18 Aralık 2019 Çarşamba

BENİM OLAĞANÜSTÜ AKILLI ARKADAŞIM




BENİM OLAĞANÜSTÜ AKILLI ARKADAŞIM

(L'amica Geniale)

Elena Ferrante

2011

Türkçesi: Eren Yücesan Cendey

Everest Yayınları

12. Basım - Ağustos 2019

360 sayfa

Kitabın adı tam arkadaşa hediye etmelik değil mi?

Tamamen bu sığ yaklaşımla kitabı alıp arkadaşıma hediye etmeyi planladım. Ancak ben bir kitabı hediye etmeden önce muhakkak kendim okurum. Bu kitabı da kitapçıdan alıp hediye paketine sardırıp evde usulca paketi açıp okumaya başladım. Bitirince tekrar paketledim, hiç anlaşılmıyor.

Ya da öncesinde benim okuyacak vaktim yoksa tüm yüzsüzlüğümle arkadaşıma "Bir ara bana versene, ben de okuyayım." derim.

Bu kitabı yılbaşı hediyesi olarak aldım arkadaşıma. Kitabın arasına da kırmızı külot koydum, yılbaşı ruhunu yansıtan sürprizli bir armağan.

:)

Kitaba geleyim,

Ay çok sevdim.

İyi ki okumuşum. Çok keyif aldım.

Aslında bu dört kitaplık bir seri. Serinin diğer kitapları:

- Yeni Soyadının Hikayesi
-Terk Edenler ve Kalanlar
- Kayıp Kızın Hikayesi

Belki devamını da okurum.

*

Hikaye Napoli'nin bir kenar mahallesinde geçiyor.

Mahallenin fakir ailelerinin çocukları Greco ve Lila'nın hikayesi.

Yetişkin Greco, çocukluğunu anlatıyor bize. Lila'yı nasıl hem çok sevdiğini hem de nasıl onu kıskandığını, nasıl ona gıcık olduğunu, nasıl onun için iyi şeyler dilediğini, nasıl onun önüne geçmek istediğini...

*

İlkokulda Lila kıvrak zekası ve kimseye eyvallah etmeyen tutumu ile öne çıkıyor. Ama ailesi daha sonra okumasına izin vermiyor.

Greco'nun da ailesi okumasına izin vermiyor. Ama öğretmeninin ısrarına dayanamayarak kabul ediyorlar.

Orada da aynı kafadan var yani, kız okuyup ne yapacak? İlkokulu okudu ya, daha ne?

Greco okuyor, eğitimli bir kız oluyor, Lila evleniyor.

Hangisi daha iyi yaptı söylemek zor.

Greco da anlayamıyor.

Eğitim almak iyi ama şimdi ne olacak bilemiyor.

Lila zengin bir koca ile evlendi. Rahat bir yaşam sürecek.

Greco okuyor, artık gözlük takıyor, kendisini güzel bulmuyor. Bir yandan mahallesini seviyor ama öbür yandan artık mahallesinde kendi dengi kimseyi göremiyor.

*

Greco okula devam etse de Lila kendi kendini eğiterek bile Greco'dan daha iyi seviyede olabiliyor.
Latince, Yunanca, İngilizceyi Greco okulda öğrenyor, Lila kendi kendisine. Ve Lila daha iyi seviyede.
Ama Lila bir noktada vazgeçiyor. Kitap okumayı, dil öğrenmeyi bırakıyor. Greco'nun okulla ilgili anlattıklarıyla da ilgilenmiyor.

Lila'nın babası kunduracı. Ayakkabı tamir ediyor. Lila ve ağabeyi Rino ise ayakkabı üretmeyi tasarlıyorlar. Lila ayakkabı çizimleri bile yapıyor. Ama babalarını ikna edemiyorlar.

Bu arada Lila çelimsiz bir kız çocuğu iken zamanla güzel bir genç kıza dönüşüyor.

Bizde regl olmaya verilen saçma sapan isimlendirmelerden orada da varmış. Orada da "Marki'nin ziyarete gelmesi" diyorlarmış. Marki ziyarete geldi, ona henüz Marki ziyarete gelmedi... gibi.


*

Bu arada aşklar da yaşıyorlar.

Greco, sınıf arkadaşı Nino'ya aşık ama Nino'nun babası Donato Sarrato Greco'yu taciz ediyor. Şerefsiz pislik.

Donato görünüşte pek beyefendi bir adam. Demiryollarında çalışıyor, şiir yazıyor, mahallede benzerine rastlanmayan şekilde karısına iyi davranıyor, ev işlerine yardım ediyor, çocuklarıyla ilgileniyor, şiir yazıyor.

Fakat aslında pislik.

Bunu Donato'nun oğlu Nino fark ediyor ve babasından nefret ediyor.

Donato'nun bir pisliği şu;

Mahallede kocası ölmüş Melina'ya kur yapıyor Donato. Aslında belki de kur yapmıyor, adam kadına nazik davranıyor. Ama Melina aklı biraz zayıf, epey de hassas bir kadın. Onun yanlış anlaması da çok muhtemel. O zaman aklı başında olan Donato'nun daha dikkatli davranması gerekirdi. Ama bunu yapmıyor ve Melina, Donato'ya aşık oluyor ve Donato'nun da kendisine aşık olduğunu düşünüyor. Mahallede kavgalar, rezillikler çıkıyor ve Donato ile ailesi mahalleden taşınıyor.

Donato yıllar sonra bir şiir kitabı yazıp kitabı Melina'ya ithaf ediyor. Bu kitabı gören Melina, deli gibi bir şey oluyor.

*

Kitap yazmak Greco ve Lila'nın da hayaliydi. İkisi de çok kitap okuyorlar çocukken. Lila daha da fazla. Hatta Lila, kendisinin yanı sıra annesi, babası ve ağabeyi için de kütüphane kartı çıkarıyor ve kütüphaneden onlar adına da kitap alıp okuyor. Hatta sonra kütüphaneden onlara ödül veriyorlar en çok kitap okuyan aile diye ama herkes biliyor tabi esas okuyanın Lila olduğunu.

"Küçük Kadınlar"dan çok etkileniyorlar. Ondan sonra bir kitap yazıp zengin olma hayali kuruyorlar.

Lila bu hayalinden vazgeçiyor. O artık sadece çizdiği ayakkabıları gerçeğe dönüştürmek istiyor. Ağabeyi Rino ile babalarından gizli saklı bu ayakkabıyı yapmaya başlıyorlar.

*

Mahallenin zengin ve kötü çocuklarından Marcello, Lila'ya aşık. Onu etkilemek için Lila'nın ailesine televizyon getiriyor. O yıllarda mahallede henüz neredeyse kimsede yok. Ve daha bir sürü hediye ile Lila'nın ailesini etkilemeye çalışıyor.

Ama Lila Marcello'dan hiç hoşlanmıyor. Onun tehlikeli biri olduğunu anlıyor.

*

Mahallenin diğer zenginlerinden biri olan Stefano da Lila'ya aşık. Stefano daha efendi bir oğlan. O da Lila ile ağabeyinin yaptığı ayakkabıyı satın alarak, Lila'nın babasına dükkanı genişletmeyi teklif ederek Lila'yı etkilemeye çalışıyor. Ve başarılı da oluyor. Lila'nın çizimlerini çerçeveletip dükkana asıyor.

*

Greco bu arada Antonio ile çıkıyor. Aslında Antonio'yu sevmiyor, aklı Nino'da. Fakat Nino çekingen, düşünceli, soğuk bir çocuk.

Greco bir yaz bir otelde çalışıyor. Otele Nino'nun ailesi de geliyor. Nino'un babası Donato bir gece Greco'yu kıstırıp onu dudağından öpüyor, sarılıyor, onu sevdiğini söyleyip gidiyor.

