27 Şubat 2022 Pazar

KÜÇÜK PRENS

 


KÜÇÜK PRENS

(Le Petit Prince)

Antoine de Saint-Exupery

1943

Fransızca aslından Türkçeleştiren: Sumru Ağıryürüyen

Mavibulut Yayıncılık

24.Basım- Ekim 2012

95 sayfa


Daha önce de okumuştum. Bkz: Küçük Prens

Kardeşimin kitaplığında gördüm, yine okudum. Çok sevdiğimden değil, unuttuğumdan. Daha önceki okumalarımda etkilendiğimi hatırlamıyorum ama bu kez etkilendim. Aslında bayağı etkileyiciymiş. Verdiği mesaj güzelmiş. Başka bir deyişle, benim anladığım mesajı güzelmiş. Yoksa yazarın ne kastettiğini bilemem elbet.

*

Kaza yapıp çöle düşen bir pilot kendi çocukluğunu ve sonra tanıştığı Küçük Prens'i anlatıyor.

Pilot adam küçükken ressam olmak istermiş, ama çizdiği resimleri kimse anlamazmış. Örneğin, fil yutan boa yılanı çizimini herkes şapka sanmış. Zaten büyükler resim yapmaya önem vermezmiş. Büyükler, resim yerine matematik ile coğrafya ile dilbilgisi ile ilgilen dedikleri için resimden vazgeçmiş. 

Burada ressam olmak isterken vazgeçirilen bir başka isim geliyor aklıma: Hitler. Neyse ki hikayemizdeki adam kötü yola sapmıyor. Pilot oluyor. 

Bir gün çölde kaza yapıyor. Karşısına küçük bir çocuk çıkıyor, Küçük Prens. 

Küçük Prens, adamdan bir koyun resmi çizmesini istiyor. Adam kutu çizip koyun bu kutunun içinde, diyor. Küçük Prens kabul ediyor. Zaten Küçük Prens, fil yutmuş boa yılanı resmini de şapka sanmayıp anladı. 

O zaman Küçük Prens, adamın içindeki çocuk olabilir mi? Onu anlıyor, sevdiği şeyi yapmasına teşvik ediyor...

*

Küçük Prens nereden geldiğini anlatmaya başlıyor. 

Asteroid B612 adlı küçük bir gezegenden gelmiş. Bu gezegeni bir Türk gökbilimci bulmuş. Ama onu giyiminden ötürü kimse ciddiye almamış. “Dediği dedik bir Türk lider, karşı çıkanları ölüm cezasıyla tehdit ederek, halkının Avrupalılar gibi giyinmesini şart koşunca" bu gökbilimciyi dünya artık ciddiye almış. Ohhh! Fena mı olmuş? İyi ki öyle yapmış o Türk lider.

*

Neden koyun istemiş Küçük Prens? Çünkü gezegenini baobap ağaçlarının sarma tehlikesi varmış. Boabaplar hemen sökülmeli, yoksa tüm gezegeni kaplarlarmış. Bir koyunu olursa koyun, baobap ağaçlarını büyümeden yer, gezegen de kurtulurmuş. 

Küçük Prens her sabah gezegenini temizlermiş. Bu temizlik niye? Kendisi için. Bir disiplin meselesi. Düzen tertip önemli.

*

Pilot adam uçağını tamir etmek için uğraşırken Küçük Prens çiçeklerin neden dikenleri var, dikenler ne işe yarar... diye sorup duruyor. Çünkü koyunun biricik çiçeğini yemesinden korkuyor. 

Adam ciddi işlerle uğraşıyorum, diyerek başından savıyor çocuğu. Bir zamanlar kendisi çocukken büyüklerin de ona yaptığı gibi. 

*

Gezegenindeki çiçekten bahsediyor Küçük Prens. Nazenin, özel bir gül. Gülün istekleri bitmiyor, çok konuşuyor, kibirli. Ama Küçük Prens'i seviyor, Küçük Prens de onu. Küçük Prens gezegenini terk ettiğinde gülü de terk ediyor. Tatlı tatlı vedalaşıyorlar. 

Bu gülün sevgiliyi temsil ettiğini düşünüyorum. Kitabın ilerleyen kısımlarında özel olmak ve değer bilmek mesajları verildiğinde bu gül akla geliyor.  

*

Küçük Prens gezegenleri gezmeye başlıyor. 

Gittiği birinci gezegende bir kral görüyor. Gezegende tek başına yaşayan bu kral kime hükmediyor? Kimseye. Ama o yine de hükmetmekten, zaten olacak şeyleri emretmekten vazgeçmiyor. Buna da "mantıklı emir" diyor. Yani düpedüz kendini kandırıyor. 

İkinci gezegende kendini beğenmiş bir adam var. Sürekli alkış, övgü istiyor.

Üçüncü gezegende bir ayyaş görüyor. Utandığını unutmak için içiyormuş. Utandığı şey de içmek.

