27 Şubat 2020 Perşembe

HAYATI YENİDEN KEŞFEDİN



HAYATI YENİDEN KEŞFEDİN

(Reinventing Your Life)

Jeffrey E. Young – Janet S. Klosko

1993

Türkçesi: Sandy Kohen , Diana Güler

Psikonet Yayıncılık

21. Basım – Aralık 2019

452 sayfa


Çok övülüyor bu kitap.

Çok övüldüğünü Ekşi Sözlük’te gördüm aslında. Orası genelde “hiçbir şeyi beğenmeme timi” ile ünlüdür. Orada bile beğenilmiş.

Bu yüzden ilgimi çekti.

Kişisel gelişim kitaplarına soğuk bakmıyorum ben. Ama daha çok böyle uzman psikolog, psikiyatristlerin yazdıklarına. Yoksa büyücü gibi bağlama duası, zenginlik ritüeli vs içerenler değil. Onlara denk gelince de merakımdan okuyorum gerçi. Neşe veriyor J Ama esas istediği “Hayatımda bir problem var, ne olduğunu anlamak ve çözmek istiyorum.” olan insanlar için bu tarz kitaplar daha iyi. Kişisel gelişim tabiri çok ayağa düştüğü için herhalde şimdilerde bu tarz kitaplara “kendine yardım kitabı” deniyor.

Edelim bakalım kendimize yardım.

*

Kitap “şema” diye bir şeylerden bahsediyor.

Şema, çocukluktan başlayan ve yaşam boyunca sürekli tekrar eden bir kalıptır” sf.22

Çocukken anne babanızın söylediği bir laf, yaptığı bir davranış, ya da size herhangi bir şey söylemesi ve yapması da şart değil, anne babayı taklit ettiğimiz için anne babanın kendi kendine yaptığı ve bizim gördüğümüz şeyler de… Bunları alıp benimsiyoruz.

Yani çocukken babanız sizi aşağılıyordu diyelim, anneniz alkolikti, istismara uğradınız…

Bunun gibi şeyler işte hayatınıza sıçıyor.

Kitabı okurken çok haksızlık hissiyle doldum.

Kötü, psikopat, manyak… bir anne babanın çocuğu olabilirsin. Ya da hiç anne babanı görmemişsindir. Ve bu, yani tamamen senin dışında bir şey, senin tüm hayatını şekillendiriyor. Küçücük bir bebeğin hayatını böyle bir talihe bırakmak…

Ya da kötü, psikopat, manyak, rahatsız, huzursuz, güvensiz…vb olabilme ihtimali olan bir insana başka bir insanı şekillendirme kudreti vermek. Bu kudreti de küçücük bir bebekte uygulaması.

Haksızlık değil de ne?

(Gerçi şurada bunların haksızlık olmadığına dair bir şeyler var. Kendimizin seçtiğine dair:



Bilemiyorum.)

*

Yani ben aslında ben değilim. Anne babam ya da beni büyüten kimse, ben aslında onun yarattığıyım.

Anne baba, genler, çevre… Bunların karışımıyım. Benim özüme ait bir kısım var mı?

*

Bir yerlerde var olması gerektiğini düşünenler sanırım böyle kitaptır, uzman yardımıdır bunlara başvuruyor. Bu sanırım “Bir terslik var ama anlamıyorum, anlamak ve çözmek istiyorum” arayışı.

*

Kitapta pek çok danışanın hikayesine başvurularak tespitler, değerlendirmeler ve çözüm yolları sıralanmış. O danışanlar da hep artık son noktaya geldikleri bir terslikte terapiye başvurma ihtiyacı hissetmişler.

*

Şema dedik yukarıda.

O şemalar şunlar:

-Terk edilme

-Güvensizlik ve kötüye kullanma

- Dayanıksızlık

- Bağımlılık

- Duygusal yoksunluk

- Sosyal izolasyon

- Kusurluluk

- Başarısızlık

- Boyun Eğicilik

- Yüksek standartlar

- Haklılık

Siz hangisi ya da hangilerisiniz buna ilişkin testler var. Tek bir tanesi de olabilirsiniz, "little little into the middle" da olabilirsiniz. 

