28 Kasım 2016 Pazartesi

BEYİN SENİN HİKAYEN


BEYİN

SENİN HİKAYEN

(The Brain: The Story of You)

David Eagleman

2015

Çeviri: Zeynep Arık Tozar

Domingo Yayıncılık

5. Baskı - Ağustos 2016

265 sayfa


Muh
te
şem
bir kitap.
Ba-yıl-dım.

*

Duruşma beklerken okumaya başladım. Yarısına kadar okudum. Sanırım ilk defa bir duruşmayı beklerken bu kadar keyifli vakit geçirdim. Öyle ki duruşma bittikten sonra vaktim vardı, bir cafeye oturup kalan yarısını da orada bitirdim. Ertesi güne bırakamayacak kadar severek okudum.

*

Daha önce Başına Buyruk Beyin'de de okuyup ürktüğüm bir konuydu beynimizin dışarıya bu kadar bağımlı olması. 

"Ben Kimim?" sorusuyla başlıyor kitap.

Hayvanlar doğduktan çok kısa süre sonra ayakta durmaya, yürümeye başlarken insanların gelişimindeki yavaşlığı anlatıyor önce. Bu bir zaaf gibi gözükebilir, halbuki işin aslı şu:

Hayvanlar önceden programlanmış bir beyinle doğuyor, bu da hayvanın sadece o ekosistem içinde yaşamasını sağlıyor. O bölgeden çıktığında yaşama şansı düşük oluyor.

İnsan ise birçok farklı ortamda yaşama becerisine sahip. Bunun sebebiyse eksik kalmış bir beyinle doğmamız. Yaşamsal deneyimlerle çevremize uyum gösterecek şekilde yavaş yavaş yoğrulmamız.

Dakika bir gol bir.

En azından benim için böyle oldu.

Bütün kitap da böyle ufuk açıcı bilgilerle dolu. Üstelik son derece akıcı ve anlaşılır bir dille.

Ben kimim'e tekrar dönersek;

"İçine doğduğunuz aile, içinde yaşadığınız kültür, arkadaşlarınız, işiniz, izlemiş olduğunuz her film, yapmış olduğunuz her bir sohbet sinir sisteminiz üzerinde iz bırakmıştır. Bu kalıcı, mikroskobik izler birikerek sizi siz yapan bütünü oluşturur ve nasıl birine dönüşeceğinizle ilgili sınırlamalar getirir." sf.23

*

Belleğe pek güvenmemek lazımmış. O kadar ki aklımızdaki anılar biçim değiştirebilirmiş. Hatta sahte anılar yaratmak bile mümkünmüş.

"Geçmişimiz, gerçeklere sadık bir kayıt değil, bir yeniden yapılandırma ürünüdür.(...) Bunlardan kimi, insanların bize kendimizle ilgili anlattıklarından kaynaklanırken, kiminde de boşlukları akla uygun biçimde kendimiz doldurmuşuzdur." sf.32

"Kontrol Kimde?"

Bu da kitabın tartıştığı önemli bir konu. 

"Bu muazzam karmaşıklık karşısında bize kalan, basit bir gerçeği anlamaya yetecek bir içgörüyle idare etmektir. Bu, yaşamlarımızın, farkındalık ya da kontrol sınırlarımızın çok ötesine uzanan kuvvetlerce idare edildiği gerçeğidir." sf.115

*

Zaman yolculuğu da yapıyormuş biz aslında:

"Zamanda yolculuk, insan beyninin bıkıp usanmadan yaptığı bir şeydir. Bir kararla karşı karşıya olan beyin, farklı sonuçların simülasyonunu kurarak tahmini bir gelecek modeli oluşturur. Zihinsel olarak kendimizi şimdiki zamandan ayırabilir ve henüz var olmayan bir dünyaya yolculuk yapabiliriz." sf.137

*

Önyargılarımız, kötülüklerimiz, soykırımlar, tek eşliliğimiz... Hepsinin açıklaması ve daha fazlası.

Çok beğendim.

