20 Aralık 2021 Pazartesi

MARKA NEFRETİ

 


MARKA NEFRETİ

Dr. Yelda Ülker

2021

Beta Yayıncılık

1.Baskı - Ekim 2021

222 sayfa


Boykot ettiğim markalar var. Kimisini neden boykot ettiğimi bile unuttum. Ama eminim geçerli bir sebebim vardır. Bu kitap da işte bu geçerli sebepleri anlatıyor. Bir markadan neden nefret ederiz? Gerçi kitap tüketicilere değil marka sahiplerine yönelik olarak hazırlanmış. Onlara bilgi veriyor, böyle böyle yaparsanız tüketici kazanır, böyle böyle yaparsanız kaybedersiniz diye. Ben de tüketici olarak hep öğrendim, demek bizi böyle ikna etmeye çalışıyorlar, hmmmm.

*

Nefretten önce aşktan giriyor kitap mevzuya. Markaların öncelikli hedefi tüketicide aşk gibi olumlu duygular oluşturmakmış. Çoğunlukla duygularımızla hareket ettiğimiz için markalar duygularımıza hitap etmeye çalışıyormuş. Kitapta bununla ilgili pek çok örnek var. Örneğin Arçelik’in 2012’deki reklamında Çelik adlı robot, Çeliknaz adlı robota aşık olmuştu. Pozitif his uyandırdığı için aşk duygusuna reklamlarda sıklıkla yer veriliyor. 

Pozitif duygular uyandırmak markalar için önemli. Örneğin mizah duygumuzu harekete geçirerek de satın alma kararlarımızı etkilemeye çalışıyorlar. Bu konuda Cem Yılmaz’ın oynadığı reklamlar örnek verilebilir. Ama burada marka için bir handikap var. Reklamdaki oyuncunun (Cem Yılmaz) markadan daha çok konuşulması ve bu yüzden markanın önüne geçmesi mümkün. Burada markanın ayarı tutturabilmesi lazım. 

Ayar önemli, örneğin cinsellik de reklamlarda sıklıkla kullanılan bir unsur. Bir nebze iyi karşılanabiliyor ama fazlası tüketicide rahatsızlık oluşturuyor. Fazlası nedir, azı nedir, bunun matematik değerini bilemiyorum. Ama neticede ayar kaçınca işler ters tepebilir.

Örneğin ayar konusunda, ayarı kaçıran bir kahve markası, kahve kokusunu ürün kavanozunun dışına taşırmış ki kokuyla tüketiciyi cezbedecek. Ama insanlar bu koku yüzünden kavanoz delik sanıp almamış.

Umut da pozitif bir duygu olarak markaların bizi ikna etmek için kullandığı bir husus.  İlk akla gelen örnek; Coca Cola. Gözünüzün önüne getirin Coca Cola reklamlarını.

İyimserlik de reklamlarda sık sık kullanılan bir tema. “Migros size iyi gelecek”  “Her şey çok güzel olacak” gibi. 

*

Negatif duyguları kullanan markalar da var. Bunların amacı da o marka ürün kullanılmadığı takdirde yaşanacak kötü durumlar. Örneğin bu marka deterjanı kullanmazsan mikrop kapıp hasta olursun gibi. (Yalnız burada bir parantez açmak istiyorum. Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliği var. Reklamların nasıl olması ve olmaması gerektiğiyle ilgili kurallar getiren bu yönetmeliğe göre tüketicilerin korkularını istismar edilemez. Bkz: Madde 5/g)

Başka bir negatif duygu olarak üzüntüyü kullanan markalar var. Örneğin; Kent. Bayram zamanlarındaki reklamlarını hatırlayın,  akrabaları tarafından ziyaret edilmeyen yaşlıların olduğu reklamlar yapıyor. 

*

Sadece reklamlar değil, o markanın çalışanlarının davranışları da satın alma kararımızı etkiliyor. Starbucks kurucusu başarısında çalışanlarının da payı olduğunu dile getirmiş mesela. Bkz: Starbucks Gönlünü İşe Vermek

Kötü çalışan markaya zarar veriyor. O çalışanlar kovularak çözüm sağlandığı sanılıyor ama asıl olarak eğitim verilmesi ve çalışma koşullarının iyileşmesi gerek.

*

Marka nefretini tetikleyen sebeplere geçildiğinde bunun birçok sebebi olduğu anlaşılıyor.  Markayla yaşanan sembolik ve ideolojik uyumsuzluklar, yukarıda bahsettiğimiz çalışanların müşteriye karşı tutumu, markanın çalışanlarına karşı tutumu, çocuk işçi çalıştırması, işçilerinin haklarını vermemesi, hayvan deneyleri yapması, fiyatlarında haksız bulunan artış, kalitesinin azalması, politik sebepler... 

Bu yüzden anti reklamlar türemiş. Adeta belgesel gibi bilgilendirici nitelikte söz konusu markaların yanlışlarını tüketiciye anlatan, tüketiciyi bilinçlendirmek isteyen kişiler tarafından yapılan reklamlar. 

