30 Aralık 2020 Çarşamba

İKTİDAR

 


İKTİDAR

Güç Sahibi Olmanın 48 Yasası

(The 48 Laws of Power)

Robert Greene – Joost Elffers

1998

Türkçesi: Zeliha İyidoğan Babayiğit

Altın Kitaplar

6.Basım – Eylül 2006

623 sayfa

 

İtlik, serserilik, şerefsizlik, adilik öğütleyen bir kitap.


Bana öyle geldi.

Senin haricindeki insanlar enayi, av veya düşman. Sen güçlüsün, saray mensubusun. Buna uygun davran. Yoksa sen de enayi, av veya düşman olursun.

Bunu anlatıyor. Bunu anlatırken de tarihi karakterlerden örnekler veriyor.

Etkileyici aslında ama bir kere bunların hepsini aklında tutamazsın. Ayrıca madde başlıkları altında anlatılanların bir kısmı diğer bir kısmı ile çelişkili olabiliyor. Örneğin bir yerde düşmanına iyilik yaparak onu kazanabileceğini söylerken bir başka maddede sakın affetme, tamamen ortadan kaldır diyor. Bir yandan rol yapmayı öğütlüyor, öbür yandan içselleştiremezsen inandırıcı olmayacağını söylüyor.

Bu kadar hesaplayıcı düşünmeye gerek var mı, bilemiyorum.

Rol yapmakla ilgili bir sıkıntım yok. Hepimiz az veya çok ölçüde rol yapıyoruz. Beğenmediğimiz hediyeleri beğendiğimizi söylüyoruz, canımızı sıkan aile büyüklerinin kalbini kırmadan onları geçiştirmeye çalışıyoruz, hoşlanmadığımız patron veya iş arkadaşlarımızla geçinmek için bazen susuyoruz… Bunlar bence kötü değil. Zaten aksi durum patavatsızlık olur. Toplum dışında itilirsin. Canın istiyorsa itil tabii canım bana ne?

Ancak kitaptakiler olağan insan ilişkilerinin ötesini isteyenler için. Güç sahibi olmak isteyenler işte. Olaya böyle güç-iktidar ekseninden bakınca işler değişiyor.

*

Gelelim yasalara. İşte o yasalar:

 Yasa 1: Efendinizi asla gölgede bırakmayın.

Başlık tatsız, biz köle miyiz, efendi ne? İşin gerçeğine bakalım, patron/işveren/maaş veren/müşteri... vb anlayın işte. Galileo örneği veriyor. Galileo bilim yapmak istiyor, para lazım, ondan bundan yardım istiyor. Sonra Jüpiter ile ilgili bulgularını zengin Medici ailesi ile bağdaştırıp ve de ballandırıp anlatıyor ve Mediciler’in gözüne giriyor. Onlar da Galileo’yu maaşa bağlıyor. Galileo da para kaygısı olmadan bilimsel araştırmalarını yapıyor. Fena mı oldu?

Bu yasaya uyma örneği idi. Yasaya uymama örneği de şu: Fransa kralı bilmem kaçıncı Louis, başbakan olmayı bekleyen maliye bakanını hapse attırmış. Çünkü bakan, verdiği partilerle, sosyal ilişkileri ile kralın gözüne gireceğini umarken aslında kralı gölgede bırakıyormuş. Kral da bu durumdan rahatsız olduğu için onu hapse attırıp sinik bir bakanı başbakan yapmış. İyi mi oldu şimdi?

Burada kendin olup olmaman ile ilgili bir etik kaygı olabilir belki. Amacına ulaşana kadar insanlara gülümsemek, gönüllerini hoş tutmaktan bahsediyor. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek yani. Sonra amacına ulaştığında zaten artık başka bir pozisyonda olacağın için o insanlarla eskisi gibi olman gerekmeyecek.

Yasa 2: Arkadaşlarınıza asla fazla güvenmeyin, düşmanlarınızı kullanmayı öğrenin.

Kitaba göre; arkadaşların kıskançlığa kapılır. Arkadaşını sandığın kadar iyi tanımazsın. Birbirinizin şakasına gülersiniz, tartışmamak için bazı şeyleri onaylayabilirsiniz. Bir arkadaşını işe alırsan sakladığı özellikler ortaya çıkar. İyilik görmek ezici olabilir. Hak ettiği için değil arkadaşın olduğu için seçildiğini düşünmesi öfkeye sebep olabilir. O yüzden çalışma ortamında mesafe olmalı.

Mesela Bizans imparatoru III.Michael, dostu at eğiticisi Basilius’u danışmanı olarak atamış. Onu eğitmiş, maaş vermiş, ordu komutanı yapmış. Ama sonra Basilius onu öldürmüş. Çünkü Michael geleceğini onun minnettarlığına bağlamıştı.

