15 Ocak 2019 Salı

ZAMANE



ZAMANE

Engin Geçtan

2009

Metis Yayınları

Üçüncü Basım – Ekim 2012

100 sayfa

Engin Geçtan’ın daha önce “İnsan Olmak” adlı kitabını okumuştum. Onu da çok beğenmiştim, bunu da çok beğendim.

Okurken vaaav ne kadar doğru uvvv çok mantıklı deyip durdum, bakayım toparlayıp anlatabilecek miyim?

Türkiye Adaletli Bir Yer Değil

Bu başlıkla başlıyor kitap. On yaşındaki bir çocuktan işitmiş bunu yazar. On yaşındaki bir çocuk için çok büyük bir söz. O çocuk böyle bir sözü edecek deneyimi nereden öğrendi? Anne babasından diyor yazar. “Çocuklar ebeveynlerinin duygusal yüklerini taşır ve geleceğin yaşlı gençleri olurlar.”

Şikayet Kültürü

Geçmişle bugünü kıyaslıyor yazar zaman zaman. Şunu ortaya koyuyor ki bugün şikayet kültürü var, eskiden yoktu. Eski dediği 1940’lı yıllar. Her ne kadar Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsa da dönemin ekonomik sıkıntılarını yaşadı. Buna rağmen yazarın anlattığına göre onca sıkıntıya rağmen insanlar yakınmazmış. Bugünse birine dokunun bin ah işitin. “Kahırseverlik” diyor buna yazar. Bunun sebebinin de “üretilmiş kaygı” olduğunu söylüyor. Eskiden insanın hayatında somut nedenler vardı, bugün ise gelecek kaygısı, fakirlik korkusu, başarısızlık, yetersizlik gibi somut olmayan soyut olarak var edilen yani üretilen kaygılardan bahsediyor.

Zaman Mekan Sıkışması

Yazar bugüne baktığında gördüğü en çarpıcı şeyin giderek artmakta olan zaman ve mekan sıkışmasının insanlar üzerindeki etkileri olduğunu söylüyor:

“Çoğunluğu kentlerde yaşayan insanların coğrafyaları yok gibi, dört duvar dışına çıktıklarında da iç mekandaymış gibi yaşıyorlar, sıkışık. Zaman akmıyor dişli çark gibi birbirinden kopuk dilimler halinde yaşanıyor ve insanlar bunun farkında değil. Yetişme yetiştirme, bitirme, başlama kaygısı yaşanıyor, sürekli ‘bir şey yapmak’ zorundalar. Üst-sistemler tarafından savrulup sürüklenirken, kendini taşımakta zorlanan insanların sayısı giderek artmakta ve bazılarının kumandası gerçekten kendilerinde değil. Kent merkezi nüfusunda proje çocuklar yetiştiriliyor ve bu projeler yarıştırılıyor.” Sf.20

Çocukların Özerkliği

Geldik mi yine çocukluğa?

Çocuk küçükken ne yapıyor? Ebeveynlerin yaramazlık olarak adlandırdığı birtakım kurcalamalar içinde oluyor. İşte anne babanın burada çocuğa müdahale şekli hayati önemde.

Sıklıkla çocuğun seçimi yerine ona kendi seçimini empoze eden ebeveyne rastlanıyor. Kuvvetle muhtemeldir ki bu ebeveynin de çocukluğunda kendi ebeveyni tarafından baskılanmış olma hikayesi var.

“Özerkliği yeterince öğrenememiş insanlar yapacakları şeyleri kendileri için değil, kim olduğu belli olmayan birileri için yaparcasına gerçekleştirirler. Öğrenci dersini bir şeyler öğrenmenin ve meraklarını gidermenin doyumunu yaşamak için değil, sınıfta kalmamak için çalışır. Dolayısıyla sınav hazırlığı genellikle son saatlere bırakılır. Ev misafir geleceği zaman temizlenir ve toplanır. Evden zamanında çıkılamadığı için her yere telaşla yetişilir.” Sf.26

Kızgın konuşmalar yapan öfkeli siyasetçilerden bahsedip onların da çocukluklarındaki müdahale ve otorite ile ilgili sorunları olabileceğini anlatıyor yazar.

Ebeveyn o kadar önemli ki onun eksikliğini çocuk kendi içinde ebeveyn yaratarak gidermeye çalışıyor ve bu ebeveyn daha acımasız.


Her Şey İçimizde

Mutluluk da mutsuzluk da içimizde, bizden kaynaklanıyor.

“Ulvi duyguların dış dünyadan ithal edilebileceğine inanmıyorum. Değersizlik ve eziklik duyguları yaşayanların da bu tür duyguları, iktidar ve varlık sahibi olmakla telafi edilemiyor.” Sf.51

Bu konuda Hitler’in yakın çalışma arkadaşı Alfred Rosenberg’i anlatan “NaziSubayının Paradoksu Spinoza Problemi” kitabı geldi aklıma. Orada da Alfred milyonlarca satan kitabın yazarı, ülkenin en çok okunan gazetecisi, Hitler’in en yakın adamlarından… ama yine de “Hitler beni sevmiyor” diye sızlanıyor, kendisini ezik hissediyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder