Albert Camus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Albert Camus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2023 Salı

DÜŞÜŞ

 

DÜŞÜŞ

(La Chute)

Albert Camus

1956

Çeviri: Hüseyin Demirhan

Can Yayınları

13.Basım - Aralık 2010

102 sayfa


Jean-Baptiste Clamence.

Parisli bir avukat.

Kitapta kendisinin gerek işine gerek hayata bakışına dair çeşitli itiraflarını ve görüşlerini okuyoruz.
Bugün artık bunaltan ama yayımlandığı dönemde yeni olan modern insan bunalımları anlattıkları. Yalnızlık, ahlaksızlık, yalan dolan… vb

Avukatmış. Ceza yargıcı olmuş.

Avukatken iki içten duygu desteklermiş onu:

“Parmaklığın haklı yanında bulunmanın verdiği doyum ve genellikle yargıçlara karşı duyduğum içgüdüsel küçümseme.” Sf.18

*

Ne kadar küçük ama çok iyilik yaptığını anlatıyor başta ama kendini övdüğünü düşünmemizi istemeden.

*

Görüşlerinden bir kısım:

Ona göre herkesin kölelere gereksinimi varmışmış. Ve köleler mümkünse güler yüzlü olsunlarmış. Bu yüzden Çin lokantalarına gidemiyormuş. Çünkü orada çalışanlar (pardon köleler) küçümser şekilde hizmet ediyorlarmış ve bu da onun önündeki yemekten keyif almasını engelliyormuş.

Babaya yanıt verilmez, formülü doğruymuş. Çünkü birinin son sözü söylemesi gerekiyormuş. Yoksa soruların ardı arkası kesilmezmiş. Bu nedenle diyalog yerine bildiri daha iyiymiş.


Başkalarını cezalandırmak için intihar etmenin anlamsızmış. Bir kız, evlenmesine izin vermeyen babasına “Bunu ödeyeceksin” deyip intihar etmiş. Ama babası üç hafta sonra balık avlamaya başlamış ve kızını unutmuş bile. “Karımızı cezalandırmak için öleceğimizi sanırız, oysa özgürlüğünü veririz ona.” Sf.55

*

Özeleştirisini de yapıyor. Hukukçuluk işinde suçluların suçu ancak kendisine zarar vermediği ölçüde onların yanında bulunuyormuş. “Kendim tehdit altına girdiğim zamansa, yalnız ben de bir yargıç kesilmekle kalmıyor, daha da fazlası olmak istiyordum: Her türlü yasanın dışında, suçluyu tepelemek ve dize getirmek isteyen öfkeli bir efendi.” Sf.43

*

Hiç dostu olmadığından bahsediyor, hiç şaşırmadım.

*

Okuyucuyla konuşur gibi yazdığı kitapta fark ediyor ki yaşamayı unutuyormuş.

Okurken bana da unutturdu. Kafam kaldırmıyor artık insana ve hayata dair kimsenin görüşlerini.

Yıllar önce okumuştum ben bu kitabı, yine okuyacağım geldi niyeyse. Daha da gelmez umarım.

 Bkz: Düşüş / Albert Camus


7 Ekim 2023 Cumartesi

MUTLU ÖLÜM

 

 MUTLU ÖLÜM

(La mort heureuse)

Albert Camus

1970

Fransızca aslından çeviren: Ramis Dara

Can Yayınları

15.Basım - Ocak 2016

146 sayfa


Mersault.

Bir cinayet işliyor. Bir çeşit kiralık katillik yapıyor. Bir çeşit ötanazi isteyen biri için.

 *

Marthe. Mersault’nun sevgilisi.


Mersault ve sevgilisi Marthe sinemaya gidiyorlar. Öncesinde Marthe bir adamla selamlaşıyor. Mersault kıskanıyor ve aşığın mıydı diye soruyor. Marthe evet diyor ve Mersault, Marthe’den tüm aşıklarının adını söylemesini istiyor. Hepsini bilmeliymiş yoksa dışarıda gördüğü her erkeği Marthe’nın aşığı sanırmış, kafasında kurarmış, bu da iyi olmazmış.

