24 Temmuz 2018 Salı

DOLANIKLIK



DOLANIKLIK

Fiziğin En Büyük Gizemi

(Entanglement - The Greatest Mystery in Physics)

Amir D. Aczel

2001

Çeviren: Kutay Kene

Kırmızı Kedi Yayınevi

1. Basım - Temmuz 2018

264 sayfa


Hiçbir şey anlamadım.

Niye öyle oldu ki?

*

Kitap çeşitli bilim insanlarının kuantum mekaniği ile ilgili bulduğu teorileri anlatıyor.

Bahsi geçen bilim insanlarının kısa bir hayat hikayesini anlatıyor önce, nerede ne zaman doğdu, annesi kim, babası kim, nerelerde okudu... gibi. Sadece de bu kısımları anladım zaten.

Hayat hikayesinin ardından da bilimsel bulguları anlatıyor, zerre anlamadığım.

*

Bu kitaptan değil ama başka kaynaklardan okuyup anladığım şeyler şu:

*

Kuantum mekaniği:  

Atom altında var olan olayları inceleyen bilim dalı.

Dünya kuantum dalgaları (olasılık dalgaları) ve gerçek nesnelerden (bildiğimiz, gördüğümüz, dokunduğumuz şeyler) oluşuyor.

Newton'un fizik kuralları ve Einstein'in görelilik teorisi atomaltı dünyada işlemiyor.

Atom altında var olan/atomları meydana getiren parçacıklar: elektron, proton, nötron, kuark.

Süperpozisyon: 

Bir parçacığın aynı anda farklı yerlerde olmasıdır. Milyonlarca farklı seçeneğin (ki seçenekler aynı zamanda kaderi meydana getirir) birinin realize olacağı bir ortamdır.

Dalga fonksiyonu: 

Parçacık hem dalga hem parçacık gibi hareket edebilir.

Parçacıklar sadece ölçüldükleri (gözlemlendikleri, bakıldıkları) zaman gerçeğe dönüşür.

Kopenhag Yorumu: 

Gerçeği ölçüm çöktürür. Baktığımız (gördüğümüz) anda süperpozisyonlardan biri çöker ve gerçek oluşur. Gözlemci, gerçeğin ne olacağını baktığı (gözlem yaptığı) anda sabitlemekte, yani gerçeği yaratmaktadır.

Schrödinger'in Kedisi:

Bir kutuda bir kedi, bir şişe zehir, radyoaktif bir algılayıcı ve algılayıcı algılama işlemi yaparsa zehir şişesini devirebileceği bir mekanizma olduğunu düşünelim.

Eğer algılayıcı radyoaktivite algılarsa zehir şişesi devrilecek ve kedi ölecektir.

Kutuya dışarıdan bakanlar içeride kedi olduğunu bilir, ama kedi ölü mü diri mi bilmez.

Kedi bu anda hem ölü, hem diridir.


Kuantum dolanıklığı:

Tüm parçacıklar birbirleriyle karşılıklı etkileşim içine girdiklerinde dolanık hale gelebilmektedir. 

Parçacıkların arasında mesafe olsa da tepkilere ortak yanıt vermeyi sürdürürler.

*

Bu bilgiler gerçek hayatta ne işimize yarar?

Bunlar gerçekliğin nasıl meydana geldiğini anlamımızı sağlar.

Yani bilinç nedir, kader nedir... bunları anlarız. Bunları anlarsak da kendimiz için en iyi kaderi yaratabiliriz.

*

Bu konuya ilgisi olanlar için şuradaki eğitimi önerebilirim: 





23 Temmuz 2018 Pazartesi

ASKER DAHA FAZLA ELLIOTT SMITH DİNLEMEK İSTEMİYOR




ASKER DAHA FAZLA ELLIOTT SMITH DİNLEMEK İSTEMİYOR


Utku Yıldırım

2018

Dedalus Kitap

101 sayfa


Bu kitabı benim arkadaşım yazdı. Bana da imzalayıp verdi.

O yüzden hakkında hep iyi şeyler yazacağım. Sonuçta kimseye objektif ve tarafsız olacağım taahhüdünde bulunduğumu hatırlamıyorum.

: )

Sözlerime şöyle başlamak istiyorum: Bugüne kadar okuduğum en güzel, hayır hayır, genel olarak dünyanın en güzel kitabı.

