24 Nisan 2021 Cumartesi

VEBA GECELERİ

 


VEBA GECELERİ

Orhan Pamuk

2021

Yapı Kredi Yayınları

1.Baskı-Mart 2021

537 sayfa


Tam da koronavirüs nedeniyle karantinada olduğumuz döneme denk gelen bir kitap. Denk gelen diyorum çünkü Orhan Pamuk'un dediğine göre bu kitabı yazmaya 2016'da başlamış, o zamanlar korona morona yok, Orhan Pamuk bir salgın hastalık romanı kaleme almaya başlamış. Romanı bittiğinde ise gerçekten de dünyada salgın hastalık baş göstermiş. Ha ha. Uzaylıların dünyayı istilası konulu bir roman yazmasa bari.

*

Kitaptan "Benim Adım Kırmızı" yoğunluğunu hissettim. O kitabın da yoğun bir araştırma ve deli çılgın bir emekle yazıldığı anlaşılıyordu. 

Ayrıca bir parça da "Puslu Kıtalar Atlası" atmosferi hissettim. Puslu Kıtalar Atlası'nı okumak insanı başka bir aleme sürüklüyordu, o sürüklenme hissini burada da aldım.

*

Roman, adından anlaşılacağı üzere bir veba salgınını konu alıyor. Osmanlı vilayeti olan Minger Adasında 1901 yılında veba salgını oluyor. Osmanlı padişahı 2.Abdülhamit, bu salgını önlemesi için adaya bir heyet gönderiyor. O heyette Abdülhamit'ten önce kısa süreli padişahlık yapmış olan kardeşi 5.Murat'ın kızı Pakize Sultan, Pakize Sultan'ın kocası Damat Doktor Nuri Bey, onlara yardımcı olması için Kolağası Kamil var. Esasen de bu karakterlerin adadaki yaşamları üzerine şekilleniyor roman.

En can alıcı kısma geliyorum; Minger Adası hayali bir ada. Öyle bir yer yok, Orhan Pamuk uydurmuş, ama nasıl güzel uydurmuş. Bir ülkede ve/veya şehirde olması beklenen her şeye yer vermiş. Gerçekliğinden şüphe etmezsiniz okurken. Üstelik bu adaya bir de bağımsızlığa kavuşma hikayesi vermiş, milliyetçilik yüklemiş, tarih kazandırmış, günümüze kadar getirmiş. Minger Avrupa Birliği üyesi olmaya aday olmuş, Avrupa futbol şampiyonasına katılmış... Hayali bir ülke için ne tasavvurlar breh breh.

Bence Orhan Pamuk, "Masumiyet Müzesi"nde yaptığı gibi Minger Adası'nı da gerçeğe dönüştürebilir. Aklında böyle bir plan olduğuna yemin edebilirim ama ispat edemem. Bir ada satın alacak, adına Minger Adası diyecek, romanda anlattığı tüm sokak, ev, müze, hastane, kale, kule, zindan, vilayet binası, fırın, eczane... Her şeyi de yerleştirecek oraya. Bilet alarak gezeceğiz biz de. 

*

Kitabı anlatayım, başını-ortasını-sonunu:

Yıl 1901. Padişah 2.Abdülhamit’in emriyle Osmanlı gemisi Aziziye, Çin'e gidecek. Gemideki heyetin görevi Çin’deki Batı karşıtı isyanlara katılan Müslümanlara nasihat edip Batı karşıtı isyanlara katılmalarını önlemek.

Gemide padişahın yeğeni Pakize Sultan ve kocası Damat Doktor Nuri Bey, Kolağası Kamil, Osmanlı’nın sağlık başmüfettişi, kimyager ve eczacı Bonkowski Paşa ve yardımcısı İlias var.

Bonkowski Paşa ve İlias, İskenderiye yolu üzerindeki Minger Adasında iniyor. Oradaki veba salgınını önlemekle görevliler.

Minger Adası valisi Sami Paşa'ya göre adada salgın yok. Salgın olduğu duyulursa ekonomi çöker, dış güçler müdahale eder, Ada Osmanlı’dan alınır diye endişelendiğinden salgını başta yok sayıyor. 

Komplo teorilerine göre adadaki müslüman ve gayrimüslimler arasında çatışma çıksın diye  salgın söylentisi getirildi. Rumlar'ın inandığı teoriye göre ise Rumlar’ı adadan kaçırmak için salgın söylentisi çıkarıldı. 

Ada halkı salgına yönelik karantina ve dezenfektan önlemleri almak isteyenlere sıcak bakmıyor. Nitekim Bonkowski Paşa öldürülüyor. Kim, nasıl yaptı bilinmiyor. 

Kimyager Bonkowski Paşa’nın ölümü üzerine Damat Doktor Nuri Bey, Minger’e gitmek ve vebaya karşı mücadeleyi yönetmekle, ayrıca Bonkowski Paşa’nın ölümü suikast olabileceği için bunu araştırmakla görevlendiriliyor. Pakize Sultan karantinada, hiç dışarı çıkmayarak ablası Hatice Sultan'a mektuplar yazıyor. Roman da esasen bu mektuplardaki bilgilerden faydalanılarak yazılmış. Romanın anlatıcısı bir tarihçi. 

Pakize Sultan ve Doktor Nuri'nin yardımcısı Kolağası Kamil, aslen Mingerli. O yüzden memleketine gelmiş olmaktan memnun. Burada annesinin bulduğu bir kısmetle evleniyor. Vebadan vefat eden zindan bekçisi Bayram’ın kızı Zeynep ile.

Zeynep, adanın belalısı Ramiz'in eski nişanlısı. Ramiz'in başka kadınlarla ilişkisi olduğunu öğrenen Zeynep onu terk etmiş. Ama Ramiz'in onu unutamadığı söyleniyor.

Ramiz, adadaki tekkelerden birinin şeyhi Hamdullah'ın üvey kardeşi. Şeyh Hamdullah epey nüfuz sahibi biri. Her dinci tekkeci insan gibi bilime, teknolojiye karşı ve adadaki karantina önlemlerinden rahatsız. 

*

Bonkowski Paşa'nın katilinin Şeyh Hamdullah’ın kardeşi Ramiz olduğunu düşünen Vali Sami Paşa, Ramiz'i hapse atıyor. Doktor Nuri buna karşı çıkıyor, çünkü Ramiz'i suçlayacak bir delil yok. Doktor Nuri, katilin Sherlock Holmes gibi, önce delillerin toplanması, sonra buna göre cinayetin çözülmesi metoduyla bulunmasını istiyor. Abdülhamit'in sevdiği tarz da bu. 

Abdülhamit, biliyorsunuz polisiye hikayelerine, özellikle Sherlock Holmes hikayelerine pek düşkün. Pakize Sultan, Bonkowski Paşa’yı Abdülhamit’in öldürttüğünü düşünüyor. Çünkü Bonkowski Paşa zehir uzmanı. Abdülhamit bunu kendisine yönelik bir tehdide dönüşebileceğinden endişelenip yaptırmış olabilir diye düşünüyor. Pakize Sultan'ın bu konuda bir delili yok ama Abdülhamit ona göre “Sherlock Holmes’u tatmin edecek bir karineyi asla arkasında bırakmaz. Zaten bunun için Sherlock Holmes okuyor. Aslında amcam bütün o polisiye romanları, tıpkı dünyanın geri kalanı gibi, iz bırakmadan nasıl cinayet işlenir, bu konuda yeni Avrupai usuller nelerdir öğrenmek için okur bence.” Sf.430

(Bonkowski Paşayı öldüren tekkeden biri. Kimyageri tanıyor, evde hasta olduğunu söyleyip onu arkadaşlarının yanına götürüyor. Orada eziyet ederek öldürüyorlar.)

Bonkowski Paşa'nın ölümünün ardındaki sır perdesi kalkmamışken bu kez yardımcısı İllias öldürülüyor. Yediği bir çörekten zehirleniyor. 

Bu arada Doktor Nuri canla başla karantina için uğraşıyor. Ama halk bu konuda ona yardımcı olmuyor. İnsanlar karantina koğuşlarına gönderildiğinde oradan dönemiyorlar, dönseler bile bu defa ya ailelerini bulamıyorlar, hepsi ölmüş olduğu için ya da evlerine çeteler el koymuş oluyor. Ölülerin dini usullere uymadan kireçlenerek gömülmesi, geride kalan eşyaların yakılması insanları hastalığı gizlemeye itiyor.  Kitaptaki ifadelere göre karantina önlemlerinin başarılı olamamasının nedenleri “gelenekler, din, şeyhler, cahil halk”  Sf.229

Hal böyle olunca salgının başka ülkelere bulaşmasını önlemek için başka ülke gemileri adanın etrafını sarıyor, adadan kaçak çıkışlar olmasın diye.