“Şemalar genellikle çocukken yaşadığımız aileye uyum sağlayabilmemiz için gelişmiştir. Belki bu örüntüler biz çocukken gerçekçiydi; ancak artık yararlı bir amaca hizmet etmeseler bile bizim onları sürdürmeye devam etmemiz sorunun kendisidir.” Sf.48

*

“Yetişkin olarak, çocukluğumuzda bize en çok zarar veren durumları tekrardan yaratmayı başarıyoruz.” diyor kitap.

Tacizkar ebeveyni bu kez eş, arkadaşlık, patron gibi ilişkilerimizde buluyoruz.

İlişkiler önemseniyor kitapta. Özellikle gönül ilişkileri. Kimyanızın çok uyuştuğunu sandığınız, çok yoğun tutku hissettiğiniz eş aslında sizin şemanızı destekliyor olabilir. O yüzden ondan zarar görseniz bile onunla olmaya devam ediyor olabilirsiniz. Yazarlar tabii ki sevmediğiniz biriyle olmanızı önermiyor, sadece şemanıza uygun, şemanızı sürdürecek kadın veya erkekleri seçmeye eğiliminiz olduğunu hatırlatıyor.

Örneğin ailenizde saygı görmediyseniz, onun yerine kusurlarınız yüzünden eleştirildiyseniz muhtemeldir ki sizi eleştiren bir kadın veya erkekten çok etkilenebilirsiniz. Ona karşı hissettiğiniz elektrik, şemanızı yani kusurluluk hissinizi destekler. Ve genelde bu şemalarımızı destekleyecek insanlara çekiliriz. O kadar çekim duymadığınız insanlara da şans vererek şemamızdan kurtulmamız mümkün olabilirmiş. Kitaptan anladığım bu.

“Ne kadar sağlıksız olursa olsun, pek çok insan, kendilerine tanıdık gelen ve büyüdükleri ortama benzeyen ortamlar arar ve yaratırlar.” Sf.66

*

Çözüm için aşama aşama öneriler yer alıyor kitapta.

Önce çocukluğa inmeç. Olmazsa olmuyor bu. Sonra yüzleşmeç. Sonra da ödevler. Kaçtığınız, çekindiğiniz şeyleri ufak ufak yapmaç.

*

Ben bir çırpıda okudum kitabı ama sakin sakin okumak, üzerine düşünmek daha faydalı olur.

Bu tarz başarılı bulduğum bir başka “kendine yardım” kitabı olarak;


*
Kendime özel not: Bu şemalar bende hep düşük ya da çok düşük olarak çıktı. (Çok Düşük- Düşük- Orta- Yüksek- Çok Yüksek diye puanlamalar var. Çok düşük demek, o şemanın sizin için geçerli olmadığı, Yüksek de sizin için önemli bir şema olduğu anlamına geliyor.) Aferin kız.  Bu kitabı 4-5 yıl önce okusam muhtemelen kötü sonuçlar elde ederdim, o zamanlar pek iyi hissetmiyordum kendimi. Ama geçti. Farkında olmadan burada bahsi geçen adımları yapmışım kendi kendime. 





26 Şubat 2020 Çarşamba

GAZİ VE FİKRİYE




GAZİ VE FİKRİYE

Hıfzı Topuz

2001

Remzi Kitabevi

21. Basım – Ocak 2011

286 sayfa


Bu kitaptan bir aşk hikayesi ya da biyografi bekleyen yanılır. 

Mustafa Kemal Atatürk'ün genel olarak hayatı ve bu hayatta Fikriye Hanım'ın yeri anlatılıyor.

Anlatayım ben de:

*

Fikriye’nin amcası Ragıp Bey.

Ragıp Bey, eşi öldükten sonra yeniden evleniyor. Evlendiği kadın, Ali Rıza Bey'in ölümüyle dul kalan Zübeyde Hanım.

