Seda Ağar

Düşbaz Kitaplar

1.Basım - Kasım 2021

62 sayfa


İç içe iki kitap var. Kitabı tersten tuttuğunuzda başka bir kitap oluyor, çift yönlü. 

Yazarın bir diğer kitabı;

Bkz: Kurtlarla Koşan Kadınlar

Orada bildiğimiz masalların bilmediğimiz anlamlarını aktarıyordu. Kendi ailesinden aldığı hikaye anlatıcılığı ile farklı değerlendirmeler yapıyordu. 

Bu kitaplarda da yine hikayeler var. Yazarın hayatı hikaye dolu anladığım kadarıyla. Ailesinde sorulara hikayelerle cevap verilir, hikaye anlatırken de laf lafı açar, bir sürü hikaye birikirmiş neticede. 

Yazar, Meksika ve İspanya kökenli. Evlat edinilmek suretiyle de Macar. Hikaye çeşitliliği açısından zengin kökler. Yalnız işin üzücü tarafı genelde savaşlardan ve dolayısıyla acılardan doğan hikayeler. 

Hikayelerin sağaltıcı bir gücü olduğunu savunuyor yazar. Hem anlatana hem dinleyene iyi geliyor, bazı yaralara dokunup iyileştiriyor diye düşünüyor. Belki de yaralara dokunmayıp etrafında dolaşıyor, yaranın kabuk bağlayıp iyileşmesine yardım ediyor. 

“Hikayeler öğretir, hataları düzeltir, kalbi ve karanlığı aydınlatır, psişik bir sığınak sağlar, değişime yardımcı olur ve yaraları iyileştirir.” Sf.29

Hikaye anlatıcılığını adeta bir ibadet gibi görüyor yazar ve ailesi. Öyle şevkle anlatıyorlar ki onlara göre en büyük felaket hikaye anlatacak insan kalmaması.

“Bizler de hikayeleri seven bir Tanrı’ya inanmıyor muyuz? Tanrı’yı hüsrana uğratmamak için hikaye anlatmalıyız."

*

KALPTEN GELEN ARMAĞAN

Bu hikaye yazarın teyzesinden gelmiş. 

Hikayeye göre savaştan kaçan kadın ve erkek bir kulübeye sığınır. Birbirlerine hikaye anlatarak vakit geçirmeye karar verirler.

İlk hikaye adamdan gelir;

Noelde birbirine hediye almak isteyen fakir bir karı koca vardır.  

Kadın, kocasına bir saat zinciri almak ister. Ama parası yoktur. Kadının upuzun saçları vardır. Saçlarını kestirip satar. Kazandığı parayla kocasına saat zinciri alır.

Adam da karısına bir tarak almak ister. Bunun için saatini satar. 

Hediyeleri birbirlerine verdiklerindeki şaşkınlık, hüzün, sevinç... her türlü duyguyu yaşarlar. Önce üzülürler ama sonra birbirlerini ne kadar sevdiklerini hatırlarlar. 

Yani;

“Ellerindeki değerli eşyaları satarak hiçbir işe yaramayacak nesneler alan ama en sonunda özü, birbirlerine karşı duydukları sevginin oluşturduğu o çok daha büyük hazineyi yeniden keşfeden genç adamla kadın” Sf.29

Kitabın bu kısmında "Nedir yeterli olan?" diye soruluyor. Yeterli olan, hikayelerin nesilden nesile aktarılması imiş.

“Hikayeyi anlayabilecek tek bir can kaldığı ve hikaye anlatıldığı müddetçe aşk, merhamet, cömertlik ve güç daimi olarak bu dünyada var olacaklar, size söz… Ve bu da yeterli olacak.”Sf.30

*

YENİ TOHUMLAR YENİ HAYAT

Bu hikayeyi yazarın amcası anlatıyor. 

Savaştan kaçıp Amerika’ya gitmiş. Yaşadığı acı ve zorluklara rağmen içindeki sevgi ve şefkat azalmamış. Çocuklara, hayvanlara ve ağaçlara özellikle. 

Eğitimi yok, zaman zaman bunun zorluklarını yaşamış ama başkaları onun eğitimsiz olması yüzünden bir zorluk yaşamamış. 

Amca, anılarını birebir anlatamıyormuş. Çünkü acı var hepsinde. Ama anlatmanın bir yolunu bulmuş. O da hikayeleştirmek. Üçüncü kişinin ağzından anlatarak baş edebiliyormuş yaşadıklarıyla. Şimdi hikayelerin şifalandırıcı etkisini anladım.

