30 Ağustos 2021 Pazartesi

AYRILIK VALSİ

 


AYRILIK VALSİ

(Valeik Na Rozloucenou)

Milan Kundera

1972

Türkçesi: Aydın Emeç

Can Yayınları

4. Basım – 1990

Çocuk sahibi olmak isteyen ama bir türlü olamayanların şifa aradığı bir kaplıca var. Bu kaplıcada çalışan bir kadın hamile kalıyor ama baba adayı bu çocuğu istemiyor. Bu istemeyişini direkt söylemiyor kadını sinirlendirmemek için, allem edip kallem edip söylüyor ve kadını kürtaja ikna ediyor. Bu arada bu şifalı kaplıcaya gelip çocuk sahibi olmak isteyen kadınların bu istekleri gerçek oluyor. Neredeyse hepsinin çocuğu oluyor ve olan çocuklar her nasılsa kaplıcadaki doktora benziyor, allaalla!

*

Detaylara geleyim; 

Ruzena çocuk sahibi olmak isteyen kadınların geldiği şifalı kaplıcada hastabakıcı olarak çalışıyor. Hamile olduğunu öğrenen Ruzena, çocuğun babasının  trompetçi Klima olduğuna karar veriyor. Aynı zamanda Ruzena’ya aşık bir genç var, Frantisek. O da baba olabilirdi ama Ruzena Klima’nın daha uygun olduğunu düşünüyor.

Klima evli bir adam. Karısı Kamila'yı seviyor. Daha doğrusu sevdiğini söylüyor ama onu aldatmaktan da geri kalıyor. Başka kadınlarla birlikte oldukça karısına sevgisi artıyormuş:

“Bir şey beni her an başka bir kadına doğru itiyor, ama onu elde eder etmez güçlü bir yayla o kadından çekilip alınmışım gibi Kamila’nın yanına itiliyorum.”

Çok manipülatif adam bu Klima, çok.

Klima, Ruzena’dan aldığı haberden memnun olmuyor. Kadını çocuğu aldırması konusunda ikna etmeye çalışıyor.

Klima, çocuğu aldırmak için öfkeli bir konuşma yapmıyor Ruzena ile. Aksine, ben sana aşığım, çocuk aşkımızı öldürür diyor:

“Benim istediğim bir aile değil, aşk. Sen benim gözümde aşkın ta kendisisin; bir çocukla aşk yerini aileye bırakır, can sıkıntısına bırakır. Kaygılara bırakır. Keyifsizliğe bırakır. Ve sevilen kadın yerini anaya bırakır. Sen benim gözümde bir ana değil, bir sevgilisin ve seni kimseyle paylaşmak istemiyorum. Bir çocukla bile.”

Vay vay vay manipülasyona bak.

Ruzena bu sözlere inanıyor ve çocuğu aldırmaya karar veriyor. Arkadaşlarına bu kararını söylediğinde ise arkadaşları adamın onu kandırdığını, çocuğu asla aldırmaması gerektiğini söylüyor.

Kaplıcaya gelen kadınlara  hamile kalmasını sağlayan (kendi spermini enjekte ediyor kadınlara ama bunu söylemiyor tabii onlara) mucize doktor Skreta’ya bu durumu danışıyorlar.  

Doktor, kürtaj aleyhine şeyler söyledikten sonra nihai kararı sağlık kurulunun vereceğini söylüyor. Bu arada Ruzena da son olarak kürtaja karar veriyor.

Ruzena bir gün yanlış bir hap alıyor.

Doktor Skreta’nın arkadaşı Jakub’un yanında bulunan ölümcül bir hap var. Jakub’un ölümcül hapıyla Ruzena’nın rutin hapı birbirine benziyor. Ruzena yanlışlıkla Jakub’un hapını alıyor. Jakub Ruzena’nın yanlışlıkla kendi zehirli hapını aldığını fark ediyor ama bir şekilde peşinden gidip onu engelleyemiyor. Kendisini neyin tuttuğunu, neden peşinden gidip onu durdurmadığını kendisi de bilemiyor. Basireti bağlanmış. Bu yaptığı ile kendisini Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’una benzetiyor ama orada tasarlanmış bir hareket vardı, Jakub’unki tasarlanmış bir hareket değil ki. Ha ama sonunda yaptığı ihmal.