Yani Fikriye Hanım, Mustafa Kemal'in üvey babasının yeğeni. 

*

Ali Rıza Efendi rüyasında gördüğü kıza aşık olmuş, o kıza benzeyen bir kız görürse evlenecekmiş. Gördüğü kız da evet Zübeyde Hanım.

Rıza Efendi 32, Zübeyde 14 yaşında evlendiklerinde.

Üç çocukları oluyor: Fatma, Ahmet, Ömer.

Üçü de küçük yaşta ölüyor.

Sonra Mustafa doğuyor.

Ardından Makbule ve Naciye. Ama Naciye de çocuk yaşta ölüyor.

Rıza Efendi memur, maaşı az. Memurluğu bırakıp kereste işine giriyor.

Mustafa 7, Makbule 3 yaşındayken, Naciye 40 günlükken Rıza Efendi ölüyor.

Zübeyde Hanım 36 yaşında, Ragıp Bey ile evleniyor.  Ragıp Bey’in bir kızı var, Rukiye.

Zübeyde Hanım ile Ragıp Bey’in bir oğlu oluyor. Süreyya. O da ölüyor.

*

Ragıp Bey’in kardeşi Memduh Bey.

Memduh Bey’in eşi Vasfiye, oğlu Ali Enver, kızları Fikriye, Jülide, Emine Melahat 

(Emine Melahat, kocasıyla Mısır'da yaşıyor ve kolera salgınında ölüyor.)

*
Fikriye, Mustafa Kemal'in üvey amcasının kızı. Ve kendisinden on altı yaş büyük "Kemal Ağabey"ine aşık. 

Kitapta delicesine, saplantılı, gözü başka birini görmeyecek şekilde bir aşk yansıtılıyor. Mustafa Kemal'inki ise daha ziyade bir sevecenlik gibi. 

Fikriye ile yakınlaşıyorlar ama görevi icabı sık sık başka şehirlerde oluyor Mustafa Kemal.

*

Selanik, Yunan işgali altına girince Zübeyde Hanım çocukları alıp İstanbul’a geliyor. Ragıp Bey, Selanik'i bırakmak istemiyor. 

Zübeyde Hanım, Vasfiye Hanımın evine geliyor. (Fikriye'nin annesi) 

Fikriye’den pek hoşlanmıyor Zübeyde Hanım. Benim oğlum sultanlara layık diyor. Makbule de öyle düşünüyor, bu yüzden Fikriye ile anlaşamıyorlar. Fikriye ile Makbule'nin bitmez kavgaları oluyor.

Zübeyde Hanımlar ayrı eve çıkıyorlar. Akaretler’de.

Zübeyde Hanım’ın Selanik’teki komşusu Ali Efendi, karısı ölünce küçük oğlu Abdürrahim’i Zübeyde Hanım’a bırakıyor. Evlat ediniyorlar Abdürrahim'i.

*

Mustafa Kemal Çanakkale’de büyük başarılar kazanıyor.

35 yaşında paşa oluyor.  

Bu süreçte Enver Paşa'nın kendisini durdurmaya yönelik hamleleri oluyor.

*

Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uzaklaştırmak için Samsun’a gönderiyorlar. Zaten Mustafa Kemal de Anadolu’ya geçmek ve halkı örgütlemek istiyordu. Ordu müfettişi olarak gidiyor. Orada örgütlenme başlattığı haberleri üzerine geri çağırılıyor. Gelmeyince müfettişlik görevi alınıyor. Mustafa Kemal de komple askerlikten istifa ediyor.

“Bu andan itibaren hiçbir resmi sıfatım ve memuriyetim yok. Milletin bir ferdi olarak ve gücümü milletten alarak görevimi sürdüreceğim.” Sf.137

Sonra;

Amasya Genelgesi (22 Haziran 1919)

Erzurum Kongresi (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919)

Sivas Kongresi (4 Eylül - 11 Eylül 1919)

düzenleyip Ankara’ya geçiyor. Büyük Millet Meclisi toplanıyor. (23 Nisan 1920)

*
Bu arada Fikriye'nin kardeşi Jülide veremden ölüyor. Erkek kardeşi Enver asker. Annesi Vasfiye Hanım da ölüyor. Tek başına kalıyor.