Yazar ayrıca düşmanın önemini anlatıyor. Düşmanın yoksa da yarat diyor, insanı dinç ve zeki tutarmış düşmanının olması. Mao örneği veriyor. Mao gerçekte Çin’in Sovyet Rusya ve ABD ile anlaşmazlığını teşvik ediyormuş. Çünkü açık bir düşman olmazsa Çin komünizmi anlam yitirirmiş. (Düşman yaratmak, dış mihraklar… çağrışım yaptı.)

 

Yasa 3: Niyetinizi gizleyin.

Kitap diyor ki; Niyetini gizlersen savunma hazırlayamazlar. Dürüstlüktense insanlara duymak istediklerini söylemek daha akılcıdır. Kendini tamamen açarsan tanıdık hale gelirsin ve saygı görmezsin.

1850’de Prusya Vekili Otto von Bismarck aslında savaş istediği halde savaş karşıtı görünüyormuş. Savaş karşıtı olan kral onu başbakan yapmış. Bismark başbakan olduktan sonra ülkeyi istediği gibi savaşa sokmuş.

 

Yasa 4: Her zaman gerekenden daha azını söyleyin.

Çok konuşursan sıradan gözükürsün. Az ve öz konuş.

Eski Roma komutanı Coriolanus başarılı bir askeri lidermiş, halk arasında efsaneleri dolanıyormuş. Ancak politikaya atılıp konuşmaya başlayınca efsanesi sönmüş.

 

Yasa 5: Öyle çok şey şöhrete dayanır ki... Onu canınız pahasına koruyun.

Şöhret pek çok kapıyı açabilir. Çinli bir komutan, düşman ordusu tarafından sarılmış. Bir planı yok. Ama düşman ordusu komutanı bu ünlü Çinli komutanın ne kadar zeki olduğuna dair şöhretini duyduğu için korkup kaçmış.

 

Yasa 6: Ne pahasına olursa olsun dikkat çekin.

Her şey görünüşe göre değerlendirilir. Kalabalıkta yok olma. “Dikkat mıknatısı” ol. “İftira ve saldırıya uğramak, aldırılmamaktan iyidir.” Gerekirse skandal yarat. Düşük konumdaysan en ünlüye saldırarak bunu sağlayabilirsin.

Bunun gibi öğütler işte kitaptakiler. Ahah. Bu madde yıllardır uygulanıyor zaten. Televizyonda, internette görmek mümkün.

 

Yasa 7: İşi başkalarına yaptırın ama övgüleri hep siz toplayın.

Başkalarından yardım al ve başkalarının senin için yapabileceği işi sen yapma. Edison-Tesla örneği veriyor burada. Tesla bilimin politika ile ilgisi olmadığını sanıyordu. Edison ise övgüleri ve zenginliği aldı.


Yasa 8: İnsanların size gelmelerini sağlayın, gerekirse yem kullanın.

Rakibinizi kendi bölgene çekin. 1905 Japonya-Rusya savaşında Japonlar yanlış bilgi yayarak düşmanlarını kendi bölgelerine çekerek üstün konuma geçmişler.

 

Yasa 9: Eylemlerinizle kazanın, asla tartışmayla değil.

Sözcükler diğer kişinin ruh haline göre yorumlanabilir. Ama eylemler somuttur. Michalengelo Davut heykelini yaparken belediye başkanı “Heykelin burnu büyük.” demiş. Michalengola onunla tartışmak yerine burunda değişiklik yapıyormuş gibi yapıp “Şimdi nasıl, iyi mi?” diye sormuş. Belediye başkanı da yemiş.

 

Yasa 10: Bulaşıcı hastalık: Mutsuz ve şanssız olanlardan kaçın.

Mutsuz ve dengesiz olanların bunu bulaştırma güçleri büyüktür. Çünkü duyguları çok yoğundur.

Bunun bugün kişisel gelişim furyasında da karşılığı var. Sizi negatife çeken insanlardan kaçın deniyor.

 

Yasa 11: İnsanları kendinize bağımlı kılmayı öğrenin.

İnsanlara yeter derecede şey öğretme, sen olmadan bir şey yapamasınlar.

 

Yasa 12: Kurbanınızı savunmasız bırakmak için seçici dürüstlük ve cömertliği kullanın.

Dürüst davranarak şüpheleri yok edersin. Örneğin Truva atı. Hediye ile gönül alıyor gibi gözükürken…

 

Yasa 13: Yardım istediğinizde insanların çıkarlarına hitap edin, merhamet ya da minnettarlıklarına değil.

Yardım isterken geçmişteki cömertliğinize atıfta bulunursanız insanları kızdırabilir, suçluluk duymalarına sebep olabilirsiniz. Onun yerine isteğinizin onların çıkarlarına hitap eden kısımlarına vurgu yapın.  

 

Yasa 14: Bir dost gibi görünün, casus gibi çalışın.

Rakibin hakkında bilgi topla. Gerekirse casus kullan, daha iyisi sen casus ol. Samimi gözükerek onun kendisi hakkında bilgi vermesini sağla.

 

Yasa15: Düşmanınızı tamamen ezin.