Toprağı avcunun içi gibi bilen ve seven bir adam bu amca. Fakat sonra toprağı da elinden alınıyor. İstimlak edilerek otoyol yapılacak. Direniyor kazma kürekle amca.

Amcası bir ağacın hikayesini anlatıyor. Köknar ağaçları kışın insanların eğlencelerine eşlik etmek için can atarlarmış. İnsanlar yılın o zaman gelir, en güzel köknar ağacını kesip evlerine götürür, çoluk çocuk tüm aile ağacı süsler, etrafında oturur, şenlikler yaparlarmış. Ağaçlar da bundan çok memnun olurmuş.

Genç köknar ağacı da her kış insanlar gelip kendisini yanlarında götürsün istermiş. Nihayet bir gün bu arzusu gerçek olmuş. İnsanlarla gerçekten güzel vakit geçirmiş. Ancak sonra eğlence bitmiş, ağaç yakılmış. Ağaç önce acı duymuş ama buna da sevinmiş: "Böylesine bir parlaklıkla yanabileceğimi hiç bilmezdim, bir odayı böylesi bir sıcaklıkla doldurabileceğimi.” Sf.49 Külleri toprağa savrulmuş, orada da başka canlara yardımı olmuş.

Yani;

“Değersiz şey yoktur. Her şey bir amaca hizmet edebilir. Tanrı’nın bahçesinde herkesin ve her şeyin bir yararı vardır.” Sf.50

Amcası vakti gelince göçüp gitmiş dünyadan. Geride ağaçlıklı bir bahçe bırakarak. Bu bahçe için tarlaya hiçbir şey ekmemiş. Bunun anlamı doğadaki tohumlara davetiye demekmiş. Burada istediğiniz gibi konaklayabilirsiniz, demekmiş gelecek ağaç tohumlarına.

*

Bu kitapta öğrendiğim yeni bir kavram oldu:

Aktif dua: "Tanrı ile el işleri, bahçe işleri, yürüyüş, koşu gibi muhtelif faaliyetler kanalıyla iletişim kurmayı ifade eden bir dua biçimi. İnsanın el ve ayakları aktif, işler haldeyken, ruh ve beden sağlığının daha iyi korunacağı görüşüne dayanıyor."Sf.55

*

Aile hikayelerini ölümsüzleştirmiş yazar bu kitapla. Tam da ailesinin öğütlediği gibi nesilden nesile aktarma misyonunu üstlenmiş ve belli ki başarmış da. 


12 Eylül 2022 Pazartesi

ÖNCE EKMEK

 


ÖNCE EKMEK

Orhan Kemal

1968

1969 Sait Faik Hikaye Armağanı

1969 Türk Dil Kurumu Hikaye Ödülü

Everest Yayınları

7.Basım - Eylül 2007

109 sayfa


Taş gibi sert fakirliklerin olduğu, asla kırılamayacak, aşılamayacak hissi veren, dört bir yandan saran sefilliklerin anlatıldığı hikayeler için buyurun.

Ben hikayeleri üzücü buldum. Gerçekçiliği daha üzücü kılıyor. Bu gerçekçiliği sağlayanın da dil olduğunu düşünüyorum. Sokak dili var. 1960'ların sokak jargonu. Sanırım o yüzden hikaye gibi değil de sokak röportajı gibi geldi. Kısa belgesel hatta. 

O dönemi biliyor muyum, yaşadım mı, hayır. Ama hikayeleri okuyunca görmüş kadar oldum. 


*

Kitaptaki hikayeler:


1. Önce Ekmek

Baba çalışıyor. Karısı ve kızının da çalışmasını istiyor. Kız, okumak istiyor. Anne baba bu yüzden sık sık kavga ediyor. Sonra bir gün  kız karar veriyor çalışmaya. Okulu bırakıp çalışmaya başlayacağını babasına söylüyor. Babası onca zaman çalışın diye karısının ve kızının başının etini yiyen kendisi değilmiş gibi üzülüyor. Ama söyleyemiyor bir şey.

Kızın hayali doktor olmak. Dersleri de iyi ve hocaları da bu hayalini destekliyor. Yaşlı ve hasta komşu teyze de. Kız, doktor olunca seni iyileştireceğim diyor yaşlı teyzeye. Teyze de, sen doktor oluncaya kadar ölmeyeceğim, diye söz veriyor kıza. Kız, okulu bırakmaya karar verince teyzeye karşı da üzülüyor.


