19 Aralık 2023 Salı

KİTAP YİYİCİ

 


KİTAP YİYİCİ

(Le Mangeur de Livres)

Stephane Malandrin

2019

Fransızca aslından çeviren: Kenan Sarıalioğlu

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım – Eylül 2023

128 sayfa

Stephan King’i andıran bir gerilimi var hikayenin.

Konu bana orijinal geldi. Ancak çok çabuk bitti. Sanki daha da genişletilebilir ya da derinleştirilebilir gibiydi ama az ve öz bitirmiş yazar.

*

Kitaba adını veren kitap yiyiciliğin ne menem bir şey olduğunu, bu yiyicinin kim olduğunu ve kitap yemeye nasıl başladığının hikayesi zaman atlamaları ile anlatılıyor. 

* 

1400’lü yıllar.

Maria Cardoso. Yahudi bir kadın. Yahudilere yapılan baskılar nedeniyle Hıristiyan olduğunu söylüyor ama onu samimi bulmayan Hıristiyanlar onu ve kocasını öldürmek istiyor. Kocası ölüyor, Maria kaçıp kurtuluyor. O sırada hamile.

Lizbon’a gelen Maria, sekiz oğlu bulunan ve o esnada hamile olan dul Rosa da Silva ile arkadaş oluyor.

Rosa ve Maria aynı anda doğuruyorlar. Maria doğurup ölüyor. Oğlunun adı Adar Cardosa. Rosa’nın dokuzuncu oğlu Faustino da Silva.

Rosa bakıyor ikisine de. İkisini de birbirinden ayırmıyor, çocuklar da kardeş gibi büyüyorlar.

*

İki oğlan bir gün bir kalabalığın arasında kalıyor. Kalabalığın ortasından dev cüsseli bir papaz onları kaçırıyor. Kiliseye götürüyor. Kilisenin mahzeninde alıkoyuyor çocukları ve onlara ruhun gıdası diyerek bir kitap gösteriyor. Çocuklar okuma, yazma bilmiyor. Hayatlarında daha önce bir kere bir yerde bir kitap görmüşler ama hiç ilgilerini çekmemiş. Papaz çocukların bu kitabı okumasını istiyor ama Faustino şiddetle karşı çıkıyor ve papazı öldürüyor.

İki çocuk mahzende mahsur kalıyorlar bir hafta. Adar, açlıktan kitabın sayfalarını yiyor. Sonra çıkış yolunu bulup çıkıyor ve dışarıda rastladıklarına kardeşinin içeride olduğunu anlatıp bayılıyor. Kendine geldiğinde kardeşi de yanında. İyileşiyorlar.

Adar artık kitap yemeden duramaz hale geliyor. Kiliselerden İncil alıp yiyor özellikle. Faustino da değerli şeyler çalıyor.

Şişmanlıyor Adar, vücudunda yaralar bereler çıkıyor.

Yakalanıyorlar, ölüm cezasına mahkum ediliyorlar. Ama Adar’ın ölüm cezasının infazı

(yakılması) için gerekli odunu kimin sağlayacağı sorun oluyor. O esnada iki kardeş kaçıyorlar.

Adar, denizde boğulacakken Faustino kurtarıyor onu. Adar denizden tekrar çocuk olarak çıkıyor.

Rüya mıydı gerçek miydi? Bilinmez


*

Neymiş bu kitabın sırrı? Sonlara doğru açıklanıyor.

Adar’ın ilk yediği kitabı yazan Haberlus adında bir keşişmiş. Soylu bir aileden geliyormuş.  Büyü ve kimya işlerine meraklıymış. 1000’li yıllarda kendi kanıyla bu kitabı yazmış.

“Biliniz ki Haberlus bütün kitaplar içinde sadece kendi kitabının var olmaya layık olduğunu ve bu kitabı oluşturmak için başvurduğu karanlık güçlerin, bunu açtıktan sonra başka hiçbir kitabı sevmememe bahtsızlığına uğrayan bütün okuyucuları da büyülediğini ileri sürüyordu.” Sf.88

Haberlus’un on iki havarisi adıyla bilinen on iki okuru varmış. Kütüphaneleri basıp kitapları yok ediyorlarmış.

Kitabın adı çok dilli küçük eser anlamına gelen “Opuscule Polyglotte”

Haberlus, bir gün bir geyik avı sırasında Kızıl William denilen İngiltere kralı II. William’ı öldürmüş. Sebebi, Haberlus’un sapkın bulduğu filozof Roscelinus’u kralın savunması.

Kralı öldürmekten yargılanan Haberlus’un tüm eserleri yakılmış. Ancak bu kitabı Aziz Anselmus’un öğrencisi kurtarmış ve kitap biriktiren kuzeni, Namur Kontu Godefroy’un kızına hediye etmiş. Kitap oradan Venedik- Bizans - Floransa dolaşmış ve en son Lizbon’a ulaşmış.

Lizbon’daki papaz iki yetim çocuğu alıp onlara okuma öğretip kimsenin okuyamadığı bu kitabı okutmayı planlamış.

Ama planı yukarıda anlatıldığı üzere işe yaramıyor ve ölümüyle son buluyor.

*

 Kitabın sonunda yazarın bu kitabı yazmak için yediği ve bizim de yememizi tavsiye ettiği kitaplar var.