Sayıyor Marthe. Mersault biri hariç hepsini tanıyor. Tanımadığı Zagreus adlı bir adam. Bacakları yok. Marthe, artık yaşlanan bu adama Mersault’dan bahsetmiş. Zagreus da onu görmek, onunla tanışmak istediğini söylemiş. Tanışıyorlar. Mersault ciddiye almıyor onu, “yarım porsiyon” diyor onun için.

İki adamın dostlukları gelişiyor zamanla. Uzun uzun konuşuyorlar. Zagreus zenginliğin ve paranın önemini, parayla zamanın satın alınabileceğini ve mutluluğun da böyle kazanılabileceğini söylüyor. Bunu genç yaşta anlamış ve genç yaşta zengin olmuş. Ama sonra bir kaza ve sakatlık.

Bir gün dayanamaz ve ölmek isterse diye hazırda tuttuğu bir intihar mektubu ve silah var. Bunu gösteriyor Mersault’ya.

Mersault, yoksul ve yalnız kiracısıyla konuştuktan sonraki gün Zagreus’u öldürüyor. Ceza almıyor. Zagreus’un davranışı ve isteği de bu yöndeydi diye.

Sonra da başka şehre gidiyor. Marthe’yi bırakıyor.

*

Prag’a, Viyana’ya, Cenova’ya, Cezayir’e gidiyor..

Yalnız takılıyor bir müddet. Ama kısa zaman sonra içinde bir şey kabarıyor. “Güneş ve kadın dolu kentlerin özlemi”

Bu özlemini bir parça gideriyor. Hayat kadını ile yatıyor. “dünyanın en usulüne uygun sevişmesiyle” Sf.88 ve parayı kadının ayakkabısının içine bırakıyor. Komodine bırakmak değil midir bunun usulü? Aman bildiğimden değil filmlerde öyle görüyoruz. 

Buralarda boş boş, aylak aylak takılırken mıy mıy şeyler düşünüyor. Mutluluk arıyormuşmuş, “yaşamını bir arap şekeri gibi yalamak” istiyormuşmuş, bir dünya bence boş laf ve melankolik çıkarımlar var kitabın bu kısımlarında. Daraldım.

Tüm bu süreçte sanki Mersault hiç cinayet işlememiş ve hatta bunu tamamen unutmuş gibi. Hatta yazar da mı unuttu diyecek iken
Mersault, Viyana’dan bu yana bir kez olsun, Zagreus’u kendi elleriyle öldürdüğü bir adam olarak düşünmediğini fark etti.” Evet, unutmuş gitmiş gerçekten. Bu unutmuşluğunu, kendisinin mutluluk için yaratılmış olduğu sonucuna bağlıyor.

Sonra Cezayir’e gidiyor. İki kızı varmış meğer. Kızların yanında bir de kız arkadaşları. Onların yanına gidiyor. Beraber kum, güneş, gezme, tozma, yeme, içme takılıyorlar. Genç kızların arasında ne işin var senin koca adam? Ve tabii ki kızların arkadaşı ile yatıyor da. Tam bir ırz düşmanı.

Evleniyor bir kadınla. Öylesine evleniveriyor.

-Beni sevmiyorsun, diyor kadın.
-Ama sana sevdiğimi hiçbir zaman söylemedim ki. Sf.118

Hasta olup ölüyor Mersault kitabın sonunda.


“Ve taşlar arasında bir taş olarak, yüreğinin sevinci içinde, devinimsiz dünyaların gerçekliğine dönüştü.” Sf.149 denerek.


Anlam veremediğim bunun gibi pek çok cümle…

*

Camus 1938’de bu kitabı tamamlamış. 1960’ta ölümünden sonra 1970’de kitap basılmış.