*

Yazarın bir diğer kitabı için bakınız:




INCOGNİTO Beynin Gizli Hayatı: http://birazkitap.blogspot.com.tr/2017/03/incognito.html

FARELER VE İNSANLAR


FARELER VE İNSANLAR

(Of Mice And Men)

John Steinbeck

1937

Türkçesi: Ayşe Ece

Sel Yayıncılık

1. Baskı - Eylül 2012

126 sayfa


Tiyatro oyunu olarak ilanını gördüm, aklıma düştü kitap. Okumuştum daha önce ama unutmuşum.Yeniden okudum.


*

Lennie ve George iki yol arkadaşı.

Lennie'nin dev bir cüssesi ama o kadar olmayan aklı var.

George ise ufak tefek ama akıllı bir adam.

Çiftliklerde çalışıp para biriktirmek, kendileri için küçük bir arazi almak istiyorlar. Lennie bu hayali o kadar seviyor ki sık sık George'dan bu araziyi, yapacakları işleri anlatmasını istiyor.

Son çalıştıkları çiftlikte, çiftlik sahibinin oğlunun şırfıntı bir karısı var. İşçilere musallat oluyor.

Lennie'yi yalnız yakalayan kadın, onunla biraz sohbet etmek istiyor.

Lennie her ne kadar kalbinde kötülük barındırmayan iyi biri olsa da bazen kötü şeyler yapabiliyor.
Mesela kadının yumuşak saçlarını okşuyor. Kadın bırakmasını isteyince de korkup daha sıkı sarılıyor. Panik olup kadını susturmaya çalışırken...

---Sonunu söyleyeceğim---

Kadının boynunu kırıyor.

Lennie sadece yumuşak şeyleri okşamayı seviyor. Fareleri, köpekleri, elbiseleri. Bunu yaparken zarar verebileceğini düşünemiyor.

Kötü bir şey yaptığını anlayan Lennie kaçıyor.

George onu buluyor.

Çiftlik sahibi ve adamları Lennie'yi bulurlarsa hapseder hatta linç eder. Bunu bilen George...

Ay çok fena ama...

George, Lennie'nin ensesine silah dayayıp...

Öldürüyor arkadaşını.

*

Unutmuşum ben bu sonu. Sarsıldım.

Acıklı bir hikaye bu.

Hayal kurmaları bile acıklı.

O kadar hissediliyor ki hayallerinin gerçek olmayacağı. Halbuki hem incecik bir kitap hem de dili itibariyle son derece basit. Herhangi bir edebi oyun, köpüklü cümleler, uzun anlatımlar yok. Bu hissi nasıl uyandırıyor ki?
İnşallah sahnede de izleyebilirim.

ZORBA





ZORBA

(Vios ke politia tou Alexi Zorba)

Nikos Kazancakis

1946

Yunanca aslından çeviren: Ahmet Angın

Can Yayınları

25. Basım - Ağustos 2016


348 sayfa



Başta Zorba'nın kadın düşmanı pis bok bir adam olduğunu düşündüm.

Ama düşman denemeyecek kadar sevgi dolu kadınlara.

Fakat bir yandan da kadınların zavallı olduğunu düşünüyor.

Tam buna sinirlenecekken bu kez de kadınları kırmamaktan, incitmemek gerektiğinden, onlara hoş davranmaktan bahsediyor.

Savaş dönemlerinde tecavüz ettiği kadınlar olmuş. sonradan bu yüzden pişmanlık duyuyor ve savaş, vatan sevgisi gibi konularda alışılmışın dışında şeyler düşünüyor.

Kitap okumayı sevmediği gibi okuyan patronuna da kitap okumanın faydasızlığından dem vuruyor.

Açıkçası kadın okuyucunun Zorba karakteri hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum. Pek sevilebilir bir tip değil ve kadın okuyucular da sevmez diye tahmin ediyorum.

Zorba, teşbihte hata olmaz diyerek, Rocky gibi, Superman gibi, Polat Alemdar gibi sadece erkeklerin kahramanı/ idolü olabilecek bir tip.