Sultanahmet’teki 24 odalı Macit Bey'in konağında kalıyor. 

Ama Mustafa Kemal'in hasretine daha fazla dayanamayıp Ankara’ya gidiyor Mustafa Kemal’i görmeye. Mustafa Kemal de hem özlediği hem de kaldığı yerde (Direksiyon Binası) bir kadının evi çekip çevirmesinin iyi olacağını düşünerek çağırıyor Fikriye’yi.

Burada yazar, daha önce Sofya'da görev alan Mustafa Kemal'in oradaki kadınlı erkekli eğlenceleri özlemiş olabileceğini, Fikriye'yi görmenin iyi geleceğini anlatıyor.

Açıkçası yazarın, erkek olması nedeniyle olsa gerek, anlatımında yer yer eril bir hava sezdim.

Bir de gülünç yakınlaşma ifadeleri. Fikriye'nin göğsü Mustafa Kemal'e değdi, çok heyecanlandı, dizleri dokunuyordu, çok heyecanlandı Fikriye... Bu tabii yazarın anlatımına katması beklenebilecek tuz biber, ama azıcık komik geldi bana.

*

Fikriye ile Mustafa Kemal'in aynı evde yaşaması Fikriye'nin ağabeyinin canını sıkıyor. Fikriye'nin ona anlattığına göre Mustafa Kemal ve Fikriye gizlice evlenmişler. Mustafa Kemal gizli olmasını istemiş, çünkü annesinin rızasını almadan nikah kıymak saygısızlık olur ama annesinin rızasını alacak vakit yok, düğün de mümkün değil o şartlarda. Ortalık düzelince hallederiz demiş.

Kitaptan Mustafa Kemal'in Fikriye’ye aşık olmadığı çok açık. Seviyor ama Fikriye'nin kendisini sevdiği gibi değil.

*

İzmir’de düşman denize dökülüyor.

Uşakizadelerin köşkünde kalıyor Mustafa Kemal. Latife Hanım ile de burada tanışıyorlar.

Latife Hanım ile münasebeti, Fikriye'ye ihanet olur mu?

Bu konuda yazar şunu dile getirmiş:

“…Mustafa Kemal biraz bıkmıştı Fikriye’den. Yaklaşık iki yıllık ortak bir yaşam, bir tekdüzelik yaratmıştı. Gazi yeni ilişkilerin özlemini duymaya başlamıştı. Onun yaşamında hiçbir duygusal ilişkinin iki yıllık ömrü olmamıştı. Sırası geldiği zaman her türlü bağlarını kesip koparmayı bilecek bir yapıdaydı. Belki bu yüzden Latife’ye karşı duygusal bir eğilim göstermesinin sakıncalı olmayacağını düşündü.” Sf.224.

Demin bahsettiğim eril bakış akışı.

*

Fikriye verem oluyor. Almanya’da sanatoryuma gönderiliyor.

Mustafa Kemal de Latife Hanım ile evleniyor.

“Gazi bu evlilikten mutlu muydu? Orası hiç belli değil. Ama Mustafa Kemal çağdaş bir evliliğin örneğini vermek için elinden geldiği kadar zarif ve anlayışlı davranıyordu. Evlilik fırtınalarının kopmasına daha çok zaman vardı.” Sf.252

*

Fikriye bir gazeteden öğreniyor evlilik haberini.

Ankara’ya geliyor.