*

Daha önce de okumuştum. Yine okudum:

Bkz: Mutlu Ölüm / Albert Camus 

 


3 Ekim 2023 Salı

YABANCI

 

YABANCI

(L'Etranger)

Albert Camus

1942

Çeviri: Samir Tiryakioğlu

Can Yayınları

40.Baskı - Ocak 2013

110 sayfa

Meursault.

Huzurevindeki yaşlı annesi ölmüş. Bunu olağan karşılıyor. Bunu olağan karşılaması, diğer insanlar tarafından olağanüstü karşılanıyor.

Annesinin cenaze törenine gitmek için patronundan izin isterken mahcup oluyor. Hay Allah, annem mesai saatlerinde izin almamı gerektirecek bir zamanda öldü, tüh… dercesine.

*

Annesi huzurevindeymiş. Gerek maddi gerek manevi sebeplerden annesi için en doğrusunun bu olduğunu düşünmüş.


Annesi huzurevinde manita yapmış. Yaşlı adamcağız üzülmüş tabii kadının ölmesine.

Meursault, cenazede de soğukkanlı duruyor.

*

Ertesi günü iş yerinde eskiden çalışan bir kadınla yakın ilişki kuruyor. Siyah kravat taktığı için kadın ona yasta mısın diye takılıyor. Kadına dün annesinin öldüğünü söyleyince kadın üzülüyor onun adına. Yine patronuna karşı duyduğu mahcubiyeti hissediyor Meursault.

*

Meursault’nun komşuları bir garip.
Köpeğe şiddet uygulayan bir komşusu var. Salamano adı. Köpek bir gün kaçıyor. Salamano üzülüyor, meğer severmiş köpeğini, sevgi böyle mi gösterilir? Barınaklara, karakollara soruyor köpeğini ama bir yanıt alamıyor.


Kadına şiddet uygulayan komşusu var. Metresini döven bir adam.


*

Bir kadın arkadaşı var Meursault’nun. Kadın, beni seviyor musun diye soruyor. Meursault’nun cevabı:

“Ona bu sorunun manasız olduğunu söyledim, galiba hayır, diye de ekledim.” Sf.38

Öküz herif.

Kadına öküzlüğü bitmiyor:

Kadın buna kendisiyle evlenmek isteyip istemediğini soruyor. Fark etmez, diyor:

“Akşam, Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. Benim için fark etmediğini, eğer o istiyorsa evlenebileceğimizi söyledim.” Sf.43

Annen ölünce üzülmemeni öküzlük olarak görmedim Meursault ama bu net öküzlük.

Bir öküzlük daha yapıyor.

Komşusu Raymond, şu yukarıda bahsettiğim kadına şiddet uygulayan, kadını döverken polis geliyor. Polise kadın bana hakaret etti diyor. Meursault’tan da kendisine şahitlik etmesini istiyor. Kadının ona hakaret ettiğini duyduğunu söylesin diye. Meursault bir şey duymadı ama tamam diyor, şahit olurum. İnsan değilsin Meursault.

Bir tane daha insan olmadığına ilişkin bilgi:
Bir gün gazetede bir haber okuyor. Habere göre bir adam, yıllardır görmediği annesinin işlettiği otele yirmi beş yıl sonra gidiyor. Annesi tanımıyor. Oğlan zengin. Anne ve kızı, adamı çekiçle kafasına vura vura öldürüp nehre atıyor. Adamın kendi oğlu olduğunu öğrenince anne kendini asıyor, kız da kendini kuyuya atıyor. Bu haberi okuyan Meursault diyor ki “Yolcunun bunu biraz hak ettiğini düşündüm, insan hiçbir zaman böyle şakalar yapmamalı.” Sf.75

*

Raymond’un Araplarla bir husumeti var. Onlarla kavgaya tutuşacak, Meursault’a silah veriyor, ters bir durum olursa ateş etsin diye. Meursault diyor ki “Ateş etsem de olur, etmesem de diye düşündüm.” Sf.56

Bunda bile böyle boş vermiş olmazsın.

