ZAMANE
Engin
Geçtan
2009
Metis
Yayınları
Üçüncü
Basım – Ekim 2012
100
sayfa
Engin Geçtan’ın daha önce “İnsan Olmak”
adlı kitabını okumuştum. Onu da çok beğenmiştim, bunu da çok beğendim.
Okurken vaaav ne kadar doğru uvvv çok
mantıklı deyip durdum, bakayım toparlayıp anlatabilecek miyim?
Türkiye Adaletli Bir Yer
Değil
Bu
başlıkla başlıyor kitap. On yaşındaki bir çocuktan işitmiş bunu yazar. On
yaşındaki bir çocuk için çok büyük bir söz. O çocuk böyle bir sözü edecek deneyimi
nereden öğrendi? Anne babasından diyor yazar. “Çocuklar ebeveynlerinin duygusal
yüklerini taşır ve geleceğin yaşlı gençleri olurlar.”
Şikayet Kültürü
Geçmişle
bugünü kıyaslıyor yazar zaman zaman. Şunu ortaya koyuyor ki bugün şikayet
kültürü var, eskiden yoktu. Eski dediği 1940’lı yıllar. Her ne kadar Türkiye
İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsa da dönemin ekonomik sıkıntılarını yaşadı.
Buna rağmen yazarın anlattığına göre onca sıkıntıya rağmen insanlar
yakınmazmış. Bugünse birine dokunun bin ah işitin. “Kahırseverlik” diyor buna
yazar. Bunun sebebinin de “üretilmiş kaygı” olduğunu söylüyor. Eskiden
insanın hayatında somut nedenler vardı, bugün ise gelecek kaygısı, fakirlik
korkusu, başarısızlık, yetersizlik gibi somut olmayan soyut olarak var edilen
yani üretilen kaygılardan bahsediyor.
Zaman Mekan Sıkışması
Yazar
bugüne baktığında gördüğü en çarpıcı şeyin giderek artmakta olan zaman ve mekan
sıkışmasının insanlar üzerindeki etkileri olduğunu söylüyor:
“Çoğunluğu kentlerde
yaşayan insanların coğrafyaları yok gibi, dört duvar dışına çıktıklarında da iç
mekandaymış gibi yaşıyorlar, sıkışık. Zaman akmıyor dişli çark gibi birbirinden
kopuk dilimler halinde yaşanıyor ve insanlar bunun farkında değil. Yetişme
yetiştirme, bitirme, başlama kaygısı yaşanıyor, sürekli ‘bir şey yapmak’
zorundalar. Üst-sistemler tarafından savrulup sürüklenirken, kendini taşımakta
zorlanan insanların sayısı giderek artmakta ve bazılarının kumandası gerçekten
kendilerinde değil. Kent merkezi nüfusunda proje çocuklar yetiştiriliyor ve bu
projeler yarıştırılıyor.” Sf.20
Çocukların Özerkliği
Geldik
mi yine çocukluğa?
Çocuk
küçükken ne yapıyor? Ebeveynlerin yaramazlık olarak adlandırdığı birtakım
kurcalamalar içinde oluyor. İşte anne babanın burada çocuğa müdahale şekli
hayati önemde.
Sıklıkla
çocuğun seçimi yerine ona kendi seçimini empoze eden ebeveyne rastlanıyor. Kuvvetle
muhtemeldir ki bu ebeveynin de çocukluğunda kendi ebeveyni tarafından
baskılanmış olma hikayesi var.
“Özerkliği yeterince
öğrenememiş insanlar yapacakları şeyleri kendileri için değil, kim olduğu belli
olmayan birileri için yaparcasına gerçekleştirirler. Öğrenci dersini bir şeyler
öğrenmenin ve meraklarını gidermenin doyumunu yaşamak için değil, sınıfta
kalmamak için çalışır. Dolayısıyla sınav hazırlığı genellikle son saatlere
bırakılır. Ev misafir geleceği zaman temizlenir ve toplanır. Evden zamanında
çıkılamadığı için her yere telaşla yetişilir.”
Sf.26
Kızgın
konuşmalar yapan öfkeli siyasetçilerden bahsedip onların da çocukluklarındaki
müdahale ve otorite ile ilgili sorunları olabileceğini anlatıyor yazar.
Ebeveyn
o kadar önemli ki onun eksikliğini çocuk kendi içinde ebeveyn yaratarak
gidermeye çalışıyor ve bu ebeveyn daha acımasız.
Her Şey İçimizde
Mutluluk
da mutsuzluk da içimizde, bizden kaynaklanıyor.
“Ulvi duyguların dış
dünyadan ithal edilebileceğine inanmıyorum. Değersizlik ve eziklik duyguları
yaşayanların da bu tür duyguları, iktidar ve varlık sahibi olmakla telafi
edilemiyor.” Sf.51
Bu
konuda Hitler’in yakın çalışma arkadaşı Alfred Rosenberg’i anlatan “NaziSubayının Paradoksu Spinoza Problemi” kitabı geldi aklıma. Orada da Alfred
milyonlarca satan kitabın yazarı, ülkenin en çok okunan gazetecisi, Hitler’in
en yakın adamlarından… ama yine de “Hitler beni sevmiyor” diye sızlanıyor,
kendisini ezik hissediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder