Jack London etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jack London etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2022 Cuma

VAHŞETİN ÇAĞRISI

 


VAHŞETİN ÇAĞRISI

(The Call of the Wild)

Jack London

1903

Çeviri:Aylin Yıldız

Halk Kitabevi

1.Basım 2021

104 sayfa


Geçenlerde Büyükada'da duruşmam vardı. Adalar Adliyesi küçük, şirin, yeşillikler içinde, huzur veren bir adliye. İşim bitince dedim ki; ne gideceğim eve, kalırım ben otelde. Kaldığım oteldeki kitaplıkta bu kitabı gördüm. Resepsiyondan rica ettim, okuyup ertesi sabah getirmek için. Hediye etmeyi teklif ettiler sağ olsunlar ama bir günde bitiririm, burada kalsın, belki başkası da okumak ister, dedim. Gerçekten de otelden çıkacağım zaman bitirmiştim kitabı. 

*

Bir köpeğin dünyasından anlatılıyor hikaye ve bu açıdan Beyaz Diş'i anımsattı bana. 

Bkz: Beyaz Diş

*

Köpeğin adı Buck. Halinden memnun olarak yaşarken bir gün evden kaçırılıyor. Kaçıran insanlar tarafından dövülüyor. Türlü şiddete uğruyor.

Altın madenlerinin ortaya çıktığı dönemler. Köpekler de bu madenlere gidecek insanların kızaklarını çekmeleri için kullanılıyor. Buck da güçlü kuvvetli bir köpek olarak değerli görülüp kızağa sürülüyor. Diğer köpeklerle birlikte kızak çekiyor. Diğer köpekler vahşi. Buck da hayatta kalmak için vahşileşmek gerektiğini öğreniyor. Önceden medeni dünyadaydı. Ama şimdi yeri gelince yemek hırsızlığı yapan, elinde sopa olana itaat eden bir hayvana dönüşüyor.

Köpeklerden Spitz ile liderlik savaşına giriyor. Spitz ölüyor, Buck yeni lider oluyor.

*

Buck ve diğer köpekler ile kızağı satıyorlar. İş bilmez iki adam ve bir kadın alıyor köpekleri. Köpeklerin beslenmesini iyi sağlayamıyorlar, kendilerini de iyi organize edemiyorlar. Kadın başlarda köpeklere şiddet uygulanmasına üzülüp karşı çıkarken çetin koşullar nedeniyle artık üzülmez hale geliyor. Karı koca ve erkek kardeş arasında gerginlikler yaşanıyor. Köpekler yoruluyor, dinlenemiyor.

Buck yaralanıyor. Onu Thornton adlı bir adam kurtarıyor. Thornton köpeklere herkesten daha farklı davranıyor. Onları seviyor, onlarla tatlı tatlı konuşuyor. Buck bu sevgiye fazlasıyla karşılık veriyor. Adeta Thornton için canını verecek kadar. Ki nitekim onu birkaç defa ölümden kurtarıyor. Bir kere de zengin olmasını sağlıyor. Çok ağır bir kızağı yerinden oynatıp oynatamayacağı konusunda girilen bahiste Buck kazanıyor, sahibinin de kazanmasını sağlıyor.

Thornton da altın madenine doğru gidenlerden. Ancak yolda yerliler oklarıyla Thornton’u öldürüyor. Buck kurtuluyor.

Bir başına ilerlerken kurt sürüsüyle karşılaşıyor. Kurtlar onu kabulleniyor. Hatta onların lideri oluyor. Yerlilerin de “hayalet köpek” dedikleri korkulu rüyalarına dönüşüyor.

*

Canım köpecik.

Nasıl da yeni yaşam koşullarına hemen uyum sağlıyor. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı biliyor. Fakat mesele hayatta kalmaksa gerisi teferruattır diye düşünüyor. Eli sopalı insanlara, vahşi köpeklere karşı stratejik davranıyor. Neticede kazanan kendisi oluyor. 

*

Bu arada zamanında altın madenleri ne canlar yakmış. İnsanlar ne sefilliklere sürüklenmişler bu uğurda. Bu konu ile ilgili benim okuduğum kitap;

Bkz: Altın Volkanı

12 Eylül 2017 Salı

SUİKAST BÜROSU


SUİKAST BÜROSU

(The Assassination Bureau, Ltd.)

Jack London

Çeviren: İnci Katırcı

İthaki Yayınları

1. Baskı – Mayıs 2013

193 sayfa


Bunun filmi yapılmamış mı diye düşündüm okurken. Çünkü bundan süper kaçmacalı kovalamacalı aksiyon filmi olurmuş.