Az sonra da kumsalda uzanmış yatarken gördüğü Arap’a ateş ediveriyor. Arap ölüyor.

*

Yargılama sürecinde Meursault’un daha önce annesinin ölümüne hiç üzülmemesini aleyhine değerlendiriyorlar.

Halbuki Arap bir ara bıçağını çıkarmıştı. Hamle yapmadı, sadece yattığı yerden bıçağını çıkardı. Meursault bunu söylese belki haksız tahrik indirimi alırdı ama söylemiyor.

Kendisine atanan avukat, davanın iki-üç günden fazla sürmeyeceğini söylüyor. İki-üç gün mü? Vaovvv

Okurken hissetmiştim, Meursault’nun bu koyvermişliğinin altında sıcaklar var gibi. Hava çok sıcak, zaman zaman bundan bahsediyor Meursault. Ve cinayeti neden işlediği sorulduğunda da bunu söylüyor. Cinayeti sıcaktan işlemiş. Sıcak mahvetmiş onu. Bu işe güneşin sebep olduğunu söylüyor.

*

İdama mahkum ediliyor.
Papaz gelip dini açıdan yardımcı olmak istiyor ama onu tersliyor Meursault. Bütün hıncını da ondan çıkartıyor, zor alıyorlar papazı elinden.

İnfazını beklerken hayatın anlamsız olduğunu ama mutlu olduğunu ve gariptir ki ölümü beklerken de mutlu olduğunu fark ediyor.

*

Ben bu kitabı on yıl önce okumuştum. 

Bkz: Yabancı / Albert Camus 

Canım çekti, yine okudum.

*

Bu arada ölümü beklerken ile ilgili bir kitap için 

Bkz: Bir İdam Mahkumunun Son Günü / Victor Hugo

22 Mayıs 2016 Pazar

MUTLU ÖLÜM



MUTLU ÖLÜM

( La Mort Heureuse )

Albert Camus

1970

Fransızca aslından çeviren: Ramis Dara

Can Sanat Yayınları

15. Basım - Ocak 2016

149 sayfa


Albert Camus, bu kitabı 1938'de tamamlamış ama kitabın yayınlanması ölümünden on yıl sonra, 1970'te olmuş.

*

Patrice Mersault, metresi Marthe'in ilk aşkı Roland Zagreus'la tanışıyor. 

Zagreus bir kazada iki bacağını da kaybetmiş. Mutluluk için paranın gerekli olduğunu fark eden Zagreus, bu kazaya kadar büyük bir servet edinmiş. Ama bacaklarını kaybedince başkalarına muhtaç bir halde yaşamak zorunda kalmış.

Mersault ise bedenen sağlıklı fakat yoksul. 

Zagreus, Mersault'ya sağlıklı bir bedeni olduğu için ne kadar şanslı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Sohbetlerinde ayrıca mutluluk üzerine konuşuyorlar.

"Zaman gerekiyor mutlu olmak için. Çok zaman. Mutluluk da uzun bir sabırdır zaten. Ve çoğu kez, para aracılığıyla zaman kazanmak gerekirken, yaşamımızı para kazanarak tüketiyoruz." 

Zagreus'un hazırda bir intihar mektubu var. Mektubun yanında da bir silah. Kullanmaya ya cesaret edemiyor ya da hazır hissetmiyor kendini.

Mersault bunu onun için yapıyor. Zagreus'u vuruyor. Herkes Zagreus'un intihar etiğini düşünüyor.

Mersault, Zagreus'un parasıyla seyahate çıkıyor. Kimi zaman otelde, kimi zaman arkadaşlarının yanında kalıyor. 

Mutluluğu aradığı bir yolculuk oluyor bu onun için.

"Mutluluk insaniydi, sonsuzluksa gündelik. Her şey küçülmeyi bilmekte, güneşlerin ritmini umudumuzun eğri çizgisine bağlamak yerine, kalbini onlarla düzenlemekteydi.