Zaten artık insanlar gördükleri reklamlara pek de itibar etmiyordur herhalde. Tüketicilerin büyük ölçüde bilinçlendiğini sanıyorum. Yıllardır reklamlara aldanıp aldanıp hüsrana uğrayınca insan ister istemez bilinçlenir. Artık önemli olan eş dost tavsiyesi. Çünkü onların marka ile bir iş birlikleri yok. O markanın satılmasından kazançları, satılmamasından kayıpları olmadığı için niye yalan söylesinler? Gerçekten de kitaptaki bilgiye göre de dünyada tüketicilerin sadece %47’si tv, dergi, gazete reklamlarına güveniyormuş. Bu oran yıldan yıla da düşüyormuş. Bir de insanlar  markadan memnun kalmadığı zaman yaklaşık on kişiye anlatıyormuş. Ama markadan memnuniyetini üç beş kişiye anlatıyormuş. Çünkü bence normal olan markanın memnuniyet yaratması. Memnuniyetsizlik yaratması anormal olduğu için anlatılıyor. Normali niye anlatalım, anormali anlatırız.

*

Alanında az bulunan bir kitap ve her ne kadar akademik bir eser olsa da konuyla ilgisi salt bir tüketici olmaktan öte olmayan biri olarak gayet keyifle okudum. Adı geçen markaları ve reklamları bildiğim için keyif aldım sanırım. Onların perde arkasını öğrenmişim gibi hissediyorum. 

Bu konularla ilgili bir başka eser için bkz: Buy-ology

HAŞIRT DI BİLEKBORD


 

HAŞIRT DI BİLEKBORD

Zafer Algöz

2017

İnkılap Kitabevi

10.Baskı 

224 sayfa


Zafer Algöz oyunculuk anılarına yer vermiş kitapta. Hepsi birbirinden komik, eğlenceli. Özellikle bazısı artık hayatta olmayan oyuncular ile ilgili olanlar daha da ilgi çekici geldi bana. Çünkü bunlar ansiklopedik, biyografik bilgi değil. Özel insani hatıralar. 

Oyuncusu, siyasetçisi, ünlü insanların anılarını yazmalarını olumlu buluyorum. Neticede topluma öyle veya böyle yön veren, kitleleri etkileyen, pek çok seveni veya nefret edeni olan insanlar. Yaşadıkları, hissettikleri merak uyandırıyor. 

*

Öztürk Serengil ile ilgili bir anı var, kitabın ismi de bu anıdan geliyor. 

Öztürk Serengil hayranı bir genç İzmir'de Fransız restoranı açmış. Öztürk Serengil’i de defalarca davet etmiş. Nihayet Öztürk Serengil arkadaşlarıyla mekana gitmiş. Yemekler damak zevklerine uymasa da ve dahi anlamasalar da yemişler, içmişler. Sonra hesabı istemişler. Hesap çok kabarık gelince  “Kazık yanında kürdan kalır” diye tarif etmiş Öztürk Serengil o hesabı. Haşırt dı bilekbord diyerek geçirmişler amiyane tabirle. Serengil tüm restoran çalışanları ile helalleşerek vedalaşmış. Restoran sahibi "Yine bekleriz" deyince "Yok!" demiş, “Bu dünyada ziyadesiyle s*ktin, bundan sonra ancak ahirette görüşürüz”

*

Kemal Sunal da var kitapta. Kemal Sunal’ın ilk dizi deneyimi olan "Saygılar Bizden"de Zafer Algöz de ilk defa kamera karşısına geçecekmiş. O sırada Kemal Sunal’ı ve diğerlerini gözlemleme, onlardan çok şey öğrenme fırsatı olmuş. Sette herkes birbirine şaka yapıyormuş. Zafer Algöz’ü tanımayan Orhan Çağman’a Algöz’ün galerici olduğu, yönetmene bedava BMW vermek karşılığı diziye kabul edildiği anlatılmış. Orhan Çağman da sık sık Zafer Algöz’ü küçümsemiş bu yüzden.

Başka bir şaka olarak; Orhan Çağman ile Kemal Sunal bir iddiaya tutuşmuş. Köftecide yiyecekler, 1000 TL altı hesap gelirse Orhan Çağman ödeyecek, üstü gelirse Kemal Sunal. Hesap gelmiş 999 TL. Meğer Sunal öncesinde mekanla konuşmuş, ne olursa olsun hesap 999 TL desinler diye. Üstünü kendisi ödeyecekmiş. 

*

Sadri Alışık'ı da anlatıyor yazar.

Sadri Alışık çok içermiş. İçtikten sonra da insanları evine çağırırmış. Gecenin bir vakti eşi Çolpan İlhan uyanır, onlara sofra kurar, sonra müsaade istermiş. Hiç kızmazmış.