Greco şok. Ertesi gün zaten oteli terk ediyor.

İşte Greco, Donato'nun yaptığı bu iğrençliği oğluna mal ediyor bazen. Sanki Nino'da Nino'nun babası Donato'yu görüyor gibi oluyor.

*

Greco Antonio ile epey yakınlaşıyor. Bunu yaparken Lila'yı düşünüyor. Acaba Lila da Stefano ile bunları yapıyor mudur, diye.

*

Tuhaf bir ilişkisi var Lila ile Greco'nun.

Lila'nın evlilik hazırlığı sürecinde yardımcı oluyor Greco. Hatta Lila kayınvalidesi ve görümcesi ile sorun yaşarken Greco tarafların arasını ustalıklı konuşmasıyla buluyor.

Greco bir yandan okuyarak onu geçtiğini düşünüyor, bir yandan Lila'nın zengin bir hayata kavuşması nedeniyle geride kaldığını düşünüyor.

Lila ne düşünüyor acaba?

Bu dönemi bir de Lila'nın gözünden okumak muhteşem olurdu.

Lila, kendisinin okumak isteyip istemediği ile ilgili bir şey söylemiyor ama Greco'nun okumasını istiyor. "Sen benim olağanüstü akıllı arkadaşımsın" diyor Greco'ya.

*

Kitap Lila ve Stefano'nun düğünü ile bitiyor.

Bu düğün için Stefano hiçbir masraftan kaçınmadı. Fakir mahalleli de. Borca girmeyi göze alarak en güzel kıyafetleri aldılar kendilerine.

Lila'nın düğün için tek talebi düğüne Marcello'nun gelmemesi idi.

Halbuki Stefano Marcello'nun babasını nikah şahidi yapmak istiyor. Bu gerginlik, Greco'nun Lila'ya Marcello'nun babasının Marcello'dan farklı olduğunu anlatmasıyla geçiyor. Ama sadece Marcello'nun babası gelebilir, Marcello asla.

*

Fakat Marcello düğüne geliyor.

Lila bunu görünce donakalıyor. Sadece Greco'nun anladığı bir sinirlilik haline bürünüyor.

Marcello'nun ayağında bir de Lila'nın tasarımını yaptığı ve ağabeyiyle birlikte ürettikleri ilk ayakkabı var. Lila bunu "hayallerinin ayaklar altına alınması" olarak görüyor.

Hikaye burada bitiyor.

*

Güzel hikaye.

Serinin devamını merak ettim açıkçası.

*
Bir de ne kadar çok şey aynı. bu hikaye 1950'ler Napoli'sinde geçiyor. Zenginlik, fakirlik, kız çocuklarının okutulmaması... aynı hikayeler. 

Mesela oradaki mahallede yaşayanlar da içinde yaşadıkları şehri bilmiyorlar.
Yıllardır İstanbul'da yaşayıp belli başlı yerleri görmemiş, hatta deniz bile görmemiş insanlar gibi.

Bizden Orhan Kemal'in romanlarındaki İstanbul'un tadını aldım bu kitaptaki Napoli'nin kenar mahallesinden.

Aslında mahalle hikayesi sevmem. Mahalle kültürü denilen şeyi de sevmem. Bu bana her şeye burnunu sokan komşular ve dedikodu kültürü demekmiş gibi geliyor. Ama bu kitaptan rahatsız olmadım. 

*

Test edip onayladım, adına layık, arkadaşa hediye etmelik güzel bir kitap.

*

Serinin devamını da okudum, geldim.

Bkz:

Napoli Romanları:



15 Aralık 2019 Pazar

YENİ TURAN



YENİ TURAN

Halide Edip Adıvar

1913

Can Yayınları 

1. Basım - Temmuz 2014

160 Sayfa


Bir cuma günü Çağlayan Adliyesindeyim. Öğle arasına denk geldim. Kütüphanede bekleyeyim dedim. Kütüphanede kitaplar arasında dolandım. Bu kitaba gözüm çarptı. Halide Edip Adıvar ismi ve çabuk bitirebileceğim hacmi olduğunu görünce alıp okumaya başladım. 