(Buraya bir gülücük daha gelsin : ) )

*

Tamam, şimdi mesela yazarını hiç tanımıyormuşum gibi alıyorum elime kalemi ve anlatıyorum.

Bende uyandırdığı ilk izlenim şu: Çok anlam yüklü öyküler.

Kitaptaki öykülerden şunu gördüm; yazar şarkılara, eşyalara, filmlere, evlere, mahallelere, konu komşuya, insanlara çok anlam yüklemiş. Herkes ve her şey başka herkes ve her şeyi hatırlatıyor ona. 

Çok zor bir hayat bence.

*

Öykülerin samimiyetinde kuşku yok. İçini dökmüş, belli. Döküp kurtulmak istemiş.

Ama bana soracak olursanız dertleri tasaları yazıya dökmek, değil kurtulmak, aksine dertlere tasalara ölümsüzlük kazandırmak demek.

Üstelik başkalarına da bulaştırarak. Neticede okuyucu da yazarın insafından etkileniyor. Okuduklarımız bizde çeşitli duygular uyandırıyor. Mutluluk, mutsuzluk, beğenme, beğenmeme, sevme, sevmeme, umut, kaygı, endişe, öfke, neşe… gibi bir dolu duygu canlanıyor okurken.

Bu kitabı okurken bende hüzün canlandı mesela. Kayıplar, başarısızlıklar, terk edişler ve terk edilişler başka ne canlandıracaktı ki zaten?

*

Kitabın arka kapağında “Acının ve yenilginin karşısında her seferinde ‘belki bu kez başarabilirim’ hissini güçlü tutmaya çalışıyor.”

yazılmış kitap hakkında.

Yuooo!

Hiç de “belki bu kez başarabilirim” hissi edinmedim.

Aksine “Bu da mı gol değil?” dedim her öyküde.

*

Kitap bana başka bazı yazar ve kitapları anımsattı.

Hakan Günday’ın “Kinyas ve Kayra” adlı eseri mesela. Kinyas ve Kayra arasında görünüşte her an kopmaya hazır gibi ama aslında sağlam ve fakat umutsuz ve depresif bir dostluk var.

“Asker Daha Fazla Elliott Smith Dinlemek İstemiyor”da da yazarın Emre adlı arkadaştan bahsettiği hikayeler Kinyas ve Kayra’yı çağrıştırdı bana.

Bir başka benzerlik bulduğum eser, İlhami Algör’ün “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” adlı eseri. O kitabı pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Çünkü hep kaybetmeye teşne bir hayat ve üstelik bunu kabulleniş resmediliyor ve bu pek hoşuma giden bir tür değil. Bu kitapta da o havayı sezdim.

Bir de Murat Menteş’in “Ruhi Mücerret” eseri geldi aklıma. Süper marketlerin reklam broşürü gibi bir kitaptı o. Coca Cola, Pepsi vb. geçiyordu bol bol. Bu kitapta ise aslında sadece Tutku bisküvi’li bir kısım var, haksız bir benzetme oldu belki, ama kurduğum benzerliklerin hepsinin haksız olabileceğini buradan anlayabilirsiniz.

*

Yukarıda yazarın içini döktüğünü, döküp kurtulmak istediğini söyledim.

Ama aslında yazar kitabın ortaya çıkış amacını kendisi dile getirmiş:

“Bir şeylerin özel olduğunu düşünmek istiyorum, bu yüzden yaşanan ne varsa kağıt üstünde sihre bulamaya çalışıyorum.” Sf.96

Güzel bir çalışma bu.

Ama bence daha güzeli, olanı olduğu gibi kabul etmek ve geçmişi geçmişte bırakmak.

*

Ne diyordum, evet, benim için dünyanın en güzel kitabı, çünkü arkadaşım yazdı ve imzalayıp bana verdi.


USTALIK GEREKTİREN KAFAYA TAKMAMA SANATI



USTALIK GEREKTİREN KAFAYA TAKMAMA SANATI

(The Subtle Art Of Not Giving a Fuck)

Mark Manson

2016

İngilizce aslından Türkçeye Çeviren: Pınar Savaş

Butik Yayıncılık

200 sayfa


İyi hissettiren bir kişisel gelişim kitabı oldu benim için.

Böyle şeyler okumak iyi geliyor bana.

*
Gerçi pek iyi bir başlangıç yapmıyor kitap. Charles Bukowski örneği veriyor çünkü. Yazar da farkında bu ismin iyi bir örnek olmadığının:

“Muhtemelen tavsiye isteyeceğiniz ya da kişisel-gelişim kitabında bulmayı umduğunuz en son adamdır.” Sf.5

diyor.