Sonra öğrendim ki filmi de varmış:



*

Suikast bürosu verdiği söze sadık, akıllı ve başarılı insanlardan oluşan bir ekip.

Büro başkanı İvan Dragomiloff.

Bu büroda parası karşılığı istediğiniz insanın ölmesini sağlayabilirsiniz. Kral, devlet lideri, sendika başkanı, sosyetik biri ya da düz insan, fark etmez.

Tek şart öldürülmesi istenen kişinin gerçekten ölmeyi hak edecek bir haksızlık, kötülük yapmış olması.

*

Winter Hall suikast bürosuna ulaşmaya çalışan bir delikanlı.

Sonunda bu büroyla irtibata geçiyor. Başkan Dragomiloff  ile görüşüyor. Öldürülmesini istediği kişi ise Dragomiloff’un ta kendisi.

Dragomiloff önce bocalıyor bu istek karşısında.

Fakat büronun değişmez kuralları var. Örneğin ölmeyi hak edecek bir haksızlık yapmış olmak.

Dragomiloff ile Hall, bu konuda bir tartışmaya girişiyorlar. Dragomiloff sonunda ikna oluyor suikast bürosu tarafından öldürülmeyi hak ettiğine.

Ekibine bu konuda talimat veriyor. Büro yönetimini de Hall’a bırakıyor.

*

Hall bu isteğinden pişman oluyor, çünkü Dragomiloff, Hall’un sevdiği kız Grunya’nın babası imiş meğer.

(Grunya, Dragomiloff’u Sergius Constantine adıyla ve dayısı olarak biliyor. Dayısı bildiği babasının suikast bürosu işini bilmiyor. Onun ticaretle uğraştığını sanıyor. Gerçeği sonra öğreniyor.)

*

Suikast ekibi önce anlayamıyorlar şefleri Dragomiloff’un kendi kendisinin öldürülmesi isteğini. Onun aklını kaçırmış olduğundan şüpheleniyorlar.

Ama Dragomiloff ciddi. Peşine düşen ekip elemanlarını öldürüyor.

İşin ciddiyetini anlayan ekip de Dragomiloff’un peşine düşüyor.

Ekiptekiler manyak. Etik, doğruluk, ahlak gibi konular üzerinde son derece keskin takıntıları var. Normal şartlarda insan öldürebilecek birilerine benzemiyorlar ama söz konusu suikast emri olunca çok soğukkanlı oluyorlar.

*

Dragomiloff ve peşindeki suikast ekibi arasında sıkı bir kaçma kovalamaca başlıyor.

Büro eğer bir yıl içinde öldürülmesi istenen kişiyi öldürmeyi başaramamışsa görev sona ermiş oluyor ve alınan para iade ediliyor.

Dragomiloff için sürenin dolmasına bir gün kalıyor. Suikast ekibinden de sadece bir kişi kalıyor geriye.

Dragomiloff, her ne kadar öldürülmesi istenen kişinin ta kendisi olsa da ve bu yüzden kaçmış, peşindekilerden kurtulmuş olsa da nihayet yıllardır kusursuz işleyen suikast bürosunun başkanı. Dolayısıyla görevi tamamlamak üzere kızına bir mektup bırakarak gidiyor.

Anlaşılan kendini öldürecek.

*

Bir solukta okudum.


Çok iyiydi.

17 Nisan 2016 Pazar

DEMİR ÖKÇE


DEMİR ÖKÇE

(The Iron Heel)

Jack London

1908

Çeviren: Şemsa Yeğin

İthaki Yayınları

2. Baskı - Mart 2016

308 sayfa


Avis Everhard, kocası Ernest Everhard'ı anlatıyor.

Ernest, ülkede tiranlık yükselirken sosyalizmi savunarak bunu örgütlü hale getirmeye çalışmış.

Karısı Avis de onunla aynı kanaatte.

Avis'in babası da. Üniversitede profesör olan Avis'in babası bu fikirleri yüzünden üniversiteden atıldığı gibi kitabı da toplatılıyor.

Sosyalist fikirleri savunduğu için bir din görevlisi de deli muamelesi görüp akıl hastanesine kapatılıyor.

Everhard çifti dahil tüm sosyalistler çeşitli iftiralara ve suçlamalara maruz kalıyorlar.

Hapisler, sürgünler...

Hapisten kaçıp gizli kimlikler altında yaşamaya devam ediyorlar. Karşıt grupların arasında ajanlık da yapıyorlar. Bu arada ülkede bombalamalar, suikastler de oluyor.