18 Aralık 2023 Pazartesi

KEN TAÇ DİS

 

KEN TAÇ DİS

Zafer Algöz

2022

İnkılap Kitabevi

4.Baskı - 2022

291 sayfa

Zafer Algöz’ün üçüncü kitabı.

İlk ikisi çok sevilince devamını yazmış.

Ben ilk kitabı okumuştum.

Bkz: Haşırt Dı Bilekbord

Tanıdığı ünlü isimlerle olan anılarını yazmıştı, eğlenceliydi.

İkinci kitabı (Keş On Dı Teybıl) okumadım, belki okurum. Muhtemelen ikinci kitapta da yine çeşitli ünlü isimlerle olan anılarına devam etmiştir.

Bu üçüncü kitapta ise biraz ünsüzlere yer vermiş. Meşhur olmayan ama son derece değişik ve orijinal tipler yer alıyor kitapta. Komşuları, akrabaları, arkadaşları vb.

Örneğin;

- Komşusu doktor Cemil Cahit Sözer. Yoksullara parasız yardım eden, 96 yaşına kadar çalışan bir çocuk doktoru. İnsanlara verdiği en büyük tavsiye yumurtanın çok faydalı olduğu ve sık sık yenmesi gerektiği. Meslektaşları ile ilgili şöyle de bir sır veriyor, bir doktor ameliyat olman gerektiğini söylüyorsa üç doktora daha danış. Ameliyat her durumda gerekli olmayabilir ama doktorun ödemesi gereken borçları varsa seni ameliyata yönlendirebilir. Ben demiyorum, doktor diyor.

- Dayısı Enver. İzmir’de tek başına yaşayan bir emekli albay. Çocukken tatillerde yanına gidermiş. Asker gibi eğitilir ama eğlenirmiş. O günlere dair hikayelerini anlatıyor, arka planda İzmir’in o yıllardaki hali ile. Dayısının vefatının ardından çok üzülmüş. İzmir de çok değişmiş zamanla.

-Yazar bir dönem Devlet Tiyatroları idareciliği görevi yapmış. Bu esnada bir gazetede şöyle bir haber okumuş: Cezaevi mahkumları ile Kemal Tahir’in 72.Koğuş’unu oynatan tiyatro sever bir cezaevi müdürü. Zafer Algöz, bu haberden çok memnun olmuş ve ekibi Akm’de sahneye davet etmiş. Mahkumlar büyük bir mutlulukla gelmiş ve oyunlarını sergilemişler.  “Brubaker” filminden hareketle bu müdüre Bluebaker Sedat diyor yazar.

- Bedelli askerlik yapmış yazar, 60 gün. Buradaki askerlik anılarına da yer vermiş. Anıdan ziyade yine etraftaki insanlar aslında anlattığı. Hepsi şafak sayarken içlerinden birinin kışlayı evinden daha huzurlu bulması, askerlik yaptıkları Burdur’da çarşı izninin nasıl geçtiği vb

- Bir İtalya tatili maceraları var, onu da anlatıyor. İki çift yola çıkmışlar. Orada araba kiralamak zor olur diye buradan arabayla gitmişler. Yolda greve denk gelmeleri, zar zor bir gemiye yetişmeleri, Türk yolcularla dolu gemide yemek saati gelince yaşanan savaşı… okumak keyifliydi.

- Senegal-Türkiye 2002 Dünya Kupası maçını çıktıkları İtalya tatilinde izlemişler. Maçı izledikleri barda Senegal’i tutan Fransızlar varmış. Algöz’ün arkadaşı buradaki  Fransız kadınlar hakkında “Senagilliler onları şey yapıyordur diye Senegal’i tutuyorlar” diyor. Orada bir keyfim kaçıyor.

Bu açıdan aslında biraz erkek bir kitap olduğunu düşünüyorum. Erkeklerin küfürleşmeleri, kendi aralarındaki şakalaşmaları, erkek arkadaşlarla muhabbetler… Bana erkek erkeğe anlatılacak hikayelerin toplandığı bir kitap gibi geldi bir noktadan sonra.


15 Aralık 2023 Cuma

AMCAMI ALMASAK BEGONVİL KAÇA OLUR?



AMCAMI ALMASAK BEGONVİL KAÇA OLUR?

Can Yılmaz

2023

İnkılap Kitabevi

1.Baskı - 2023

220 sayfa



Kişisel gelişim kitabıymış bu, hiç beklemiyordum.

Ne bekliyordun, diye soracak olursanız da bir cevabım yok aslında. Herhangi bir beklentim yoktu. Kitap elime geçti, merak ettim nedir diye, okumaya başladım.

 *

Yazarın Kafa dergisinde yayımlanan yazılarından oluşuyor kitap. Çeşitli konulardan bahsetmiş. Örneğin;

Para yok diye insanların örselenmesine karşı çıkıyor. Hayallerinin peşinden cesurca koş, erteleme, diyor.

Erteleme, harekete geç. Yarın değil, bugün.

Anı yaşa.

İnsanların ne dediğin umursama.

İnsanlara sana davrandıkları gibi davran.

Endişelenmeyi bırak.

Hayatını istediğin gibi yaşa.

