17 Ekim 2010 Pazar

ABDÜLLATİF ŞENER


ABDÜLLATİF ŞENER


''Adım da benimle beraber büyüdü.''



Yazarı: Çiğdem Toker


Yayınevi: Doğan Kitap


Basım Yılı: 1. Baskı - Ağustos 2008


Sayfa Sayısı: 495



Benim hayatım bile Abdüllatif Şener'in hayatından daha renkli.


Bu kitabı aylardır bitiremiyorum. Son 100 sayfaya girdim, ama daha fazla okumak istemiyorum. Rafa kaldıracağım. Belki başka zaman devam ederim.


Kitabın rahatlıkla okuyamamda Abdüllatif Şener'in pek de ilgi çekici olmayan hayatının yanısıra yazarın kullandığı yöntemin de etkisi var. Söyleşi. En sevmediğim kitap türü. Söyleşi tarzındaki kitapları sevmiyorum. Yüzlerce sayfa süren gazete röportajı gibi. Kitabın akıcılığını daha baştan kesiyor. Halbuki ya direkt Abdüllatif Şener'in ağzından aktarsa, ya da ondan 3.şahıs olarak bahsederek yazsa, çok daha rahat okurdum. Bunun örneklerini Faruk Bildirici Mesut Yılmaz'ın hayatını anlattığı ''Hanedan'ın Son Prensi'' ve Leyla Zana'nın hayatını anlattığı ''Yemin Gecesi'' kitaplarında gayet güzel veriyor.


Abdüllatif Şener'in siyaseti bırakması ve akademisyenliğe yönelmesi gayet yerinde bir karar olmuş. Kendisi gerçekten siyasetten ziyade akademik bir kariyere daha layık. Okuduklarımdan anladığım kadarıyla kendini pek iyi pazarlayabilen biri değil. Siyasette önemli bir meziyettir bu. Çok matah birşey yazpmamış olsan bile, yapmış gibi davranmak, yüksekten atmak falan.Biraz doğrucu davut profili çizdiği için siyasette tutunamaması normal. Barındırmazlar öylesini. O da barınamıyor nitekim.
Şimdilerde Türkiye Partisi genel başkanlığı sürecinde ama muhtemelen gene tutunamayacak. Akademisyensin sen akademisyen kal.

TAKUNYALI FÜHRER


TAKUNYALI FÜHRER


Yazarı: Ergün Poyraz


Yayınevi: Togan Yayıncılık


Basım Yılı: 1.Baskı- Temmuz 2010


Sayfa Sayısı:547



Ergün Poyraz , kitaptaki ifadeleri nedeniyle hakkında tazminat davası açılmasından korktuğunu belirtiyor. O yüzden bazı yerlerde ''Neyse ben daha birşey demiyorum'' gibi cümlelerle konuyu fazla uzatmıyor.Ama bu haliyle bile yeterince belden aşağı ifadeler kulllanıyor. Tazminat korkusu olmasa iyice çirkinleşecek herhalde.


Yazdıklarında haklılık payı var belki ama üslubu çok seviyesiz. Irkçı,faşizan, aşağılayıcı ifadeleri var. Kimisi bu durumu, yazarın Ergenekon nedeniyle tutuklanmasına, bunun verdiği asabiyete bağlıyor. Mümkündür, olabilir.


Zarfa değil mazrufa bakarsak da unutulanlar dışında yeni birşey yok.




10 Ekim 2010 Pazar

ŞEMDİNLİ'DE SINIRI AŞMAK


ŞEMDİNLİ'DE SINIRI AŞMAK

Yazarı: Erdal Sarızeybek

Yayınevi: Ümit Yayıncılık

Basım Yılı: 5.Baskı Nisan 2006

Sayfa Sayısı:192


Şemdinli deyince herkesin aklına terör geliyor ne yazık ki. Ne acı bir etiketleme bu.

Yazar da bu durumdan üzülüyor ve Şemdinli ve çevresinin aslında doğasıyla, balıyla, insanlarıyla güzel yerler olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ancak bu güzellikler ne yazık ki acı olaylarla gölgeleniyor.

Şemdinli'deki terör olayı, benim yakın geçmişte hatırladığım 2005'teki Kitabevi bombalanması ile başlamamış. 1990'lı yıllarda da aynı yer terörle anılır durumda imiş.
Ama biz balıkları bile gölgede bırakacak hafızamızla, sanki ilk defa başımıza geliyor gibi şaşırıyoruz her seferinde. Sanki bu sonmuş da bir daha olması çok şaşırtıcı imiş gibi.

Halbuki bu tür olaylardan sonra gerekli önlemleri alsak. Hatta ne sonrası, olaylar öncesinde gerekli istihbaratı sağlayabilsek ve önleyebilsek. İşte o zaman şaşırmaya hakkımız olacak.