2. Bir Çocuk

Sokak serserisi bir çocuk, İstiklal Caddesi’nde volta atıyor ve belasını arıyor. Belalı ağabeylerine özeniyor. Nihayet aradığı kavga çıkıyor. Bir lokantadan içeri bakarken rahatsız olan garson ve müşteri ile kavga çıkıyor. Çocuk gururla kavganın kendisinden ötürü çıktığını söylüyor, hapse girmek istiyor, bunu bir şeref sayıyor. Ama hapse atmıyorlar, o da  adalete sövüyor.


3. Üçüncü

Hırsızlıktan hapse girip çıkmış iki arkadaş, hapis hayatını övüyorlar, oradaki kumarı, yemeği…

Şimdiki planları küp küp altını olduğunu duydukları bir amcayı soymak. Ama plana üçüncü bir kişi dahil oluyor. Sonra aralarında güvensizlik doğuyor, plandan vazgeçip yollarına devam ediyorlar.


4. Tarzan

Tarzan lakaplı işportacı çocuk, önündeki kitaba bakarak hayal kuruyor. Kitaptaki kovboy arabasında güzel bir kadın varmışmış. Akrabasından kalan mirası almaya gidiyormuşmuş, kovboylar önünü kesmişmiş…

O kadını Leman Ablasına benzetiyor. Kovboy dergileri karşılığında bazı erkeklerle mektup alışverişine hizmet ettiği Leman Ablasını pek seviyor.

Kendi kardeşi de başka erkeklerin kıskacında. Çünkü baba ortada yok. Anne hasta ve fakir.


5. Coni

Adam çirkin olduğunu düşündüğünden aynalara bakmak istemiyormuş.

Karısına laf atarlar da kavga etmek gerekir korkusundan karısıyla dışarı da çıkamıyormuş.

Film sektöründe getir götür işleri yapar, adına Coni derlermiş. Patronu getir götür işleri buyurur, ama yol parası vermezmiş. Bu adamcağız da yürüyerek oradan oraya koştururmuş. Patronuna söyleyemiyor yol parasının olmadığını, kendi kendisine söyleniyor. 


6. Mavi Taşlı Küpe

Oğluna kız bakan anne bir kızı beğeniyor. Oğluyla evlendiriyor. Kız adamı ilk kez görüyor. Adam da kızı. Gerdek gecesi, gerdek olmuyor. Adam dönüyor yatıyor.

Kadın diğerlerini susturrmak için baldırına makas saplıyor, kanlı çarşaf için.

Sonra da kocasının çırağıyla yatıyor. Koca basıyor bu ikisini. Çırağı dövüyor. Karısı da adama saldırıyor, kovalıyor sokaklarda. Hapse giriyor.

Hapisten çıkınca kadın işi erkek işi demeden çalışıyor. 


7. Çocuklar

İki çocuk önce laf kavgası ediyorlar. Sen benim kim olduğumu biliyor musun, sen biliyor musun, benim babam senin babanı döver… derken dost oluyorlar. Hatta çocuklardan biri mahallenin yakışıklı delikanlısını öyle bir övüyor ki diğer çocuk kendi halası için o delikanlıyı düşünmeye başlıyor.

Çok tatlılar.


8. Pazartesi

Pazartesileri “mendeburlaşan” bir yayınevi patronu,  muhasebecisine düpedüz mobbing uyguluyor.

Patron, haftasonu felekten bir gece çalmış. Karısını aldatmış. Evde kavga çıkmış. Pazartesi gelmiş, mıhasebecisine patlıyor.

Patron, piyasadan alacaklarının gelip gelmediğini soruyor muhasebeciye. Olumsuz yanıt alınca, borçluların neden paraları ödemediklerini soruyor muhasebeciye. Çünkü onlar alacaklarına aslan, vereceklerine kuzgun olur, diyor muhasebeci. İşte bu atasözünün doğrusu, yanlışı üzerine tartışıyorlar. Patron, yanlış söylüyor. Sonra yanlış söylediğini fark ediyor. Muhasebeci onun yanlış söylemesini onaylıyor, sırf patron yakasını bıraksın diye. Sonra patron, işçinin kendisiyle dalga geçtiğini düşünüp aşağılıyor onu. Aynaya bak, neye benziyorsun, diye soruyor. İşçiden eşek cevabı alıncaya kadar peşini bırakmıyor.