Onun hayatından verdiği kıssadan hisse şu; Charles Bukowski yazar olmak istiyor. Dergiler, gazeteler, yayınevleri hep reddediyor. Bukowski de depresyona giriyor. Nefret ettiği bir işte çalışıyor. Nihayet elli yaşına geldiğinde bir yayınevi editörü onun kitabını basıyor ama para vereceğini taahhüt etmiyor. Neticede alkol ve depresyon içinde geçmiş gençlik yıllarının ardından gelen bir şöhrete kavuşuyor.

Kıssadan hisse şu; pes etme, umudunu kaybetme.

Ha ama Charles Bukowski’nin dediği ise “Çabalama”

Yazara göre Bukowski’nin başarısının kaynağı “mutsuz biri olduğunu bilmesi, bunu kabul etmesi ve dürüstçe bunun hakkında yazması.” Sf.7

Bukowski’nin başarısını tartışmayacağım elbette, benim burada çekince koyduğum husus yaşanılan hayatın şekli. Açıkçası mutsuzluk içindeki bir hayatın getireceği başarıda ve şöhrette gözüm yok. Üstelik kendi mutsuzluğunu çeşitli yayın organlarıyla başkalarına bulaştırmayı da hoş bulmuyorum.

Günümüzün anlayışı çerçevesinde mutlu ol, daha mutlu ol, daha sağlıklı ol, daha iyi ol, pozitif pozitif çiçek böcek de demek istemiyorum, sadece mutluluk-mutsuzluk, iyi-kötü arasında dengeyi bulmak ve dengede kalmak gerek diye düşünüyorum.

*

Kitap, sorunlar üzerinde suçluluk duyarak ya da başkasını suçlayarak sorgulamalar yapmamayı tavsiye ediyor. Kafaya takmama dediği bu.

Katılıyorum buna.

Kafaya takmamak deyince dünya s*kime minare g*tüme bir tavır değil kastedilen, sadece tersliklere aldırmamak.

İlle de kafayı bir şeye takmak gerekiyorsa önemli şeylere takmak gerektiğini anlatıyor kitap. Önemsiz şeylere kafayı takanlar, hayatlarında önemli bir şey olmayanlardır diyor.

Olumsuz duygulara ve ıstıraplara iyi yanından bakılırsa insanları harekete geçirenin bu duygular olduğunu dile getiriyor.

“Olumsuz duygular eyleme geçme çağrısıdır. Onları hissetmenizin nedeni bir şey yapmanız gerektiğidir. Olumlu duygularsa doğru eylemi yapmanın ödülüdür.” Sf.35

Değer yargıları, anlam, terapi hatalarına da değiniyor ki bu kısımları önemli buldum.

Şu bilgi önemli mesela:

“Beyin kusurludur. Görüp duyduğumuz şeylerde yanılırız. Unutur ve kolayca yanlış yorumlarız.”

“Kendimiz için bir anlam yarattığımızda beynimiz bu anlama tutunmaya tasarlanmıştır. Beynimizin yarattığı anlama bağlanır ve onu bırakmayız.” Sf.117

Yani “Önce kendini değiştir, bakış açını değiştir, hayatın da değişir.” tarzı söylemlerin doğruluğu bir kez daha ortaya çıkıyor.

Terapilerde de buna bağlı hatalar ortaya çıkıyormuş. “Anılarımız korkunç derecede güvenilmezdir.” diyor yazar. Sf.112

Verdiği bir örnekte bir danışan terapide çocukluğuna inmiş ve babasının kendisini taciz ettiği sonucuna ulaşılmış. Danışan bunu ailesiyle paylaşınca aile parçalanmış. Yıllar sonra ortaya çıkmış ki babası böyle bir şey yapmamış aslında.

Çarpıcı bir örnek bence bu.

Terapi meselesine son zamanlarda ben de pek sıcak bakamıyorum. Geçmişi kurcalamanın iyi bir fikir olmadığı kanaatindeyim. Çünkü birincisi evet, beynimiz anıları yanlış hatırlıyor olabilir. İkincisi geçmişi geçmişte bırakmayıp deşmenin bir faydası olduğunu sanmıyorum.

*

Kitapçı raflarında uzun zamandır gördüğüm bir kitaptı, daha fazla karşı koyamayıp almıştım, pişman olmadım, sevindim.


19 Temmuz 2018 Perşembe

YALNIZ EĞİTİLMİŞLER ÖZGÜRDÜR



YALNIZ EĞİTİLMİŞLER ÖZGÜRDÜR

Türkiye’nin Kölelik veya Özgürlük Yolu

Prof. Dr. Hasan Şimşek

2018

Kırmızı Kedi Yayınevi

1. Basım – Temmuz 2018

158 sayfa


Türkiye’de eğitim alanında iyi bir yerde değiliz. Uluslararası eğitim testleri de bunu ortaya koyuyor.
Kitap da bundan bahsediyor. Sorunlar, nedenler ve çözüm önerilerine yer veriyor.

*

Kitaba adını veren “Yalnız eğitilmişler özgürdür.” Sözü Antik Yunan felsefecisi Epiktetos’a ait.
Epiktetos’a göre insan aklını ve iradesini kullanarak kendini özgürleştirebilir. Özgürlük bir tercihtir. Kölelik de bir tercihtir. İnsan seçenekler arasında tercih yapabilme yeteneğine sahiptir.

*

Günümüz Türkiye’sinde eğitimin çok da matah bir şey sayılmadığını söyleyebilirim.

Bunun aksini göstermek amacıyla sanki, pıtrak gibi üniversiteler açılıyor ama üniversite yalnızca bina demek değildir. Nitelikli eğitimden ve dolayısıyla nitelikli insandan yoksun olan üniversite sadece ve sadece bir bina olmaktan öteye geçemez. Buralardan verilen diplomalar da anlam ifade etmez.

Başta bahsettiğim o eğitim testlerinin sonuçları bizler için çok üzücü.

Kendi dilinde okuduğunu anlamada bile çok gerilerdeyiz. Bunun ötesini tartışmak yersiz gözüküyor bana.

Tüm bunlar zincirleme sorunlara yol açıyor. Kendi dilinde okuduğunu anlamamak ile yüz yüze konuşurken de birbirini anlamamak arasında bağlantı var. Birbirini anlamamak, iletişim kuramamaya, iletişim kuramamak kavgalara neden olmuyor mu?

*

Sosyal medya sayesinde ne kadar değişik düşüncelerde insanlar olduğunu gözlemleme imkanımız oluyor. Sade vatandaştan ünlü kişilere kadar geniş bir gözlem sahası sunuyor bize sosyal medya. Bu ortamlarda da cehaletin adeta övüldüğünü gözlemlemek mümkün.

Örneğin herhangi bir alanda uzmanlık yapmış bir insana, uzmanlık konusuyla alakalı “Ne bilirsin sen?” tarzında sataşmalar olabiliyor, konuyla ilgili bilgisi olmayan kişilerce.

Gerçi herhangi bir alanda uzmanlık yapmış olmanın da içi boş olabilir. Örneğin Burhan Kuzu gibi bir örneğimiz var. Kendisi Anayasa Hukuku Profesörü. Ancak onun da sosyal medyada paylaştığı yorumlara bakıldığında… Ya da neyse bakmamak daha iyi.

*
Epiktetos'un “Yalnız eğitilmişler özgürdür.” lafına karşılık "Cehalet mutluluktur." denebilir ki gayet doğru.

Tercih sizin. 

17 Temmuz 2018 Salı

İTHAM EDİYORUM



İTHAM EDİYORUM

Ahmet Şık

2018

Kırmızı Kedi Yayınevi

1. Basım – Haziran 2018

160 sayfa


Ahmet Şık’ın yargılandığı davalardaki savunmalarını içeriyor kitap. Pardon savunma demişim, ithamlarını.

“Söylediklerim savunma veya ifade değil. Aksine ithamdır.

Çünkü; bu siyasi operasyonun kanuni kılıfını hazırlayan metnin başında ‘iddianame’ yazması, çöp muamelesi yapılması gereken bu utanç vesikasını hukuki kılmıyor. Tıpkı, öncesi ve sonrasıyla bu siyasi operasyonda görev ve rol üstlenen kimi kişilerin adlarının önünde hakim-savcı yazmasının kendilerini hukukçu kılmadığı gibi.” Sf.36

*

Timur Soykan, kitabın önsözünde tarihte AKP döneminin Türkiye’nin en büyük gazeteci hapishanesine dönüştüğü bir dönem olarak anılacağını söylüyor.