Ruzena yanlış hapı yutup ölüyor.

Ruzena hapı yutmadan hemen önce Frantisek ile konuşuyordu. Frantisek çocuğun kendisinden olduğunu düşünüp Ruzena’yı engellemek istiyordu.  O sırada Ruzena hapı yutup ölünce Frantisek kendisini suçlu hissediyor.

Ruzena’nın bu ölümü kayıtlara intihar olarak geçiyor. Ama Ruzena ile bir gece önce birlikte olan Amerikalı iş adamı Bertlef, Ruzena’nın intihar etmeyeceğini iddia ediyor. Olayı araştıran müfettiş intihar olduğundan çok emin ve eğer intihar değilse katil sensin diyor Bertlef’e. Karın var, Ruzena iyi bir metresti, ama sonra sorun çıkardı, sen bu hapı temin edebilecek bağlantılara sahipsin, sen öldürdün. Ama müfettiş kendi söylediği bu ihtimale kendisi de inanmıyor.

Jakub’un arkadaşının kızı Olga, Ruzena’nın hapının soluk mavi renk olduğunu öğrenince Jakub’un da bu renkte hapları olduğunu aklına getiriyor. Bu hapları ona verenin doktor olduğunu düşünüp doktor Skreta’ya soruyor ama doktor ben ona öyle bir hap vermedim diyip reddediyor.

Ay pisi pisine öldü Ruzena. Jakub söylemediği müddetçe de asla sebebi bilinemeyecek bir ölüm olacak.

* 

Bu trajikomikliğin yanı sıra bir komiklik daha var. Doktor Skreta ülkesinden memnun değil, Amerika’ya gitmek istiyor. Bunun yolu olarak da kocaman adamın aklına gelen fikir şu; Amerikalı iş adamı Bertlef’in evlatlığı olmak. Skreta, Bertlef’in de çocuk sahibi olmasını sağlamış, bu yüzden Bertlef onun teklifini kabul ediyor. Kocaman adam Bertlef, diğer kocaman adam Skreta’yı evlat edinip oğlummm diye bağrına basıyor.

*

Bir tane daha komiklik var.

Klima’nın karısı kocasından şüpheleniyor, onun kendisini aldattığını düşünüyor. Sık sık bunu düşünüyor. Hatta bundan başka bir şey düşünmüyor. Düşüncelerinde haklı ama hiç delil bulamıyor. Her şüphesi boşa çıkıyor.

Bu son olayda da kocasının peşinden kaplıcaya gidiyor. Ama yine gerçeği öğrenemiyor, Klima yine sadık gözüken bir koca gibi akça pakça çıkıyor işin içinden.

*

Kitaptaki karakterler bir şekilde birbirleriyle bağlantılı. Bu bağlantı bir yaklaşıyor, bir uzaklaşıyor. Kitabın adı da sanırım buradan geliyor.

 *

Kitaptan bir alıntı ile kapatayım. Rahat adam Amerikalı iş adamı Bertlef diyor bunu:

Bu ülkede, insanlar sabahlara saygı göstermiyorlar. Uykularını bir balta vuruşuyla kesen bir çalar saatle kendilerini kabaca uyandırtıyorlar ve hemen uğursuz bir aceleciliğe bırakıyorlar kendilerini. Bir şiddet hareketiyle başlayan bir günün daha sonra ne olabileceğini bana söyleyebilir misiniz? Çalar saatlerinin her gün küçük bir elektrik şoku geçirttiği bu insanların başına ne gelebilir? Her gün şiddete alışıyorlar ve her gün zevki unutuyorlar. Bir insanın yaradılışını oluşturan, inanın bana, bu sabahlardır.”


Doğru söylüyorsunuz bayım, beni de evlat edinir misiniz?

24 Ağustos 2021 Salı

TANRI OLMAK İSTEYEN OTOBÜS ŞOFÖRÜ

 


TANRI OLMAK İSTEYEN OTOBÜS ŞOFÖRÜ

(The Bus Driver Who Wanted to be God)

Etgar Keret

2004

Çeviren: Avi Pardo

Siren Yayınları

Beşinci Baskı: Eylül 2012

116 sayfa

 

Hikaye kitapları bende Instagram hikayesi izliyormuşum hissi uyandırıyor. Kısa kısa hikayeler. Kimisi en heyecanlı yerinde bitiyor. Çok keyif almıyorum yani. Bundan da çok keyif almadım. Az keyif aldım.