Padişah, Vali Sami Paşa’nın görev yerini değiştiriyor. Halep valisi olarak atanıyor. Yeni atanan vali İbrahim Hakkı Paşa, İstanbul’dan bir yardım gemisi ile geliyor. Eski vali Sami Paşa tabii bu durumdan memnun değil. Yeni vali ve doktor ile gönüllülerden oluşan gemiyi karantinaya alıp adaya sokmuyor. 

Bonkowski Paşa'nın katil zanlısı olarak zindana atılmış olan Ramiz, Arkaz şehrine girmesi yasaklanarak serbest bırakılıyor. Ramiz, nişanlısını elinden alan Kolağası ve ona destek olan eski vali Sami Paşa’dan intikam almanın en iyi yolunun yeni valiyi bir an önce vazifesine başlatmak olduğunu düşünüyor. Valiyi ve yanındakileri karantinadan kaçırıyor. Vali Sami Paşa’nın çok önem verdiği karantina toplantısını basıyor Ramiz ve adamları. Çıkan çatışmada yeni vali ölüyor. Ramiz idam ediliyor. 

Sık sık İstanbul'dan komutlar ve yasaklar gelince ada yönetimi hareket edemez hale geliyor. Sürekli Abdülhamit’ten telgraf alarak karantina uygulayamayacaklarını anlıyorlar. İstanbul’dan telgraf beklemeden kendileri idare etmeye karar veriyorlar. Kolağası Kamil İstanbul ile iletişimi kesmek için Postaneyi kapatıyor. Telgraf iletişimi kesiliyor. Dünyayla iletişimleri kesilmiş olan Ada, bağımsızlığını ilan ediyor.  Kolağası Kamil, devletin kurucusu ve Cumhurbaşkanı, Sami Paşa da başnazır oluyor.

Kolağası Kamil artık Komutan sıfatıyla bağımsız Minger'in başkanı oluyor. Karısı Zeynep ile ada için ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat ikisi de veba kapıp ölüyor.

Karantinanın işe yaramadığını düşünen, camilerin kapatılmasından, ezanların okunmamasından, ölülerin dini ritüellere uyulmadan kireçlenerek gömülmesinden rahatsızlık duyan dincilerden Şeyh Hamdullah iktidarı ele geçiriyor. Sami Paşa idam ediliyor. Doktor Nuri ve Pakize Sultan  rehin tutuluyor. Bu arada karantina hiçe sayılıyor. Neticede Şeyh Hamdullah da veba olup ölüyor. 

Doktor Nuri’yi devletin başına getiriyorlar ve karantina önlemlerinin yeniden alınmasını istiyorlar. Pakize Sultan kraliçe, Doktor Nuri başnazır oluyor.

Kraliçe başta çok seviliyor. Ama zamanla ibre tersine dönüyor. Çünkü kraliçe Mingerce bilmiyor ve “Minger Mingerlilerindir” diye düşünen halktan tepkiler yükselmeye başlıyor. Aynı zamanda dış güçler ile Abdülhamit’in anlaştığı söylentisi üzerine Pakize Sultan ile Nuri’yi gizlice adadan çıkartıyorlar. Adaya geldikleri Aziziye gemisine bindiriyorlar ve gemi başta planlandığı gibi Çin’e devam ediyor.

Çin’de savaş uluslararası güçlerin zaferiyle sonuçlanmış. İsyancı Çin halkı bastırılmış. Osmanlı da Çin Müslümanlarına İslam tarihi ve kültürünü tanıtmak üzere heyet yollamış. Doktor Nuri ve Pakize Sultan yirmi beş yıl Hong Kong'ta kalmışlar. İki çocukları olmuş. Biri kız biri erkek.

*

1923’te Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılmasından sonra Osmanlı hanedan ailesi 1924’te TC vatandaşlığından atıldı, sınır dışı edildi ve Türkiye’ye girmeleri yasaklandı. Pakize Sultan ve Doktor Nuri de diğer pek çok hanedan mensubuyla beraber Fransa’ya göç etmiş.

Kitabın anlatıcısı da kitabın sonunda kendisini tanıtıyor. Pakize Sultan ile Doktor Nuri’nin kızlarının torunuymuş, Mira imiş adı. Minger kökenini çok seviyor, bu konuda araştırmalar yapıyormuş. 