*

Filmi de var:

SAF VE DÜŞÜNCELİ ROMANCI


SAF VE DÜŞÜNCELİ ROMANCI

Orhan Pamuk

2011

Yapı Kredi Yayınları

1. Baskı - Haziran 2016

110 sayfa


Orhan Pamuk'un 2009 yılında Harvard Üniversitesi'nde verdiği ders notlarından oluşuyor kitap.
Konu elbette edebiyat.

"Roman okurken kafamızda neler olup biter?" sorusuyla başlıyor ilk ders. 

"Romanları gerçek sanarak okuruz." diyor Pamuk. Karakterleri, olayları bir kurgunun ötesinde gibi görürüz.

Okuyucu, romandaki kurguyla roman yazarının hayatı arasındaki farklılığı ayırt edemezmiş bazen. 

Orhan Pamuk da sık sık "Siz bunları gerçekten yaşadınız mı?" sorusuna maruz kalmış. Özellikle Masumiyet Müzesi zamanında. O kadar ki Pamuk'un yakın bir arkadaşı bile romandaki Kemal karakterini bizzat Orhan Pamuk sanıp Kemal'in yaşadığı eve gitmeye kalkmış.

Lafını da koymuş Pamuk:

"Roman sanatının temel özellikleri açısından daha ilginç olan şey, film seyircisinin saflığına gülümseyen, filmlerde kötü kahramanları canlandıran yarı ünlü oyuncuların İstanbul sokaklarında öfkeli seyirciler tarafından tanınınca azarlanmasına, dövülmesine hatta linç edilmeye çalışılmasına kahkahalar atan 'bilgili, kültürlü' okuyucuların, daha sonra bana 'Orhan Bey siz Kemal misiniz, bunları hakikaten yaşadınız mı?' diye sormadan edememeleridir." sf.29

*

Romanlar bize ne öğretir?

"Edebi romanlar bize hayatı ciddiye almayı, her şeyin elimizde olduğunu, kişisel kararlarımızın hayatımızı şekillendirdiğini göstererek öğretir. Kişisel kararın ve seçimin az olduğu kapalı, yarı kapalı geleneksel toplumlarda, roman sanatı zaten çok az gelişir." sf.37

*

Orhan Pamuk, başta resme meyletmiş. Ama sonra roman yazmaya karar vermiş. Çünkü;

"Büyük bir resme bakarken, her şeyin karşısında olmanın coşkusunu duyar, resmin içine girmek isteriz. Büyük bir romanın ortasındayken ise, bütününü göremediğimiz bir alemin içinde olmanın baş döndürücü zevkini hissederiz."(...) "Resmin karşısında dururuz, budur ilk tepkimiz. Romanın ise hemen içine girmek isteriz." sf.56

Kendisi romancılığı şöyle tanımlıyor: "Önemli şeylerden önemsizmiş gibi ve önemsiz şeylerden önemliymiş gibi bahsetme sanatı." sf.92

Tolstoy'un Anna Karenina'sından çok bahsediyor kitapta. Ağırlıklı olarak bundan örnekler vermekle birlikte başka pek çok kitaptan da bahsediyor. 

Hem bir roman okuru hem de bir roman yazarı olarak tecrübelerini anlatmış. Bu dersleri dinlemek de keyifli olurdu muhakkak.

DEM




Aşkın İstilası

DEM

İç Ben'le Tanışma

Metin Hara

2016

Destek Yayınları

1. Baskı - Ekim 2016

488 sayfa


Çocukluğa inmekten başlıyor kitap. İçimizdeki çocuğa ulaşmamızı istiyor. Bunun için hemen şimdi hiç ertelemeden çocukken zevk aldığımız bir şeyi yapmamızı öneriyor. Mesela zillere basıp kaçmak, mesela balkondan aşağı insanların kafasına su dökmek. Sonunu düşünmemeliymişiz kesinlikle.

Peki.