Eğlenmene bak.

Kendine güven.

Risk al.

Negatif insanların ve düşüncelerin seni ele geçirmesine izin verme…

 ve benzeri.

Ben açıkçası biraz boş laf olduğunu düşünüyorum artık bunların. Aslında doğrular, hem de çok doğrular. Ama salt cümle olarak kaldıkları için olsa gerek boş geliyor artık. “Hayallerinin peşinden koş” demek bana çok soyut, çok havada geliyor. Direktif ya da tavsiye okumak istemiyorum artık, yapanı görmek istiyorum ben. Bu tavsiyelere bürünmüş, bu tavsiyelerin vücut bulmuş halini görmek istiyorum.

*

Kitabın adı şuradan geliyor. Bir milyarderin insanları ölümsüz yapıp başka bir bedende yaşatma fikri var. Yazar da buradan yola çıkıp bedeni bir saksı yapma fikrini aklına getiriyor ve bu saksının marketlerde satıldığını düşünüyor.  “Amcamı niye belediyenin bahçe marketinden parayla alıyorum.?” diye soruyor. “Amcanız artı begonvil 29.90.”

Sf.38

*

Kitabın ortasından itibaren korona zamanı başlıyor. Bu dönemdeki yazılarda korona öncesi hayat tarzını özleyiş, şehirden köye yerleşmek isteyenlere köy hayatının zorluklarını anlatış vb yer alıyor.

*

Buna benzer olduğunu düşündüğüm başka kitaplar için
Bkz: Yakın

 

1 Aralık 2023 Cuma

KEDİ GEZEGENİ

 

KEDİ GEZEGENİ

Lao She

Çince Aslından Çevirenler: Giray Fidan – Tang Guozhong

1932

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

3.Basım – Mart 2023

207 sayfa

 

Kedileri böyle karakterize etmeye ne hakkınız var beyefendi? Kedicikler şipşirin, sepsevimli, yumyumuşak, taptatlı hayvancıklar. Ama burada hiç de öyle değiller. Hain, çıkarcı, sevimsizler. Zaten tam olarak kedi de sayılmazlar. Kediinsanlar. İnsansıkediler.

*

Kitabın anlatıcısı olan Çinli adam, arkadaşlarıyla beraber uzay gemisine binip Mars’a gitmek üzere yola çıkıyor. Mars’a varıyor. Ama arkadaşları ölüyor. Geride kalan Çinli adam, Kedi İnsanlardan oluşan bir ülkeye varıyor. Bu ülkenin önemli kişisi Büyük Akrep ile tanışıyor. Ondan ülke hakkında birtakım bilgiler ediniyor. Öğreniyor ki bu ülkede kedi insanlar, büyülü ağaç denilen bir ağaçtan edindikleri uyuşturucunun müptelasıymışlar, birbirlerine yalan söylemek onlar için normalmiş, sözlerini tutmazlarmış, boş yere yemin ederlermiş, yalnızca kendi çıkarlarını düşünürlermiş… vb.

Adam kendisi de daha sonra kendi gözlemleriyle buradaki karakterlerin ne fena olduğunu ve ülkenin sonunun nasıl da geldiğini görüyor.

Ülkede liyakatsizlik o kadar almış başını gitmiş ki kişisel çabanın hiç işe yaramayan bir şey olduğunu herkes bilirmiş.

“Bu kadar kafası karışık, cahil, zavallı, fakir, halinden memnun hatta mutlu bir halk; ellerinde sopa olan, büyülü yaprakları ve kadınları çalmaktan başka bir şey bilmeyen askerler; kurnaz, bencil, öngörüsüz, utanmaz, kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen ve toplumla hiç ilgilenmeyen siyasetçiler varken kişisel çaba bir işe yarar mı?” sd.86

Eğitim berbat durumda. Herkes bir günde üniversite mezunu oluveriyor.

“Açlıktan ölen öğretmenlerin sayısı az değil ama üniversite mezunlarının sayısı arttı.” Sf.123

Ülkenin sözde aydınlarının hali de berbat. Hepsinin aklı fikri kadınlarda. Herhangi bir konu hakkında konuşmaya kalktıklarında da kimsenin bilmediği uydurma kelimeler kullanıyorlar ve bunun entelektüellik olduğunu sanıyorlar.

Büyük Akrep’in oğlu Küçük Akrep ile de tanışıyor adam. Küçük Akrep ülkedeki abuklukları gören, buna üzülen ve ülkesi için mücadele etmeye çalışan bir vatansever. Ama o da ülkesinin düşmanlar tarafından işgal edilmesine engel olamıyor.

*

Anlatıcı zaman zaman kendi ülkesi ile kıyaslıyor burada olanları. Ben barış ve huzur içindeki Çin’den geldiğim için… Bizim güzel Çin’imiz, büyük Çin… gibi ilk bakışta propoganda gibi gözüken ama aslında alaycı şekilde bahsediyor ülkesinden.

Kendi kültürünü, benliğini kaybeden, eğitim ve adaletten taviz veren, liyakatsizleri önemli mevkilere taşıyan toplumların başına gelecekleri hicivle anlatıyor yazar.