Muhasebeci lise mezunu, patron ilkokul dört. Bunun ezikliğini de yaşıyor patron. Sonra da eğitimin önemsizliğinden bahsediyor. 


9. Sevmiyordu

Çocuğu, sevmediği bir teyzeye bırakıyorlar zaman zaman. Çocuk ısrarla söylüyor istemiyorum diye. Anlaşılıyor neden istemediği. Kadın, çocuğun babasının oynaşı galiba. Ben öyle hissettim çocuğa sorduğu sorulardan. Baban benden bahseder mi, annen mi kızar bahsetse... gibi sorularla çocuğun ağzından laf almaya çalışıyor. 


10. İncir Çekirdeği

Dondurmacı adam ve karısı. Zar zor geçiniyorlar. Oğulları tıp okuyor, yakında doktor çıkacak. Ama dereyi görmeden paçayı sıvıyorlar. Doktor oğlumuz gözümü iyi edecek, bir ilaç verecek fıtığım geçecek, bir damla verecek gözüm açılacak… Mahalleliyi de gazlıyorlar. Kendi kendilerine o kadar kuruyorlar ki kafalarında, oğlanın annesi, daha ortada kimse yokken muhtemel gelinini kıskanıyor. Ben okuttum, büyüttüm, el kızı mı yiyecek diye.


11. Elli Kuruş

Gazeteci çocuk. Okumak hayali var para kazanması lazım. Babası terk etmiş. Anne ve anneannesi ile yaşıyor. Onlar da çalışıyor.

Gazete yazarı ile gazete satan çocuk arasında muhabbet oluşmuş. Yazar, çocuğa borç vermiş. Çocuk parça parça borcunu ödüyormuş. En son elli kuruş kalmış ki çocuk görünmez olmuş. Yazar, ihtimal vermiyor çocuğun elli kuruşun üzerine yattığına. Aklına kötü senaryolar geliyor, başına bir şey mi geldi acaba diye.

Bir gün başka bir gazeteci çocuk geliyor gazeteleri satmaya. O çocuk uzatıyor yazara elli kuruşu ve kötü haberi veriyor. Ağabeyi olan gazeteci çocuk ölmüş, dün gömmüşler.


12. Sağiç

Futbol oynamak isteyen çocuklara engel olmamak lazım. Engel olunan sonra zalim liderlere dönüşebiliyorlar. Bırakın çocuklar futbolsa futbol, resimse resim... neye merakı, hevesi varsa o kanaldan ilerlesin.

Bu hikayede de Süreyya, babası izin vermiyor diye çok sevdiği futboldan mahrum kalıyor. Bu öfkeyle annesinin, babasının öldüğünü, babasının sahip olduğu bakkalın yandığını hayal ediyor.

Aradan otuz yıl geçiyor. Çocukluk arkadaşı, Süreyya’yı merak edip eski mahallesine gidiyor. Buluyor da Süreyya’yı. Süreyya, onu tanımakta zorlanıyor önce. Tanıyınca da çok heyecanlanmıyor.

Süreyya’nın çocuğu geliyor sonra. Futbol oynamaya gidecekmiş, Süreyya izin vermiyor oğluna. 

Hey gidi.

Süreyya’nın arkadaşı da merak ediyor, bu çocukcağız da babasının ölmesini hayal ediyor mudur diye.

(Hikayenin adı olan sağiç, futbol terimi. Bilmeyenler için, ben bilmiyordum, hala bilmiyorum, forvet mi ne öyle bir şey.)


13. Sezai Bey

Yaşadığı tatsızlıklara, “bu adamların hangisine karısı canım kocam, bütün erkekler bir yana, sen bir yana diyordur ki!” diye göğüs geriyor Sezai.

Yaşadığı tatsızlık da troleybüs kuyruğunda beklemek, gencin birinin kendisine ihtiyar demesi.

Söz konusu gençle az kalsın kavga edeceklerdi, genci tuttu diğerleri.

Sezai Bey ise, evde tam tersi olarak anlattı tabii.

Karısının onu övmesi, onun da karısını övmesi çok hoş. Fakat evdeki hizmetçi kızı sıkıştırıyormuş, of Sezai Bey yaaa.


14. Taş

Alkolik adam, şaraphaneye girmek istiyor. Şarapçı izin vermiyor. Para yoksa, şarap yok.