Metin Hara'nın birinci kitabı olan YOL'da daha kişisel tavsiyeler varken bunda artık başkalarına "şifa 
dağıtma"ya yönelik tavsiyeler var. Başkalarıyla enerji alışverişi falan.

Kitapta üçkağıtçı terapistlerden de bahsediyor. İsim vermiyor tabii de, bu tiplerin özelliklerini anlatıyor sayfalarca. 

Hayal kurmanın önemine dikkat çekiyor. Bunu sevdim. Bu olabilir. 

"Ne ekersen onu biçersin" gibi bir durum var insanın hayatında. Korktuğun şeyin başına gelmesi de bunun gibi. İsteğine inanıp onu gerçekleştirecek eylemlere girişmek önemli. Kötü şeyler hemen olurken iyi şeylerin hemen olmamasını da iyi şeylerin olacağına inanamamaya bağlıyor. Mutsuzluğu, başarısızlığı kabullenmeye hazırız; ama mutluluğa, başarıya şüpheyle yaklaşıyoruz, inanamıyoruz. Bunu kırmak lazım.

*

Kişisel gelişim kitapları, atıyorum 500 sayfaysa 10 sayfası işe yarar, akla yatkın şeyler içeriyor, gerisi yani, olabilir, belki, oldu he he...

YOL


Aşkın İstilası 

YOL

İllüzyonu Aşmak

Metin Hara

2014

Destek Yayınları

168. Baskı - Eylül 2016

407 sayfa


Kendi hayat hikayesini anlatarak başlıyor yazar. Hastalıklı bir çocukmuş, anne babası ağır hastalıklar geçirmiş, çok yoksul kaldıkları dönemler olmuş...

Üstesinden gelmiş her yaşadığının.

Şimdi de "insana güven" adıyla kurduğu oluşumda insanlara yardımcı olmaya çalışıyormuş.

*

Çakraları açmaktan bahsediyor. 

Bunun için sufi nefesi denilen nefes egzersizini anlatıyor.

Bunlar kabulüm, makul.

Ama psişik güçleri mi varmış neymiş, her istediğini hayal ediyormuş ve gerçek oluyormuş. Olmayan uçak biletleri, olmayan otopark yerleri bir enerji göndermeyle oluveriyormuş.

Ki topu denilen bir şey.

Bunu da anlatıyor. Çok makul bulmamakla beraber, yapılabilir, denenebilir.

Ancak bir kısım var ki anlattığı, korkunç.

Öz babası tarafından tecavüze uğrayan bir kadının bunu hak ettiğini anlatıyor.

Kız şehirde yalnız yaşıyormuş. Anne babası köyde. Anne ölünce babası, kızın yanına taşınıyor. Önce iş arayan baba zamanla kızının kendisine iyi bakması nedeniyle iş aramaktan vazgeçiyor. Kızının yanına yerleşiyor. Kız hiç sesini çıkarmıyor. Baba kızdan para alıyor, boş işlere harcıyor. Kızdan yine ses yok. Babanın rahatsız edici davranışları artıyor, kız sesini çıkarmıyor. Sonra tecavüz.

Metin Hara da kızın bu sonucu çağırdığı şeklinde konuyu bağlıyor.

Dehşet.

Bu tarz kitaplar genel olarak başımıza gelenleri, hayatımızdaki insanları biz çekeriz diyor. Bunu kendi hayatım açısından anlayabiliyorum. Olabilir diyorum. Ama böyle vakalara maruz kalan insanlar için nasıl olur da "hak etti" denebilir? Küçük çocuklar... Onlar da mı?

Bu kısma kadar çakra açmayı da, sufi nefesini de, ki topunu da olabilir, denenebilir diye okumuştum ama bu son örnek olmadı.

ŞATO


ŞATO

(Das Schloss)

Franz Kafka

Almanca Aslından Çeviren: Regaip Minareci

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

3. Basım - Ocak 2016

351 sayfa


Kadastrocu K, bir köye çağrılır. Köy Şato'ya bağlı.