Nasıl ki sanatta bir noktada durmayı bilmek gerekir, bir yontuda artık dokunulmaması gereken bir an her zaman gelir ve bu açıdan akılla açıklanamayan bir istenç, öngörünün en incelikli olanaklarından daha çok işe yararsa, bir yaşamı mutluluk içinde tamamlamak için de akılla açıklanamayan küçücük bir şey gerekir. Olmayanlar, onu elde etmeli." 

Yalnızlığını çok seven Mersault, buna rağmen evleniyor. Ama yalnızlığı baki.

Hasta oluyor.

Ölüyor.

Mutlu bir ölüm mü oluyor?

Bilemiyorum. Kitabın satırlarından mutluluk akmıyordu. Aksine karamsarlık vardı.

"Yaşamı boyunca, rıhtımdaki büro, odası ve uykuları, lokantası ve metresleri arasında, tek bir arayışla, bir mutluluğun ardından koşmuştu, oysa herkes gibi o da bunun olmazlığına yürekten inanıyordu. Mutlu olmak isteğine oynamıştı o da. Hiçbir zaman bilinçli ve kesin bir kararlılıkla istememişti bunu." 

Ama şunu söylemişti ilkin:

"Havanın bu ışıl ışıllığı, bu verimliliği altında insanların tek ödevi yaşamak ve mutlu olmak gibi görünüyordu."

Zagreus, mutluluk için paranın önemine dikkat çekerken, Mersault, özgürlüğü vurguluyor. 

"Özgürlük ve bağımsızlık kaygısı ancak hala umutla yaşayan bir varlıkta duyulur."

*

Kitabı tavsiye eden arkadaşım kitabı pek beğenmediğim izlenimine kapıldı.

- Pek beğenmemişsin gibi.

- Yoo beğendim.

- İz bırakmamış sende. Öye diyeyim. Yoksa tabii ki beğendin. 

- Bıraktığı iz:
"Karını seviyor musun Mersault?" "Sevmem gerekmiyor." ÖKÜZ.

- Savunmayacağım da kafasındaki aşk tanımı oldukça basit.
"O ona değer veriyordu, öbürü de ona. Bundan başka bir şey midir aşk?"

Evet bundan başka,bundan fazla bir şeydir ve bundan başka, bundan fazla bir şey olmalıdır. Ama konumuz bu değil.



27 Mayıs 2014 Salı

VEBA




VEBA

(La Petse)

Yazarı: Albert Camus

Fransızca aslından çeviren: Nedret Tanyolaç Öztokat

Yayınevi: Can Sanat Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım -1997
Cep Boy özel baskı – Kasım 2013

Sayfa Sayısı: 303


Soma faciasından sonra pek çok kişinin paylaştığı, Albert Camus'nun "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın" sözü, meğer Nobel ödüllü yazarın bu romanında geçiyormuş. Hem de romanın daha ilk sayfasında. Sözün tam hali de şuymuş:
"Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır."
Bunu öğrenince hiç beklemediğim bir yerde tanıdık birine rastlamışım gibi oldum. "Aaaa bu söz şey yaa, hani vardı ya..."


Çok fareli bir başlangıcı var kitabın.

Şehirde önce farelerin anormal hızlı ölümü dikkat çekiyor. Her yerden fare ölüleri toplanıyor. Ben diyeyim yüzlerce, sen de binlerce. Öyle böyle ölmek değil ama. İnliyor hayvanlar ölürken. Çığlık kıyamet, kan kusmuk. Neler neler.

Sonra insanlara sirayet ediyor bu durum.

Belirtiler vebayı gösteriyor ama şehrin yönetici kadrosu bunu hemen kabul etmiyor. Zira bir salgın hastalık olduğunu kabul etmek demek acımasız önlemler almayı gerektirecek.

Başta halkı korkutmamak için olayı büyütmüyorlar ama bakıyorlar ki önüne geçilecek gibi değil, kıyamet gibi ölümler oluyor her gün, mecburen şehri karantinaya alıyorlar. Dışarı çıkmak yasak, içeri girmek serbest. Tabi hangi aklı evvel böyle bir şehre gelmek isterse tabi.

Dr. Bernard Rieux, hastalığı ilk teşhis edenlerden. Gece gündüz uğraşıyor hastalıkla ve hastalarla.

Biraz soğukkanlı bir adam kendisi. Hatta epey soğukkanlı. Hatta neredeyse duygusuz. Yazar, doktorun duygularından pek bahsetmiyor kitapta. Daha ziyade düşüncelerinden, Rahip Paneloux’un dini açıklamaları karşısına getirdiği mantıki yorumlarından bahsediyor.

Dr. Rieux’a Jean Tarrou ve memur Joseph Grand çok yardımcı oluyor. Özellikle Tarrou’nun bu süreçte tuttuğu defter de çok faydalı oluyor.

Karantina altına alınan şehirde, aslında oranın yerlisi olmayan gazeteci Raymond Rambert de kalıyor. Düşünsenize, iş için ya da tatil için ya da herhangi bir nedenle gittiğiniz şehirde salgın bir hastalık ortaya çıkıyor ve mecburen orada kalıyorsunuz. Şehirden çıkışlar kapalı. Kanunen yasak. Ne yaparsınız? Rambert, illegal yolları denemeye çalışıyor. Dışarıda sevgilisi var ve ondan ayrı kalmaya dayanamıyor.

Salgın hastalık, karantina, ölümler… bunlar feci hadiseler ama krizi fırsata çevirenler de var. Mösyö Cottard bunlardan biri. Millet vebadan başını kaldıramadığı için Cottard, daha önce işlediği suçlardan yırttığını düşünüyor ve üstüne karaborsaya da giriyor.


Böyle birkaç karakter daha var. Yazar, anlatıcı sıfatıyla bu karakterler üzerinden bu hastalığın nasıl başladığını, nasıl yayıldığını, toplum üzerindeki etkisini, insanların yaşamaya ve ölmeye dair algılarını ve sonra da hastalığın nasıl geldiği gibi gittiğini anlatıyor.



31 Mart 2013 Pazar

YABANCI



YABANCI

(L'Etranger)

Yazarı: Albert Camus

Fransızca Aslından Çeviren: Samih Tiryakioğlu

Yayınevi: Can Sanat Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım - 1981
          40.Basım - Ocak 2013

Sayfa Sayısı: 110



Albert Camus'nün ilk romanı Yabancı.

Bu yabancı Meursault. Tuhaf bir adam. Tuhaflığı toplumcak kanıksadığımız bazı davranışları göstermemesi. Mesela annen öldüğünde üzülmeli, ağlamalısın. Annesi ölen üzülür, ağlar. "Her fani bir gün ölümü tadacaktır" deyip soğukkanlı davranmaz kimse. Ya da anneni daha iyi şartları olduğunu düşünerek bakımevine göndermek, bunun daha mantıklı olduğunu düşünmek ve bunu yaparken vicdanen herhangi bir yük çekmemek normal değildir. İşte bu normal olanı ve olmayanı kim belirliyor? 

Meursault, kimin belirlediği belli olmayan ama normal olduğunu bir şekilde bildiğimiz bu kalıplara uymadığı için tuhaf bir adam.

Romanın içinde bir de cinayet var. Meursault bir adam öldürüyor. Ama bu cinayet, romanın akışı içinde o kadar önemsiz kalıyor ki. Meursault insan öldürmüş, öldürmemiş hiç umrunda değil gibi. Ne bir pişmanlık, ne bir üzüntü. Bu durum Meursault'nün avukatının işini zorlaştırırken savcı ve jürinin işini kolaylaştırıyor. İyi hal indiriminden de faydalanamıyor bu nedenle. Halbuki Türkiye'de olsan küçücük kıza tecavüz bile etsen takım elbiseyle duruşmaya girdiğinde iyi hal indirimden yararlanabilirsin. Hop sosyal mesaj.