Dördüncü gezegende bir iş adamı ile tanışıyor. Adam yıldızları sayıyor, onların sahibi olduğunu düşünüyor. Yıldızlara sahip olmak ne işe yarıyor? Küçük Prens anlamıyor.  Küçük Prens gezegeninde çiçeğini suluyor, gezegenini temizliyor, bir işe yarıyor. Ama yıldızlara sahip olmak ne işe yarıyor? Hiçbir işe.

Beşinci gezegende bir fenerci var. Akşam olunca feneri yakıyor, gündüz kapatıyor. Ama gezegen çok hızlı dönüyor ve çok çabuk akşam ve sabah oluyor. Fenerci bundan yakınıyor, fakat işine devam ediyor. Küçük Prens’in faydalı bulduğu tek kişi bu.

Altıncı gezegende bir coğrafyacı var. Küçük Prens onun dağları, tepeleri,okyanusları bildiğini sanıyor ama coğrafyacı bunları sadece kağıt üzerinde biliyor. Kaşifler keşif yapar, coğrafyacı da kaşiflerin anlattıklarını sorgular, kanıt ister ve masasından hiç kalkmadan yazarmış. Dağlar, okyanuslar gibi kalıcı şeyleri kitaba yazarken örneğin çiçekler gibi geçici olan şeyleri kitaba yazmazmış. Küçük Prens böylece çiçeğinin geçici olduğunu, yakında yok olacağını öğreniyor. Üzülüyor. 

Her gezegenden büyüklerin ne kadar tuhaf olduğu sonucuyla ayrılıyor Küçük Prens.

Yedinci gezegen olarak, coğrafyacının önerisiyle, dünyaya gidiyor. 

Dünyada önce bir yılan görüyor. Yılan kendisini kudretli biriymiş gibi tanıtıyor. Bir kraldan daha güçlü olduğunu iddia ediyor. İnsanların nerede olduğunu soruyor Küçük Prens ona. Çöl olduğu için çok insan olmaz, diyor yılan.

Sonra bir çiçek görüyor. Ona soruyor insanlar nerede, diye. Çiçek en son yıllar önce bir kervan geçerken insanları görmüş. İnsanların kökleri olmadığı için üzülüyormuş insanlara.

Dağa çıkıyor sonra Küçük Prens. Kendi gezegeninde sadece üç tane küçük volkan var. Dağda haykırıyor merhaba diye. Aynı şekilde karşılık alıyor. Kimsiniz kimsiniz, hep kendi söylediğinin aynısı. Küçük Prens, bu insanlar da ne söylense tekrar ediyor, diye düşünüyor.

Gül bahçesi görüyor sonra. Kendi gezegenindeki gülden binlercesi bir arada.  Küçük Prens şaşırıyor, çünkü gezegenindeki gülün evrende türünün tek örneği olduğunu sanıyordu. Gül öyle söylemişti ona. Kaldırıldığını hissediyor Küçük Prens.

Tilki görüyor sonra. Tilki, Prens ile dost olmak istiyor. Bunun için de evcilleşmesi gerektiğini söylüyor. “Bir şeyi evcilleştirdin mi, sorumluluğu sana ait olur.” diyor tilki. Küçük Prens eğer tilkiyi evcilleştirirse aralarında bir bağ olacak. Artık o tilki,  Küçük Prens için evrendeki diğer tilkilerden farklı olacak. 

Küçük Prens anlıyor ki gezegenindeki gül de başka pek çok gül olmasına rağmen, diğer güllerden farklı. Çünkü onunla arasında diğer güllerle olmayan bir bağ var. 

Tilki çok hikmet dolu konuşuyor:

“Dil bütün yanlış anlaşılmaların kaynağıdır.” Sf.69

“Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.” Sf.74

Küçük Prens de boş değil. Pilot, uçağını tamir etmekle uğraşıp Küçük Prens'i dinlemezken Küçük Prens ona diyor ki:

“Senin gezegenindeki insanlar tek bir bahçeye beş bin gül dikiyorlar… Ama yine de aradıklarını bulamıyorlar. Halbuki aradıkları tek bir gülde ya da bir yudum suda olabilir. Ama gözler gerçeği göremez ki. Yüreğiyle aramalı insan.”Sf.80

Gezisine devam ediyor Küçük Prens. Bir demiryolu makasçısı görüyor. İnsanların nereden nereye gittiğini soruyor. Bilmiyor kimse. Ne bu acele, o da bilinmiyor.

Susuzluk giderici haplar satan bir satıcı ile karşılaşıyor. Bu haplar sayesinde zamandan kazanıyormuş insanlar. Ama o zamanla ne yapıyorlar? Ne istersen, diye cevaplıyor satıcı. Küçük Prens, böyle bir zamanı olsa “Bir çeşmeye doğru keyifli bir yürüyüş tuttururdum.” Sf.76 diyor. Susuzluk giderici haplar satın alıp kazandığın zamanla susuzluk giderici bir çeşmeye doğru keyifle yürümek. Tatlış.

*

Küçük Prens yılandan kendisini ısırmasını rica ediyor. Çünkü artık gezegenine dönmek istiyor ve bedenini yanında götüremezmiş. 

Pilotla vedalaşıyorlar.

Pilot da uçağını tamir edip oradan ayrılıyor. Artık her gökyüzüne bakıp yıldız gördüğünde Küçük Prens'i hatırlayıp güleceğini söylüyor.

*

Kitabın sonunda yazar, "Yolunuz Afrika’ya çöle düşerse ve altın saçlı bir çocuk size doğru gelirse bana geri döndüğünü yazın" diyor.

Yani bence diyor ki; bir gün kendinizle baş başa kalıp hesaplaşmaya girişirseniz ve içinizdeki çocuğa ulaşırsanız, bana yalnız olmadığımı söyleyin. 

Küçük Prens'e umudu ve saflığı yüklemiş sanırım yazar. Kitabın yazıldığı 1945 yılını da göz önünde bulundurursak, İkinci Dünya Savaşı zamanı, milyonlarca insan savaşta ölüyor, yazar da bir pilot olarak askerlik yapıyor, belki kendisi de öldürüyor... Ölümün böylesine etrafta kol gezdiği bir ortamda tutunacak bir dal gibi olmuş olabilir Küçük Prens. Ondaki masumluğa ve temizliğe sarılmış olabilir. Onun nezdinde dünyada ilgilenecek başka şeyler de olabileceğini hissetmek ve hissettirmek istemiş olabilir. 

*

Bu kitabın neden yerlere göklere sığdırılamadığını anlamazdım. Ama şimdi anlıyor gibiyim. 

Tüm içeriğin metafor dolu olduğunu sanıyorum. Artık her okuyucu kendisine göre yorar. 


26 Şubat 2022 Cumartesi

MAİ VE SİYAH

 


MAİ VE SİYAH

Halid Ziya Uşaklıgil

1897

Özgür Yayınları

Onikinci basın - Ekim 2009

400 sayfa


İlk olarak on iki yıl önce okumuştum bu kitabı. Bkz: Mai ve Siyah

Kardeşimin kitaplığında görünce yine okumak istedim. Çünkü klasik sorun; unutmak. Ne anlatıyordu bu kitap diye merak edip yeniden okudum. Hislerim on iki yıl önceki ile aynı. Kurgu açısından merak uyandırıcı ama karakterin drama kraliçeliği, pasifliği nedeniyle can sıkıcı. 

*

Ahmet Cemil, şiire meraklı, büyük eserler yazma hayalleri kuran bir genç. 

"Öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mai ve daima mai; aşağı bakılsa siyah daima siyah.” diyor Sf.62 

Babası ölünce bu hayallerinden sıyrılıyor. Annesi ve kız kardeşi İkbal’e bakmak için çalışmak zorunda kalıyor. Tercüme yaparak işe başlıyor. Sonra bir gazetede çalışmaya başlıyor. Zaman zaman özel ders veriyor. Tüm gün çalışıyor, kendine ayıracak zamanı kalmıyor. 

Arkadaşı Hüseyin Nazmi, zengin bir ailenin çocuğu. Hüseyin Nazmi'nin kız kardeşi Lamia'dan hoşlanıyor Ahmet Cemil. Ama söyleyecek cesareti yok. 

Okuldan mezun olunca Hüseyin Nazmi, Dışişleri Bakanlığında çalışıyor. Ahmet Cemil, basın dünyasına giriyor. 

Ahmet Cemil’in kardeşi İkbal'e kısmet çıkıyor. Adı Vehbi. Ahmet Cemil'in çalıştığı matbaanın sahibinin oğlu. Damat iç güveysi olarak geliyor eve. Ahmet Cemil pasif kaldığı için damat evin kontrolünü ele geçiriyor. Ahmet Cemil, Vehbi'den hoşlanmadığı için artık evde vakit geçirmek istemiyor, geç geliyor eve, erkenden çıkıyor. Zaten hiç dinlenecek zamanı olmuyordu, artık hiç mi hiç olmuyor. 

Vehbi İkbal'e kötü davranıyor. İkbal mutsuz ama söylemiyor kimseye.

Vehbi’nin babası genç bir kızla evleniyor, bir süre sonra da felç oluyor. Vehbi, babasının felç olması ile genç karısı arasında çirkin imalı bağlantılar kuruyor.

Babasının felç olması üzere matbaanın da kontrolünü ele geçiriyor Vehbi. Ahmet Cemil’i de matbaada tutuyor. Matbaayı büyütmek istiyor Vehbi. Ahmet Cemil’in aklına giriyor ve evi ipotek yaptırtıyor. Hayır, Cemil hayııııııır!

İkbal hamile. Bir "Hayıııııııır!" çığlığı daha. Vehbi'nin umurunda değil. Evde durmuyor, akşamları gidiyor, nereye gidiyorsa? Babasına gittiğini söylüyor ama sağlığında babasını sevmeyen adam hastalığında niye gitsin? Acaba babasının genç karısıyla… Evde de Ahmet Cemil’lerin hizmetçisi Seher’e… Bu kısımlar açık değil. 

Ahmet Cemil bu arada ne zamandır yazmayı planladığı eserini nihayet yazıyor. Arkadaşlarına okuyor, beğeniliyor. Lamia da dinlemiş ki Cemil’in defterine not bırakmış, tebrik ederim, yazılı.

Ancak Ahmet Cemil'in bu eseriyle ilgili gazetede alaycı bir eleştiri yazılıyor. Yazan da yine aynı matbaada çalışan Raci adlı işe yaramaz bir adam. Hiçbir şeyi beğenmeyen, herkesi eleştiren, kendisi bir bok olmayan biri.

“Raci o adamlardan biri idi ki dünyaya hiçbir şey olmamaya mahkum edilerek geldikleri halde her şey olmak isterler.” Sf.27 

Karısını aldatmak bunda, çocuğuyla ilgilenmemek bunda. Karısı çocuğuyla matbaaya gelip kocasını soruyor bazen. Adam aynı zamanda sarhoş olduğu ve evin yolunu bulamadığı, başka bir kadınla ya da matbaada gecelediği için... 

Raci'nin çocuğu Nedim'e matbaada küçük bir iş veriyorlar ki aile açlıktan ölmesin. 

Ahmet Cemil drama kraliçesi olduğu için kendisi hakkında yazılan eleştiriye üzülüyor. Kız kardeşinin haline de üzülüyor. Lamia'ya olan sevgisine de üzülüyor. Üzülmekten başka yaptığı bir şey yok. Anca üzülsün.

Bir gün matbaanın idare müdürü Ahmet Şevki’ye bütün içini döküyor. Ahmet Şevki mantıklı adam. Tek tek cevap veriyor. "Sen eserine güveniyor musun? O zaman başarırsın, eseri basarız. Lamia’yı abisinden isteriz. Kız kardeşinin meselesi büyük. Evi ipotek ettin. Önce matbaayı geliştirip ipoteği kaldır, sonra kardeşini o adamdan boşatırız." İşte bu kadar yaaaa. Ahmet Şevki, aşkımsın artık. Ama Ahmet Cemil duygusalı anlayacak mı bakalım? Kahır kahır bir kenarda üzülmek varken çözüm için harekete geçecek mi?

Damat Vehbi evdekilerin huzurunu kaçırmaya ant içmiş gibi yine esip gürlüyor bir gün. Sizi ben besliyorum, diyor ki alakası yok. Hem iç güveysi, hem bu özgüven.  İkbal’den çıkarıyor öfkesini. Tekme atıyor kadına, kadın bebeğini kaybediyor, düşük yapıyor, sonra kendisi de ölüyor. Hadi bakalım! El birliğiyle öldürdünüz kadını. Hayatındaki bir erkek (kocası) aktif vahşiliği ile, diğer erkek (ağabeyi) pasif moronluğuyla öldürdünüz kızcağızı. Bu hıyarların arasında yaşamak mucize zaten. Şimdi o Vehbi’nin hapse girmesi lazım. Şikayet edin. Ama neredeeeee? Ahmet Cemil anca üzülsün. En fazla bir tokat atıyor Vehbi’ye. Bu yetiyor Ahmet Cemil’e. 

Vehbi tüm yavşaklığı ile olanlardan kendisini sorumlu tutmuyor. 

“İnsanlar ne tuhaftır! Fena bir şey yağmakta olduklarını hissedecek olurlarsa mutlaka en evvel vicdanlarını susturacak bir sebep bulurlar.” Sf.154 

Vehbi işleri de batırıyor sonra. Bu da içinin yağlarını eritiyor Ahmet Cemil’in. 

Bir de Raci var. Ahmet Cemil bu sevimsiz adama niyeyse manasız bir hoşgörü gösteriyor. Raci ağır hasta, ölecek. Onu hastanede ziyaret edip affediyor. 

Raci’nin karısı da hala kocam da kocam diye bu herifin yanında. Çocuğu için ayırdığı parayı Raci için kullanıyor. Hastanede ölmesin diyeymiş. Ah zavallı kadın!

Lamia da evleniyor başkasıyla. Hah, Ahmet Cemil'e yar olacak hali yoktu. 

Arkadaşı Hüseyin Nazmi de yurt dışına gidecekmiş. 