Pek misafirperver olmayan bu köyde K, işini yapamaz. Şato'ya ve amiri konumundaki Klamm'a ulaşması gerekir ama bu o kadar kolay değildir.

Barda tanıştığı Klamm'ın metresi Frieda'ya aşık olur.

Kadastroculuk yapamadığı için bir okulda hademelik yapar.

Sonrası yok bende.

Açıkçası sevmedim.

Filmi varmış. Ama bence ben filmini de sevmem.



Şato hakkında şurada güzel bir yazı var: https://eksisozluk.com/entry/12755178
Şato aslında cenneti ya da devleti temsil ediyormuş.
Zaten bu kitap hakkında başka her yerdeki yazı, benim yazdığımdan daha güzeldir.

Kafka'nın Dönüşüm, Dava ve mektupları (Felice'ye Mektuplar , Milena'ya Mektuplar, Babaya Mektup) dışındaki hiçbir kitabını sevmedim.

"Ceza Kolonisinde"




ve

"Bir Kavganın Tasviri"



kitaplarını da.

Bunları da okumaya çalıştım ama hiçbir şekilde anlamadım. Anlamaya çalışırken de hafakanlar bastı.

İzninizle çevirmene bok atmak istiyorum. Bence çeviri kaynaklı bir sorun bunlardaki. "Tevfik Turan" Yazdım bu ismi.

*

Kafka defterini kapatıyorum.

Tatlı canımı daha fazla sıkamayacağım.

Şişirdi beni.





27 Kasım 2016 Pazar

FELİCE'YE MEKTUPLAR




FELICE'YE MEKTUPLAR

(Briefe an Felice)

Franz Kafka

Çevirenler: Çağlar Tanyeri, Murat Sözen, Turgay Kurultay

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1. Basım - Nisan 2016

706 sayfa


Kafka ve Felice Bauer arasındaki mektuplaşmalar 1912'de başlayıp 1917'ye kadar sürüyor. 

İki kez nişanlanıyorlar. Sonra kesin ayrılık. Felice başkasıyla evleniyor.

Felice'nin Kafka'ya yazdığı mektuplar yok. Muhtemelen Kafka onları imha etmiş.

Aslında mektupları okumak biraz mahrem. Ayıp oluyor Kafka'ya karşı. Mektuplarını okumamızı istemezdi.

*

1912-1917 arası dedim ya mektuplaşmalar. 5 yıl. Mektup ilişkisi gibi bir şey. Kafka sürekli yazıyor ve zaman zaman Felice'nin kendisi gibi uzun ve detaylı yazmamasına bozuluyor.

Bazen de kızın yazdığı mektupları beğenmiyor. 

"Öyle bir havada yazmışsın ki, halin bu idiyse sadece kart yazsaydın keşke bana." sf.450

Kızın mektuplarını beğenmediği gibi okumasını da beğenmiyor:

"Mektuplarımı sadece üstünkörü okuduğun sonucuna varıyorum."sf.455

Bence tahammül edilebilir gibi değil. Zannediyorum Felice de sonunda tahammül edemedi. Sürekli mektuplaşıp herhangi bir adım atamamak...

Çevirmenlerin girişteki yazısında belirttiği gibi "Felice Bauer'in bu ilişkide ne kadar yıpranmış olabileceğini düşünmeden, yer yer Kafka'ya kızmadan edemedik." 

Kafka: "Canım, söylesene neden böyle mutsuz, hiç şüphesiz uzun vadede mutsuzluğu bulaşıcı olan bir oğlanı seviyorsun ki?" diye soruyor. sf.283.

Gerçekten Felice, neden?

"Bu mektuplar benle ilgili hayallerinin dağılmasına neden olmuyor mu ister istemez?" sf.302

Olmalı. Olmuş da nihayetinde. İyi bile dayanmış Felice.

Yazmayı hayattaki her şeyden daha çok seviyormuş Kafka. 