Kitapta Erdal Sarızeybek 1992-1994 yılları arasında Mehmetçiğin terörle mücadelesini anlatıyor. Aradan 15 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen her şey sanki dün gibi. Hiç de öyle onlarca yıl önce yaşanmış olaylar gibi değil.

İşte Türkiye'deki bu durum çok gülünç. Üzücü, kahredici bir şekilde gülünç. Aradan yıllar geçiyor ama olaylar hiç eskimiyor. Hiç mazide kalmıyor. Sürekli yenileniyor. Ve yine aynı üzücü ve kahredici gülünçlükle biz her seferinde bunlarla ilk defa karşılaşıyormuşuz gibi davranıyoruz. Bunu nasıl beceriyoruz?

Erdal Sarızeybek, o dönemde yaşadıklarını içten bir dille anlatmış. Üzülmüş, acılar çekmiş belli ki. Kahramanca mücadele etmiş o ve askerleri. Ama terör belasından bireysel kahramanlıklarla kurtulamayız ki. Sadece askeri mücadeleyle kurtulamayız ki. Hele ki birkaç ay silah eğitimi almış, tecrübesiz, gencecik insanları teröristlerin önüne sürerek hiç kurtulamayız. Böyle bir durumda bu vatan evlatlarını kaybettiğimize üzülmeye bile hakkımız olmaz.

3 Ekim 2010 Pazar

HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR


HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR


Dün Devlet Bugün Cemaat


Yazarı: Hanefi Avcı


Yayınevi: Angora Yayıncılık


Basım Yılı: 1.Baskı 2010


Sayfa Sayısı: 597




Geçen gün metrobüste bu kitabı okurken, yanımda ouran kadın kitaba bakmak istedi. Birkaç sayfasına baktı. ''Nasıl? Kolay okunuyor mu?''

''Gayet kolay okunuyor'' dedim. Sanırım hacminden ürktü kitabın. Halbuki Hanefi Avcı bir yazar olmadığı ve sadece başından geçenleri anlattığı için kitabın ağır veya edebi bir dili yok. Su gibi okunup gidiyor, nasıl bittiği anlaşılmıyor bile.


''Simon'', bir teröristin lakabı. Onun, bağlı olduğu örgüt nedeniyle, bağımsız ve sağlıklı düşünemediğini gören Hanefi Avcı, bu durumdan epey etkileniyor ve düşüncelerini içinde bulunduğu grubun etkisiyle şekillendirmeye ''Simonlaşmak''diyor. Kitabın adı buradan geliyor.


Kitabın birinci bölümünde devletin yetersizliklerinden, basiretsizliğinden, eldeki imkanları iyi kullanamamasından bahsediyor. Polislerin aldığı eğitimi okurken, biz hukukçuların aldığı eğitimden çok da farklı olmadığını gördüm kalite olarak. Onlar da mezun olduklarında sudan çıkmış balığa dönüyormuş, tıpkı biz gibi.


Terör örgütlerinin ideolojik yapısını bilmeyen polislerin, istihbarat görevlilerinin, bu örgütlerle mücadelesinin işe yaramaz olduğunu dile getiriyor sık sık.


Önceden bu insanları terörist, vatan haini, katlivacip diye nitelendirirken, şimdi onları anlamaya çalıştığından, anlamaya çalışmamız gerektiğinden bahsediyor.


Rüşvetle, yolsuzluklarla mücadelesini anlatıyor.


Ki bu bölümde neredeyse kendisinin kahraman olduğunu düşüneceğim. İyilerin dostu, kötülerin düşmanı.


İkinci bölümde ülkemizdeki cemaat yapılanmasından ve daha yakın bir geçmişten bahsediyor. Zaten tutuklanmasında bu bölümde yazdıkları etkili olsa gerek. Gerçi kitapta yazdıklarından ötürü tutuklanmasının savunulacak hiçbir yanı yok. Fakat ne yazık ki yazdığı roman karakterlerinin söylediklerinden ötürü hakkında dava açılan yazarların olduğu bir ülkede Hanefi Avcı'nın tutuklanması hiç şaşırtıcı gelmiyor. Kendisi de bunu bekliyormuş zaten. Bu kitap yüzünden başının belaya gireceğini bildiğini yazmış son sayfalarda. '' E peki bile bile niye yazdın?'' diye soracak olanlara da cevabı şu ''Bu olayları daha tazeyken yazmalıydım.''


Bu anlamda ben kendisini tebrik ediyorum. Gerçekten daha olaylar tazeyken bunu yazma cesaretini gösterebilmesi takdire şayan. Gerçi bunun altında başka hesaplar olabileceği yolunda görüşler var. Olabilir. Zamanla göreceğiz. Ben her koşulda ülkenin kilit noktalarında görev almış insanların yaşadıklarını, gördüklerini, düşündüklerini yazmalarından yanayım.