Dışarı atılan adam eline bir taş alıyor, içeriye atmayı kurguluyor kafasında. O sırada şarapçı onu görüp bana taş mı atacaktın diyip hırpalıyor adamı.


15. İki Buçuk

Para üstü verilmedi diye kafasında kuruyor yolcu. Az bir para üstü, seslensem insanlar ayıplar. Ya da şoför almadım, vermedin ki para der, hakaret eder, zaten tipi de düzgün değil, it herif, karakola gideriz. Kuruyor da kuruyor. Yeraltından Notlar gibi. Kafasında kurduğu kavgada kendisini haksız çıkartıp bir de üste para vermeyi düşünüyor. İneceği yere geliyor, inecekken şoför al ağabey, para üstün diyor.

Utandığıyla kalıyor.


16. Biletsiz

Otobüse biletsiz binmiş yolcu. Biletçi biletini soruyor, biletim yok, almayacağım, karışamazsın diye deli deli konuşuyor. Biletçi ısrar ediyor. Sonra otobüste yolcunun tarafında olanlar ve biletçinin tarafında olanlar laf dalaşına başlıyor. Dalaş, kravatlı beyler ve kravatsız beyler arasında hiyerarşik bir kavgaya dönüşüyor. Sonunda karakolda buluyorlar kendilerini. Ama kimse kavganın ilk sebebini hatırlamıyor.

Biletsiz yolcunun biletsiz seyahat etmesi yanına kar kalıyor.


17. Uzman

Gözümün önünde flörtleştiler.

Adam, trende sineklerden rahatsız oluyor. Yakaladığı sineklerin bacaklarını koparıp salıyor, böylece diğer sinekler görüp ibret alırlarmış. Sinekler kendi aralarında konuşurlarmış muhakkak.

O esnada trene güzel bir anne ve çocuğu biniyor. Çocuk, sineklerle ilgili sorular soruyor adama. Adam bu konunun uzmanı olduğunu söyleyip çocuğun zekasını övüyor. Babasının ne iş yaptığını soruyor. Babası gibi zeki maaşallah, diyor. Kadınsa, kocam aptalın tekidir, diyor. Kocasını yerin dibine sokuyor. Hep akıllı bir kocam olsun isterdim, diyor. Adam da, ben de güzel bir karım olsun isterdim, diyor. Çocuk arada soru soruyor ama duyan yok. Hatta çocuk sinirlenip küfrediyor, ilgilenen yok. Kartlar, telefonlar verilip trenden iniliyor.

YILDIZ TOZU


 


YILDIZ TOZU

(Stardust)

Neil Gaiman

1997


Fantastik bir aşk hikayesi diyebilir miyiz?

Dedim gitti.

Mini özet: 

Delikanlı, sevdiği kız istedi diye kayan bir yıldızın peşinden gidiyor. Buluyor da. Yıldız aslında insanmış, güzel bir kızmış. Delikanlı, yıldızı, sevdiği kıza götürürken yolda yıldıza aşık oluyor. Yıldız da ona. Zaten delikanlının köydeki sevdiği kız da başkasına aşık. Herkes muradına eriyor. Bu esnada delikanlı ve yıldız yolda türlü türlü maceralar yaşıyorlar. Çünkü yıldızın peşinde prensler ve cadılar var. Prensler, yıldızın taşıdığı kraliyet taşının peşinde. O taşı alan ülkenin yeni kralı olacak. Cadılar da yıldızın kalbinin peşinde. Yıldız kalbi, gençleşmelerini sağlayacak. Delikanlı ve yıldız onları atlatıp sonsuza dek mutlu yaşıyorlar.

*

Uzun özet: 

Dunstan Thorn, Duvar Köyü sakini on sekiz yaşında bir genç. Köyden çıkıp büyük şehre gitme hayali var. Kız arkadaşı Daisy Hempstock

Panayır zamanı geldiğinde Duvar köyünün kapıları yabancılara açılıyor.

Dunstan, panayırda kız arkadaşına çiçek almak istiyor. Çiçekçi kız bir köleymiş. Dunstan'a çiçeği para yerine öpücük karşılığı veriyor. Akşam da gelip kukumav gibi örmesini istiyor Dunstan’dan.

Dunstan oradan ayrılıp çiçeği kız arkadaşına verirken kızı öpüyor. Bu öpücük herkesi şok ediyor. Oğlanın büyülendiğini düşünüyorlar. 