"Benim hayat tarzım sadece yazmaya ayarlı." diyor zaten. sf.27

Bir gün Felice sürpriz yapıp gelecek diye aklı çıkmış Kafka'nın:

"Bir anlığına telgrafta şöyle yazdığını düşündüm: 'İstasyona koş. On beş dakika içinde orada olacağım.' İtiraf ediyorum, böyle bir telgraf feci korkuturdu beni." sf.310

Ne güzel işte o kadar sevdiğin kız geliyor. Ama beyimiz feci korkuyor onun çıkagelmesinden. Çünkü anca yazmak.

Sevgili olmalık bir adam değil. Mektupları okurken de sürekli Felice Allah aşkına bırak şunu, dedim. Çekilecek çile değil. 

"En azından sezinliyor olmalısın, benim kesintisiz bir mektuplaşma talebimin esas nedeninin aşktan gelmediğini, tersine benim mutsuz ruh halimden geldiğini." sf.360

Şiştim, yemin ediyorum şiştim okurken.

Neyse ki akıllı kız Felice. Demiş ki (Ortak arkadaşları Max'e demiş. Max de Kafka'ya yetiştirmiş.)

"Bu nasıl oluyor bilmiyorum, bana çok fazla yazıyor, ama mektuplar anlamlı bir noktaya götürmüyor, konunun ne olduğunu anlamıyorum, biz birbirimize yakınlaşmış değiliz ve bunun olacağının da işareti yok, şimdilik." sf.383

Kız haklı.

*

"Doğa kendi yolunda ilerliyor, yapacak bir şey yok, ben seni daha yakından tanıdıkça seni daha fazla sevdim, sen beni daha yakından tanıdıkça sen bana karşı daha az tahammüllü oldun." sf.392 diyor Kafka.

Ya ne olacağıdı? Biraz da iğneyi kendisine batırsın, diyeceğim ama zaten yapıyor bunu. Gayet iyi tanıyor kendisini. 

"Bana baktığında miden kalkmıyor mu hala?" sf.432

Ya off!

Evlenme teklif ediyor Felice'ye, sonra kabul etmesinden korkuyormuş gibi davranıyor:

"Evlenmekle, birisine bağlanmakla beni ben yapan o hiçliğin ortadan kalkmasıyla mahvolacağıma, hem de tek başıma değil karımla beraber mahvolacağıma, ve bunun da ne kadar çok seversem o kadar çabuk ve korkunç olacağına dair kesin kanaatim var." sf.434

Felice Allah'ının aşkına bırak bu adamı, hiçliğinde boğulsun, lütfen.

"Sahip olduğum en sevdiğim insanı kendime reva görmüyorum, bırakıyorum, varoluşumdan gelen genel bir insani isteksizlikle ona elimi uzatmakta tereddüt ediyorum." sf.436

Ağır konuşacağım ama.

Kafka bugün yaşasaydı kesinlikle sanal aşklara tutulur, bir adım atamazdı.

*

Mektuplaşmak da aslında şimdiki mesajlaşmanın daha yavaş şekli.

"Sizden bir mektup gelip gelmeyeceği ve ne zaman geleceği muamması..." derken mesaj beklemekle aynı his.

Sık sık posta kutusunu kontrol ediyor.

Bazen mektuplar yanlış adreslere gidiyor.

En kötüsü mektupları annelerinin okuması. Bu gençlerin bir özeli olmasın mı?

Mektuplaşmalar ve ilişki ilerledikçe aileler de dahil oluyor ve anneler de birbirlerine ve gençlere mektup yazıyorlar.

Annen bana şunu dedi, annene şunu dedim, babana da yazayım mı... diyorlar birbirlerine.

*

Kafka seviyor Felice'yi.

"Ağzım tamamen sana ait, başka hiç kimseyi öpmüyorum, ne annemi babamı, ne de kardeşlerimi." sf.186

"Eğer fotoğrafçının oralardan geçersen çektiği resimlerden hiçbirinin bunun kadar çok öpülmediğini söyle ona." sf.189

"Eğer birisi bir başkasını düşündüğünde ötekinin rahatını kaçırabilseydi, gecenin bir yarısında sıçrayarak uyanabilirdiniz." sf.32.