Kitap Çin edebiyatının en ünlü karşı-ütopyacı eseri olarak değerlendiriliyor. Yazar bu kitabını ülkesindeki başarısızlıklara karşı bir tepki olarak yazdığını söylemiş, kitabın arka kapağından edindiğim bilgiye göre. Hayatını 1966’da göle atlayıp intihar ederek sonlandırmış.


İNSANIN ESARETİ

 

İNSANIN ESARETİ

(Of Human Bondage)

W. Somerset Maugham

1915

İngilizce aslından çeviren: Tülin Er

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

7.Basım - Aralık 2022

792 sayfa


Su gibi aktı gitti 792 sayfa.

Baş karakter Philip’in çocukluğundan eşek kadar oluşuna kadarki süreci ne güzel beraber geçirdik.

Bu kitap yazarın başyapıtı sayılıyormuş. Ben de bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. O kadar güzel anlatılmış bir hayat hikayesi ki. Anlatılan hayat güzel değil aslında, kimsesizlik, yoksulluk, aşk acısı…vb. Ama Philip’in bir şekilde bunları atlatacağı güveni verdi bana anlatım.

 

*

 

Önce babasını sonra da annesini kaybeden küçük Philip’i amcasına bırakıyorlar. Amcası William Carey ve karısı Louisa bakacaklar artık Philip’e.William Amca’nın ve Louisa Yenge’nin çocuğu yok. Başkalarına kıyasla dede nine olacak yaştalar. Hiçbir çocukla ilgilenmedikleri için bocalıyorlar başta. Ama özellikle Louisa Yenge elidnen geldiği kadar anaç davranmaya çalışıyor.

 Amca papaz. Çocuğu da bir dinî yatılı okula gönderiyorlar.

 Philip topal bir çocuk, yumru ayakları var. Kutsal kitaptan öğreniyor ki gerçekten inanırsan Tanrı’nın yardımıyla dağları yerinden sökebilirsin. O da Tanrı’dan ayağını düzeltmesini istiyor ve inanıyor da. Tarih de veriyor, okul açılmadan önceki gün olsun diye. Ama olmuyor. Amcasına soruyor:

-Farz edelim ki Tanrı’dan bir şey yapmasını istedin, bir dağı yerinden sökmek gibi mesela, bunun olacağına gerçekten inandın ama olmadı, bu ne anlama gelir?
-Bu sadece senin inançsız olduğun anlamına gelir. Sf.61

Üzülüyor Philip. Daha fazla inançlı olamazdı. Sonra da bunun kutsal kitaptaki bir şey söylerken başka bir şey kast edilen şeylerden biri olduğu kanaatine varıyor.

Okulda tabii akran zorbalığına maruz kalıyor.

Rose diye bir arkadaşı oluyor. Ama Rose’dan istediği ilgiyi göremeyince küsüyor.

Artık o okulda olmak ve büyüyünce papaz olmak istemiyor. Amcasını ve okul müdürünü ikna edip Almanya’ya gidiyor. Orada bir pansiyonda kalıyor.

Pansiyona gelen Hayward adlı kişiyle arkadaş oluyor. Onunla yaptığı sohbetler sonunda dini sorguluyor ve inançsız oluyor.

Dönüyor İngiltere’ye amcasıgilin yanına. Amcasının Papaz arkadaşının kızı Louisa Wilkinson da orada. Kadının yaşı büyük. Philip’e sıcak davranıyor. Philip etkileniyor. Sevişiyorlar. Philip için ilk. Sonra Philip’in etkilenmesi geçiyor. Kadın üzülüyor. Dönme zamanı gelince kadın gidiyor. Philip seviniyor gittiğine. Arkadaşı Hayward’a da kadının adını ve yaşını değiştirerek ve abartarak anlattığı bir mektup gönderiyor.

Philip, Londra’ya gidiyor. Bir avukat yanında katiplik yapıyor. Louisa’dan mektuplar geliyor ama cevap vermiyor ya da duygusuz cevaplar veriyor. Philip yalnızlık çekiyor. İş arkadaşı Watson var ama onu pek sevmiyor.

Muhasebecilik yapıyor. Beceremiyor.

Ressamlığa merak sarıyor. Paris’e gidiyor. Bu uğurda hatırası var demeden babasından kalan mücevherleri bile satacak kadar gözü dönmüş. Neyse ki yengesi birikmiş parasını veriyor ona.

Paris’te resim okuluna başlıyor. Buradaki öğrencilerden Bayan Price, Philip’e aşık oluyor. Ama Philip onu sevmiyor. Bir tatilde Philip gitti diye kız intihar ediyor.

Philip yaptığı resimlerden ve yeteneğinden emin değil. Parası da az olduğu için resim işinde ısrar etmenin iyi bir fikir olup olmadığından kuşkulu. Büyük bir cesaretle hocasından tavsiye istiyor. Devam etsin mi yoksa bıraksın mı diye. Hocası da samimiyetle çalışkan olduğunu ama vasat bir ressam olduğunu, yol yakınken dönmesini, gençken kendisine de bu tavsiyenin verilmiş olmasını çok istediğini söylüyor. Yoksulluğun sanatçıları daha üretken yaptığı zannını da eleştiriyor. Bunu ancak tuzu kuru insanlar söyleyebilir, geçim derdi bir felakettir diyor.