Dunstan, akşam çiçekçi kızla buluşup sevişiyor. Sonra köyüne dönüp kız arkadaşı ile evleniyor. 

Dunstan bir gün evinin önünde sepet içinde bebek buluyor. Üzerinde şu not var: Tristran Thorn

Belli ki çiçekçi kızla sevişmesinden çocuğu olmuş, kadın çocuğu Dunstan'a göndermiş.

Tristran Thorn, Dunstan'ın karısını anne biliyor. Annesi, babası ve kız kardeşi ile mutlu mesut büyüyor.

*

Tristran bir kıza aşık oluyor. Adı Victoria. Kızdan bir öpücük koparabilmek için kıza dünyaları vermeye hazır. Kızın istediği ise az evvel kayan yıldız. Kayan yıldızı getir, diyor kız Tristran’a. Bunu yapamayacağını düşünüp başından savıyor aslında.

Tristran, normalde kimsenin çıkışına izin verilmeyen Duvar’dan babasının yardımıyla kolayca çıkıyor. Buna anlam veremiyor Tristran. Arka planda olan şu, Dunstan, duvar nöbetçilerine Tristran’ın bu köyde doğmadığını, dolayısıyla bu kurala tabi olmadığını söylüyor. Tristran bunu bilmiyor.

Tristran, Duvar’dan çıkıyor ve Perili Ülke’ye gidiyor.

*

Stormhold Ülkesinde yaşlı kral, Stormhold’un Erk’i olan taşı varisi olan oğullarının önünde havaya fırlatıyor. Taş gökyüzünde başka yıldızların arasında parlıyor diğer yıldızlarla birlikte. Taşı bulup getiren Stormhold’un yeni Efendisi olacak. Erkek kardeşler bunun için yola çıkıyor ve mücadele ediyor. Bir handalarken içlerinden Tertius’u kardeşi zehirleyip öldürüyor.

*

Korulukta yaşayan üç yaşlı kadın var. Limlimler yani büyücü kraliçeler deniyor onlara.

Daha genç olmak için kayan bir yıldıza ihtiyaçları var. O zaman gençleşeceklermiş.

*

Tristran küçük bir adamla dost olarak kayan yıldız arayışına devam ediyor.

*

Kayan yıldızın peşinde olan cadı, tekesini satıp yiyecek bir şeyler almayı planlayan fakir bir genç oğlanı tekeye dönüştürüp arabasına sürüyor.

*

Tristran, kayan yıldızı buluyor. Yıldız bir kızmış. Gökyüzünden düşmüş ve bacağını kırmış. Tristran kızın bileğine zincir doluyor ve Victoria'ya sunmak üzere kızla birlikte dönüş yoluna koyuluyor.

Kızla dönüş yolunda ilerlerlerken tek boynuzlu bir ata saldıran bir aslan görüyorlar. Ata yardım edip kurtarıyorlar ve tek boynuzlu atla yollarına devam ediyorlar. 

Tristran acıkıyor. Yıldızlar acıktıklarında karanlığı yermiş, o yüzden yıldız aç değil. Tristran, yıldızın zincirini gevşetip ve ondan kaçmayacağına dair söz alıp bir köye gidiyor karnını doyurmak için. Döndüğünde yıldız kaçmış. 

Bir ağacın yardımıyla bir arabaya biniyor. Arabanın sürücüsü kaderini arıyormuş. Arabacı Stormhold ülkesi varislerinden Lord Primus. Kardeşi Septimus’tan kaçıyor. Tristran’ı da bu konuda uyarıyor.

*

Yıldız ve tek boynuzlu at bir hana giriyor. Hancı kadın onlara şefkatle yaklaşıyor, fakat aslında cadı.

Primus ve Tristran da aynı hana geliyor. Primus, yıldızı tanıyor ve ondan babasının taşını, Stormhold’un Erki’ni istiyor. O sırada Tristran, hancı kadının kendisini zehirlemeye çalıştığını anlayıp Primus’u uyarıyor. Hancı kadın cadılığını ortaya çıkarıyor. Çıkan arbedede Primus ve tek boynuzlu at ölüyor. Tristran ve yıldız, Tristran’a ağacın verdiği sihirli mum ile oradan kurtuluyor.