Mira Hanım'ın Minger’e girişi yasaklanmış bir dönem. Sebebi Minger’de 1980’lerdeki askeri rejime karşı çıkan bildiriler imzalaması, aydınların hapse atılmasını eleştirmesi, Minger milletini küçültücü olduğu düşünülen yazılar yazması imiş ya da büyükannesi Pakize’nin mirasçısı olarak adadaki mülk ve arazilerde hak iddia etmesini engellemekmiş. Neyse, sonra bu yasak kalkmış da memleketini bizzat gidip tanımış. 

Kitap, Mira'nın büyükannesi Pakize Sultan ve büyükbabası Nuri ile olan muhabbeti ile bitiyor. Sultan ve kocası yaşlılıklarını Fransa'da geçiriyormuş. Daha hayatta olmalarına rağmen Minger'de kraliçe ve kocasının öldüğü sanılıyormuş. Minger'in tarih kitaplarında tabii ki onlara da yer verilmiş. Ama en çok Komutan Kamil ve karısı Zeynep anlatılıyormuş. Okullarda Komutan Kamil'in fotoğrafları asılıymış. Onun Mingerceye katkıları, Minger milletinin bağımsızlığı için çabaları anlatılıyormuş. 

*

Yazar Orhan Pamuk,  kendisine de yer vermiş kitapta. Anlatıcı “tarihsever romancı Orhan Pamuk”un Harbiye’de askeri müzeye sık sık gittiğini anlatıyor. Bu Masumiyet Müzesi'nde de yer alan bir tarz. Orada da kitabın anlatıcısı "yazar Orhan Pamuk"tan bahsediyordu.  Kendi elinle yazdığın kitabı başkasının zihniyle yazıyormuş gibi yapıp bir de kendi adına yer vermek çok şizofrenik değil mi? Ha ha. 

*

Kitapta karantina ile ilgili bugün için de geçerli olabilecek bazı tespit ve eleştiriler var. Örneğin karantinanın tanımı; 

“Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.” Sf.119

İşe yaramayan tedbirlerle ilgili işe yaramadığının söylenmemesi tavsiye ediliyor. Halktaki tedbir alma şevki kırılmasın diye. 

Yakında yasakların başlayacağını, adaya giriş çıkışların yasaklanacağını öğrenenler adayı terk ediyor. Böylece salgın başka yerlere de ulaşıyor. Gidebilenler gittikten sonra yasaklar ilan ediliyor.

Hatırlayın, 10 Nisan 2020 tarihinde, iki saat sonra sokağa çıkma yasağı olacak diye ilan edilmiş ve insanlar marketlere akın etmişti.

Bkz: https://eksisozluk.com/10-nisan-2020-insanlarin-marketlere-akin-etmesi--6466483

*

Kitapta yasaklarla ilgili ilk sıkıntı Cuma namazları ile ilgili yaşanıyor. Salgının önlenmesi için camiler ve kiliseler kapatılıyor Minger'de. Ama camilerin kapatılması Müslüman halk arasında rahatsızlık yaratıyor. Hele Cuma namazlarını yasaklamak. Bugünkü salgında da bu yasak koyulamıyor. 23 Nisan 2021 Cuma günü sokağa çıkma yasağı oldu ama Cuma namazları hariç.

Kitapta, adanın Müslüman nüfusunun Hıristiyanlara göre daha fakir ve eğitimsiz olduğu anlatılıyor. Aksi olsa şaşarız zaten. 

Adada salgınla mücadele kapsamında, hastalığı yayan farelerin öldürülmesi teşvik ediliyor. Bunun için fare ölüsüne para veriliyor.  Fare ölüsüne para verilmesi, İngilizlerin Hindistan’da yılan ölüsüne para vermesi hikayesini hatırlattı bana. Hindistan'daki İngilizler yılanlardan kurtulmak için yılan ölüsü getiren Hintlilere para veriyormuş. Hintliler de öldürecek yılan kalmayınca kendileri yılan çiftliği kurup yılan yetiştirmeye başlamış. Kendi yetiştirdikleri yılanları öldürüp İngilizlerden para alıyorlarmış. 

Bkz: https://onedio.com/haber/bazen-bir-seyleri-akisina-birakmak-gerektiginin-deneysel-kaniti-kobra-etkisi-592227

Bir an kitapta da bu olur mu sandım, ama olmadı. 