Kitabın adı ilgi çekici. Aynı adlı öykü de güzel. Ama dediğim gibi, öykülerin tadı damağımda kalıyor. Doyum sağlamıyor. Roman öyle mi? Ohhhh, okuyorum doyuyorum. 

Yazar İsrailli. O yüzden hikayelerde İsrail, Yahudilik, soykırım anısı vb var bolca.

Kitaptaki öyküleri genel olarak komik buldum ben. İlginç komik, nasıl denir, fantastik komik mi? Değişik komik. Evvela ilginç, sonra komik. İçten içe de üzücü komik. Nasıl da anlatabilmek için kıvranıyor, ama anlatamıyorum.

 

İşte kitaptaki hikayeler:

1- Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü

2- Goodman

3- Duvardaki Delik

4- Cehennemden Bir Hatıra

5- Rahim

6- Domuzu Kırmak

7- Emniyet Mandalı Açık

8- Uçan Santiniler

9- Korbi’nin Sevgilisi

10- Ayakkabılar

11- Kissinger’i Özlemek

12- Rabin Öldü

13- İlkoğul Belası

14- Siren

15- İyi Niyet

16- Katzenstein

17- Alon Şemeş’in Esrarengiz Kayboluşu

18- Son Bir Öykü ve Tamam

19- Jetlag

20- Mossad Şefi’nin Oğlu

21- Borular

22- Kneller’in Mutlu Kampı

 

Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü

Otobüse yetişmeye çalışanlara, geç gelenlere kapıyı açmayan bir otobüs şoförü. Prensip meselesi yapmış bunu. Otobüse geç kalıp koşturan insanı beklerse otobüse vaktinde gelmiş insanların hakkını gasp edeceğini düşünüyor.

Eddie de otobüse sürekli geç kalan bir genç. Restoranda çalışıyor. Bir gün yine geç kalmış otobüse. Ama otobüs kırmızı ışıktayken yakalıyor.

Şoför bu defa açıyor kapıyı. Eskiden tanrı olmayı isteyen bu şoför eğer tanrı olursa kullarına müşfik davranacağına söz vermiş. Bu sözünü hatırlıyor ve kapıyı açıyor.

Eddie’nin bu defa otobüse yetişmeye çalışması iş gitme telaşından değil. Yeni tanıştığı bir kızla buluşmaya gidiyordu. Otobüs şoförü sağ olsun, ona kapıyı açtı, otobüse yetişti, buluşma yerine vaktinde ulaştı ama… Ama kız gelmedi… Çünkü kızın erkek arkadaşı varmış, Eddie’ye bunu söyleyemeyip onu ekmeyi tercih etmiş.

Dönüşünde de otobüs Eddie'yi bekliyor. Bu da teselli armağanı ona.

 

Goodman

Goodman adlı adam bir rahiple karısını öldürmüş. İdama mahkum ediliyor.

Goodman’in lise arkadaşı televizyondan izliyor bu haberi. Sonra onu görmeye gidiyor infaz edilmeden önce. O arada onunla olan eski zamanlarını gözden geçiriyor.

 

Duvardaki Delik

Sokakta eskiden ATM makinesinin olduğu duvarda makine sökülünce boşluk oluşmuş. O boşluğa dileğini söyleyince gerçekleşeceğine inanan Udi, kendisiyle arkadaşlık edecek bir melek dilemiş. Melek gelmiş, ama melek pek de yardımsever değilmiş. Üstelik yalancıymış, bir sürü yalan hikaye anlatırmış.

Udi bir gün ondan uçmasını istemiş. Melek başkaları görür diye geri çevirmiş. Udi onu çatıdan aşağı itmiş. Patates çuvalı gibi yere düşmüş melek.

 

Cehennemden Bir Hatıra

Bu hikayede Özbekistan’da bir kasabadan bahsediliyor. “Özbekistan gibi allahın terk ettiği bir yer” diye geçiyor kitapta burası.