*

Primus’un cesedini görüyor Septimus. Kanunları gereği kardeşinin intikamını almak zorunda. Yaşlı cadının evini buluyor. Onu yakmaya karar veriyor. Fakat kadın bunu engelliyor ve Septimus’u öldürüyor. Böylece tüm kardeşler ölüyor ve öyle görünüyor ki hiçkimse Stormhold’un Lordu olamayacak.

*

Yıldız ve Tristran, kendilerini bir bulutun üstünde buluyorlar. Yıldız, Tristran’a boyun eğiyor artık çünkü Tristran onun hayatını kurtardı. Yeni bir başlangıç için yeniden tanışıyorlar. Kızın adı Yvaine imiş.

Onları oradan bir gemi kurtarıyor. Yeryüzüne bırakıyor.

*

Tristran, zor durumda kalmış bir kuş görüyor. Kuşun takıldığı yerden kuşu kurtarıyor. Kuşun sahibi yaşlı kadın onu hırsız sanıyor. Tristran, yanlış anlama için özür diliyor ve kadın onları Duvar’a götürmeyi teklif ediyor. Karşılığında Tristran'dan Duvar’daki panayırda çiçek tezgahını işletmesini istiyor. Tristran kabul etmiyor. Çünkü Duvar’da bu kadın için çalışamaz, başka işleri olacak. Ama yolculuk için para teklif ediyor kadına. Kadın kabul etmiyor. Tristran, babasının verdiği yeşil ve beyaz camdan yapılmış bir kardeleni gösteriyor kadına. Bu çiçek aslında bir tılsımmış. Bir güç nesnesi. Yaşlı kadın bu çiçeği görünce yolcuları alıyor. Ama Tristran’ı bir fareye çeviriyor. Duvar’a gelince onu eski haline dönüştürecek. Yvaine’i ise hiç görmüyor. 

Duvar’a ulaşıyorlar. Yaşlı kadın, Tristran'ı eski haline döndürüyor.

Duvar nöbetçileri Tristran'ı tanımıyor, içeri almıyorlar. Tristran, kız kardeşi Louisa'nın yardıma gelmesiyle içeri girebiliyor. 

*

Tristran, Victoria'nın yanına gidiyor. Victoria, Tristran'ın sağ salim gelmesinden mutlu ve verdiği söze de sadık kalmaya niyetli. Ama Tristran’a bir gerçeği söylüyor, aslında bir başkasını sevdiğini, o akşam o yüzden onu öpmesine izin vermediğini, yıldızı bulup getirme konusunda Tristran'ı ciddiye almadığını ama gittiğinde bundan sorumlu olarak çok üzüldüğünü söylüyor. Sözünü tutup evleneceğini de ekliyor.

Tristran, sen bana evlenme sözü vermedin ki, diyor. Ne dilersem vereceğini söyledin, ben de senin sevdiğin adam ile evlenmeni diliyorum.

*

Tristran babasından doğum hikayesinin aslını öğreniyor. Ailesi ile vedalaşıyor. Yıldızın yanına dönüyor.  

Tristran ile yıldızı getiren yaşlı kadının yanındaki kuş, aslında insanmış. Kölelik zamanı sona erince zincirinden kurtuluyor ve Stormhold Lordu’nun ilk doğan ve tek kızı Bayan Una olduğunu açıklıyor. 

*

Yıldız, taşıdığı topuz taşını Tristran’a veriyor. Una’nın söylediğine göre bu taş, Tristran’ın büyükbabasınınmış. Yani Una, Tristran’ın annesi imiş. Stormhold soyunun son erkeği imiş Tristran. Dayıları ölüp ortadan kalktığı için Storrmhold Lordluğu Tristran'a kalıyor. 

*

Yıldızın peşindeki yaşlı cadı da yıldızı buluyor. Onun kalbini almak istiyor ama yıldız, kalbim artık bende değil, onu bir başkasına verdim, diyor. Cadı yıldızı uyarıyor, delikanlı onu kırar, hepsi öyle yapar, diyor ama öyle olmayacak.

*

Tristran ve Yıldız Stormhold’a gitmek üzere beraber yola çıkıyorlar. 

*

Filmi de var ve filmini kitaptan daha çok beğendim. 

Filmde yaşlı cadı Michelle Peiffer. Müthiş güzel bir cadı. Aynı derecede de acımasız.

Robert de Niro, Tristran ve yıldızı, buluttan kurtaran geminin kaptanı. O ve gemi mürettebatı çok sevimli.

Krallığın varisi prensler de çok eğlenceli. 

Romantik komedi fantastik, beni eğlendirdi.