28 Ağustos 2020 Cuma

TANRI GÖRMÜŞ KÖPEK


 

TANRI GÖRMÜŞ KÖPEK

 Dino Buzzati

Çeviren: İhsan Akay

Milliyet Yayınları

1.Baskı – Haziran 1995

181 sayfa

 

 Metafor metafor hikayeler.

 

BÜYÜCÜ

Profesörün biri bir yazarla atışıyor. Yazmak çok saçma, hiçbir işe yaramıyor, sen istediğin kadar güzel bir kitap yaz, insanlar kolaya gider, şu bu.

Yazar da başta saygıyla dinlese de sonra dayanamıyor, yükseliyor.

Profesör de hah şöyle diyor. “Bu akşam öyle bitkin gördüm ki seni, öyle umutsuz göründün ki bana. İşte onun için, keyifsizliğini biraz gidermek yürekliliğini pekiştirmek istedim. “Sf.118

Ters psikoloji yapmış yani.


BAHÇEDE TÜMSEKLER

Güzel bir metafor var bu hikayede.

Çocuk bahçede gezerken tümseğe takılıyor. Bahçıvana soruyor. Çocuğun ölen bir arkadaşı için o tümsek oradaymış. Arkadaşı başka yere gömülmüş ama “sizin bahçenizdir bu ve hayatınız boyunca başınıza gelen her şey yankısını bulacak burada.” diyor. Sf.11

Her ölen yakını için bahçede bir tümsek yükseliveriyor. Yazar da hisleniyor: “Rastgele bir bahçede günün birinde bana ait bir tümsek çıkıverecek mi ortaya.”Sf.13


BÜYÜLÜ CEKET

Adam terzide bir ceket diktiriyor. Elini cebine attıkça para geliyor. Banka soyulmuş, cebinden banka soygunundan çalınan kadar para çıkıyor. Fabrika yanmış, cebindeki para fabrikanın yanan kasalarındaki para kadar. Yaşlı bir kadın emekli maaşını kaybettiği için intihar etmiş, adamın cebinden o emekli maaşı kadar para çıkıyor. Anlıyor ki ceketin sağladığı paranın kaynağı cinayet, kan, umutsuzluk.

“Cehennemden geliyordu bu para. Ama nedende kafam bu işte bana ait bir sorumluluğu kabule hiç mi hiç yanaşmıyordu.” Sf.20

Sonunda dayanamayıp ceketi yakıyor. Tüm zenginliğini de kaybediyor. Eski hayatına dönüyor.

 

MORUK AVCILARI

İhtiyarları avlayan gençler var. Sokaklar yaşlılar için tehlikeli olmuş.

Yeni kuşaklar ihtiyarlara karşı amansız bir nefret duyuyordu. Belirsiz bir iç tepki torunları dedelere, oğulları babalara başkaldırtıyordu.”Sf.22

Gençlerden oluşan çeteler yaşlıları avlıyor. Öyle ki evlatlar babalarını avlamaktan çekinmiyor.

Arkadaşlarıyla beraber babasını kovalayıp uçurumdan düşmesine sebep olan delikanlı da kısa zamanda yaşlanıyor ve genç çetelerin hedefi haline geliyor.

“Gençlik, sanki hep sürüp gidecekmiş, sonu hiç gelmeyecekmiş gibi görünen çaçaron ve amansız bir mevsimdi.” Sf.28


KONSERVE KUTUSU

Plakçıda “Konserve Kutusu” şarkısını dinlerken bir oğlanla tanışıyor kız. Ama sonra oğlanın kendisinden sıkıldığını düşünüyor. Hatta oğlan da aslında yokmuş. Hatta hatta kız da aslında yokmuş. Tenekeymiş kız.


DURGUN GECE

Kadın gece uykusundan uyanıyor körü bir rüyanın tesiri ile. Kocasından dışarıyı kolaçan etmesini istiyor. Adam bakıyor ama dışarıda bir şey yok. Aslında var ama küçük dünyada var. Çiftleşen böcekler, örümceğe yakalanan çekirge...