Sadri Alışık bir gün film çekecek. Kadın oyuncu olarak Ajda Pekkan’ı istemiş yönetmen. Sadri Alışık sıcak bakmamış. Ama emrivaki ile Ajda Pekkan ile oynamak zorunda kalmış. Ajda Pekkan sette yönetmen dışında kimseyle konuşmuyormuş. Film çekimleri bittiğinde vedalaşırken Ajda Pekkan, Alışık'a "Eşinize selam söyleyin." deyince Sadri Alışık “Kim diyeyim hanımefendi?” demiş.

*

Carlos Santana bile var kitapta.

1989’da konser için İstanbul’a gelmiş sanatçı. Boyacı çocuklar dışında kimse onu tanımamış. Boyacı çocuklar da gazetelerde resmini gördükleri için tanımışlar onu. Santana boyacı çocuklara VIP davetiye vermiş. Konser günü çocukların koltuklarına protokol oturmuş. Santana çocukları en ön sırada görmezse çıkmayacağını söylemiş. Protokoldaki kodamanlar kaldırılıp boyacı çocuklar oturtulmuş ve konser öyle başlamış.

*

Tiyatro sahnesinde ve film çekimlerinde yaşadıkları sıkıntılara da yer verilmiş kitapta.

Tiyatroda Yıldırım Bayezid ve Timur arasında 1402'de yapılan  Ankara Savaşını oynuyorlarmış.  Timur’u oynayan Macit Flordun rahatsızlanınca başkası oynamış onun rolünü ama ezberi tam değil. Sıkıştığı yerde "Konuklarımıza ayran getirin" demesini önermişler. Böylece o sırada oluşan boşlukta masadaki tekste bakar, söyleyeceğini hatırlar diye.  Ama masada sayfalar karışmış ve oyuncu bir türlü bulamamış sıradaki repliğini. Zaman kazanmak için "Ayranları tazeleyin, nerede kaldı ayranlar?.." diyip duruyormuş. Sonunda esir rolündeki oyuncu “Ziyade olsun hakanım. Buyruğunuz olursa biz zindanlarımıza çekilelim” demiş de hatırlamış Timur söylemesi gerekeni “Atın bunları zindana!” 

*

Tiyatroda repliklerle ilgili başka bir anısı daha var. Oynadıkları tiyatronun bitişiğindeki yapıdan inşaat sesleri, mutfağından yemek kokuları geliyormuş. Öyle ki imparator rolünü oynayan oyuncu bu duruma kayıtsız kalamayıp tekst dışı "Sarayda inşaat bitmiyor, sizin onurunuza İzmir köfte yapılıyor." demiş. Seyirciler gülmüş ama yönetmen kızmış. Kızsa ne fayda, oyuncu da seyirci de farkında seslerin ve kokuların. 

*

Tiyatroda birbirlerine yaptıkları şakalar olurmuş. Son oyunda beklenmedik bir şaka yaparlarmış. Mesela oyun gereği çalan telefonla konuşacak oyuncu o güne kadar hep karşısında biri varmış gibi konuşmaya alışmış. Son oyunda gerçekten telefonun karşısına biri çıkmış, küfrediyor. Bunu hiç beklemeyen oyuncunun tepkisi, şakayı yapanlar için eğlenceli oluyormuş tabii. 

*

Bunların dışında sahnede degavv diye patlaması gereken ama tutukluk yapıp çıtık diye ses çıkaran silahlar, beklenmedik osuruklar... 

*

Ağır Roman filmi çekilirken de gerçek mahallede çektikleri için müdahale eden bir sürü mahalleli ile sıkıntı yaşamışlar. Yoldan geçenler, ki geçsinler sıkıntı değil ama filmin geçtiği döneme uymayan kıyafetlerle geçtikleri için sıkıntı. 

Bu arada Zafer Algöz, Ağır Roman kitabını okuduktan sonra "filmi çekilse de oynasam" diye geçirmiş içinden ve hop yıllar sonra gerçek olmuş bu dileği.

*

Daha eski bir anı olarak gençlik yıllarından bir örnek. Bursa’nın düşman işgalinden kurtuluş temsili yapılacak. Erkan Can yönetmen. Liseliler oyuncu. Yunan askeri rolündeki oyunculara küfürler edilince Erkan Can da Yunan komutanı rolünü üstleniyor, şimdi kimse küfredemez diye. Erkan Can rolüne fazla kaptırınca, yaşlı bir Gazi de heyecanlanıp onu vurmaya kalkmış Yunan dölü diye.

*

At binme macerası var Algöz'ün. Ata biniyor ama inemiyor.

*

Arkadaşlarıyla 12 Eylül darbesinin ertesi yılı, sokağa çıkma yasağı varken sarhoş sarhoş sokağa çıkmışlar. Yakalanmışlar. Masum oldukları anlaşılmış ama o süreçte bol bol dalga geçmiş polisler.

*

Böyle bir sürü eğlenceli olay. Kaleme alınması iyi olmuş.