Ahmet Cemil de gitmeye karar veriyor. Çölle çevrili uzak diyarlara gitmek istiyor. Annesini alıp biniyor gemiye. Gemide düşünüyor eskiden gördüğü mai gece ile şimdi gördüğü siyah geceyi. Böyle denize bakarken atlamayı düşünüyor. Annesi seslenince kendine geliyor.

Ay ne diyeyim, her şey daha güzel olur inşallah Ahmet Cemil. Azıcık canlanırsın belki. Tebdil-i mekanda ferahlık vardır.

Kitapta Ahmet Cemil'e en yakışan tabir şu: "Miskin bir teslimiyet ile mağlup" (sf.365) Aynen öyle. 

Sana çok bilendim Ahmet Cemil. Baydın içimi. 

*

Kitabın benim okuduğum versiyonunda kitabın özgün ifadelerinin karşısına parantez içinde günümüz Türkçe karşılıklarını koymuşlar, ama çok koymuşlar. 

alaka (ilgi)

Mahcup (utanmış)

Ciddiyet (ağırbaşlılık)

Takdir edilmemek (beğenilmemek) gibi.

Bunları da anlamayacak değiliz herhalde. 

Bu kadar çok parantez, okuma keyfini kaçırıyor başta ama sonra alıştım. 

KÖR BAYKUŞ

 



KÖR BAYKUŞ

(Buf-i Kur)

Sadık Hidayet

1936

Farsça aslından çeviren: Behçet Necatigil

YKY Yapı Kredi Yayınları - 12.Baskı

95 sayfa


Bu kitabı yıllar önce okumuştum. Bkz: Kör Baykuş

Unutmuşum ne anlattığını. Kardeşimin kitaplığında görünce bir daha okumak istedim.

İlk okuduğumda beğenmişim, ancak bu defa ı-ıh. Daralganlık yarattı. Ölüm, karanlık, gam, keder... Hiç sevmiyorum. O zamanlar seviyor muydum acaba?

*

Hep aynı resmi yaptığını fark eden bir adamla başlıyor hikaye. Resimde ihtiyar bir adam servi ağacının altında oturuyor, bir kadın ona çiçek uzatıyor.

Bir gün bu adamın amcası geliyor. Amcasına şarap ikram edecekken şarabı aldığı duvarın ardında resimlerinde çizdiği manzarayı görüyor. Döndüğünde amcası gitmiş. 

Adam, evin etrafına bakınıyor, o manzarayı bir daha göremiyor.

Bir gün resimdeki kadın evine geliyor. Ölmüş ama kadın. Adam, kadına bakarak kadının resmini yapıyor. Sonra da ölü kadını parçalara ayırıp bavula koyuyor. 

Bavul ağır olduğu için dışarıda servi ağacının altında oturan bir ihtiyardan yardım istiyor. İhtiyar onu mezarlığa götürüyor. Mezarlıktan bir de tarihi testi buluyor.

Dönüş yolunda da ihtiyara denk geliyor. İhtiyar, testiyi adama veriyor.

Testinin üstünde adamın, başta anlattığım, hep yaptığı resim var.

Geçmişini anlatıyor sonra adam. Annesi Hintli bir dansçıymış. Babası ona aşık olmuş. Babasının ikizi varmış. İkiz de bu kadına aşık olmuş. Kadını kandırmış, kadın aşık olduğu adam zannederek ikizi ile birlikte olmuş. Gerçeği öğrenen kadın, ikizleri bir odaya koymuş, odaya kobra yılanı salmış. Kobra yılanı ikizlerden birini öldürecek, sağ kalanla kadın evlenecek. Sağ kalanla kadın evlenmiş ama sağ çıkan kardeş, yaşadığı bu deneyimden çok etkilenmiş ve hafızasını yitirmiş. Çocuğu olduğunu bile hatırlamamış. O yüzden adamımız, sağ kalanın babası mı amcası mı olduğunu hiç bilememiş.

Adamı halası büyütmüş. Halası ölünce halasının kızı zorla adamla birlikte olmuş. Adam, halasının cenazesinin önünde kendi halinde dururken halasının kızı gelip adama cinsel saldırı. 

Böylece adam kızla evlenmek zorunda kalmış. Aslında kız başkalarıyla birlikteymiş. Bunu örtbas etmek için kuzeniyle evlenmiş. Bir daha da hiç adamla birlikte olmamış. Bu yüzden "kahpe" diye bahsediyor adam bu kadından hep. 

Kadın hamile. Başkasından. Çocuk düşüyor ama sonra.

Adam hasta oluyor, ihtiyarlıyor, deliriyor. Sebep? Kadın onunla birlikte olmuyor diye.

Aklıma "Öyle Bir Geçer Zaman ki" dizisinden şu sahne geliyor: "Aylin Uzak Durunca, Murat Kriz Geçirdi - Öyle Bir Geçer Zaman Ki 29. Bölüm"



Kendisini baykuşa benzetiyor adam. “Şayet baykuş da hasta olsa benim düşündüğüm şeyleri düşünür.” Sf.82 Evet, baykuş, gamlı baykuş.