İdama giderken de soğukkanlılığını koruyor Mersault. Din görevlisini reddediyor. Tanrıya inanmıyor. Son anda bile. Türbülansa girmiş bir uçakta bile Tanrıya inanmamayı sürdürebilecek kararlılıkta kendisi.

Zaten yaşıyor mu ölü mü belli değil. Hayatı "farketmez" üzerine kurulu. Kız arkadaşı evlenelim mi diyor "farketmez". Arkadaşı adam öldürmekten bahsediyor, "banane farketmez" Ondan sonra toplum seni dışlayınca "Ne oldu ki şimdi?" diye afallarsın. 



3 Mart 2013 Pazar

DÜŞÜŞ




DÜŞÜŞ

( La Chute )

Yazarı: Albert Camus

Fransızca Aslından Çeviren: Hüseyin Demirhan

Yayınevi: Can Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım-1997, 13.Basım 2010

Sayfa Sayısı: 102



Tekrar tekrar okunur ki bu.

Başta elimde kalem bazı satırların altını çizmeye niyetlendim ama sonra bu içinden çıkılmaz bir hal aldı. Her bir cümlenin çok önemli olduğunu düşünüyorum bu kitapta.

Avukat Jean-Baptiste Clamence'in iç muhasebesi var. İlkin anlamadım. Kime anlatıyorsun hacı? Belki okuyana, belki boşluğa, belki kendine anlatıyor. Lafı ortaya atıyor, isteyen alır.

Aslında hepimizin bildiği şeylerden bahsediyor.

Hani mesela bir esnafa, bir memura gülümseyerek "İyi günler" diyip nazikçe ricanı dile getirmek var. Bir de bu tür nezaket kurallarına girişmeden yekten yapmasını istemek var. Hangisinin daha etkili olduğunu sanırım herkes biliyor.

İşte bizi ilk gruptaki insandan ikinci gruptaki insana çeviren bir algı var. Öylesi daha makbul.

Erdem, alçakgönüllülük, nezaket... Bunları geçiyoruz. Çünkü bunlara sahipseniz insanlar sizi yargılayacak cüreti buluyor. Hele hele kendinizde yargılanacak bir taraf bulduğunuz an yanmışsınız demektir. Siz kendinizi yargılamaya başladığınız an, başkalarında da dayanılmaz bir yargılama eğilimi başgösteriyor.

Ancak zengin olursanız bu yargıdan kurtulursunuz. Çünkü zenginlik, güç getirir.

Zengin olun, başarılı olun, mutlu olun. Bunlar güzel şeyler. Ama aynı zamanda dikkatli olun. Siz başarılı ve mutlu olunca bundan rahatsızlık duyanlar olacak. İşte o yüzden mutluluğunuzu ve başarınızı paylaşın. Paylaşırsanız affederler. Bu paylaşmayı içten gelerek, gönüllü bir şekilde yapmanıza gerek yoık. Aksine bunu bir lütuf gibi yaparsanız daha iyi. Eğer başkalarıyla fazla ilgilenir, fazla samimi olursanız yine yanlıştasınız. Bırakın hakkınızda kötü konuşsunlar. Herkes sizin hakkınızda iyi konuşuyorsa zaten çok da iyi bir hayatınız yok demektir.

Bunları benden değil de üstattan okuyun tabi. ( Burada "üstat" diyerek avukatların birbirine hitap şekline gönderme yapıyorum. Avukat olanlar anlar. Avukat olmayanlar okumasın zaten.) ( Aç parantez, şaka )

Böylece pek çok alıntı yapılabilecek kıymette bir kitabı, birebir alıntı yapmadan, aklımda kaldığı kadarıyla anlatmış bulunuyorum. Daha da var da, artık onları da yeri geldikçe anlatırım.