*

Kitapta sağlam bir eleştiri var. “İstanbul’da yüz yıldan fazladır hâlâ süren, üstü örtülü devlet desteğiyle sokakta gazeteci-yazar öldürme gelenek ve alışkanlıklarının ‘Hürriyet’le başladığını ekleyelim.” Sf.511

*

Son olarak cümlelerime kitabın da son cümleleri olan "Yaşasın Minger! Yaşasın Mingerliler!" diyerek son veriyorum. 

Ahahaha, kur "Masumiyet Müzesi" gibi "Minger Adası"nı da insanları gerçekmiş gibi gezdir kendi hayal dünyanda Orhan Pamuk. 

11 Nisan 2021 Pazar

SERENAD


 

SERENAD

Zülfü Livaneli

2011

Doğan Kitap

138. Baskı - Mart 2014

481 sayfa


Daha önce de okumuştum. Teee on yıl önce. Kitap yine elime geçti, bir daha okuyayım dedim.

Okurken yoruldum. Sürekli bilgi bombardımanı vardı. Ve bu bilgiler çoğunlukla memnuniyetsiz bir kadın tarafından dile getiriliyordu. Türkçe yerine bye bye diyorlar diye insanlardan şikayet eden, eski kocasının tavrından şikayet eden, çocuğunun bilgisayar bağımlılığından şikayet eden, tarihi bilmememizden şikayet eden, ülkenin halinden şikayet eden... Sürekli böyle şikayet eden, yakınan bir kadın. Daraldım.

Ayrıca karmakarışık bilgi yığınının altında kaldım. Struma gemisi, Mavi Alay, Yahudi soykırımı, Türkiye'ye gelen Yahudi bilim insanları, onların peşine gönderilen ajan Scurla, 6-7 Eylül olayları, Mimesis kitabı, şehzade Selim ile Korkut (padişah olunca birbirlerini öldürmeyecekleri sözü vermişler ama bu söze uymamışlar), Venedik'te San Marco Meydanı'ndaki dört at heykelinin İstanbul'dan kaçırılmış olması, Mercedes Benz yönetim kurulu başkanı Edzard Reuter'in Ankara'da büyümüş olması, Sadrazam İbrahim Paşa'nın diktirdiği heykeller... 

Bu bilgi bombardımanı tarzından hoşlanmıyorum. Yazarın "Bakın ben neler biliyorum" gösterişi gibi geliyor bana bu. 

Dan Brown'un kitaplarında da bu hissi alıyorum. Ama en azından onunkisi belli bir bağlam içinde.

Zülfü Livaneli'nin bu kitabındaki "Bakın ben neler biliyorum"u daha çok Azra Kohen'in tarzına benzettim. Dağınık. Her telden çalıyor. 

Hatta biraz da Mahsun Kırmızıgül'ün filmleri gibi. O konudan da bahsedeyim, bu konuya da değineyim, şu konu da olsun.

*

Kitabın özetini yazayım kendim için.

Maya Duran İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler çalışanı. Yurt dışından yaşlı  bir profesör geliyor konuk olarak, Maximilian Wagner. Maya bu adamla tanıştıktan ve onun hikayesini dinledikten sonra hayatı değişiyor. 

*

Wagner da 1930'larda İstanbul'a gelen profesörlerden. Sonra Amerika'ya gitmiş. Almanya'da iken Yahudi bir kız olan Nadia'ya aşık olmuş. Nazi dönemi olduğu için gizli saklı evlenmişler. Kaçarlarken Nadia'yı Nazi subayları almış. Wagner İstanbul'a gelmiş, Nadia'yı da yanına getirtmek için bir sürü insandan yardım istemiş. Nihayet Nadia bir gemi ile İstanbul'a gelebilecekmiş.

Gerçekten de Nadia'nın bindiği gemi İstanbul'a geliyor ama kavuşamıyorlar. O gemiden kimsenin inmesine müsaade edilmiyor. Geminin adı Struma. Yahudi yolcularını Filistin'e götürmek üzere yola çıkmış, ancak İstanbul'da bozulmuş. Uluslararası bir mesele haline gelen gemiden kimsenin inmesine kimsenin de gemiye gitmesine müsaade edilmiyormuş. Wagner, kıyıdan dürbünle görebiliyor Nadia'yı ama kavuşamıyorlar. Gemi sonunda Sovyet denizaltısı tarafından bombalanıyor. Wagner de bu olayın ardından İstanbul'dan ayrılıyor.