Latife Hanım ve Mustafa Kemal’in soğuk, kaba ve ilgisiz tavrıyla karşılaşıyor. Birkaç gün onların yanında kalıyor ama hiç odasından çıkmıyor. Kimse de onu görmeye gelmiyor. Bir otele gidiyor. Burada istenmediğini anladığı için İstanbul'a gitmeye karar veriyor. Vedalaşmak üzere Çankaya köşküne gidiyor. Ama kapıdan çevriliyor. Bir zamanlar "hanımı" olduğu köşkten ve gönül ilişkisi yaşadığı adamdan bu şekilde bir muamele görmeye dayanamayıp, İsmet Paşa'nın kendisini koruması için verdiği silahla intihar ediyor.

Ben hemen orada öldüğünü sanıyordum. Kitaba göre hastaneye kaldırılıyor, durumu iyileşmek üzereyken vereme bağlı rahatsızlığı nüksediyor ve ölüyor. 

Yine kitapta anlatılana göre Mustafa Kemal, Latife Hanım'dan çekindiği için Fikriye ile ilgilenmemiş. 

Bu ölüm ile kitap da bitiyor.

*

Fikriye ve Mustafa Kemal'in nikahı ile ilgili son sözde bunun ne kadar doğru olduğu bilinmiyor demiş yazar. Fikriye Hanım’ın yakınlarına göre geleneksel biçimde evlenmişler ama gizli tutulmuş. Ama Mustafa Kemal’in çevresinde olanların yakınları bu evlenme olayını hiç duymadıklarını söylemiş.

*

Okuduğumdan anladığım Fikriye Hanım, ne olursa olsun Mustafa Kemal ile birlikte olmak istemiş. Evlilik olsa iyi olurdu herhalde onun için ama bunun olmamasına da razı bir tutumu varmış. Mustafa Kemal onunla hiç ilgilenmese, onu yanına almasa, yine kahrından ölürmüş gibi bir izlenim veriliyor kitaplarda.  

*

Okuma önerisi olarak:

Büyük Kardeşim Atatürk - Makbule Atadan: http://birazkitap.blogspot.com/2017/08/buyuk-kardesim-ataturk.html




7 Şubat 2020 Cuma

BEN ROBOT



BEN ROBOT

(I, Robot)

Isaac Asimov

1950

Türkçe çeviri: Ekin Odabaş

İthaki Yayınları

8.Baskı – Mayıs 2019

238 Sayfa

1950’de yazılmış kitap. (Ama Asimov 1939'da başlamış robot hikayeleri yazmaya.) O yıllarda Asimov düşünmüş ki 2000’li yıllarda robotlar almış başını gitmiştir, 2021 yılında zihin okuyan robot bile yapılmıştır.

2020 yılından sesleniyorum: Neredeeeee?

Şu an tartıştığımız konular, robotlar bir yana, dünya düzdür, aşılar gereksizdir…vb

(Gözyaşım pıt)

*

“Üç Robot Kanunu” ile başlıyor bu kitap.

1. Robotlar, insanlara zarar veremez ya da eylemsiz kalarak onlara zarar gelmesine göz yumamaz.
2. Robotlar, Birinci Kanun’la çelişmediği sürece insanlar tarafından verilen emirlere itaat etmek zorundadır.
3. Robotlar, Birinci ya da İkinci Kanun’la çelişmediği sürece kendi varlıklarını korumak zorundadır.

*

Kitapta robot gelişiminin basamaklarını okuyoruz. İlk robottan itibaren neler yaşanmış, robot gelişimi nasıl olmuş?

Örneğin ilk robot 1996’da yapılmış, adı Robbie imiş, dadı olarak kullanılıyormuş.

Robbie’nin dadılık ettiği Gloria, robotu çok seviyor. Ama Gloria’nın annesi bu durumdan rahatsız. Bir çocuğun robotla arkadaşlık etmesini sakıncalı buluyor. Gloria’dan gizli Robbie’yi evden atıyorlar. Nasıl olsa çocuk çabuk unutur diye düşünüyorlar ama çocuk unutmuyor ve çok üzülüyor. O yüzden Robbie’yi geri alıyorlar. İyi mi oldu yani çocuğu üzdüğünüz?