HIZIR GİBİ

Işınlanmayı becerebilen adam. Şu an Moskova’da olayım diyor ve hop Moskova’da. Şimdi şu kadının yatağında olayım diyor, hop yatağında. Ama kadın uyanınca yanındaki yabancı adamı görüp çığlığı basıyor. Adam hemen evde olayım diyor ve evde oluveriyor. Bu şekilde denemelerle işin tehlikesini görüyor. Fark edilirse öldürülür. Devlet başkanları örneğin, aniden enselerinde bitebilen bir adam istemezler. O yüzden kullanmıyor bu yeteneğini.


YANLIŞLIKLA ÖLEN ADAM

Ünlü ressam, gazetede kendi ölüm haberini okuyor. Gazete müdürü ile görüşüyor yanlışlık düzeltilsin diye. Müdür, bu krizi fırsata çevirmesini öneriyor. Ölen ressamların eserleri daha çok satar. Ressam da ortadan kayboluyor. Ama bu arada karısı ile gazete müdürü arasında ilişki başlıyor. Ressam bunu anlayınca tabuta girip kapağını kendi üstüne kapatıyor.

 

YUMURTA

Hizmetçi kız, sadece zengin çocukların katılabildiği yumurta festivaline sokuyor çocuğunu gizlice. Fark edilince çocuğun elindeki yumurtayı alıyorlar. Bunu gören anne öfkeden deliye dönüyor. Kadını zapt etmeye çalışıyorlar, kadın her sataşanı öldürüyor. Ordu peşine düşüyor kadının. Kadın onlara da karşı koyuyor. Sonunda devlet barış şartlarını soruyor kadına. “Bir yumurta isterim yavruma.” diyor sadece.

 

GİZLİ SİLAH

ABD ile SSCB savaşıyor. ABD komünist oluyor, SSCB kapitalist. Ahah. Yine birbirlerine düşman oldukları için yine savaşıyorlar.

 

AKŞAM ÖYKÜCÜKLERİ

Babasının öldüğü yaşa gelmesinin hissettirdiklerini anlattığı “Yıldönümü” hikayesi,

Kuzgunları çok seven büyük sanayicinin kuzguna dönüşmesinin anlatıldığı “Kuzgun” hikayesi,

Herkesin birbirinin arkasından konuştuğu “Ev” hikayesi,

Son dileği falcıya fal baktırmak olan idam mahkumunun “Falcı Kadın” hikayesi. 

Halkın önünde konuşma yaparak halkın oyuyla hapisten çıkarılıp çıkarılmayacaklarına karar verilen mahkumların olduğu Ağır Hapiste Bulmaca” hikayesi

 

KARA BALIK

Sadece öldürmeye niyet ettiği denizcilere gözüken, başka kimsenin göremediği kara balığı görür denizci Stefano. Yaşlanana kadar ondan kaçar. Yaşlandığında ise kara balık ile yüzleşmeye ve onu öldürmeye karar verir. Öldürür de nitekim ama kara balık, bunca zaman ona Denizlerin Sultanı tarafından sunulan bir inci verecekmiş meğer.

 

BALİVERNA’NIN ÇÖKÜŞÜ

Bir binanın çöküşüne ve insanların ölümüne sebep olan adamın ortaya çıkma korkusunun hikayesi.


TANRI GÖRMÜŞ KÖPEK

Kendisine her gün fakirlere ekmek dağıtması vasiyet edilen adam mirastan olmamak için bu vasiyeti istemeye istemeye yerine getiriyor.

Bir de köpek dadanıyor. (Galeano) Adam insanlara da hayvanlara da kimseye ekmek vermek istemiyor ve hıncını köpekten çıkarmaya çalışıyor.

Köpeği yakalama çabaları başarısız oluyor. Köpeği takip edince onun bir dervişin köpeği olduğunu öğreniyor.

Derviş ölünce insanlar köpeğin Derviş gibi ulu bir kimsenin ölümüne tanık olduğu için kutsandığına, köpeğin Tanrıyı gördüğüne inanıyorlar.

Fırıncı hala köpekten nefret ediyor. Onu öldürüyor. Daha doğrusu öldürdüğünü zannediyor ama ölmemiş.

Kasaba halkı hayatını adeta köpeğe göre yaşıyor. Köpek bir gün felç olunca yiyecek içecek taşıyorlar köpeğin etrafına.

Sonra artık köpek ölüyor eceliyle.

Bu defa da nereye gömüleceği sorunu çıkıyor. Dervişin yanına gömme fikri akla geliyor ama kimse el atmıyor. Kimse ilgilenmiyor bir zamanlar kutsal bulup çekindikleri köpekle. 


GELİP GEÇİŞ

Eskiden bakan olan adamın artık bakan olmayışı, kimsenin onu tanımaması, eski saygınlığının kalmamasının hikayesi. İçimin yağları eridi.


BENİM ADIM MAYIS


 

BENİM ADIM MAYIS

Buket Uzuner

1986

Everest Yayınları

13.Basım - Şubat 2003

181 sayfa


Buket Uzuner’in ilk kitabı. İlk kitap olmanın naifliği hissediliyor. Acemilik, tecrübesizlik demeyeyim aslında da cicilik, duygusallık, gençlik daha çok.

 İşte o öyküler:


ELVAN D

Bir zamanlar yakınken sonra araya mesafelerin girdiği eski yakın arkadaş hikayesi.

 

DOSTOYEVSKİ SEVEN BOZKIR KURDU

Oğuz Atay ile Hermann Hesse ile ve Dostoyevskli ile dostluk eden sıradan bir adamın hikayesi

 

KIRK YILLIK DOSTUM SULHİ

Fotoğrafçı Sulhi’yi gözünde büyüten, sonra onun çiğliğini anlayan, ama Sulhi’nin bir inceliğiyle yine ona hayranlık duyan adamın, dostu Sulhi’yi bize tanıtma hikayesi.

 

RESTORAN LATERNA

Çocukken babası intihar eden, elinde iple babasının tuvalete girdiğini gören çocuğun hikayesi.

 

VEHBİ ŞANLI’NIN FAUST TUTKUSU

Dört kez evlenmiş Vehbi Şanlı. Her karısını da psikolojik olarak çökertmiş. Sonuncusu hariç. Son karısı bunun bir oyun olduğunun farkında ve oyunun kurallarını biliyor.

 

BİR KADIN YAZARIN SATIŞ REKORLARI KIRACAK KİTABI

İnsanlar artık sevda hikayeleri değil, geneli ilgilendiren tarihsel konulara ilgi duyuyor diye editörünün tavsiyesi ile savaş romanları yazmaya karar veren yazarı, bireysel hikayelerin karakterleri rahat bırakmıyor. Başlık parası yüzünden evlenemeyen gençler, kızının günlüğünde okuduğu anılar, boşanmış annelerin tek başına çocuk yetiştirmesi… Bunları yazmak varken savaş yazmak zor geliyor.

 

ADI KONMAMIŞ YALNIZLIKLAR

Yurt dışında bir arkeoloji öğrencisinin hikayesi.

 

UZAK KASABALARIN GRİ HÜZNÜ

Kitap okuduğu ve bir işi olmadığı için oğlundan utanan bir baba. Evlenip ait olmadığını hissettiği bir hayata atılan kadın. İntihar. Yalnızlık. Of.

 

BİR KIZ ÇOCUĞU ELİNDE ÇİÇEKLER VE ŞARKI SÖYLÜYOR

Babasının ölümünün ardından onun mezarına çiçekler götüren ve insanların da keşke çiçekler gibi olmasını dileyen kızın hikayesi.

 

STOCKHOLM’DE ÖLÜM

Beş yıl sonra bir araya gelen iki eski dost. Aslında sevgili olasılarmış ama olamamışlar, adam çok yakışıklı kadın çok akıllıymış, birbirlerinden korkmuşlar mı ne olmuş.

 

OBLOMOV BAR’DA BİR ÖĞLE SONRASI

Sevgililer. Ayrılacaklar. Biri bir yere gidecek. Ama temelli gidecekmiş, diğeri bilmiyormuş. Niyeyse söylemiyor. Kendi içinde drama yaratıyor.

 

CIVIL CIVIL, ÇIĞLIK ÇIĞLIK İSTANBUL

Tiyatro aşkıyla başka ülkelere giden, bu sebeple karısını ve oğlunu ihmal eden, İstanbul’a da hasret kalıp deliren bir adamın hikayesi.

 

AYIŞIĞINDA CEHENNEM RENGİ BİR DÜNYA

Genç bir kadınla evlenip bir de çocuk yapan adamın hezeyanları diye başladı hikaye. Kadınla ayrılacaklarmış, sürpriz değil. Ama meğer kadın kansermiş, ölecekmiş, böylesi bir ayrılıkmış. Tamam şimdi ciddiye aldım. Küçük bir kızları var, ona yalan söylüyorlar, annen dedeni görmeye gidecek, gelecek sonra diye ama kız zehir. Anlıyor kendisine yalan söylendiğini. Ama anlayamadığı şu, büyükler çocuklara yalan söylemenin yanlış olduğunu tembihlerken neden kendileri yalan söylüyor?


ÇIĞLIĞIN İÇİNDEKİ ÇIĞLIK

Sevdiği kadını buluşma yerinde beş saat bekleyen adam dramı. Daha çok bekler, çünkü kadın hayalinde.

 

OTUZ YAŞ

Otuz yaşına girmesine üç hafta kalan evli ve bir çocuklu adamın heyecanı. Otuz yaşına girince ne olacak? Memurlar daha mı iyi davranacak, gençlerden saygı, yaşlılardan ilgi mi görecek? Dört yaşında bir oğlu var, oğlu otuz yaşına geldiğinde okusun diye ona bir mektup yazıyor. Ama evde mektubu saklayacağı bir yer yok diye üzülüyor.

 

EMİNÖNÜ VAPURUNDA TUHAF BİR ADAM

Kısa bir vapur yolculuğunda aynı kitabı okuyan kadın ve erkeğin sohbeti. Daha çok erkeğin ben insanları sevmem, herkesi sevmek zorunda değiliz monoloğu.

 

BENİM ADIM MAYIS

Mayıs ayında doğduğu için adı Mayıs (Mayo) konulan Santiagolu çocuk. Norveç’te balık biyolojisi okuyormuş. Çocukluğundan bir anısını anlatıyor. Oyuncak tank istemiş. Dayısı tanklar ateş saçar, savaştır, cinayettir diye anlatıp almamış, onun yerine gitar almış.

 

*

Her öyküde drama yaratan bir tipleme var. Beni bayıyor böyle şeyler.


KALBİN TEMİZSE HİKAYEN MUTLU BİTER

 


KALBİN TEMİZSE HİKAYEN MUTLU BİTER

Hakan Mengüç

2018

Destek Yayınları

185.Baskı – Ocak 2020

231 sayfa

 

Kitabın adı şunu hatırlatmıyor mu?

“Herkes kalbinin ekmeğini yer.”

Seda Sayan

*

Kardeşimin kitaplığında buldum bu kitabı ve daha önce okuduğumu.

Diğeri için bkz: Ben Ney’im 

Diğeri hakkında söyleyecek laflarım olmuştu ama bu o kadar mıy mıy o kadar…

*

Bu kitapta daha çok kadın erkek ilişkilerine yer vermiş ve daha çok da kadınlara öğüt vermiş. Bu tarz kitapları okuyanların daha çok kadınlar olacağını bilerek.

*

Gereksiz ve sıkıcı bulduğum bir kitap ama kimisine iyi gelebileceği için saygı duymaya çalışıyorum. Gerçekten de iyi gelebilir. Güç içinde, kalbini temiz tut, olduğun halinle güzelsin… gibi laflar işitmek/duymak iyi hissettirebilir.

 


26 Ağustos 2020 Çarşamba

BEN NEY'İM

 


BEN NEY’İM

Hakan Mengüç

2018

Destek Yayınları

138.Baskı – Mayıs 2020

317 sayfa

 

 Bu şey değil mi ya, Metin Hara?

İki resim arasındaki yedi farkı bulmak çok zor.

*

Hakan Mengüç neyden yürümüş. Daha çocukken ilgi duymuş bu enstrümana. On yaşından itibaren neyler, neyzenler, sufilik… ilgilenmeye başlamış.

Bana çok iç sıkıcı geliyor bunlar. İnsanın hayatında sakinlik ve denge aramasını anlayabiliyorum, ama on yaşında da aramazsın bunları ay.

Neyse, saygı duyuyorum ve devam ediyorum.

*

Sazlıktaki kamışın ney olma sürecini insana perkitip anlatmış. Sazlıktan ayrılma, kabuklardan kurtulma… vb İnsanın da kemale ermek üzere konfor alanından ayrılması, aşırılıklardan arınması, sabırlı olması vb.

Böylece kamış sazlıkta boş boş durmaktansa ney olup ahenkli bir sese ulaşıyor, insan da kemale eriyor.

Bana sevimli gelmiyor bu süreç. Sazlıktaki kamışı alıp ney yapıp ona insani bakış açısıyla ulviyet yüklüyor. Bırakalım boş boş dursun kamış, belki mutlu boş boş durmaktan. İlla insanlığa hizmet etmek zorunda mı?

Neyi de öyle kutsal, ulvi, yüce bir enstrüman olarak görmüyorum ben. (Bununla ilgili bir anım var, anlatacağım sonda.)

*

Ney üflemeye (çalmak dendiğinde kızıyorlar. Ney çalınmazmış, üflenirmiş. Ayrı bir jargon üretilmiş onun için.) başlayan çocuk Hakan, ailesinden destek görmemiş. Yapamazsın edemezsinler havada uçuşmuş. Çocuk Hakan da ayrıca çok çekingen bir çocukmuş. Sınıfta cevabını bildiği sorulara bile parmağını kaldırıp cevap vermeye çekinirmiş.

Ama şimdi öyle miymiş? Genç yaşında seminerlere katılıyor, insanlar ona danışıyormuş. Önceden destekçisi olmayan ailesi, biz zaten başaracağını biliyorduk demeye başlamış.

O da diyor ki, ben yapabildiysem siz de yapabilirsiniz.

Bana ilham vermediği gibi komik geliyor ama ilham veriyorsa kimilerine ne güzel.

Gerçi bana da bir zamanlar iyi hissettiriyordu bu kitaplar. Kısa süreli bir iyi hissetme olup geçiyordu ama şimdilerde sadece gülümsetiyor. Ne yazmış diye merakımdan okuyorum denk gelirsem bir yerde. Bir de işte bana böyle dalga geçecek malzeme çıksın diye. J

*

Neyden yola çıkarak anlattığı “Nefis Mertebesi” sürecinden sonra (ki bu nefisti, mertebeydi bu laflar da benim içimi sıkıyor)  kadın-erkek ilişkilerine geliyor sıra. Burada Cosmopolitan dergisinden hallice tavsiyelerle vazgeçilmez kadın/erkek olmak, ilişkide monotonluğu engellemek üzerine tavsiyeler veriyor.

*

İçimi sıkan bir başka şey de tasavvuf ve hoca arayışı. Yazar da kendisine yol gösterecek hoca arayışlarına girmiş. Tekke tekke, zaviye zaviye hazreti hoca bilmemkim efendiler arayışına girmiş… Ayyyyhhh! Kapanmadı mı bu tekke ve zaviyeler?

Ama hoşuma giden kısım şu: İşi bir çeşit turizme çevirmiş. İstanbul, Bursa vb şehirlerde kendilerince ulu buldukları zatların dergahlarına turlar düzenliyormuş. Bu güzel. Sakinlik, huzur, denge arayışındaki insanlar için Hindistan, Nepal gibi durakların yanı sıra İstanbul-Bursa vb şehirler de yer alsın. Sufi mufi Mevlana ilgilenenleri buralara çekelim. Madem böyle bir talep var, bunu paraya çevirmek güzel bir hamle.

Ben gerçekten eren/kemale ermiş/olmuş insanların kitap yazayım da, Youtube’da kanal açayım da, atölye düzenleyeyim de, seminerlerde konuşayım da daha çok insana ulaşayım derdinde olacağını sanmıyorum. Gerçekten olmuş insan hayatına, yoluna bakar, bildiklerimi herkesle paylaşayım tutkusunda olmaz, ilgilisi onu bulur, sorulduğunda cevabını verir diye düşünüyorum.

 *

Kitabın sonunda da hastalıkların hangi zihinsel nedenlerden kaynaklandığını anlatıyor. (Bu bölümün hastalık teşhisi ve tedavisi içermediğini, doktora danışmak gerektiğini de ekleyerek.) Örneğin kabızlık değişime direnmekten, kaşıntı hırslı olmaktan, gaz sancıları fazla düşünmekten, guatr hayır diyememekten... oluyormuş.

Bunların doğruluk payı vardır sanıyorum. Tam olarak bu sebepten bu hastalık olur diyemem tabii ama zihinsel, duygusal, psikolojik sıkıntılar eninde sonunda fiziksel hastalığa dönüşebilir. 

Bu konunun atası "Düşünce Gücüyle Tedavi" kitabıdır bu arada. Onun için de bkz: Düşünce Gücüyle Tedavihttp://birazkitap.blogspot.com/2016/04/dusunce-gucuyle-tedavi.html O zamanlar etkilenmişim mesela bu kitaptan, sene 2016.

*

Benim ney anıma gelince;

Şimdi burada böyle alaycı konuşuyorum ama bir zamanlar ben de neye ilgi duyuyordum. Üniversitenin ilk zamanları. O zamanlar gerçi ilgi duymadığım bir şey yok. Ney kursuna yazıldım. Neyden ses çıkarmak gerçekten çok zor. Nitekim pek başarılı olamadım, sınıfın en kötüsüydüm. Ney hocası da öyle destekçi, teşvik edici bir adam değildi. Bir gün bir hikaye anlattı. Eskiden ney öğrenmek isteyenlere hoca -şu an adını hatırlayamadığım bir notayı- üflemelerini istermiş. Öğrencilerin çoğu pes eder gidermiş. Bu girizgahın ardından hoca dedi ki:"Ama şimdi kimseye git diyemiyoruz tabii."

Ben bunu üzerime alındım. Kursu bıraktım. Neyi de sattım. Ney antipatim buradan mı geliyor acaba? 

 


23 Ağustos 2020 Pazar

ZAMANI DURDURMANIN YOLLARI

 


ZAMANI DURDURMANIN YOLLARI

(How to Stop Time)

Matt Haig

2017

Çeviri: Kıvanç Güney

Domingo Yayınları

1.Baskı – Ekim 2018

318 sayfa

 

Hiç yaşlanmamak, hep genç kalmak.

Kulağa gayet hoş geliyor.

Ama işin aslının o kadar da hoş olmadığını anlatıyor kitap.

Mesela seksen yaşındasın ama on yedi gibi gözüküyorsun.

Hala kulağa hoş geliyor, evet.

Ama çocuğunuzun sizden daha yaşlı gözükmesine ne diyeceksiniz?

*

Tom Hazard 439 yaşında.

Oha!

Ama yaşını göstermiyor. Kaldı ki bu yaşı göstermek nasıl olurdu acaba?

1600’lü yıllarda doğmuş ve on üç yaşına kadar normal büyüdükten sonra büyümesi yavaşlamış. Bu yüzden annesi cadılıkla suçlanıp öldürülmüş.

Babasını savaşta kaybeden Tom, annesinin de ölümünün ardından şehri terk ediyor. Gittiği yerde bir kıza aşık oluyor. Rose.

Rose’a her şeyi anlatıyor.

Evleniyorlar.

Ancak yıllar geçtikçe Rose yaşlanıyor, Tom ise hala genç. Toplumda yadırganıyorlar. Bir de çocukları oluyor, Marion.

Marion’un da bu hastalıktan muzdarip olup olmadığından emin değiller. Ama Tom hem karısına hem kızına varlığıyla tehlike yarattığını düşündüğü için ayrılıyor onlardan.

*

Tom bu hastalık konusunda yalnız olmadığını öğreniyor. Onun gibi olanlardan oluşan bir cemiyet var ve görevleri kendileri gibi olanları bulup bu rahatsızlığın bir sır olarak saklanmasını sağlamak.