Yıllar sonra tekrar İstanbul'a geldiğinde anıları canlanıyor tabii. Deniz kıyısında Nadia için bestelediği Serenad'ı çalıyor kemanıyla. Ama hava soğuk, adam da yaşlı olduğu için oradaki bir otele sığınıyorlar. Maya, adam donarak ölmesin diye soyunup yatağa girerek adamı ısıtmaya çalışıyor. Üniversite aracının şoförü Süleyman bunu görünce herkese anlatıyor. Olay basına yansıyor. Maya işinden oluyor. (Ha bence skandallık bir olay yok. İkisi de bekar insan.)

Maya ülkesine dönen ve kanser olduğu için ölmek üzere olan Wagner'e hoşluk olsun diye Nadia ve Struma gemisi hakkında bilgiler topluyor. Ölmeden önce Wagner'a ulaştırıyor. Wagner de hoşluk olsun diye kemanını Maya'nın oğluna hediye ediyor. Ölen Wagner'in küllerini onun son arzusu olarak İstanbul'da denize savuruyor Maya. 

*

Wagner'in hikayesinin yanı sıra Maya'nın kendi büyüklerinin de hikayesi var. Babaannesi aslında Ermeni imiş. Anneannesi de aslında Kırım Türkü imiş. İkisi de memleketlerinden kaçmak zorunda kalmış, yakınlarını kaybetmiş ve isimlerini değiştirerek hayatlarına devam etmiş. Kendi çocukları, torunları bile bu geçmişten habersizmiş. Böyle ne çok gizli geçmiş olduğundan yakınıyor Maya. 

Doğrudur. Kaçımız kendi anne babamızın biz doğmadan önceki hayatını biliyoruz ki. Kaldı ki iki-üç-beş nesil öncemizi bilelim. 

*

Kitapta bahsi geçen Yahudi soykırımından kaçıp İstanbul'a gelen bilim insanlarından hukukçu Ernst E. Hirsch'in anılarını okumuştum. Bkz: Anılarım


Kitapta ayrıca "Life is Beautiful" filminden de bahsediliyor.

Maya, video dükkanına gidip Yahudi soykırımı ile ilgili "Holocaust" dizisini soruyor. Onu bulamayan görevli bu filmi öneriyor. "Hem bu daha eğlenceli" diyerek.

Memnuniyetsiz Maya buna da, "Eğlenceli mi? İyi ama ben eğlence aramıyordum. Gençliğin gözünde film, müzik, kitap, televizyon sadece eğlence amacına yönelikti artık. Her şeyde bir eğlence arıyorlardı." diye yakınıyor.

Offf Maya, çok yorucusun! Boomer mıdır nedir?


*


Kitapta bahsi geçenlerden biri de ajan "Çiçero." Çiçero, İlyas adlı bir Türk'ün takma adı. Ajanlık yapıyor. 

Filmi yapılmış. İzleyeyim dedim ama ilk on dakikasına bile zor tahammül ettim, baktım dayanamayacağım, kapattım. Aşırı sıkıcıydı. Aşırı da inandırıcılıktan yoksun geldi bana. Erdal Beşikçioğlu'nu arya söylüyormuş gibi yaparken izlemek komik gözüktü. Bir de Türklere uşaklık öğretemedik, Allah öğrettirmesin gibi bir diyalog vardı. Ayyhhhh! 

Daha kontekse uygun yapılamaz mı böyle şeyler, bu haliyle çok eğreti duruyor. 

Yoksa kıyamet gibi konu var aslında Türk tarihinde filmi yapılası. 

*

Kitabın güncel zamanı 2000'lere yaklaşırken. Henüz paradan altı sıfır atılmamış. Çocuğa harçlık olarak iki milyon veriyor Maya, otel oda ücreti elli milyon, 1 dolar=1 milyon 700 bin lira.

Rektörün aracı eski bir Mercedes. Sık sık bozuluyor. Laf söz eden olmasın diye son model bir makam aracı almıyor rektör. 

Beyoğlu'nun çok bozduğundan yakınıyor Maya. Hı-hı çok bozdu, bir de bugün gör. 

*

Kitapta Maya'nın herkesten ve her şeyden yakınması ile konudan konuya atlaması çok daralttı beni. Onun dışında içerdiği tarihi bilgileri ilk defa duyacaklar için ilginç olabilir, belki merak uyandırır.