Kötü alışkanlığı da yok:

"Sigara içmiyorum, alkol kullanmıyorum, kahve yok, çay yok, çikolata yemediğimi de söylemeliyim." sf.43

Ama işte kendine güveni yok, üzgünüm ama ezik, Üstelik cinsel anlamda çekici de değil. (30 yaşında ama söylediğine göre 20'li yaşlarda gözüküyormuş ve 55 kiloymuş.)

Babası uzun boylu, güçlü kuvvetli bir adam. "Ailenin ahengi bir tek benim sayemde bozuluyor." diyor Kafka. sf.199

Arada birbirlerine fotoğraf gönderiyorlar. Bazı fotoğrafların geri gönderilmesini istiyorlar, ödünç alınmış olduğu ya da başka bir örneği olmadığı için. (Bu tıpkı sevgilisine müstehcen bir fotoğraf gönderip "baktıktan sonra sil aşkım" demek gibi değil mi?)

Kafka bu fotoğrafları çılgınlar gibi inceliyor. Toplu bir fotoğrafsa fotoğraftaki diğer herkese de dikkatle bakıyor.

Şunun üzerindeki kıyafet yakışmış, ona yakışmamış, yüzü biraz durgun, gözleri şöyle, burnu böyle...

"Birkaç kız bir araya geldi mi hemen grup resimleri çekilir ya, olmazsa olmaz bir şeydir bu." sf.114

Bu konuda bugün de değişen bir şey yok.

Bugünlerde yaşıyor olsaydı Instagram'da çılgına dönerdi herhalde Kafka. Benim takipçim olsa engellerdim. Böyle incelenmek çok rahatsız edici.


*

Mutsuzluk, huzursuzluk hayat biçimi olmuş onun, nefes alma kaynağı adeta.

"Söz konusu ben olduğumda nereye gittiğim hiç fark etmiyor, nerede olursa olsun kendimi rahat hissetmeyeceğim nasıl olsa." sf.299

"Benim esas korkum o ki -bundan daha kötüsü söylenemez ve işitilemez- sen hiçbir zaman benim olamayacaksın." sf.349

Bu korkusunda haklı çıkıyor. Baba olamama, evlenememe gibi korkularında da. 

*

Kafka vejetaryen. Et yememeye dair kararı hayvan sevgisi ya da canlıların yaşam hakkı gibi bir şeyden kaynaklanmıyor. Yemek yemekle pek arası yok, ondan. Bundan Felice'ye bahsediyor. Ama Felice'den umduğu gibi bir tepki alamıyor:

"Gelecekteki vejetaryen mutfağımız hakkında bir şey söylemiyorsun. Bense sevinç çığlıkları atarsın demiştim." sf.448

İroni olarak mı söylüyor acaba "sevinç çığlıkları" derken? Yani bunun nesi öyle coşkuyla karşılanabilecek bir şey ki?


*

Buraya kadar son derece sıkıcı ilerleyen mektup okumaları şu dipnotla hareketleniyor.

Bizim mektup yazmaktan başka yakınlaşma şekli bilmeyen Kafka'nın evlilik dışı bir çocuğu varmış desem:







Peki başkasına aşık olmuş desem:

"Sanatoryumda bir kıza aşık oldum, bir çocuk, 18 yaşlarında, İsviçreli fakat İtalya'da, Cenova yakınlarında yaşıyor, yani soy olarak olabildiğince yabancı, tamamıyla toy, fakat halleri bir hoş, hastalıklı haline rağmen çok kıymetli ve deyim yerindeyse derin mi derin." sf.493


Bunu da anlatıyor Felice'ye.

Felice son derece akıllı davranarak ayrılmış Kafka'dan.

Her ne kadar geride bu mektupları bırakarak Kafka'yı daha yakından tanımamızı sağlamış olsa da açıkçası Felice'nin 5 yılının ziyan olduğunu düşünüyorum.