Beğendim.

*

Hkaye 1931 yılında geçiyor. Kitap 1913'de yayınlanmış olsa da yazar böyle bir zaman uygun görmüş.

Ülkede Turancılar ve Osmanlıcılar çatışması var.

İktidar Osmanlıcılarda ama Turancılar çok aktif. 

Turancılar kadın-erkek memleketi karış karış dolaşıyor, mektepler açıyor, Türk-İslam içerikli bir eğitim veriyor. 

Kaya da çalışmaları neticesinde adı ün yapmış bir Turancı kadın.

Oğuz da onunla aynı yola baş koymuş teyze oğlu.

Kaya ve Oğuz mitingler düzenliyor, ülkenin geleceğinin Turancılıkta olduğunu anlatıyorlar.

Beklenen bir sonuç olarak Oğuz tutuklanıyor.

Kaya, Oğuz'u kurtarmak için bakanla (Dahiliye Nazırı) ile görüşüyor. 

Bakan Paşa, Kaya ile evlenmek koşuluyla Oğuz'u çıkaracağını söylüyor. 

Kaya kabul ediyor.

Paşa ve Kaya'nın evliliği süresince Kaya eski aktifliğini sergilemiyor.

Paşa, Kaya'ya iyi davranıyor ve onu seviyor ama neticede çirkin bir evlilik teklifi oldu. 

*

Hapisten çıkan Oğuz eylemlerine devam ediyor. Turancılık halktan büyük destek görüyor. 

Bu desteği engellemek için klasik, "Din elden gidiyor"a başvuruyor Osmanlıcılar. Turancılar kadını da öne çıkaran, onu toplumda aktif hale getiren politikalar güdüyorlar, bu da dincilerin canını sıkıyor.

"Dini komşusunun her hareketine müdahale, sırf her medeni şeye karşı bir duvar bilen cahil takıma bu yeni yetişen gençleri dinsiz göstermek kabildir." sf.20

Ama Yeni Turancıların iktidar olması engellenemiyor.

Artık yeni bir devir başlayacak. Turancılar hükümet oldu.

Fakat ne yazık ki Oğuz bir suikast ile öldürülüyor.

*

Kaya, onu öldürtenin kocası olduğunu düşünüyor. Kocasının bu işte parmağı yok aslında ama neticede Oğuz'u ölüme götüren süreçte katkısı var.

Kaya, Oğuz'u ölüm döşeğinde son bir kez görmeye gidiyor.

Kaya'nın kocası Paşa da acısından ölüyor.

*

Hikayeyi Paşa'nın yeğeni anlatıyor.

O da az puşt değil. Din elden gidiyor kartının oynanmasına sıcak bakıyor. Biraz düşününce yanlış yaptığını hissediyor ama yanlış yaptığını kabul etmek istemiyor. 

*

Normalde böyle bir hikaye beni rahatsız ederdi. Hamaset dolu bulurdum. Ama bunu bulmadım. Hatta Kaya "İlle de kımız isterim" diye tutturuyor bir ara, o zaman bile rahatsız olmadım. Halide Edip'in roman dilinden mi acaba, bilemedim.

*

Ömer Seyfettin bu kitap için "Türk milliyetperverliğinin bir İncil'i sayılabilir" demiş, kitabın arkasında yazıyor. O derece yani, vaaov.

2 Aralık 2019 Pazartesi

MAYMUNLAR GEZEGENİ



MAYMUNLAR GEZEGENİ

(La Planete des Singes)

Pierre Boulle

1963

Fransızcadan çeviren: S. İpek Ortaer Montanari

İthaki Yayınları

5. Baskı – Aralık 2018

203 sayfa


Muh-te-şem.

Ben bu kitaba bir pazar sabahı başladım, akşamına bitirdim. Öyle sürükledi beni. Ve çok da etkiledi. Ters köşe yaptı hatta. Beklemediğim gelişmeler ve beklemediğim bir final oldu.