Bu gazetecilerden biri de Ahmet Şık.

*

Kitap ilk olarak Ahmet Şık’ın 24 Temmuz 2017 tarihli “Sözlerim Savunma Değil İthamdır” başlıklı beyanlarıyla başlıyor.

Beyanlarında;

AKP ve Gülen cemaati arasında mafyatik iktidar ortaklığı olduğunu,

15 Temmuz 2016’daki darbe kalkışmasının tek failinin Gülen cemaati olmadığını, bu kalkışmanın hükümet tarafından önceden bilindiğine dair ciddi kuşkular olduğunu,

Darbenin engellendiğini ama ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile güçler ayrılığı prensibini oradan kaldıracak düzenlemelerin yolunun açıldığını,

Sansürün arttığını, pek çok medya organının kapatıldığını… 

vb anlatıyor.

Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetini kıyasıya eleştiriyor. Onlar hakkında:

“Gülen Cemaati’nin FETÖ diye anılan bir canavara dönüşmesinde hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranıyorlar.” diyor. Sf.19

Eskinin bakan ve başka bazı yetkili isimlerinin Fethullah Gülen’i öven söylemlerini hatırlatıyor.

*

İkinci olarak 25 Aralık 2017 tarihli “Hakikati Söylemenin Gücü İktidara Tapınanın Gücünden Uzun Sürer” başlıklı beyanları yer alıyor.

Burada;

Suçlama konusu yapılanın gazetecilik mesleği faaliyetleri olduğunu,

Delil olarak belirtilenlerin hiçbiri hakkında yayımlandığı dönemde adli soruşturma açılmadığını ve yalanlanmadığını,

Hakim ve savcıların aldıkları talimatı yerine getirmek için suç işlediklerini,

Kendisini Fetöcü olmakla suçlayan savcının daha sonra FETÖ sanığı olduğunu,

Savcıların gizlilik kararı verdiği dosyalardaki içeriğin devletin haber ajansına sızdırıldığını…

anlatıyor ilgili mahkeme belgelerini, medyaya yansıyan haberleri ve tivitleri de koyarak.

*

Kitapta son olarak “6 Yıl Sonra Aynı Komplo” başlıklı 25 Nisan 2018 tarihli beyanlar yer alıyor.

Bu kısımda;

Daha önce FETÖ aleyhine yazdığı kitap nedeniyle yargılandığını, çünkü o zamanlar henüz iktidar ve Gülen cemaati arasında kavga olmadığını,

O dönem Ergenekoncu ilan edildiğini, şimdi de Fetöcü ilan edildiğini,

Esasen mesleki faaliyetlerinin suçlama konusu edildiğini,

Komplocuların bir gün yargılanacağını ancak bunun bugünün aksine gerçekten tarafsız ve gerçekten bağımsız mahkemelerde olmasını dilediğini…

anlatıyor.

Son söz niyetine de:

“Enseyi karartmayın. Haklı olanı susturma savaşını tarihte hiçbir diktatörlük kazanamadı. Biz kazanacağız.” diyor.

*

Yorumsuz anlattım size kitabı.



16 Temmuz 2018 Pazartesi

DELİ MİSİN SEN?



DELİ MİSİN SEN?

Yolun Başında Onlar İçin de Aynısını Söylemişlerdi

Ceyhun Kuburlu

2018

Hürriyet Kitap

1. Baskı – Haziran 2018

251 sayfa


Zengin ve ünlü isimlerin nasıl zengin ve ünlü olduklarını anlatan bir kitap.

O isimler:

  1. Nevzat Aydın
  2. Cem Boyner
  3. Vahap Küçük
  4. Acun Ilıcalı
  5. Abdullah Kavukçu
  6. Gamze Cizreli
  7. Mehmet Özkan
  8. Ali Sabancı
  9. Muzaffer Yıldırım
  10. Galip Yorgancıoğlu


Hepsinin başarı serüveninde ortak olan şeyler: kan, ter, gözyaşı.

Ve inanç. Hatta en çok inanç.

İyi bir fikrin olduğuna ve bu fikrin peşinde doğru bir şey yaptığına duyduğun derin inanç. Bu çok güçlü bir şey.


*

Nevzat Aydın

Yemeksepeti

Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği mezunu.