Düşmana açıma ya da anlayış gösterirsen onun korku ve nefretini güçlendirirsin. Onları yenersen aşağılanmış hisseder. Yen.

 

Yasa 16: Saygı ve şerefinizi arttırmak için yokluğu kullanın.

Fazla görünür olursan ve hakkında fazla şey duyulursa sıradan olursun.

 

Yasa 17: Önceden kestirilemezlik havası yaratarak çevrenize korku salın.

Davranışların önceden tahmin edilebilir olmamalı. Ani ve kestirilemez hareketler düşmanı korkutur.

 

Yasa 18: Korunmak için kaleler yapmayın, kendinizi toplumdan ayırmak tehlikelidir.

İnsanlar arasında dolaş, müttefikler bul. Bir kaleye kapanırsan etrafında olanları duymazsın, önemli ile önemsizi karıştırırsın.

 

Yasa 19: Kiminle dans ettiğinizi iyi bilin, asla yanlış kişinin ayağına basmayın.

Kurbanını ve rakibini dikkatli seç, yanlış kişiyi aldatma ya da kızdırma.

 

Yasa 20: Kimseye bağlanmayın.

Kendinden başka kimsenin tarafını tutma, bağımsızlığını koru. Diğer insanlar arasında kavga çıkarıp sonra aracılık etmeyi önerip güç kazan.

 

Yasa 21: Enayi avlamak için enayi rolü yapın, avınızdan daha aptal görünün.

Kurbanlarını senden daha akıllı hissettir, böylece gizli amaçların olduğunu anlamazlar. Olduğundan daha az zeki gözükmek kamuflajdır.

ABD’de yıllar önce iki taşralı, elmas madeni bulduk diyerek Amerikalı zenginleri kandırmış. Çünkü o kadar saf ve aptal görünüyorlarmış ki zenginler onların dolandırıcı olabileceğini düşünmemiş.

 

Yasa 22: Teslim olma taktiğini kullanın, zayıflığı güce dönüştürün.

Teslim olmak toparlanman için zaman kazandırır. Hem de düşmana seni yenmenin tatminini vermemiş olursun. Bertolt Brecht, komünizm yargılamasında teslim olmuş gözüküp dolaylı cevaplarla kafa karıştırmış ve serbest bırakılmış. Arkadaşları ise karşılarındakileri aşağılamışlar ve hapse girmişler. Brecht dışarıda sanatına devam etmiş. Yazar da diyor ki: “Uzun vadedeki manevra kabiliyetinizi, inanç kurbanı olmanın kısa süreli onuruna feda etmeyin.”

 

Yasa 23: Güçlerinizi yoğunlaştırın.

Gücünü birkaç cepheye yayma. Yabancıları içine alma, gücünü yoğunlaştır. Örnek; Rothschild ailesi. Bilgi sızmasın diye aile içi evlilikler yapmışlar. İğrenç bence.

 

Yasa 24: Mükemmel saray mensubunu oynayın.

Gerekenden fazla şey söyleme, dalkavuk olmadan dolaylı olarak iltifat et. Çok çalışır görünme, yeteneğin doğal olarak akıyor görünsün, işkolik değil, dahi olduğun sanılsın. Uğraştığın kişiye göre dilini değiştir, herkesle aynı şekilde konuşma. Kötü haber taşıyıcısı olma, kral kötü haber getireni öldürür, gerekirse yalan söyle, efendin senin gelişinden memnun olsun.


Yasa 25: Kendinizi yeniden yaratın.

Toplumun üzerine yüklediği yükü kabul etme. “Dünya size bir rol vermek ister. Ve siz bir kez bu rolü kabul ettikten sonra sonunuz gelmiştir.” Sf.278

 

Yasa 26: Ellerinizi kirletmeyin.

Ellerin hatalar ve kötü işlerle kirlenmesin. Bu işler için günah keçisi veya maşa kullan.

“Bir lider olarak sürekli bir çaba içinde ve herkesten daha fazla çalışır görünmenin güce işaret ettiğini düşünebilirsiniz. Aslında böyle bir davranış tam tersi etki yapar, zayıflığı ima eder. Neden bu kadar çok çalışıyorsunuz? Belki yetersizsiniz ve yalnızca herkese yetişmek için fazladan çaba harcamanız gerekiyordur; belki siz de o iş havale etmeyi bilmeyen ve herkesin işine burnunu sokanlardansınız.” Sf.301

 

Yasa 27: Kendinize takipçiler yaratmak için insanların inanma ihtiyacını kullanın.

İnsanlar bir şeye inanmak isterler. Böyle bir inancın odak noktası ol. Takipçilerinin çok olması her türlü hile yolunu açar, takipçiler seni düşmanlara karşı korur.

“İnsanlar o kadar basit kafalı ve acil ihtiyaçlarının baskısı altındadırlar ki, bir hilekar aldatılmaya hazır bir sürü insan bulabilir.” Niccolo Machiavelli 1469-1527

Jet Fadıl ve ÇiftlikBank geliyor aklıma.


Yasa 28: Cesaretle eyleme geçin.

Eğer kendinden emin değilsen bir girişimde bulunma. Cesura herkes hayrandır. Tereddüt şüphe uyandırır,

 

Yasa 29: Her şeyi sonuna kadar planlayın.

Plan yaparsan şartların etkisi altında kalmazsın. Sonunu düşünen kahraman olamaz diye biliyoruz biz ama asıl, sonunu düşünen kahraman olur diyor kitap.

 

Yasa 30: Başarılarınızı fazla çaba harcanmamış gibi gösterin,

Doğal ve kolaylıkla başarmış gibi görün. Bildiğin her şeyi anlatma. Ustanın, çırağa her şeyi öğretmemesi, en az bir püf noktayı kendisine saklaması gibi.

 

Yasa 31: Seçenekleri kontrol edin: Diğerlerinin sizin dağıttığınız kartlarla oynamalarını sağlayın.

Karşındakine seçim hakkı vermiş gibi görün. Seçim hakkımız olunca özgür olduğumuzu sanırız. Kendi yararına olacak seçenekler sun.

Örneğin; 4. İvan’ı (Korkunç Ivan) aristokratlar sevmiyormuş. Halk aristokratları da Ivan’ı da sevmiyormuş. Ivan bir gün ülkeden gidince aristokratlara kalmak istemeyen halk Ivan’ı çağırmış. Korkunç Morkunç ama biz seçtik, biz istedik diye her yaptığına katlanır olmuşlar.

 

Yasa 32: İnsanların fantezileriyle oynayın.

Hayat zor olduğu için fantezi satan insan kazanır. Kitlelerin fantezileriyle oynamak güç verir. İnsanlar sorunların kendilerinden kaynaklandığına inanmazlar. Diğer insanları ya da tanrıyı suçlarlar. Büyük bir değişim vaat et, yoksulluktan zenginliğe, hastalıktan sağlığa…

Örneğin bir zamanın simyacı şarlatanları. Gerçekte zengin olmak için çalışmaktansa simya ile zengin olma fikri insanların ilgisini çeker.

 

Yasa 33: Herkesin zayıf noktasını keşfedin.

İnsanların zayıf noktalarını keşfet, sonra kendi lehine kullan. Zayıf noktalarını anlamak için insanların jest ve mimikleri ile görünüşlerine dikkat et. Örneğin aşırılıklar bir şeyi kapatmak için olabilir.

 

Yasa 34: Kral muamelesi görmek için krallar gibi davranın.

Kendini nasıl sunduğun önemlidir. Bir krala yakışır şekilde davran.

Örneğin; Fransa kralı Louis-Philippe kral gibi davranmıyormuş. Giyimi kral gibi değilmiş. Bankerlerle takılıyormuş. Zamanla ciddiye alınmaz hale gelmiş.

Bir başka örnek olarak; Christopher Colombus soylu bir aileden gelmediği ve denizciliğe dair bilgisi az olduğu halde tam tersiymiş gibi davranmış ve insanları etkilemiş.  

 

Yasa 35: Zamanlama sanatında ustalaşın.

Acele eder gibi görünme, zamanı kontrol edemediğini gösterir. Sabırlı görün.

 

Yasa 36: Sahip olamadıklarınızı küçümseyin: Onlara aldırmamak en iyi intikamdır.

Önemsiz bir sorunu önemseyerek ona bir güç verirsin. Sahip olamadığın şeye az ilgi göster, üstün görünürsün.

Örneğin; Meksikalı bir haydutu yakalamak için ABD ordusu seferber olmuş. Ordu, haydutu bulamadıkça haydur kahraman hale gelmiş. Ordu geri dönmek zorunda kalmış.

 

Yasa 37: İlgi uyandıran görünümler yaratın.

İmajın önemi. “Görünüşle gözü kamaşanlar gerçekte ne yaptığınızı fark etmezler.” Sf.438

 

Yasa 38: İstediğiniz gibi düşünün, ama başkaları gibi davranın.

Ateist filozof Campanella, görüşlerinden ötürü işkenceye maruz kalmış. Daha sonra ateizmin tam aksine kitap yazmış. “Ateizm Fethedildi” adlı kitabında ateistlerin görüşlerine dini savunur gözükerek cevap yazmış. Ama cevapları yetersiz kalmış. Fakat otoriteler bir şey yapamamış, çünkü kendi verdikleri cevaplar yer alıyormuş kitapta. Böylece Campenalla tehlikeli fikirleri kabul etmiyor gibi görünmüş ama öbür yandan bu fikirlerin ifade edilmesini sağlamış.

 

Yasa 39: Balık yakalamak için suları karıştırın.

Sen sakin kal, düşmanlarını kızdır. Öfke nöbeti zayıflık göstergesidir, şüphe uyandırır. Sular durgunken düşman plan yapar ama suları bulandırırsan, düşmanı hazır olmadan harekete geçmeye zorlarsın.

Örneğin; Napoleon, kendisine suikast düzenleneceğini öğrenince dış işleri bakanı Talleyrand’ı azarlamış herkesin içinde. Talleyrand gayet sakin kalmış. Sonra ortalıkta imparatorun kendisini kaybettiği, Talleyrand’ın vakarını koruyarak onu aşağıladığı yayılmış.

 

Yasa 40: Bedava yemeğe değer vermeyin.

Bedavada bir hile veya yükümlülük olabilir. Ödeme yaparak minnettarlık ve suçluluktan kurtulursun. Cömert ol, cömertlik güç işaretidir. Caesar, Kraliçe Elizabeth, Medici’ler, cimri değildir. Dolandırıcılar bile cimri değildir, hileleri için para harcar.

 

Yasa 41: Büyük adamın ayakkabılarını giymekten kaçının.

İlk olmak iyidir, avantajlıdır. Bir işte ilk değilsen, başarılı birinin arkasından geliyorsan, ünlü anne baban varsa, iki kat çalışmalısın. Babanın, atanın gölgesinde kaybolma. Ataların izinden giden biri gibi görünme, yoksa onları aşamazsın. Farkını ortaya koy.

 

Yasa 42: Çobanı vurun, koyunlar dağılacaktır.

Sorunun kaynağı önemli. O kaynak olan tek kişiyi bul. Onu gruptan ayır. Hareket alanı tanıma.

 

Yasa 43: Diğerlerinin kalpleri ve zihinleri üzerinde çalışın.

Baskılarsan tepki çekersin. Duygular üzerine çalışarak dirençlerini kırarsın.

 

Yasa 44: Ayna etkisiyle ellerini kollarını bağlayıp çileden çıkarın.

Düşmanlarına onların yaptığının aynısını yaparsan stratejini anlayamazlar. Tilki ve Leylek masalı gibi. Tilki leyleğe düz tabakta yemek sunar, daha sonra leylek ona derin sürahide. Bukalemun gibi onların rengini al.

 

Yasa 45: Değişimin gerekli olduğunu öğütleyin ama ani ve büyük değişimlerden kaçının.

İnsanlar alışkanlıklarına bağlıdır. İşlerin eski yapılış şekillerine saygılı görün. Değişimi yumuşak yap, geçmişin iyileştirilmesi gibi düşünsünler. Geleneğe sözde destek ver.

 

Yasa 46: Asla çok mükemmel görünmeyin.

Mükemmel görünmek kıskançlık ve düşman yaratır. Sorumluluklarını yük ve taviz gibi göster, böylece insanlarda acıma uyandırırsın, seni kıskanmazlar. Başarılarının da şansa bağlı olduğunu söyle ki kendilerini yetersiz hissedip sana kıskançlık ve düşmanlık beslemesinler.

 

Yasa 47: Amaçladığınız hedefi aşmayın; zafere ulaştığınızda ne zaman duracağınızı bilin.

Zamanında durmayı bilmezsen yendiğinden çok düşman edinirsin.

 

Yasa 48: Şekilsizliğe bürünün.

Her yere uyabilir ol. Her şey değişir. Hareketlerin beklenmedik olsun, böylece düşmanların pozisyon alamaz. Şekilsizliğin ilk şartı, kişisel algılamamak. Üstüne alınma. Savunma gösterme. Savunma gösterirsen duyguların açığa çıkar, şeklini belli etmiş olursun. Neye sinirlendiğini anlamazlarsa zayıf noktanı bulamazlar.


*

Kimisi birbirinin aynı, kimisi birbiriyle çelişkili, kimisi makul, kimisi çirkin maddeler böyle. Bazısının örnekleri için yüzyıllar önceye gitmeye gerek yok, güncel  örnekler de akla geliyor.

Soğukkanlı değerlendirebiliyorsanız ne ala, ama bana sevimsiz ve sert geldi bir çoğu. Burada anlatıldığı gibi de yaşanmaz ayol. Sürekli tetikte olarak mı yaşayalım? Kitaptaki örneklerde hadi krallar, kraliçeler var. Kelle koltukta insanlar. Kimisi daha bebeyken öldürülüyor. Onlar düşünsün bunları. Ama biz bu kadar da sert olmalı mıyız?


SAFSATALAR ANSİKLOPEDİSİ


 


SAFSATALAR ANSİKLOPEDİSİ

Akıl Yürüt(eme)menin Kısa Tarihi

Immanuel Tolstoyevski

2020

Epsilon Yayınları

2. Baskı – Eylül 2020

509 sayfa

Immanuel Tolstoyevski, bir Ekşi Sözlük kullanıcısı rumuzu. Orada ilgi çeken yazıları var. Ayrıca “Fularsız Entellik” adında podcast yayınları var. Şimdi bir de kitabı var.

Ekşi Sözlük’te sadece “Dünün En Beğenilenleri” (debe) başlığındaki yazıları okuyorum. Daha fazlasına zamanım ve merakım yok.

Podcast ise dinlemiyorum. Kafam şişiyor, radyocu da dinleyemiyorum ben mesela aynı sebepten. Sadece bazen arkadaşlar öneriyor, bunu dinle diye, o zaman.

Bu kitabı da yine bir-iki arkadaşım tavsiye etti. Yoksa buna da merakım yoktu, almazdım. 65 TL zaten alınacak gibi de değil.

Niye almazdım? Erkeklerin “Bakın ben neler biliyorum?” gösterilerinden hoşlanmadığım için ve bunu da öyle sandığım için.

Kesin denk gelmişsinizdir, genci, yaşlısı erkeklerde böyle bir davranış var, gencinde ayrı, yaşlısında ayrı komik duruyor. Televizyondaki erkek erkeğe tartışma programlarında gözlemlemek mümkün olduğu gibi yeni tanıştığınız bir erkekte de bunu gözlemleyebilirsiniz. 



Bir ara Twitter'da bir video dolanıyordu. Gece kulübünde adam kadının kulağına eğilmiş bir şeyler anlatıyor da anlatıyor. Kadıncağız da sıkılıyor ama bir şey de yapamıyor. Adam ne anlatıyor olabilir diye komiklikler şakalar dönmüştü.

Videoyu bulamadım, bunu buldum.

Bu arada benim böyle genellemeler yapmam da tam olarak kitabın anlatmaya çalıştığı yanlışlardan biri. Ahah :) Bunu fark etmem canımı sıktı.

 

 

 

Anlatma, dinleme, genel olarak tartışma kültürümüz boktan. Yazar da buna değiniyor. Tartışma kültürümüz neden boktan? Pardon, kültür diyorum ama…

Çünkü ezbere konuşuyoruz. Doğru diye bellediğimiz şeyin neden doğru olduğunu düşündüğümüzü düşünmüyoruz. “Düşünceleri üstüne düşünme gayreti” diyor yazar buna:

- Bu konudaki fikrim tam olarak nedir?

- Bu fikre nasıl vardım?

- Hep böyle mi düşünüyordum?

- Başkaları niye farklı düşünüyor?

- Hangi şartlar altında fikrim değişebilir?

sf.19

Zihinsel disiplin lazım bunlar için. Var mı? Bu yüzden yazar, diktatör olursa yapacağı ilk işin ilköğretim müfredatına eleştirel düşünme ve bilişsel psikoloji dersleri eklemek olacağını söylüyor. Henüz bunu yapacak gücü olmadığı için de kitap yazmakla yetinmiş şimdilik.

(Eğitimin boktanlığı ile ilgili Nihan Kaya’nın “İyi Aile Yoktur” kitabında bir bölüm vardı. Çocukları okula gönderiyoruz, ne güzel diye düşünürken aslında okullarda çocuklar belli süre oturmak zorunda, zil çaldığında dışarı çıkıp kısa bir süre dinlenebilir, zil çalınca tekrar sınıfa gelip oturup dinlemek zorunda, yani aslında otoriteye boyun eğmeyi öğreniyorlar. Modern eğitim de bu dizaynı kurmak üzere doğmuş. Yüzyıllar önce çiftçiler, köylüler, yöneticilere ayaklanıyor diye, bu ayak takımını hizaya sokmak, kontrol altında tutmak için sınıflı ve teneffüslü eğitim sistemi ortaya çıkmış.)

2020 yılındayız. Bir zamanlar milenyum diye gözümüzde büyüttüğümüz yıllar. Ama hiç de buna layık bir gelişme içinde değiliz. Teknoloji, sağlık, bilim… gelişmeler oluyor ama televizyonu açtığınızda, sosyal medyaya baktığınızda bu gelişmenin izlerini göremiyorsunuz. Düz dünyacılık, aşı karşıtlığı...

“İnsanlık bu kadar ilerlerken, insanlar neden yerinde sayıyor?” sf.35 diye soruyor yazar haliyle. Çünkü insanlık, her şeyin daha iyiye gittiği bir çizelgede ilerlemiyor. Bir çizelgede bile ilerlemiyor olabilir. Sarhoş gibi yalpalıyor.

Bakın şimdi asıl ben neler biliyorum?

Auguste Comte (1789-1857) toplumsal yaşamı doğal yaşama benzetiyor. "Pozitivist Sosyal Bilim Yöntemi" denilen bu bakış açısına göre dünyadaki yerçekimi yasası gibi insan davranışları da nedensel yasalara dayanarak açıklanabilir. Comte’a göre insan toplumları üç aşamadan geçerek ilerlemiş:

1.Teolojik aşama: İnsan düşüncesi olayları doğaüstü güçlerle açıklamaya çalışır.

2.Metafizik aşama: İnsan düşüncesi olayları soyut güçlerle açıklamaya çalışır.

3. Pozitif aşama: İnsan düşüncesi olayları bilimsel açıklamaya çalışır.

Ama işin aslı öyle mi? İnsanlık olarak bu şekilde ilerliyor olsaydık bugün aramızda olayları doğaüstü ya da soyut güçlerle açıklamaya çalışan olmazdı. Ama var. 