Cehennemin dibine kurulan kasaba cehennemden gelen turistlerle geçiniyormuş. Cehennem insanları yüz yılda bir yeryüzüne çıktıklarından bir kişiyi iki kez görmek mümkün değilmiş.

Anna burada bir dükkan işletiyor. Dükkana gelen birine aşık oluyor. Onu ikinci kez görüyor ama normalde ikinci kez görebilmesi mümkün değil. Bir daha görebilmeyi umuyor ama üçüncü kez göremiyor, çünkü cehennemin girişi kapatılmış artık. Turizmi bitirdiler bee!

Anna başkasıyla evleniyor, çoluk çocuğa karışıyor, çocuklara dükkana gelen kükürt kokulu insanları anlatıp korkutuyor.


Rahim

Rahim kanseri olan kadının ameliyatla rahmi alınmış. Alınan rahmi o kadar güzelmiş ki müzeye konmuş.

Zamanla müze rahimle ilgilenmez olmuş. Günün birinde de rahim bir çevre örgütü tarafından çalınmış, rahim esaret altında tutulamaz, doğaya salınmalı denilerek.

 

Domuzu Kırmak

Kast edilen domuz bir kumbara.. “Sırtında bir yarık bulunan porselenden çirkin bir domuz” diye tarif ediliyor.

Çocuk oyuncak bebek istemiş, babası onun yerine kumbara almış. Biriktirsin kendisi alsın istediğini diye.

Birikiyor, doluyor kumbara. Çocuk da o arada duygusal bağ kuruyor kumbara ile. Sonra babası gelip çekiçle kırmaya kalkınca çocuk domuzcuğu alıp tarlaya götürüyor, özgür bırakıyor onu.

 

Emniyet Mandalı Açık

Askerlik anısı. İğrenç, çiğ.

Nöbet tutan İsrailli asker. Sivil bir Arap buna laf atıyor, ibne mibne orana korum, burana kosunlar, Hamas’ın selamı var…gibi şeyler söyleyerek kışkırtmaya çalışıyor. İsrailli asker, Arap’a tüfek doğrultmuşken diğer asker arkadaşları durduruyor onu. En sonunda da tekme tokat dövüyorlar Arap’ı. “Ya, Özel Tim götvereni, senin götüne kim koyacak şimdi?” diye diye dövüyorlar Arap’ı.


Uçan Santiniler

Sirke katılmaya özenen bir çocuk var. Çocuğun esnekliğini anlamak için dizlerini bükmeden ayak parmaklarına dokunmasını diyorlar. Çocuk bunu yapmaya çalışırken belini incitiyor. Sonra da diyorlar ki azıcık bükseydin dizini, n'olacak?

 

Korbi’nin Sevgilisi

Korbi mahallenin serserisi. Güzel sevgilisi Marina onu başkasıyla aldatıyor. Korbi de o başkasını dövüyor ve bir daha da onlara bulaşmıyor.

Korbi’den dayak yiyen adam, bu dayağa değmezdi diyor kıza bakıp.

 

 Ayakkabılar

Yahudi Soykırım müzesinde çocuklara Alman malı kullanmayın diyorlar. Alman mallarında öldürülen yahudilerin eti kemiği kanı var diyerek.

Çocuğa da ailesi Alman malı spor ayakkabı almış. Çocuk o ayakkabılarla futbol oynarken topa çok hızlı vurmuyor ki ayakkabının yapıldığını düşündüğü öldürülen yahudi dedesinin canı yanmasın. Sonra unutuyor, goller atıyor, ayakkabılarına bakıp ne güzel goldü değil mi diyor.

 

Kissinger’i Özlemek

Kız, sevgilisinin aşkını sınamak için beni seviyorsan annenin kalbini getir diyor. Oğlan gidiyor annesine, durumu anlatıyor, anne diyor tabii tabii ne demek, al kalbimi, benim yüzümden kavga etmeyin. Ama anne ayrıca diyor ki, sen de bana sevgini göstermek için sevgilinin kalbini getir.

İkisinin dediğini de yapıyor oğlan.

 

Rabin Öldü

Rabin kedi yavrusu. Bir motosiklet sürücüsü tarafından ezilmiş. Kediye bakan çocuklar da sürücüyü dövmüş.