Maymunlar Cehennemi” filmi bu kitaptan yola çıkılarak yapılmış. Ben bir Maymunlar Cehennemi filmi izledim ama serinin üçüncü filmiydi ama bu kitaptaki hikaye ile tam örtüşmüyor.

Bu bambaşka. Çok başka.

Doğru sandığınız ya da inandığınız bilgileri, değerleri sorgulatan, bakış açınızı komple değiştiren bir etkisi var kitabın. Yani bende öyle oldu en azından.

Kitabı okumaya gönlünüz varsa hiç yazacaklarımın devamını okumayın, tadınız kaçmasın. Ben ileride unutmayayım diye sürprizli kısımları da yazacağım çünkü.

*

Hikaye şöyle:

Jinn ve Phyllis gezegenler arası yolculuk yapan bir çift. Uzay gemileri ile o gezegen senin bu gezegen benim dolaşıyorlar. Bu tarz seyahatlerin çok yaygın olduğu bir dönemdeler.

Bir gün uzay boşluğunda bir şişe görüyorlar. İçinde de mektup.

Mektup şöyle başlıyor:

“Bu yazıyı uzaya emanet ediyorum, kendimi kurtarmak için değil ama yardım etmek için, belki insan ırkını tehdit eden korkunç felaketi haber etmek için. Tanrı yardımcımız olsun.” Sf.23

Mektubu Ulysse Merou adlı biri yazmış. Ailesiyle uzayda yola çıkmış, konuksever bir gezegen arıyorlarmış.

Bu bilgiyi verdikten sonra Ulysse Merou başından geçen macerayı anlatıyor mektupta.

*

Anlattığına göre Ulysse Merou bir gazeteciymiş. Başarılı ve ünlü bilim adamı Profesör Antelle ve fizikçi Arthur Levain ile birlikte 2500 yılında Betelgeuse adlı gök cismine (yıldız) gideceklermiş. Gemide sadece bu üç kişi olacakmış. Bir de çeşitli hayvanlar, bitkiler. Hayvanlardan biri de Hektor adlı bir maymun.

Yolculuklarının sonunda Soror adlı gezegene ulaşıyorlar. Bu gezegeni Dünya’ya benzetiyorlar. İniş yaparken şehirler, yapılaşmalar olduğunu görüyorlar.

Bir ormanda kapsülden inip etrafa keşfe çıkıyorlar. Göl kenarında bir ayak izi görüyorlar. İnsan ayak izi. Az sonra da bir kadın görüyorlar. Çıplak.

İnsan görünümünde bu kadın ama bir değişiklik var. Konuşmuyor, gülmüyor, bakışları da zeka belirtisinden yoksun.

Bu kadın, maymun Hektor’u görünce öfkeyle Hektor’a saldırıyor ve onu oracıkta öldürüyor.

Başka insanlar da görüyorlar ama sadece görünümleri insan. Davranışları hayvan gibi. Tutumları da pek dostane değil. Ulysse ve diğerlerinin kıyafetlerini, eşyalarını, silahlarını alıyor bu yaratıklar. Alıp yok ediyorlar. Nesnelere düşmanlar.

“Nesneler bu yaratıkları kızdırıyordu. İmal ediliş her şey öfkelerini ve korkularını harekete geçiriyordu.” Sf.48

Bu satırlar bana AROG filmini hatırlattı. Orada da böyle icatlara düşman bir kavim vardı hatırlarsınız.

*

Bizimkiler (Bizimkiler diyeyim artık Ulysse ve diğer ikisine) anlayamıyorlar neler olduğunu.

Sonra silah sesi duyuyorlar. Tüm insanlar kaçışıyor. Ulysse, arkadaşlarını kaybediyor. Silahlardan kaçıyor ama bir ağa takılıyor ve ağa takılan diğer insanlarla birlikte bir merkeze götürülüyor.

Bu esnada Ulysse çok şaşırtıcı şeyler görüyor. Silahları kullanan ve insanları yakalayanlar maymunlar. Fakat giyinen, yürüyen, konuşan, insan gibi maymunlar.

Kitapta bu insan ve maymun kavramları çok karışıyor. Bunların tam tersi olduğu bir gezegen kitaptaki. Dükkanını açan esnaf maymunlar, bilim adamı olup araştırmalar yapan maymunlar, araba kullanan, ev hanımı olan, buna uygun giyimleri olan, konuşan maymunlar.

İnsanlar ise çıplak, konuşmayı bilmeyen, alet kullanamayan, vahşi ve ilkel formlar.

*

Ulysse diğer insanlarla kapatıldığı kafeste, diğerlerinden farklı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.

İnsanlar üzerinde deneyler yapılıyor. Pavlov’un köpeği, çan sesi ardından elektrik akımı verme gibi şartlı refleks gösteren bilindik deneyler. Ulysse bu deneyleri zaten bildiğini anlatmaya çalışıyor. Kendi dilinde (Fransızca) konuşuyor. Konuşması hayretle karşılanıyor ama enstitünün başkanı olan Zaius adlı orangutan onu ciddiye almıyor. Onun sadece içgüdüleri biraz daha güçlü bir hayvan olduğunu düşünüyor.

Fakat Ulysse’nin farklı olduğunu Zira adlı şempanze bilim kadını hissediyor. Sonunda Ulysse’nin aklına kağıt kalem kullanmak geliyor. Deftere bazı geometri formülleri yazıyor. Bunu gören Zira artık onun farklılığından şüphe etmiyor. Ulysse deftere çizerek farklı bir gezegenden geldiğini de anlatıyor. Zamanla Zira ve Ulysse birbirlerinin dilini de öğreniyorlar.

Zira kendisi gibi bilimle uğraşan nişanlısı Cornelius’a Ulysse’den bahsediyor.

Ulysse’nin bu durumunu Zaius’a anlatamıyorlar. Zaius biraz geri kafalı çünkü.

Maymunlar gezegeninde goriller, orangutanlar ve şempanzeler olmak üzere üç sınıf var. Görünürde sınıflar arasında fark yok, hukuk önünde eşitler ancak yine de bazı makamlar ve işler bazı sınıfların tekelinde. O makamı çok hak etmeyen de oraya gelebiliyor.

Zira ve nişanlısı, yakında yapılacak bilim kongresinde Ulysse’nin çıkıp kendini anlatmasını planlıyorlar. Böylece onun farklılığını kimse hasır altı edemez.

Bu plan işliyor ve Ulysse kongrede canlı canlı kendisini anlatıyor. Maymun dilinde konuşuyor. Başka bir gezegenden geldiğini, maymunlara saygılı olduğunu ama geldiği gezegende durumun tam tersi olduğunu anlatıyor.

Bunun ardından Ulysse artık özgür kalıyor. Bilim çalışmalarına katılıyor, toplumda saygı görüyor.

*

Ulysse insanların neden bu durumda olduğunu anlamaya çalışıyor.

Bu esnada Cornelius da bu konuda çalışmalar yapıyor. Bir arkeolojik kazıda on bin yıl öncesine ait şehirleşme ortaya çıkıyor. Bu kazılarda oyuncak bebek bulunuyor. İnsan formunda, giyimli ve mekanizması çalışan, basınca ba-ba diyen bir oyuncak.

Ulysse ve Cornelius anlıyor ki gezegende daha önce insanlar şimdiki gibi değilmiş.

Peki ne olmuş?

Cornelius ve ekibi insanlar üzerinde deneyler yapıyor. Bir deneyde bir insanı konuşturmayı başarıyorlar. Geçmişten bahseden bu insan maymunlar üzerinde deney yaptıklarını, ama artık maymunların insanları dinlemediklerini, insanları taklit ettiklerini, kafeslerden kaçtıklarını, örgütlendiklerini anlatıyor. Gezegendeki insanlar maymunlardan kaçarak küçük bir alana sığınmışlar.
Yani maymunlar aslında insanları taklit ederek bugünkü medeniyetlerini kurmuşlar.