Philip, çok sevdiği yengesinin öldüğü haberini alıyor. Cenazeye gidiyor. Burada resim işinden vazgeçip babasının mesleği olan doktorluğu düşünmeye başlıyor.

Londra’da tıp okumaya gidiyor. Orada bir arkadaşı oluyor, Dunsford. Onun kafede hoşlandığı bir garson kız var. Philip kızla konuşmaya çalışıyor ama kız tersliyor. Bunun üzerine bir daha o kafeye gitmeme kararı alıyorlar. Ama Philip kızdan öç almak için gidiyor fakat kızdan hoşlanmaya başlıyor. Mildred kızın adı. Aşık oluyor ona. Kızı aslında güzel, akıllı bulmuyor, neden aşık olduğunu da anlamıyor ama aşık işte. Kıza onu sevdiğini söylüyor ama kız tepkisiz. Sonunda da kız başkasıyla evleniyor.

Paris’ten arkadaşı geliyor. Onunla vakit geçirirken Mildred’i unutuyor. Ressam arkadaşı bir model buluyor, modelin yanında bir kadın var, Norah. Boşanmış, bir çocuğu var, ucuz romanlar yazıp para kazanmaya çalışıyor. Philip bu kadınla yakın arkadaş hatta sevgili oluyor. Kadının ilgisi, görgüsü, kültürü ona iyi geliyor.

Ama Mildred tekrar karşısına çıkıyor. Evlenmemiş. Evlenmeyi düşündüğü adam zaten evli ve çocukluymuş. Üstelik kendisi de hamile kalmış. Philip onu unuttuğunu sanmıştı ama aşkı yine depreşiyor. Norah’dan ayrılıyor. Mildred için ev tutuyor, para harcıyor, Mildred bir kız çocuğu doğuruyor. Mildred, çocuğu bir bakıcıya verip çalışmayı düşünüyor. Buluyor bir bakıcı.

Philip, Mildred’i, pansiyondan yakın arkadaşı Griffiths ile tanıştırıyor. Griffiths yakışıklı, eğlenceli biri. İkisini de birbirine çok övüyor. Ve tanıştıklarında ikisi birbirinden hoşlanıyor. Mildred aşık oluyor Griffiths’e ve bunu Philip’e de söylüyor. Philip, Mildred mutlu olsun diye üste para vermeye devam edip Griffiths ile tatile çık diyor. Çıkıyorlar tatile. Ama Griffiths, Mildred’den sıkılıyor. Bırakıyor kızı. Philip de uzaklaşıyor. Tıp eğitimine sarılıyor. Aradan bir yıl geçiyor. Mildred’i bir gün yolda görüyor. Kötü yola düşmüş. Onu ve bebeği kendi pansiyonuna alıyor. Artık Mildred’a aşık olmadığını fark ediyor. Mildred’den sadece yemek ve temizlik bekliyor. Mildred aralarındaki ilişkiyi anlamıyor. Yakınlık kurmak istiyor, Philip reddediyor, dokunmuyor Mildred’e. Mildred de sinirlenip Philip evde yokken her şeyi kırıp kesip evi terk ediyor.

Philip başka yere taşınıyor.

Borsada parasını kaybediyor. Fakirliğe düşüyor. Eğitimini bırakıyor. Geceleri dışarıda yatıyor. Eski bir hastası vasıtasıyla bir mağazada iş buluyor. Mağaza yatacak yer de sağlıyor.

Amcası ölüyor. Bir miktar miras kalıyor. Çok uzun zamandır bu mirası beklemişti. Nerdeyse amcasını hasta yatağında öldürecek kadar gözü dönmüştü ama yapmadı bunu neyse ki.

Mağaza işini bırakıp tıp eğitimine devam ediyor. Diplomasını alıyor. Fakirlik görmüş bir doktor olduğu için hastaların halinden anlıyor, hastalar onu seviyor.

Eski bir hastasının kızı olan Sally’den hoşlanmaya başlıyor. Sally de ondan. Sevişiyorlar. Sonra kızın hamile kaldığından korkuyor. Philip’in en büyük hayali dünyayı gezmek. Bu hayalini gerçekleştirememekten korkuyor. Ama sonra Sally gibi bir eş ve ondan kendi çocuğu olması fikri hoşuna gidiyor. Sally’nin hamile olmadığını öğrenince üzülüyor. Hayal diye kurduğu şeylerin aslında kendi gerçek isteği değil oradan buradan kulağına çalınıp benimsediği şeyler olduğunu anlıyor. Sally’e evlenme teklifi ediyor. Olumlu cevap alıyor.

Son

Okurken Mildred’e olan saplantılı aşkı pes dedirtmişti. Bu kızı hayatından çıkarması şart ve bunu becerememesi ne büyük zavallılık. Sally’nin anlatıldığı kısımlara geldiğimde ise Philip’in bu kızı elinden kaçıracağını düşünüp tedirgin olmuştum.

Sıradan gibi yaşanmış maceralı bir hayat hikayesi idi. Yatmadan önce birkaç sayfa birkaç sayfa okuya okuya bir baktım, bitmiş.