 

İlkoğul Belası

Ölmek üzere olan bir çocuk var. Herkes onu öldü zannederken anne ölmediğini, uyuduğunu iddia ediyor. Gerçekten de çocuk ölmemiş. Baba ise bu duruma sevineceğine üzülüyor. Ölmedi, çünkü “O senin ilkoğlun değil.” diyor kadına. Ne mana?

 

Siren

Çocuk, bisiklet çalan sınıf arkadaşlarını şikayet ediyor. Sonra hırsız çocuklar ona ispiyonculuğun bedelini ödetmek üzere dövecekken şehitleri anma sireni çalıyor. Sirende herkes esas duruşa geçince ispiyoncu çocuk da kaçabiliyor.

 

İyi Niyet

Bu hikaye epey ilginç.

Kötü insanların ruh hastası olduğunu düşünürüz. Psikolojik tedavi görmeliler.

Peki ya iyi insanlar? Çok iyi insanlar?

Hikayede bir kiralık katil Nobel barış ödüllü birini öldürmesi için tutuluyor. Bu adam kiralık katile küçükken yetimhanede yardım etmiş biri. O yüzden katil, adamı öldüremiyor. Yanına gidip itiraf ediyor. Beni sizi öldürmem için tuttular ama ben bunu yapmayacağım diye.

Adam diyor ki biliyorum, ben tuttum seni.

Adam dünya iyisi. Ama bu iyiliğin hastalık olduğunu düşünüyor. Çünkü zor durumdaki insanları düşünmekten uyuyamıyor, yemek yiyemiyor. Hep birilerine yardım ediyor. Bunun da kötülük gibi bir hastalık olduğunu düşünüyor. Ölmek istiyor. Kendisini öldürsünler diye kiralık katiller tutuyor. Ama bu kiralık katiller de bir şekilde ondan iyilik görmüş insanlar olduğu için öldüremiyorlar.  

İlginçmiş değil mi?

 

Katzenstein

Adamı çocukluğundan beri Katzenstein adlı bir çocukla kıyaslıyorlarmış. Tam büyüyüp artık bu kıyastan kurtulduğunu düşünen adam Katzenstein ile aynı uçağa denk geliyor. Adam onu tekrar görmeye dayanamayıp havalanmış uçağın kapısını açıp atlıyor. Halbuki o atladıktan on beş dakika sonra uçak bir arıza nedeniyle yere çakılıyor.

 

Alon Şemeş’in Esrarengiz Kayboluşu

Şemeş adlı öğrenci hasta olduğu gerekçesiyle okula gelmiyor. Öğretmen başka bir öğrenciyi Şemes'in evine gönderiyor, günün ödevini götürsün diye. Daha sonra o ödev götüren çocuk da okula gelmez oluyor. Ona ödev götüren çocuk da. En sonunda öğretmen gidiyor ne olduğunu anlamak için. Sonra öğretmenden de bir daha haber alınamıyor.

 Böyle bir esrarengizlik. Giden gelmiyor. Sebebi de açıklanmıyor öyküde. Hakikaten esrarengizmiş.

 

 Son Bir Öykü ve Tamam

 İnsanlardan yeteneklerini toplayan bir iblisin hikayesi.

 İblis, yazar kişisinden de yeteneğini alacak ama yazar son bir öykü için müsaade istiyor.

 Ne yazdı acaba son öyküsünde?

 

Jetlag

Uçaktaki uyarıları kimsenin dinlememesi nedeniyle bir karar alınmış. Buna göre iki yılda bir uçak düşecek ve insanlar bundan sonda uyarıları daha dikkatle dinleyecekmiş.

 

Mossad Şefi’nin Oğlu

Mossad şefi, görevini ailesinden bile gizler, akşam işten gelince “Ne gündü, hiç sormayın” dermiş. Oğlu da onun gibi oluyor, okulda birtakım olaylara karışıyor, eve gelince “Ne gündü, hiç sormayın” diyor.

 

Borular

Yaptığı kıvrımlı boruların bir ucundan soktuğu misketlerin diğer uçtan çıkmadığını fark eden adam kendi boyutlarında bir boru yapıyor. Böylece içine girip misketler gibi kaybolacak.