Kendisini öldürmeyi düşünüyor adam. Karısını da kendisiyle beraber.

Karısı yataktayken onun yanına yatıyor. Kadın muhtemelen onu başkası sanıyor. Adam bıçaklıyor kadını.

Sonra aynaya bakıyor, adam o resimlerdeki ihtiyara dönüşmüş.

*

Sevmedim. Şiirsel diline, edebi gücüne saygı duymakla beraber ruhumu daraltan hikayeler sevmiyorum.

*

Kitapta rüya ve gerçek iç içe geçmiş, karakterler birbirine karışmış veya dönüşmüş. Belki de tek bir kişi var, diğer karakterler o kişinin iç dünyasındaki değişik benlikler.

*

Yazar 1951'de Paris’te kaldığı evde tüm delikleri kapatarak gaz musluğunu açıp intihar etmiş. 

Zengin ve nüfuzlu bir aileden geliyormuş. İyi eğitim almış. Tek derdi, ülkesi İran'da yaşanan sorunlar. Ülkesindeki durumun olumlu olmayacağına inanıyormuş. Kitap da böyle bir dönemde yazılmış. Acısını, ümitsizliğini, karamsarlığını, ölümü ve acıyı bu şekilde dile getirmiş. Gerçek düşüncelerini anlatsa rejim kurbanı olabilirdi çünkü. Gerçi böyle de bir şekilde olmadı mı?..


25 Şubat 2022 Cuma

MİSKİNLER TEKKESİ

 


MİSKİNLER TEKKESİ

Reşat Nuri Güntekin

1946

İnkılap Kitabevi

208 Sayfa


Dilencilikle ne kadar çok para kazanılabileceği anlatılıyor kitapta. 

Kafamı karıştırma Reşat Nuri.  

*

Uzun uzun dilencilik çeşitlerinden bahsediliyor. Örneğin bir tür varmış, kadınları takip eder, yasak aşk yaşadığını anladığı kadınlardan şantajla para koparırmış.

Eskiden dilencilik için sakat çocuklar kullanılırken şimdi temiz yüzlü sevimli çocuklar revaçtaymış.

Dilenciler önceleri paralarını gömerlerken şimdi bankaya yatırıyorlarmış. 

Memurlara borç veren dilenciler varmış. Zira bir memur kadar hatta daha da fazlasını kazanmak mümkünmüş. Vergi olmaması da cabası.


*

Hikaye özetle şöyle;

Kitabın ana karakteri olan genç adam komşu kızı Mesrure'ye aşık oluyor. Önce Mesrure’nin babasını etkiliyor. Bunun için güzel yazı yeteneğini ve ezberlediği şiirleri kullanıyor. 

Mesrure ile evlilik isteğini dile getiriyor. Olumlu yaklaşılıyor.

Bu arada bu adamın kafası kocamanmış ama sima ile alay olmaz, estauzübillah küfre girer, o yüzden ben bir şey demiyorum bu konuda. 

Memuriyet işine giriyor adam. Meşrutiyet ilan edilince kadrolar değişiyor. 31 Mart vakasına karışan insanlarla sınıf arkadaşı. İttihatçılar ve Ahrar Partisi döneminde Ahrar taraftarı. Hep yanlış yerde yani. 

Sinop’a sürgüne gönderiliyor. Üç yıl sonra ittihatçıların devri bitince İstanbul’a geliyor. Arkadaşı Talat’ın yanında kalıyor. Talat fakir, çok çocuklu, evli bir adam. Ömrünün son demlerinde yani kitabın sonlarında Talat'ın karısı ölüyor, çocuklardan uzaklaşıyor, emekli oluyor ve bu defa o, adamın evinde kalmaya başlıyor.

Talat ona bir okulda öğretmenlik görevi buluyor. Okul özel okul ve sahipleri düzenbaz.

Savaş çıkıyor, asker olarak Mısır’a gidiyor. Askerde yazıcılık yapıyor. Bir katır tepmesi ile yaralanıyor. Gazi olup dönüyor. Yürüye yürüye Mısır’dan Konya’ya geliyor. Nasıl geldiğini kendisi de bilmiyor. Oradan İzmir’e geçiyor.

Yeniden askere gidiyor. Sefalet içinde dönüyor. Dilencilik yapıyor. Dilencilikle biraz para kazanıyor, toparlıyor. İzmir’de izbe bir yer diye Afrika zencilerinin kaldığı Tamaşalık'ta yaşıyor. Tamaşalık ahalisini şöyle tarif ediyor: "Konaklardan çırak çıkarılmış, yahut kaçmış, sürü sürü Gülfüdan bacılar ve onların erkekleri.” 

Daha önce bir konakta çalışmış olan Mesule bacı dadılık ediyor adama. Tıpkı çocukluğundaki gibi yine bir dadısı oluyor.