Çünkü cemiyetin başı Hendrich (ki kendisi bin yaşında) bu rahatsızlığı olan insanların ortaya çıkması halinde bilim adamları tarafından deney faresi olarak kullanılacağını ya da deli olarak tımarhaneye atılacağını söylüyor.

Gerçekten de Tom bir gün bir doktora gerçeği söyleyip bir çare bulmasını istediğinde doktor Tom’u tımarhaneye yönlendiriyor.

Düşününce biri çıkıp bana da “Ben 400 yaşındayım.” dese ben de inanmam.

*

Yüzlerce yıllık hayatında pek çok şey görüyor tabii Tom. Shakespeare ile de tanışmış, veba salgınını da görmüş. Şimdi günümüzde tarih öğretmenliği yapıyor. İsabetli bir seçim.

Hiçbir yerde uzun süre kalamıyor, sık sık şehir/ülke  değiştiriyor. Çünkü hiç yaşlanmadığı, hep aynı kaldığı anlaşılırsa olacaklardan korkuyor.

Rose’u kaybettikten sonra hayatına ciddi bir ilişki de almak istemiyor. Fakat gönül ferman dinlemez tabii, ihi. Okuldaki Fransızca öğretmeninden hoşlanıyor.

*

Tom’un hayattaki tek arzusu kızını bulmak. Hendrich bu konuda Tom’a yardımcı olacağını söylüyor. Ama aslında Tom’u oyalamış hep. Hendrich, Marion’u çoktan bulmuş, ona babasını kötülemiş.

Tom ve Marion karşılaştıklarında Marion babasını öldürecekti az kalsın. Gerçeği anlayınca bir olup Hendrich’i öldürüyorlar.

Cemiyetle memiyetle işlerini bitiriyorlar.

Hayatı bu şekilde ellerinden geldiğince yaşamaya karar veriyorlar.

*

Uzun yaşamak benim korkulu rüyam. Allah benim ömrümden alsın, isteyene versin, hiç problem değil benim için.

Yaşlılık iğrenç bir şey. İğğğğrenç.

Yaşlanmak zorunda mıyız? Bence değiliz. Yaşlanmak zorunda olduğumuzu düşünmüyorum. Ben hep genç kalacağım.

*

Ha, ille de yaşayacağım yüz yaşına, bin yaşına kadar diyenler için bkz: IKIGAI Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrıhttp://birazkitap.blogspot.com/2018/10/ikigai.html


10 Ağustos 2020 Pazartesi

KAYIP HAYALLER KİTABI

 


KAYIP HAYALLER KİTABI

Hasan Ali Toptaş

1996

Adam Yayınları

1.Basım – Kasım 1999

183 sayfa

 

Çok üzülüyorum ben moron adamlar yüzünden hayatı mahvolan kadınlara ve çocuklara.

Kitapta da bir sürü moron adam var.

İlk moron Ali.

Ali Kevser’i seviyor. Kevser de Ali’yi seviyor. Aileler de bu iki gencin evlenmesine prensipte onay veriyor. Ama Kevser’in babası da moron. Yok hasat bitsin ondan sonra evlenirler, hasat bitiyor, şu tarla işi bitsin ondan sonra, o tarla işi bitiyor başka iş çıkıyor o da bitsin ondan sonra… diye diye bir türlü bitmiyor bu işler.

Sonra da Ali'nin babası işi inada bindiriyor. O da uzattıkça uzatıyor.

Kevsercik bir şey diyemiyor. Çünkü kadınların söz hakkı yok böyle köy kasaba ortamlarında, biliyorsunuz.

Burada Ali’ye iş düşüyor. Kararlı davranıp Kevser’in babasının karşısına çıkmalı. Ya da “kaçırmak” Normal şartlarda tabii ki tasvip edilecek bir şey değil ama burada gençler birbirini seviyor, ailelerin bok yemesi yüzünden kavuşamıyorsa o zaman evet, kaçsınlar beraber, ikisinin de gönlü var.

Ama Ali pısırık mı pısırık. Gece yatakta kendi kendini yiyor kaçırsam kaçırmasam ne yapsam ne etsem, neticede bir halt yapamıyor.

Kevser’i seven başka bir genç adam daha var, Ali’nin arkadaşı, ama arkadaşının aşkı olduğu için bir şey yapamıyor.

Ve bir gün bir yabancı adam gelip Kevser’i kaçırıyor. Alıyor ve götürüyor zorla.

İyi mi oldu şimdi mallar? Bu adamlara moron derken haksız mıyım?

Neticede Kevser deliriyor.

Ali de, Kevser’i seven diğer arkadaşı da evlenip çoluğa çocuğa karışıyor.

*

Ali ölüyor ama pısırık ve moron genleri çocuğuna geçiyor.

Hicabi, Ali’nin oğlu. Duvar ustası ama kendi evinin duvarı çöküyor. Karısı Elif de evlerini düzeltmelerini istiyor. Başkalarının evine gösterdiği özeni kendi evine de göstermesini istiyor. Sen misin isteyen? Dövüyor kadını. Bir ara gaza gelip evi yapacağından bahsediyor, hatta yapacağı evin ayrıntılarını da anlatıyor konu komşuya. Ama bir türlü eyleme girişmiyor. Sorduklarında tersliyor ve zamanla içine kapanıyor. Salt içine kapansa gene iyi, karısını dövüp dövüp içine kapanıyor. Alacaklılar kapıya dayanıyor. Kadıncağız onlarla muhatap olmak, yalan söylemek zorunda kalıyor.

Kadın, en azından çocukları Hasan bu cehennem ortamından kurtulsun diye Hasan’ı dayısının evine gönderiyor. Ama orası da başka türlü cehennem.

Hasan’ın dayısı da zamanında yengesini çok dövmüş. Yengesini eve kapatmış, dışarı çıkmasına izin vermiyormuş. Artık döve döve yoruldu mu ne olduysa şimdilerde dövmüyormuş. Şimdilerde evde sessizlik hakimmiş. Adam karısını görmezden geliyormuş. Bu evde de böyle cehennemi bir ortam var. Dayısı bir gün karısını Almanya’ya gönderiyor. Kadınların işçi olarak oraya gitmesi daha kolaymış. Sonra o da karısının sayesinde Almanya’ya gidecek. Ama Almanya’ya giden karısından ses gelmiyor. Temennim kadının orada kendisine mutlu bir hayat kurması ama muhtemelen öldü kadıncağız orada ya da onun gibi bir şey oldu.

Yavrucuğum Hasan şefkatli, huzurlu, mutlu bir ailenin hayalini kuruyor.

*

Daha çok Hasan böyle bir ailenin hayalini kurar gibi geliyor bana.

Türkiye’de yokluğu varlığından daha hayırlı olacak babalar ve manipülatif anneler tarafından yetiştiriliyoruz. En hayırlısı kimsenin çocuk yapmaması ama ısrarla, kendi ailelerindeki moronluğu göre göre, bile bile çocuk yapıyorlar. Farklı olacak umuduyla yapıyorlarsa bir nebze iyi, umut iyidir. Ama herhangi bir umut, kanaat vb olmadan tamamen şuursuzca çocuk yapılıyor gibi geliyor bana. Ve çok üzülüyorum çocuklara. Keşke yapmasanız.

*

Köy, kasaba romanlarını da sevmiyorum. Köyler kasabalar böyle şiddetin, huzursuzluğun, sevimsizliğin, zorbalığın hakim olduğu yerler. Türk edebiyatındaki köy/kasaba romanlarında hep bu temalar var. 

Köy de sevmem.

Aile de sevmem.

Bunlar huzursuzluk, mutsuzluk, nefes alamamak, hapsolmak, cehennem demek.

*

Hasan Ali Toptaş bu kitabında da daha önce okuduğum kitaplarındaki gibi çok konuşmuş. Saygısızlık ediyorum muhtemelen şu an ama benim çok kafamı şişiriyor bu kadar edebiyat. İşe yaramaz her kelime, her cümle benim için baş ağrısı. Benim işe yaramaz diye tanımladığım şeyler muhtemelen edebi bir akım, bir sanat. Ama bana sadece gürültü geliyor. Onları eleyip okuyorum.