*

Yazarın bir başka kitabı için

Bkz: Boyalı Peçe

 


10 Kasım 2023 Cuma

EV, KADINLAR, SEKS

 

EV, KADINLAR, SEKS

(Haus, Freuen, Sex)

Margit Schreiner

2001

Çeviren: Serap Gülerçin Karluk

Yapı Kredi Yayınları

2.Baskı – Ağustos 2023

119 sayfa

 

Nafaka mağduruyuz ühühühh diye ağlayan erkekler var ya. Tam onların manifestosu olabilecek bir kitap. Neyse ki pek okumuyorlar da böyle kaynaklardan beslenemiyorlar.

*

Kitapta karısı tarafından terk edilen bir adamın müthiş kadın düşmanı sızlanmaları yer alıyor. Karısı aslında bir hiçmiş de kendisi olmasa hiçbir şeyi beceremezmiş de feminist arkadaşları aklına girmiş de…

*

Yirmi yıllık evlilermiş. Bir çocukları varmış sekiz yaşında.

Karısı, çocuğu da alıp evi terk etmiş. Artık dayanamıyormuş. Boşanma davası açmış. Hakim karşısına bir kere çıkmışlar. Nafaka mevzusunda anlaşamamışlar. Tekrar duruşmaları olacak.

Kitapta adam, bu süreci kendi dünyasından değerlendiriyor. Ancak bir kadın okur olarak o kadar sinir bozucu ki yazılanları okumak. Okurken kitabı yazanın erkek olduğunu düşündüm. Ama kadınmış. Şaşırdım.

*

Adamın anlattığına göre karısı çok çekingenmiş. Kendi başına hiçbir şey yapamazmış. Dışarıdaki bütün işleri adam kendisi halledermiş. Hem çalışıp hem de dışarıdaki sosyal yaşamı sürdürmeye çalışmak çok zormuş. Bir de eve gelince karısının evi temiz tutmadığını, yemek yapmadığını gördükçe iyice canı sıkılıyormuş.

Kadın bir markette kasiyerlik yapıyormuş. Kazandığı para çok azmış. Adamın kazandığı para daha çokmuş ve giderlerine yetiyormuş. Kadının çalışmasının neredeyse hiç ekonomik getirisi yokmuş. Çalışmasa da bir şey fark etmezmiş. Ama kadın buna rağmen sevmediği bu işte çalışıyor, yorgun şekilde eve geliyor, dolayısıyla evin işlerini yapamadığı gibi sevişmek de istemiyormuş.

Adam uzun uzun buna gerek olmadığını anlatıyor. Ben ona çalış demedim, çalışmasa da olurdu, ama o özgüvenini kaybetmemek için çalışmak istediğini söyledi, fakat yine de özgüveni yoktu… diye anlatıyor.

Kadın hamile kaldığında işi bırakmış. Çocuğuna bakarken de çalışmamış. Adam buna sevinmiş önce. Nihayet ev temiz olacak ve evde sıcak yemek pişecek diye. Fakat kadın yine bunları yapmıyormuş. Adam yine uzun uzun bu durumdan yakınıyor. Evin temizliği ile ilgili bir eleştiride bulunsa kadının ne kadar öfkelendiğinden de bahsediyor. Karısını histerik olmakla suçluyor.

Karısına meşgale olsun diye dikiş makinesi almış adam. Karısı zamanla dikiş işini ilerletmiş ve elbise siparişleri almaya başlamış.

Adam da o dönem işten kovulmuş. Kadının kazandığı parayla geçinmeye başlamışlar. Adam onlarca yıl kendi kazandığı parayla geçinirlerken kendisinin hiçbir şey demediğini ama şimdi kadının kazandığı parayı kullanıyorlar diye kadının etmediği laf kalmadığını anlatıyor.

Adam, işten kovulmasının sebebi olarak da işyerlerindeki kadın kotası uygulaması olduğunu iddia ediyor. Kendisi kadar iyi olmayan iki kadın çalışan kovulmazken, yıllarını bu işe vermiş olan kendisinin kovulmasını haksızlık olarak görüyor. O kadınların şefle yattıklarını öne sürüyor. Başka bir açıklaması olamayacağını düşünüyor.

Karısının kendisinden ayrılma sebebi olarak da başka bir adam bulmuş olduğundan şüpheleniyor. Başka türlü böyle bir şeye cesaret edemeyeceğini düşünüyor.

Kadının çocuğu da alıp gitmesi nedeniyle çocuğun bakımını da kadının üstlenmesi gerektiğini düşünüyor. Çocuğa nafaka vermek istemiyor. Bir çocuğun yemesi, içmesi, barınma ve ısınması için ne kadar para lazım ki, diye düşünüyor. Hem tüm bunları kadın kendisi de kendisi için harcıyor zaten, çocuk için ekstra bir şey harcamayacak, ne gerek var diyor.

...ve benzeri.

Sinirlendim okurken.,

En son bu kadar mizojiniyi Tolstoy’un “Kreutzer Sonat” ve Schopenhauer’in “Aşka ve Kadınlara Dair” kitaplarında okumuştum.


6 Kasım 2023 Pazartesi

YARALI DOSTLARIMIZA

 


YARALI DOSTLARIMIZA

(De nos freres blesses)

Joseph Andras 

2016

Fransızca Aslından Çeviren: Özgü Berksoy

İthaki Yayınları

1.Baskı – Haziran 2022

106 sayfa


1950’li yıllar.