Bir gün genç ve yalnız bir anneyle karşılaşıyor. Kadının çocuğunun bakımını üstleniyor. Çocuğun adı İsmail. Adamı babası belliyor çocuk. 

İsmail’i yatılı okula veriyor adam. Çünkü çocuk büyüyüp onun dilencilik yaptığını öğrenince acıyor ona, üzülüyor. Kendisine böyle bakılmasından hoşlanmıyor adam. Dilencilik yaparken insanların ona acıyıp para vermesinde sıkıntı yok, ama kendisini baba belleyen çocuk böyle bakınca hoşuna gitmiyor.

İstanbul’a geliyor, burada da dilenciliğe devam ediyor. 

İsmail okulda başarılı oluyor. Babası bildiği adama hürmeti var ama bir yandan da ondan utanıyor. Adam da İsmail’i sevmek istiyor ama onun bazı huylarından rahatsız oluyor.

İsmail Avrupa’ya gidiyor, sonra Ankara’ya gidiyor, evleniyor. Karısını getiriyor tanıştırmaya. Artık utanmıyor adamdan. Bir sürü insanlar görmüş, zengin olup da dürüst olmayan, ağlaşan insanlar. Babası artık kıymetli gözükmüş gözüne. Gururla anlatıyor karısına geçmişini. Adam da sevinip “Sadakaların en muhteşemini senden aldım İsmail” diyor.

*

Kitapta şöyle bir tespit var, hoşuma gitti:

“Deniz kıyısında birtakım süprüntülere rastlanır. Ot mudur, yosun mudur, yani karaya mı aittir, yoksa denize mi kestirilemez. Dalga, onları alır, sonra tekrar dışarı atar; gene alır, geri getirir; fakat en sonunda getirmez, insanların da böyle köklerinden kopmuş bir süprüntü kısmı vardır ki, iki alem arasında uzun müddet bocalar.”

*
Dramatik bir hikayesi var kitabın aslında ama hüzünlenmedim. Dramdan hoşlanmam, okurken de darlanırım ama bu kitapta dramı okuyorum okuyorum, darlanmıyorum. Lokal anestezi gibi bir şey. Acıyı hissetmedim. Herhalde üsluptan kaynaklanıyor. Dümdüz anlatmış yazar, en sevdiğim. Seni bir duyguya zorlamıyor, serbest bırakıyor.


FRIENDS HAKKINDA BİR KİTAP


 

FRIENDS Hakkında Bir Kitap

(I’ll be there for you- The one about Friends)

Kelsey Miller

2020

İngilizceden Çeviren: Nadire Şahika Bedirbeyoğlu

Parola Yayınları

1.Basım - Ağustos 2020

319 sayfa


Sevdiğim dizilerin kamera arkasını, çekim hatalarını, oyuncuları hakkındaki magazini merak ederim. Bu kitap da bu merakıma iyi geldi. 

Friends'i üç defa baştan sona izledim. Yine izleyebilirim, hiç azalmadı sevgim. Bu kitabı da bu sevgimi bilen bir arkadaşım hediye etti, sağ olsun. 

1994'te yayımlanmaya başlamış, 2004'de bitmiş bir dizinin 2022 itibariyle hala izleniyor olması müthiş bir başarı değil mi?

*

New York'ta yaşayan altı arkadaşın dostluğunu konu alıyor dizi. Kitaptaki tanımla:

“Şov arkadaşlık hakkındadır. Çünkü şehirde gençseniz ve tekseniz, arkadaşlarınız sizin ailenizdir.” Sf.37. 

Dizinin yaratıcıları üniversiteden arkadaş Marta Kauffmann ve David Crane. Birkaç başarılı/başarısız projenin ardından bu işi kurgulamışlar. Bir kafenin önünden geçerken akıllarına gelmiş. Dizinin ismi bu kafeden kaynaklı "Insomnia Cafe" olacakmış, sonra "Friends Like Us" olmuş adı, daha sonra "Six of One" derken "Friends" son karar. 

*

Diziyi izleyenlerin belki aklına gelmiştir, düşününce dizide aslında pek çok mantık hatası var. Mesela ilk bölümde kendi düğününden kaçan Rachel, uzun zamandır görmediği lise arkadaşı Monica’yı bulmaya geliyor. Neden? 

Monica bir aşçı. Ama nasıl oluyor da akşam yemeği saatlerinde evde olabiliyor?

Phoebe gibi biri nasıl bu insanlarla takılıyor? 

Daha bir sürü soru akla gelebilir. Yazar da bunlara değiniyor ve mantık hatalarına takılmayın, diyor. Çünkü dizinin pilot bölümü hazırlanırken derin düşünülmemiş. Dizinin yaratıcılarının daha önce başarısız projeleri olmuş. Bu da başarısız olur, çöpe gider diye düşünmüşler. On yıl boyunca bu iş üzerine çalışacaklarını nereden bilsinler?