Yaptığı borunun içine giriyor ve hop cennete ulaşıyor. Misketleri de orada. Ama misketlerle oynamaktan gına gelmiş oradaki herkese. Kendi yolunu bulup oraya gidecek insanlardan ricası iskambil kağıdı getirmeleri.

 

 Kneller’in Mutlu Kampı

 İntihar edenlerin öbür dünyası anlatılıyor hikayede. Kitaptaki en uzun hikaye.

İntihar edenler öbür dünyaya gelmiş. Ancak geldikleri öbür dünya da önceki dünyadan pek farklı değil.

İntihar edip buraya gelen adam, sevgilisinin de intihar ettiğini öğrenince onu arıyor. Bu arayışta tanıştığı bir kadın var. Yanlışlıkla aşırı doz uyuşturucu alıp ölmüş. İntihar etmediğini, buraya yanlışlıkla geldiğini, o yüzden bir yetkiliyle görüşmek istediğini söylüyor kadın.

Bu hikayenin çok da şahane güzel bir filmi var.

Bkz: Wristcutters: A Love Story (Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikayesi)


19 Ağustos 2021 Perşembe

OTUZ MİLYON KELİME


 

OTUZ MİLYON KELİME

Çocuğunuzun Beynini Geliştirin

Dr. Dana Suskind

2015

Çevirmen: Dr. Esra Eret Orhan - Barış Satılmış 

Buzdağı Yayınevi

256 sayfa

Çocuğun ilk üç yılında onunla bol bol konuşmanın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor kitap. Çocuk ne kadar çok ve çeşitli kelime duyarsa kelime hazinesi o kadar gelişir, böylece hem anlaması kolaylaşır hem kendini ifade etmesi. 

*

Kitabın başında işitme engelli çocuklardan bahsediliyor. Bu kısımları okurken bu engelin ne kadar sıkıntılı olduğunu anlıyorsunuz. İşin garibi sonradan bu engeli koklear implant ile ortadan kaldırmak mümkün olsa da yani artık duyabilir olsa da kişi, seslerin anlam kazanması bambaşka bir süreç. Sesi duymak ile o sesin anlamını bilmek bambaşka iki olay. 

*

Ebeveynin çocukla konuşması çocukta müthiş bir gelişim oluşturuyormuş. Yazarın dediğine göre; "Bu mucizevi güç, çocuk işiterek doğsa da koklear implant yoluyla işitmiş olsa da değişmiyordu. Bu dil ortamı olmadan, işitme kabiliyeti boşa harcanan bir hediyedir."

*

Çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmaya göre;

Yüksek sosyoekonomik düzeye sahip ailelerin çocukları bir saat içinde;

- ortalama 2000 kelime duyuyor, 

- bu aileler çocuklarına yaklaşık 250 kez yanıt veriyor,

- çocuklarına yaklaşık 40 sözcükten oluşan onay ifadeleri kullanıyormuş.

Alt düzeydeki ailelerin çocukları ise;

- ortalama  600 kelime duyuyor,

- bu aileler çocuklarına 50 defadan az yanıt veriyor,

- çocuklarına yaklaşık 4 sözcükten oluşan onay ifadeleri kullanıyormuş

Her şey sınıfsal.

Bu konuda çevrede gözlemlediğim durum da içler acısı. Çocuğu dinlemeyen, çocukla ilgilenmeyen anne babalar. Daha çok anneleri görüyorum, çünkü babalar mı, onlar zaten yoklar. 

Annesinin ilgisini normal konuşmasıyla çekemeyen çocuk bu defa tabii ki doğal olarak ağlamaya, sesini yükseltmeye, taşkınlığa başvuruyor. Çünkü annesinin ilgisini ancak bu şekilde çekebildiğini fark ediyor. Şimdi suç kimde?