Fransa.

Fransa’nın Cezayir üzerindeki sömürgeciliğine karşı olup Cezayir’in bağımsızlığını savunan bir grup insan bombalı eylem planı yapıyor.

Bu plan polislerce öğreniliyor. Bombaların yerini ve diğer örgüt üyelerini öğrenmek isteyen polis, yakaladıklarına işkence ediyor. 

Yakalananlardan biri olan Fernand, işkencelere dayanamayıp örgüt arkadaşlarının ismini veriyor. İsim vermesi sebebiyle kendi iç dünyasında yaptığı muhasebede “Kahramanlar hangi malzemeden yapılmışlardır?” diye soruyor kendi kendine “derisi, kemiği, iskeleti… acı içindeyken.”

Yapılan yargılamada Fernand “Evet, ben komünist bir militanım.” diyerek başlıyor savunmasına. Fransa’yı seviyorum ama sömürgecileri sevmiyorum. Bir Cezayirliyim ve Cezayir halkının mücadelesini destekliyorum… diyor.

“Biz Fransız Hükümeti’nin dikkatini Cezayir topraklarında daha büyük bir sosyal refah sağlamak için mücadele eden savaşçıların artan sayısına çekmeye karar vermiştik.” Sf.51

Bombayı insanların olmadığı, sadece bir iki duvarın yıkılacağı bir yere koymuşlar. Böylece can kaybı olmayacakmış planlarına göre. Zaten bomba patlamadan bulunuyor.

Yargılama sonucu Fernand’ın idamına karar veriliyor.

Bu kararın doğru olup olmadığı ile ilgili kamuoyu tartışmaları da oluyor. Ama sonuç olarak karar değişmiyor ve 11 Şubat 1957’de Fernand Iveton giyotinle idam ediliyor. Kitap arkasındaki bilgiye göre “Cezayir Savaşı’nda giyotine gönderilen ilk ve tek Fransız kökenli Cezayirlidir.”

Kitapta ayrıca geçmişe de yer verilip Fernand ve eşi Helene’in tanışma hikayeleri de anlatılıyor. 

Helene, kocası Fernand’a temiz ve şık kıyafetler getiriyor duruşma için. Güzel görünmesinin önemli olduğunu biliyor.

*

Burada suç teşebbüs aşamasında kalmış. İdam cezası olmamalıydı bunun cezası. Ama belli ki Fransız devleti hukuki değil politik bir tutum sergilemiş burada.

*

Fransız yargı sistemi ile ilgili olarak kitaptan öğrenip ilginç bulduğum birkaç husus var:

- “Nordmann kişiliğini ortaya koyan rahat tavrı ile mahkuma dönüyor ve tek çarenin mahkeme başkanı Rene Coty’nin affı olacağını dile getiriyor.” Sf.65

Mahkeme başkanının af yetkisi mi varmış?

Bizde af yetkisine TBMM ve cumhurbaşkanı sahiptir.

Anayasa md.87: Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesinhesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.”

Anayasa m.104: “Cumhurbaşkanı (…) Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır.”


- “Temyiz prosedürü oldukça hantal işler: Yüksek Yargı Kurulu’na, diğeri Cumhurbaşkanlığı’na ve Milli Savunma Bakanlığı’na gönderilmek üzere üç dosya hazırlamak gerekiyor.” Sf.75

Bizde temyiz prosedürü yalnızca Yargıtay’a temyiz dilekçesi göndermekle yerine getirilir. Gerçi kitapta idam cezası söz konusu. Belki idam cezasının temyiz prosedürü daha yoğun olabilir. (Türkiye’de idam cezası 2004’de kaldırıldı. Fransa’da idam cezası 1981’de kaldırıldı.)

 *

Gerçeklerden yola çıkarak yazılmış bir roman olduğu için ilgimi çekti. İşin hukuki kısmını ilgiyle okudum. Edebiyat kısmı ise ilgimi çekmedi. Ama yazarın bu ilk romanı edebi açıdan ödüle layık bulunmuş. Goncourt Ödülü verilecekmiş ama yazar reddetmiş. Rekabet ve yarışmanın edebiyat dünyasında yeri olmadığını düşünüyormuş yazar, bu yüzden ödülü kabul etmemiş. 


 

MUTLU OLMA SANATI

 

MUTLU OLMA SANATI

(Die Kunst, glücklich zu sein)

Arthur Schopenhauer

Almanca aslından çeviren: Şebnem Sunar

Can Sanat Yayınları

10.Basım - Kasım 2021

53 sayfa

Yazar filozof Schopenhauer, mutlu olmak ile ilgili bugün kişisel gelişim kitaplarında da sıklıkla bahsedilen konuları ele alıyor. 

Kusursuz bir mutluluk değil, nispeten daha az acı çekilen bir durum beklentisi içinde olmamız gerektiğini belirterek başlıyor tavsiyelerini vermeye.

- Kıskançlıktan kaçın.

- Güçlü ve zayıf yanlarını tanı.

- Doğal yeteneklerini geliştir, böylece yeteneğinin az olduğu şeylere çaba harcama.