İşte bu görüşe karşı olarak da "Yorumlayıcı Sosyal Bilim Yöntemi" gelişiyor. Buna göre doğa mekanik yasalara uyar ama insan uymaz. İnsan karar verir, eyleme geçer, eylemin sebebi gerisindeki niyetle anlaşılır. İnsan davranışları nesnelermiş gibi değerlendirilemez.

Elbette bir görüş ve karşıt görüşün olduğu yerde bir de karma görüş olur. "Eleştirel Sosyal Bilim Yöntemi"ne göre davranışların üstü yanılgılarla, mitlerle, SAFSATALARLA kapatılmıştır. Anlamak için eleştirel sorular sormaya gerek vardır.

“İnsanlık bu kadar ilerlerken, insanlar neden yerinde sayıyor?” Çünkü insanlık topyekün ilerlemiyor. Neandertaller ile sapiensler aynı dönemde yaşamış ya, onun gibi. 

*

Bilinç, bilinçaltı, bilinçdışı, ego, id, süperego tanımlarının ardından zihnimize giriş yapıyor kitap ufaktan.

Genellemelerimiz, kırk yılda bir başa gelebilecek bir olayın sanki sık sık yaşanma ihtimali var sanmamız, önyargılarımız...

Çok güldüğüm bir örnek olarak; Bill Gates, Steve Jobs gibi insanlar okulu bırakmış, zengin olmuş, ben de okulu bırakayım, böylece zengin olurum diye düşünmek. Akıl yürütme hatalarına örnek olarak veriyor bunu yazar. Neden-sonuç ilişkisini karıştırıp okulu bırakmayı başarının ön şartı olarak görmek.

Az güldüğüm bir örnek olarak; kişisel deneyimlerimize başvurarak allame-i cihan kesilmemiz. Örneğin;"Amcam günde üç paket sigara içiyor ve 80 yaşında, sapasağlam. Öyleyse sigara o kadar da zararlı değil." sf.292

Bunu Simone de Beauvoir de yapıyor. Bkz: Bir Genç Kızın Anıları  Beauvoir'in makyaj yapması, makyajın cilde iyi gelmemesi ve yüzü bozduğu gerekçeleriyle yasakmış. Yazar da hiç makyaj yapmayan teyzelerine bakıp ee siz makyaj yapmadınız da ne oldu, diye geçiriyormuş içinden.  "Teyzemlerin kırışmış yüzleri, makyaj yapmamanın karşılığını hiç görmediklerini ortaya koyardı."

Kossssskoca Simone de Beauvoir bile safsata yapıyormuş. Kitapta başka kossssskoca isimlerin safsatalarını da görebilirsiniz. 

X bile yapıyorsa ben de yaparım yani. Kesin bu da bir çeşit safsata ama adını bilemedim.

*

Tartışma programlarının boktanlığı demiştim. Yazara göre bunun sebeplerinden biri de etrafta izleyicilerin olması. Etrafa tribün kurunca insanlar tribünlere oynuyor. Görüşlerin değerlendirilmesi değil, herkes beni beğensin, haklı bulsun arzusu öne çıkıyor.

*

İkna yöntemlerinden de bahsediyor yazar.

Logos: Somut verilere, bilimsel bulgulara, akla, mantığa dayanan ikna yöntemi. 

Ethos: Uzman kişiye duyulan güvene dayalı ikna.

Başta bu yazarın “Bakın ben neler biliyorum”cu biri olduğunu sanıyordum ama sevdiğim iki arkadaşımın tavsiyesi ve yazarın bir akademik geçmişi olduğunu öğrenmem ile ethosuma hitap etti. Öyle mi denir? Cümle içinde nasıl kullanacağız bunu?

Pathos: Duygulara hitap ederek ikna yöntemi. Örneğin kelimeleri değiştirerek 

"Çevre" yerine "soluduğumuz hava, içtiğimiz su" demek,

"İşsizlik" yerine "eve ekmek götüremeyen insanlar" demek,

"Cari açık" yerine "çocuklarımıza miras bıraktığımız borç" demekle yaratılacak etki gücünü hissettiniz mi? Sf.137

Güncel örnekler kullanıyor yazar ki bunu çok beğendim. Örneğin; Recep Tayyip Erdoğan’ın Muhtarlar Toplantısında "Dünya 5’ten büyüktür." diye dünyaya seslenmesi. Buna da “kairos” deniyormuş, “diğer tüm ikna yollarının doğru yerde ve doğru zamanda kullanılması”. Sf.140

*

Lise terk mantık dersinden aklımda şu kalmış:

Bütün insanlar ölümlüdür,

Aristo insandır,

O halde Aristo da ölümlüdür.

Bunu lisede öğrendim ve bir daha hiç kullanmadım sanıyordum ama aslında hep bu ve benzeri çıkarımları kullanıyormuşuz. Üstelik çoğu zaman hatalı olarak.