Bunu kabul etmek Cornelius için çok tehlikeli. Toplumda da bu görüş şiddetle karşılanabilir. Çünkü maymunlar en üstün ırk olduklarını, insanların kendilerine benzese de onların bilinçleri olmadığını düşünüyor. Kimisi maymunların insanlardan geldiğini, insanların gelişmiş formu olduğuna inanıyor. Şimdi bunun tam tersi olduğunu kabul etmek ve söylemek mümkün gözükmüyor.

*

Ulysse ise gezegendeki insanları kurtarmak için buraya gönderildiğine inanmaya başlıyor.

Profesörü de bir hayvanat bahçesinde görüyor. Hayvanat bahçesinin insanlar kafesinde görüyor onu. Ama profesör halinden eser yok. Diğer insanlar gibi kafeste kendisine atılacak meyve için dövüşüyor.

Ulysse onun hayvanat bahçesinden çıkartılmasını sağlıyor ama profesör artık umutsuz vaka. Konuşamıyor, anlamaz gözlerle bakıyor.

Bu arada Ulysse’nin gezegende ilk gördüğü kadın olan Nova’dan (ona bu ismi veriyor) çocuğu oluyor.

Ancak Zaius ve ekibi bu doğuma çok sıcak bakmıyor. Çünkü Ulysse’nin bebeği tipik bir insan gibi değil, maymun gibi. (Yani aslında insan gibi.) (Anlayın işte, kavramlar biraz şey oluyor bu kitapta.) 

Ulysse ve ailesini yok etme planları yapılıyor.

Zira ve Cornelius ise gizlice Ulysse ve ailesinin kaçmasını sağlıyor.

Her ne kadar insanları kurtarmayı düşlese de kendi ailesini daha önemli buluyor Ulysse.

Cornelius, Ulysse’nin gezegene geldiği kapsülü tamir etmiş, uzay gemisi de sağlammış.

Ulysse, Nova ve bebek gemiye binip Dünya’ya doğru yola çıkıyorlar.

Nova en başından beri hayvansı özellikler sergiliyor ama çocuğu doğduktan sonra Ulysse’nin öğrettiklerini daha iyi anlar hale geliyor.

*

Nihayet Dünya’ya varıyorlar. Fransa’da havaalanına iniyorlar.

Ulysse mutlu, ailesini güvenli bir yere getirdiği için.

Havaalanında onları bir subay karşılıyor. Subay yaklaşıyor ve Nova subayı görür görmez çocuğunu alıp korkuyla gemiye dönüyor.

Çünkü subay bir maymun.

*

Vaaavvv.

Ama daha bitmedi. Bir vaaaav da şimdi geliyor.

Mektubu okumayı bitiren Jinn ve Phyllis birbirlerine bakıp “Serin hikaye” olduğunu düşünüp

“…Mantık kullanabilen insanlar mı? Zeki insanlar mı? Aklını kullanabilen insanlar mı? Hayır, bu mümkün değil; bu noktada yazar ne yazık ki maksadını aşıyor!” 

diyorlar.

Sonra:

“Phyllis kıllı kulaklarını hızlıca silkeleyerek son şüphe kırıntılarını da aklından kovdu, pudra kutusunu çıkararak, limana geri dönerlerken o sevilesi şempanze yanaklarını hafif bir pembelikle canlandırdı.” Sf.203

Evet, Jinn ve Phyllis de maymunmuş meğer.

*

Çok sarsıcı geldi bu kitap bana.

Neden olmasın?

Kendimizi hayvanlardan üstün görüyoruz da başka bir gezegende durum tam tersi olamaz mı? O gezegenden bir maymun çıkıp gelse mesela, konuşsa bizim gibi, ne yaparız?..