*

Dizinin ilk bölümünde Monica bir adamla yatıyor. Adam meğer her kadınla yatmak içim kullandığı bir yalanla Monica ile yatmış. Dizi için yetkili bir kişi bu durumdan rahatsız olup Monica’nın fahişe olduğunu söylemiş. Neyse ki yapılan ankette izleyiciler öyle düşünmemiş.

*

Diziye alınan ilk oyuncu David Schwimmer’mış. Başta kabul etmemiş. Tiyatroyu daha çok seviyormuş ve daha önce yaptığı TV işleri onu tatmin etmemiş. Ama teklif sevdiği bir yönetmenden gelince kabul etmiş. 

David Schwimmer'in anne ve babası avukatmış. Bu da kitaptan öğrendiğim, gerçek hayatta işime yaramayacak bir bilgi.

*

Friends’e oyuncu seçmeleri yapılırken Matthew Perry'nin uzaylı bir dizide rolü varmış. Ama dizi tutmayınca Friends’e geçmiş.

Matthew Perry, Kanada başkanı Justin Trudeau ile ilkokul arkadaşıymış. 

Babası oyuncuymuş ve hatta seks simgesi gibi gösteriliyormuş. 

*

Lisa Kudrow biyoloji alanında çalışacakken oyuncu olmaya karar vermiş. Bir programda küçük bir roldeymiş. Sonra Friends teklifi gelmiş.

*

Courtney Cox içlerinde en ünlüsüymüş, Jim Carrey ile "Ace Ventura: Pet Detective" (Budala Dedektif) filminde oynadığı için. 

Bu ününü dizideki arkadaşlarıyla "Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için" demek için kullanmış. 

Ona önce Rachel rolü için teklif gitmiş. Ama o Monica’yı kendine daha uygun bulmuş.

*

Matt LeBlanc daha çok reklamlarda oynuyormuş. Dizilerde aldığı küçük roller İtalyan-Amerikan maço tiplermiş. Yine öyle bir rol Friends'deki rolü. Ama seçmelerde karaktere saflık ve masumluk kattığı için kabul edilmiş.

*

Jennifer Aniston daha önce durum komedilerinde oynamış, başarısız olmuş.

Ona önce Monica rolü için teklif gitmiş. O, Rachel’i istemiş. Özendiği, hayalini kurduğu bir hayatmış Rachel’ınki.

*

Dizide önce Joey-Monica aşkı düşünülmüş. En seksapeller onlar diye.

*

Dizinin bir bölümünde şehirde elektrikler kesiliyordu. "Elektrik kesintili bölüm" O gece o kanalda yayınlanan tüm dizilerde elektrik kesintisi konusu işlenmiş, böyle bir bütünlük sağlanmış. 

*

George Clooney’li bir bölüm var. George Clooney'nin ER dizisindeki ilk zamanları,  gepgenç.

*

Dizi eşcinsel şakaları nedeniyle eleştirilmiş ama dizideki lezbiyen düğünü beğenilmiş. Beğenilme sebebi bu düğünün "ölçülü" olmasıymış. Evlenen çift öpüşmediği için ölçülü sayılmış. 

*

Dizide siyahi oyuncu olmamasını ilk eleştiren Oprah Winfrey olmuş. Üstelik oyuncularla yaptığı canlı yayında dile getirmiş bunu. Ama fazla üzerlerine gitmemiş.

*

11 Eylül dönemi diziyi de etkilemiş. Sonuçta stüdyoda da olsa New York'ta geçen bir dizi. Bu olaya dizide yer verilsin mi verilmesin mi diye epey düşünülmüş. Sonunda insanlar bu diziyle mutlu oluyorlar diye bu olaya yer vermemeyi uygun görmüşler, ama dizideki tişörtlerde, aksesuarlarda bayraklar göstererek bir saygı duruşu sergilemişler. 

*

Dokuzuncu sezon son sezon diye çekilmiş. Onuncu sezon uzatma olmuş ama iyi olmuş. 

*

Dizinin yazar odasındaki cinsel içerikli konuşmalar yüzünden o dönem yazar ekibinden bir kadın dava açmış. Ama kaybetmiş. Mahkeme, erkek yazarların cinsel içerikli konuşmalarını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmiş. 

Hatırlarsınız, bir ara "Mee To Hareketi" olmuştu. Kadın ünlüler çalıştıkları sektörde cinsel tacize uğradıklarını söylemeye başlamışlardı. İşte bu yazarın davası o zaman olsaydı, yine kaybeder miydi? Sanmam.

*

Kusurları var muhakkak. Yayımlandığı dönemin ruhuna göre değerlendirmek lazım. Bugünkü zihniyetimizle bakınca pek çok tatsız, can sıkıcı, yanlış nokta bulmak mümkün.