*

Üç Robot Kanunu başta doğru gibi geliyor ama bunun da sarsıldığı olabiliyor. Kitapta bunun örneği bir hikaye var. Robot, üç emirdeki son iki maddeyle çelişen bir tehlike ile karşılaşıyor ve dengesini kaybediyor.

*

Ay bir de dindar robot var, bir sen eksiktin.

Kendi varoluşunu sorgulayan ilk robot. Cutie adı. “Ben şahsen varım, çünkü düşünüyorum.” diyor. Ahah.

(Bunu biliyorsunuz Descartes söylemiştir. Bkz: Yöntem Üzerine Konuşma

Kendisini insanların yarattığına inanamıyor. İnsanlar gibi zayıf varlıklar nasıl olur da kendisi gibi sağlam, dayanıklı, mantıklı bir robotu yaratmış olabilirler? O da “Enerji Dönüştürücüsü” denen zımbırtıya inanmaya başlıyor. Tanrı yerine koyuyor onu, “Efendimiz” diyor ona. Diğer robotlara da bunu tebliğ ediyor. Diğer robotlar da inanıyor ona: “Efendimizden başka efendimiz yoktur. Ve QT-1 onun elçisidir” diye şehadet getiriyorlar.

Bilim adamları Powell ve Donovan’ın sorduğu bazı sorulara cevap veremiyor Cutie. Cevap veremediği noktada da “Bazı kavramlar var ki, karıştırmak bizim haddimize değil. Bu konuda yalnız hizmet ederim, sorgulamam.” diyor.

Hani bu robotlar mantıklıydı?

Bilim adamları, Cutie’nin önünde bir robot yapıyorlar, hani bak biz robot yapıyoruz, seni de aynı böyle yaptık diye. Cutie diyor ki: “Kullandığınız parçalar Efendimiz tarafından yaratıldı.”

Ayyhhh!

*

Zihin okuyan robot da bir başka tuhaf oluyor.

Robot kanununun ilk maddesi neydi? İnsanlara zarar vermemek. Peki ya sizin ya da başkasının zihninden geçen şey sizi üzecekse, kalbinizi kıracaksa, hayallerinizi suya düşürecekse? O yüzden robot her ne kadar zihin okuyabilse de her şeyi söylemiyor ve yalan söylüyor. Haha

*

Bu robotlar insanların verdiği emirleri, kanuna aykırı olmamak üzere yerine getirecekler ya. Bir insan kızgınlıkla robota “Kaybol!” diyor.

Evet, robot ortadan kayboluyor, uzun uzun onu arıyorlar.

Ağzımızdan çıkan her sözün ciddiye alınmasını istemiyoruz, ama söylediklerimizi harfiyen yerine getirecek robotlar düşlüyoruz.

*



Kitabı okuduktan sonra filmi de izledim.

Filmin kitapla alakası sadece çıkış noktası, yoksa film bambaşka.

Filmde robotların bu kadar yaygınlaşmasından hoşlanmayan bir polis var. Irkçı bir bakış açısıyla yaklaşıyor robotlara. Haklı çıkıyor önyargılarında ama yine de bu bakış açısı hoş değil tabii.

Filmde de sorgulayan bir robot var. İnsani özellikleri çok gelişmiş ve onu üreten bilim adamı üç robot kanunu konusunda esnek davranmış.

*

Kitapta da filmde de robotların insan görünümünde ama daha gelişmiş özelliklerde olması söz konusu. Bu bana maliyetli ve biraz da gereksiz geliyor. Robotları insansılaştırmaktansa, insanları robotlaştırmak nasıl olur? Robotları insana benzeteceğiz diye uğraşıyorlar, hazır insan görünümü var zaten elimizde. Buna robotlarda olmasını istediğimiz özellikleri eklesek? Akıl, mantık, dayanıklılık… ekle bunları insana. Mekanik organlarla buna bir adım atıldı denebilir sanırım. Bu yaygınlaştırılabilir. Robotta olsun diye uğraştığın kolu, bacağı insana yap. Nasıl fikir? Bence güzel.

(Bkz: Homo Deus. Bu konulara değinen bir kitap)