-Başkalarını taklit etme. “Başkalarının niteliklerini ve özelliklerini taklit etmek, başkalarının kıyafetlerini giymekten çok daha onur kırıcıdır.” Sf.17

- Değiştiremeyeceğin şeyler için üzülme. “Başımıza gelen hiçbir kötülük, bizi bunun önlenebileceği koşulları düşünmekten daha fazla üzmez.” Sf.18

- Bir işe girişmeden önce enine boyuna iyice düşün. İşi yapıp sonuç beklerken olası tehlikeleri düşünüp korkuya kapılma. Zamanında düşünüp taşındın, sonuç kötü olursa bu her şey rastlantıya bağlı olduğu içindir.

- Bir talihsizlik olduğunda başka türlü olabileceği fikriyle kendini yorma. Başka sefere daha temkinli ol.

- Çok konuşma. “Hiçbir şey insanın başkalarıyla pek az, kendisiyle ise bol bol konuşması kadar fayda sağlamaz.(…) Sf.28

- Dedikodudan kaçın. “Meseleyi kendine saklamayan biri, meselenin sahibini de kendine saklamayacaktır.” Sf.28

- Neşeli olmaya izin ver. “Neşeli olmak için nedenimizin olup olmadığını düşünerek ya da bizi ciddi düşüncelerimizden ve yoğun endişelerimizden uzaklaştırmasın diye kapıdan içeri girişine izin vermekte tereddüt etmek yersizdir.” Sf.29

-Sağlığını koru. “Hiçbir şeyin keyfe dışsal mutluluklardan daha az, sağlıktan da daha fazla katkıda bulunmadığı kesindir.” Sf.29 Bir şeyi hastayken görmek ile sağlıklı iken görmek farklıdır. “Sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur.” Sf.44

-Şiddetli heyecanlardan, büyük zihinsel çabalardan kaçın.

-En az iki saat açık havada hızlı hızlı hareket et. (Hızlı hızlı hareket et diyor, yürüyüş demek istiyor herhalde.)

-Mevcut anın farkına var. Gelecek ve geçmişe takılma. “Kesin olmayan ya da belirsiz sıkıntıların bütün hayatımızın huzurunu kaçırmaması için bunları ya hiç olmayacakmış ya da kesinlikle şimdi olmayacakmış gibi görmeye kendini alıştır.” Sf.30

- Hayal gücünü dizginle. Böylece hayal kırıklığına uğrama. Ya da karanlık hayallere dalma.

- Hiçbir ani durum karşısında büyük coşkuya ya da büyük kedere izin verme. Çünkü her an her şey yeniden değişebilir.

- Çok mutlu olmayı isteme, taleplerini ölçülü düzeye indir. 

- Sahip olduğun iyi durumları unutma. Büyük acılar, küçük acıları yok eder. Büyük bir acı varken daha küçük diğer acılar hissedilmez olur. Tersine büyük bir acı yokken de en küçük dertler bile canımızı sıkar. Örneğin, işini kaybetme tehlikesi olan bir adam, rüyasında çocuğunun hasta olduğunu görmüş olsun. Acısı birden küçülür. Çünkü çocuğu sağlıklıdır ve bunu düşününce iş kaybetme tehlikesinin acısı yatışır.

-Öfkeni ve nefretini dile getirme, bunu dile getiren sözcüklerden kaçın. Öfke ve nefret içeren sözcüklerden kaçınmak, öfke ve nefretle hareket etmeni de engeller.

-Her meseleyi ona ait zamanda düşün, diğer her şeyle ilgili endişelenmeyi bırak. “Adeta düşüncelerimizin çekmeceleri olmalıdır ki birini açtığımızda diğerlerini kapayalım.” Sf.36

- Faal ol. Bir şeyler yap, bir şeyler öğren. “Engelleri aşmak, insan varoluşunun en büyük zevkidir.” Sf.42

- Sahip olmadıklarına özenmektense sahip olduklarının değerini bil. Örneğin eşinin, çocuğunun, dostlarının… vb. “Sahip olmadığımız şeylere bakarken, ‘Benim olsaydı nasıl olurdu’ diye düşünme eğilimindeyizdir ve işte böylece yokluğu hissederiz. Oysa bunun yerine sahip olduğumuz şeyler için sık sık şunu düşünmemiz gerekirdi: ‘Bunu kaybetsem ne olurdu?” Sf.40

-Senden daha kötü durumda olanları gözlemle. “Asıl kötülüğümüz için başkalarının çok daha büyük acılar çektiğini gözlemlemekten daha etkili bir teselli yoktur.” Sf.40

Kitabın sonunu sert bitiriyor:
“Ahmak her zaman ahmaktır ve ruhsuz bir hödük sonsuza dek ruhsuz bir hödük olarak kalır, isterse cennette çevresini huriler sarsın.” Sf.53

*

Görüldüğü üzere düpedüz kişisel gelişim kitabı. Kişisel gelişim kitaplarına burun kıvıranlar,  buyurunuz Schopenhauer da kişisel gelişim yazmış işte.

Ben kendisini sevmem. Benim kendisini sevmeyişim şu kitabına dayanır:

Bkz: Aşka ve Kadınlara Dair

*

Mutluluk ile ilgili başka kitaplar için ise

Bkz: Mutlu Beyin
Bkz: Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor?
Bkz: Mutlu Olma Sanatı