İç savaş çıkıyor. Ernest:

"Bu kez kaybettik. Ama hepten yenik değiliz. Tecrübeler edindik. Yarın öbür gün, dava gene ayaklanacak ve bu kez daha bilgili, daha disiplinli bir ayaklanma olacak." diyor. sf.306

*

Kitapta pek çok dipnot var. Avis'in yazdığı bu hatıralar yüzyıllar sonra ortaya çıkmış. Dipnotları da yüzyıllar sonra, 2300'lerin insanları yazmış. 

Keşke yayınevi buna dair bir bilgi verseydi kitabın başında. 

*

Kitap için "distopya" deniyor. Ama açıkçası Türkiye'de yaşayan birine hiçbir kitabın distopik görünmesi mümkün değil. Yaşıyoruz biz onları.


BEYAZ DİŞ



BEYAZ DİŞ

(White Fang)

Jack London

1906

Çeviren: Levent Cinemre

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

8. Basım - Ocak 2016

258 sayfa


Keşke çocukken biri tutuştursaydı bu kitabı elime. Çocukluğumun kitabı olurdu.

Kısmet değilmiş :/

*

Beyaz Diş, anne tarafından köpek, baba tarafından kurt.

Önce anne ve babasını tanıyoruz onun. 

Annesi, karda kışta kızak köpeklerini dişiliği ile etkileyip yiyor. Babası da yaşlı maşlı ama dağ gibi bir kurt.

Vahşi yaşamın ortasında doğan Beyaz Diş, meraklı ve araştırmacı bir kişilik. Daha yavruyken annesinin güvenli kucağından çıkıp çevreyi araştırıyor, küçük çaplı avcılıklar yapıyor.

Babası ölüyor.

Annesi ile beraber yaşıyor.

Bir gün annesi bir grup insanla karşılaşıyor. Meğer annesi yavruyken bu insanların elindeymiş, sonra kaçmış. Eski sahibini görünce o vahşi dişi, birden evcilleşiyor.

Beyaz Diş, buna anlam veremese de o da mecburen bu insanların hakimiyetine geçiyor.

Beyaz Diş'in annesini bir borç meselesi yüzünden başka birine veriyorlar. Ve o başka biri de o bölgeyi terk ediyor.

Beyaz Diş artık annesiz. 

Sahibi, Beyaz Diş'e pek sevgi göstermiyor. Zaman zaman dövüyor bile. Ama Beyaz Diş'i iyi besliyor, diğer köpeklere karşı onu savunuyor. Beyaz Diş de bunun karşılığında sahibi ve ailesine korumacılık yapıyor.

Beyaz Diş'in sahibi bir kumar borcu nedeniyle Beyaz Diş'i vermek zorunda kalıyor.

Beyaz Diş'in yeni sahibi canavar ruhlu bir adam. Beyaz Diş'i de bir canavar haline getiriyor. Köpek dövüşlerinde kullanıyor onu. Beyaz Diş, hiçbir dövüşte yenilmiyor, son derece saldırgan oluyor. 

Onu Weedon Scoot adlı bir adam kurtarıyor oradan. 

Beyaz Diş artık sevgi gördüğü bir ortamda. Tanımadığı bir duygu bu. 

Önceden tanrı diye gördüğü insanlara korku besliyordu. Onların ne kadar güçlü olduğunu biliyor, bu güçten korkarak tapıyordu. 

Ama şimdi ilk defa sevdiğinden tapıyor yeni tanrısına.

Scoot onu dövmeden, tamamen severek eğitiyor. Beyaz Diş de her şeyi kolayca öğreniyor. Zaten akıllı bir hayvandı. Şimdi aynı zamanda sevecen bir hayvan oldu. Hatta baba da oldu.

Scoot'un komşusunun köpeği ile başta kavgalı olsalar da sonra baba oluyor Beyaz Diş. 

*

Bir kurdun gözünden büyümeyi, insanları ve doğayı ne güzel anlatmış. 

Çocuk kitabı denerek alanı daraltılamaz ama çocukken okumak çok daha keyifli olurdu.

MARTIN EDEN



MARTIN EDEN

Jack London

1909

Çeviren: Jülide Kayaş

İthaki Yayınları

2. Baskı - Ağustos 2015

470 sayfa


Martin, kendinden çok zengin bir kıza (Ruth) aşık olur. Kızın ailesi ve çevresi karşısında kendisini çok yetersiz bulur. 

Onlar gibi konuşmaya, davranmaya özenir. Bu nedenle kendisini okumaya, araştırmaya verir. 

Okudukça ufku genişler. Bu konuda o kadar ileri gider ki Ruth ve çevresini bile geçer. Hatta onların, gözünde büyüttüğü kadar olmadığını anlar. Onlar sadece klasik bir okul eğitiminden geçmiş ve toplumun genel geçer yargılarını sorgulamadan kabul etmişlerdir. Martin ise her öğrendiğini ince ayrıntısına kadar düşünmüş, sorgulamış, başka araştırmalara da yönelmiştir.

Tüm bu okumalarının ardından Martin de artık kitap yazmaya karar verir.

Bu arada Ruth ile birbirlerine açılırlar.

Ruth'un ailesi bu aşka onay vermez ama karşı da çıkmazlar. Ruth'un zamanla vazgeçeceğini düşünürler.

Martin çeşitli öyküler, denemeler, makaleler yazar. Bunları dergilere gönderir. Bu yazılarının yayınlanmasıyla çok para kazanacağını düşünür. Ama yazıları ya geri çevrilir ya da çok cüzi bir miktar karşılığı yayınlanır.

Martin anlam veremez bu duruma. Çünkü yazılarından çok emindir. İyi yazdığı konusunda hiçbir şüphesi yoktur. Bu işten para kazanmayı kafasına koymuştur.

Ancak öbür yandan Ruth, Martin'in para kazanmasını ve bu yüzden düzgün bir işe girmesini ister. Martin'in yazılarını zaman zaman beğense de bunların para edebileceğini düşünmez.

En sonunda Ruth, Martin'in yazmak sevdasından vazgeçmeyip memuriyet gibi düzenli bir işte çalışmamasını onun tembelliği olarak yorumlar. 

Çevresinden de Martin ile ilgili olumsuz şeyler işitince ondan ayrılmaya karar verir. Çünkü Martin fakir ve hatta sefil durumdadır. Yemek yiyecek bile parası yoktur. Eşyalarını rehin vererek geçinmeye çalışmaktadır. 

Ruth, Martin'den ayrılır.

Martin artık yazmaya küsmüştür. Eline kağıt kalem almaz.

Ama tam da bu sırada daha önce dergilere gönderdiği yazılar bir bir yayınlanmaya başlar. Ünlenir. Hatta kitapları bile basılır.

Martin Eden artık çok ünlü bir yazar olmuştur. Çok da zengindir.

Yeni hiçbir şey yazmaz ama eski yazdıkları hep değerlendirilir.

Ruth da Martin'e geri döner. Hata yaptığını anlatır. 

Ama Martin artık Ruth'a karşı eski duygularını hissetmemektedir. Ciddi olarak farketmiştir ki insanlar kendisine değil, ününe ve parasına önem veriyor. Çünkü o hala aynı Martin. Yazıları eskiden yazdığı yazılar. Şimdi ünlenip para kazanınca eskiden yüzüne bakmayanlar tüm yüzsüzlükleri ile ona yaranmaya çalışıyorlar.

Bu durum Martin'in midesini bulandırır. 

Bir gemiyle ülkeyi terk eder.

Kimse görmezken gemiden atlayıp intihar eder.

*

Etkileyici bir roman.

Martin, etrafındakilerin tüm olumsuz geri bildirimlerine rağmen yazdıklarından şüpheye düşmüyor. Ruth'un edebiyat mezunu olmasına rağmen onu anlamamasına içerliyor. Ama yazdıklarından çok emin.

Sevdiklerine çeşitli sözler veriyor. Beş parası olmadığı halde ablasına bir gün yüz altın vereceğini, ev sahibi kadına bir mandıra alacağını söyleyebiliyor. Laf olsun diye değil, gerçekten bunları gerçekleştirebileceğine inanıyor. 

Çamaşırcı arkadaşının çamaşırhane açıp çalışanlara insani koşullar sağlama hayali var. Martin, arkadaşının bu hayalini de gerçekleştirip arkadaşına çamaşırhane açıyor. 

Sevdiklerine verdiği sözleri tutuyor, onların hayallerini gerçekleştiriyor.

*

Başlarda Martin'den etkilendim. Ama sonra para kazanamıyor oluşu, ne yalan söyleyeyim beni de biraz rahatsız etti. Başarıyı bununla değerlendiriyor olduğuma utanıyorum ama öyle düşünmediğim yalanını da söyleyemeyeceğim.

Ama şunu ekleyeyim, Martin'e inandım ben. Bir insan yapacağına inanıyor ve yılmıyorsa yapar. Kararlı insanlara saygı duyarım. O inancı gördüm ben Martin'de. O güveni veriyor.

Adam yazdıklarının güzelliğinden emin. EMİN. Durdurulamaz şekilde emin. İşte bu eminlik, işte bu kararlılık... Görmek istediğim hareketler.
(Gidecem deyen adamın önünde dağ olsa durmaz.)