Kitap da bu hatalara yer veriyor. Her birine farklı adlar verip tanımlıyor. “İnsan karmaşık bir şeyi ismiyle tanımlayınca bir problem çözmüş olduğu hissine kapılıyor ve dopamin salgısı artıyor.” Sf.256

Jules Verne’in kitaplarında da dikkatimi çekiyor bu isim verme olayı. Issız bir adaya düşüyorlar mesela, ilk şoku atlattıktan ve yerleşecek bir yer bulduktan sonra etrafı gözlemleyip dağa, taşa, ovaya, koya, mağaraya isim veriyorlar.

Bkz: Esrarlı Ada

Bkz: İki Yıl Okul Tatili

İsim verme denince aklıma geldi. Devam.

*

Tartışmalarda sıklıkla başvurulan; Şu tarihte neredeydin, gerçek İslam bu değil, bir arkadaşın başına gelmiş, küsuratlı atayım da salladığım anlaşılmasın, zamanlaması manidar, okumadık kardeş durumumuz yoktu, biz onların ağababalarını biliriz, aynısını anana bacına yapsalar, laf ebelikleri, konuyu saptırmaklar... Tüm bunlar ve daha fazlasını, güncel örneklerle, resimlerle, hikayelerle, esprilerle anlatmış. 



Gerçi espriler:

“En yakındaki aynanın karşısına geçin ve kendinize bakın. Ama bukalemun misali bir gözünüz de kitapta olsun, yoksa sonsuza kadar aynaya bakakalırsınız.” Sf.38 

“Tek millet, tek devlet, tek lider… 300.000 kadar da tank ve bir Avrupa haritası lütfen… Evet paket olacak.)" sf. 92

şeklinde ama, olsun!

 

Kitaptan keyif almak için eser miktarda Ekşi Sözlük ve Twitter jargonunu bilmek lazım. Bir de herhalde Türk olmak, ya da en azından Türkiye'de yaşamak, yoksa okuyan bu örnekleri ne anlar ne de gülür. 

*

Bunlar genelde sözlü ifadelerle ilgili tespitler. Laf ağızdan bir kere çıkıyor artık şuurlu veya şuursuz. Ondan sonra toparlayabilirsen toparla. Yazılı ifadede ise başka dinamikler ortaya çıkıyor. Yazdığı yazıyı tekrar tekrar okuyunca kitapta anlatılan hatalara düştüğünü fark edebilir insan. Böylece düzeltecek imkanı olabilir. 

Ancak yazının da şöyle bir handikapı var, duygu ve düşüncelerini ne kadar aktarabileceksin, karşındaki ne kadarını anlayacak? Örneğin mesajlaşmalarda sen esprili bir mesaj attığını zannederken karşıdaki bunun espri olduğunu anlamayabiliyor. Böyle anlarda emoji hayat kurtarır. Ama kitapta bunu ne kadar yapabilirsin, biraz ciddiyet lütfen. Mesela Sokrates, bunu öngörmüş, yazmamış. İnsanlarla konuşmayı tercih etmiş. O öldükten sonra görüşleri kitaplaştırılıyor. Keza Hz. Muhammed de yaz(dır)mamış vahiyleri. Ondan yıllar sonra yazılmış. Yazmakta tekin olmayan bir şey mi sezmişler?..

*

Zihnimizi disipline etmek istiyoruz diyelim, düşüncelerimiz üzerine düşünmek istiyoruz, bunun için ilk iş tüm bildiğimizi unutmak mı?

Francis Bacon (1561-1626) öyle yapmış, bildiği her şeyi unutmakla işe başlamış. Ama Tanrı'ya kadar. Dindar bir insan olduğu için o kadarına cüret edememiş. Halbuki zihni sınırlama konusunda en büyük güç din değil mi? Tanrı inancı ile sınırlandırılmış zihin ne kadar özgür/doğru düşünebilir? Bir de eski zaman filozoflarının yaşadığı dönemlerde kölelik ve kadınların insandan sayılmaması var. Bunlar hakkında düşünecek mecalleri kalmıyorsa demek.

Günümüzde en azından son iki sınırlayıcı yok.(Büyük ölçüde yok.) Üstelik bilgiye erişim de kolay. Ama “daha çok bilgiye maruz kaldıkça daha açık fikirli, daha bilge olmuyoruz. Tersine mevcut inançlarımız güçleniyor.” Sf.199

Sosyal medyada hoşumuza gitmeyenleri engelliyoruz ve böylece sadece kendimizle aynı fikirde insanlarla iletişim kuruyoruz. Hatta bazen iletişim de kurmuyoruz, "savcılığa verildiniz" diyoruz. (Kesin bunun da bir adı vardır, bugün yoksa bile yarın olur.)

*

Bunca şey bilmek bizi tartışmalarda ya da insan ilişkilerinden daha iyi bir noktaya getirir mi? 

Yazar kitabın sonunda o kadar da şeyapmayın, ama en azından "kalite kontrolü olmayan tartışmalar"a girmeyiverin, gerektiğinde geri adım atacak mesafe bırakın tavsiyelerinde bulunuyor.