Hikayesi U2’nun 1997’de Yunanistan’da vereceği konsere Türkiye’den 700 kişiyi götürme organizasyonu ile başlıyor. Konser yaklaşırken Yunanistan’da memurlar greve gidince organizasyon iptal olacak gibi oluyor ama Nevzat Aydın Yunanistan büyükelçisi ile görüşüp organizasyonu kurtarıyor.

Buradan kazandığı parayla 1998’de Fransa’daki dünya kupası maçını yerinde izliyor.

Amerika’da okurken paket servis ve interneti birleştiren projeler ilgisini çekiyor. Türkiye’de bunu kurguluyor, yemeksepeti.com’u kuruyor, sene 2000.  Henüz internet yaygın değil. Bazı restoranların da interneti yok. Siteye gelen yemek siparişlerini faksla restoranlara bildiriyormuş.

İlk gün Yemeksepeti 3 sipariş almış.

Sonra teknoloji ilerliyor, işler büyüyor, bu arada yemeksepeti’ni satın almak isteyenler çıkıyor.

2015’te yemeksepeti.com, 589 milyon dolara satılıyor.

Nevzat Aydın, bu paradan 27 milyon doları 114 çalışanına paylaştırıyor.

Şimdilerde genç girişimcilere “Risk alın” diyor.


*

Cem Boyner

Hopi

Önce Advantage Card’ı çıkartıyor. Müşterilerin çok harcayıp azar azar ödemeleri imkanını sunuyor. Taksit seçenekleri sunulması müşteriyi cezbediyor.

Banka sektörü dışındaki en büyük kart organizasyonu olan Advantage Card, 2002 yılında 75 milyon dolara HSBC Bank’a satılıyor.

2014’te alışverişte Hopi devrini başlatıyor. Hopi’den kazanılan paracıklar, üye markalarda yapılacak alışverişlerde 2-10 kata kadar değerlerde çarpılarak kullanılıyor.

2017 itibariyle 7 milyar TL’lik işlem hacmine ulaşıyor.


*
  
Gamze Cizreli

BigChefs 

ODTÜ mezunu. Savunma sanayinde çalışıyor ilkin ama gönlündeki iş yemek işi.

Ankara’da part-time eleman arayan bir restoranda çalışıyor. Paraya ihtiyacı yok, işi öğrenmek için.

Çeşitli adlarda restoranlar kuruyor.

2005’te eşinden ayrılıyor.

İki yıl boyunca planlar yapıyor ve 2007’de BigChefs’i kuruyor. Bunun için bankadan kredi çekiyor. Bu krediyi çekmesi kolay olmuyor. Bankalar önce kredi vermiyor, sonra bir tanıdık bulunca kredi alabiliyor.

2016 itibariyle yurt içinde ve dışında toplam 36 şubeye ulaşıyor.

*

Acun Ilıcalı

TV8

Tanımayan yok sanırım.

Önce Televole adlı programda 15 dakikalık “Acun Firarda” bölümünü sunuyor. O yıllar internet gelişmiş değil, dünyaya dair görüntüler ancak dergilerde görülebiliyor, Acun’un gezdiği yerler ve sunumu beğeniliyor. Sonra programın neredeyse tamamı ona ayrılıyor.

Ardından Şansal Büyüka ona iş teklif ediyor. Güzel bir maaşla çalışıyor.

Ardından kendi programını yapmaya karar veriyor. Acun Firarda’ya birçok dev marka sponsor oluyor.

“Sonunda gezecek bir yer kalmadığını düşünerek, gittiği ülkelerde izlediği TV formatlarını Türkiye’ye” getiriyor.

Fear Factor, Var mısın Yok musun?, Yetenek Sizsiniz Türkiye, Yok Böyle Dans, O Ses Türkiye, Survivor.

(Var mısın Yok musun ilk zamanlarda reytinglerde iyi gitmeyince programı kaldırmak gündeme geliyor. Acun gece gündüz dünyadaki örneklerini izliyor. Sonra yarışmacıların hayat hikayelerini de programa yedirmek reytingleri yükseltiyor.)

(Türkiye’de “O Ses Türkiye” adıyla yayınlanan The Voice’un haklarını hemen alamıyor Acun. Başkasına satmak üzere anlaşmış yetkili firma. Acun firma yetkililerine “Önünüzde duran telefon ile +90’ı çeverin. Arkasından hangi numarayı çevirirseniz çevirin ve beni sorun. Tanımayan biri çıkarsa bana programın haklarını vermeyin.” demiş.)

Nihayet bu defa kendi kanalını kurmaya karar veriyor. Yeni kanal kurmaktansa orta sıralarda yer alan bir TV kanalı olan TV8’i satın alıyor.


*

Abdullah Kavukçu

Simit Sarayı

Simidi metro, otobüs durakları ve deniz hatları gibi lokasyonlara kurduğu konsept mağazalarda satarak yurt içi ve yurt dışında pek çok şube açtı. Hatta dünyanın en pahalı caddelerine bile.

Yaptığı bir konuşmada şunu söylemiş Kavukçu:

“Bugün Oxford’da herkes mağaza açabilir. Diğer markalar ‘Simitçi başardıysa, biz de başarırız.’ diyorlar. Ben de tam olarak bunu istiyorum: Herkes başarabilir.”


*


Vahap Küçük

LC Waikiki

Fransız bir marka olarak kurulan LC Waikiki’nin Türkiye’deki üretim atölyesinin sahibiydi Vahap Küçük. Sene 1998.

İlerleyen yıllarda LC Waikiki Fransa'da tutunamıyor ve satışına karar veriliyor. Satın alan da Vahap Küçük oluyor.

“Tasarımları yaparken ekip önce hedef kitleyi tanımlıyor, ‘Öğrenci Burcu’, ‘Ev hanımı Semra’, ‘Ahmet Bey’ gibi kod isimler veriyor, her biri için hayat hikayeleri yazıyor, kıyafetler ona göre tasarlanıyor.”

“Her 15 günde bir mağazalara 300 yeni parça ürün giriyor.”

2018 itibariyle dünyada 850 mağazaya ulaşıyor.


*

Mehmet Özkan

Altınordu Futbol Kulubü

Türkiye’nin genç nüfusunu değerlendirmek gerektiğini düşünüyor. Futbol endüstrisi kurabilmek için futbolcu yetiştirmek gerektiğini fark ediyor ve bu işe soyunuyor. 

Mottosu “İyi birey, iyi vatandaş, iyi futbolcu”


*

Ali Sabancı

Pegasus

Sabiha Gökçen Havalimanı’nın neredeyse hiç kullanılmadığı bir dönemde Pegasus Havayolları’nı kuruyor. “Otobüs bileti fiyatına, insanları memleketine taşımaya” karar veriyor. Sene 2005

“Su bile parayla” eleştirilerine şöyle cevap veriyor:

“Çünkü biz misafirimizin önceliğinin ekonomik fiyatla uçmak olduğunu düşünüyoruz. Bunun için uçakta suyu bile parayla veriyoruz. Uçmaktan fazlasını isteyen ayrıca parasını kendisi ödesin, bunun bedelini o hizmeti kullanmayanlara ödetmeyelim.”


*

Muzaffer Yıldırım

Mars Sinema

Mars Sinema, önemli bir rakip olan AFM’yi alarak sektörde tek lider oluyor.

İş Bankası ile anlaşarak ülkenin en büyük sinema markası olan Cinemaximum’u yaratıyorlar.

*

Galip Yorgancıoğlu

Mey İçki

Türk rakısının imajını değiştiriyor.

290 milyon dolara özelleştirilen Mey İçki, 7 yıl sonra 2.1 milyar dolar ediyor.


*

Güzel hikayeler. Başarı hikayelerini hep sevmişimdir.

Yalnız bu hikayelerde tatsız bulduğum bazı kısımlar var.

Örneğin Yemeksepeti. Evde yemek yapmayan, yemeği dışarıdan söyleyenler tarafından kullanılıyor. Bu sayede büyüyor. Halbuki evde yemek yapmak gayet değerli bir şey. Dışarıdan yemek söylemeyi bir alışkanlık haline getirmek kişinin kendisine zarar.

Benzer şekilde BigChefs de öyle. Evde yemek yapma alışkanlığı geliştirmek çok daha değerli.

Hopi uygulamasında da işin biz tüketiciler açısından tatsız kısmı, daha fazla alışveriş yapmamızın istenmesi, bunun için de daha çok para harcıyor oluşumuz. 

İşin girişimci ayağı "İnsanlara nasıl daha fazla dışarıdan yemek söyletirim, nasıl daha fazla dışarıda yemek yediririm, nasıl daha fazla alışveriş yaptırırım, nasıl daha fazla para harcatırım?" diye düşünüyor. Bu düşünce işin tüketici/müşteri ayağı olan bizler için kulağa pek de hoş gelmiyor.