Bu konudan bahsettiğimde hemen anneleri savunucu laflar ediliyor. Anne de kim bilir nelerle uğraşıyormuş, yoruluyormuş... Bunlar çocuk için kabul edilebilir mazeretler değil ki. Yetişkin insanlar olarak birbirimizin halinden anlarız, ben senin yorgunluğunu mazur görürüm, sana bulaşmam. Ama küçücük çocuk karşındaki, sana muhtaç, senin ve eşinin dünyaya getirdiği bir bebecik. Küçücük bebekten senin yorgunluğunu, bu yüzden onunla ilgilenemeyeceğini, buna anlayış göstermesini mi bekliyorsun? Çocuğun bu davranıştan anlayabileceği sadece annem beni sevmiyor, benimle ilgilenmiyor olur. 

Nefret ediyorum hepinizin anneliğinizden de babalığınızdan da, neyse...

*

Ebeveynin çocukla konuşmasının önemini bol bol anlatan kitapta ebeveynin çocuğuyla ne kadar ve nasıl konuştuğunun da önemli olduğunu söylüyor. "Evdeki eğitim durumu veya ekonomik durum ne olursa olsun, ebeveyn konuşmasının çok fazla olduğu evlerdeki çocuklar daha iyi sonuç elde ediyorlardı." 

Bır bır bır sürekli konuşan anne baba fikri benim kafamı şişirse de bebelerin hoşuna gidiyor demek ki. 

*

Konuşmanın içeriği önemli tabii. Örneğin sürekli emir ve yasak içerikli konuşmalar elbette iyi sonuç vermeyecektir.

“Bir çocuğun ebeveyni ile etkileşimi ebeveyn tarafından ‘Yapma!’, ‘Dur’, ‘Onu bırak’ şeklinde emir ifadeleriyle başladığında, bunun gelişimi olumsuz etkilediğini gördük."  diyor yazar.

“Şapkanı tak,” "Ayakkabını giy." onu yap, bunu yap dediğinde evet çocuk dediğini yapar belki ama o anlıktır, devam eden alışkanlık değil. 

Çocuğa emir vermek yerine açıklama yapmak gerekiyor.  “Hemen oyuncaklarını topla” demek yerine “Oyuncaklarınla oynadığımıza göre şimdi onları ne yapalım?” demek gibi. "Dışarı çıkıyoruz. Ayakkabılarını giysen iyi olur yoksa yağmur yüzünden ayakların ıslanır ve çok üşür." gibi.

Böylece çocuk neden ve sonucu öğreniyor. Öz becerisi gelişiyor.

Tabii yeri geldiğinde emir ifadesi kullanacaksın. Örneğin çocuk yola fırlıyorsa ve araba çarpmak üzereyse uzun uzun "Lütfen koşma canım, hızlı gelen araba sana çarpabilir ve canın yanabilir." diye uzun uzun  açıklama yapacak zamanın yok. “HEMEN DUR! ARABA GELİYOR!” demekte sıkıntı yok. 

*

Bebekçe konuşma diye küçümsediğimiz şey aslında iyiymiş. Hanimiş de hanimiş, ne de şeker bir bebekmiş, annnneeeeesiiiii bebeğiniiiii çoooooook seviyooooor... gibi şeyler söylemek,  bebeğin beynindeki nöronlara iyi geliyormuş. 

"Bebekçe konuşma, bebeğin beyninin yetişkin konuşmasından farklı olan ve akustik olarak abartılan sesleri kolayca yakalamasını ve öğrenmesini kolaylaştırıyor."

*

Madem konuşma bu kadar önemli, o zaman televizyonu açayım diye düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. Televizyon bir boka yaramıyormuş. Çünkü televizyonda etkileşim yok, sıcaklık yok. Çocukla konuşmayı önemli kılan ebeveynin sıcaklığı, ilgisi. 

Teknolojik aletler, ekranlar zarar veriyormuş çocuk gelişimine. Muhtemelen internetlerde görmüşsünüzdür, Bill Gatesler ve benzeri teknoloji devi zenginlerin çocuklarının gittiği okullar öyle teknolojisi yüksek okullar değil, aksine kağıt, kalem, makas, incik boncukla çocukların eğitildiği ve eğlendirildiği okullar. 

Hatta Graham Bell bile bilimsel çalışmalarını engellediği için ofisine telefon istemezmiş, ahaha.

*

Evde sürekli stres havası varsa bunun çocuğa yansıması elbette olumsuz oluyor. Yavrucak böyle bir ortamda kendisini tehdit altında hissediyor ve sürekli savunma haline giriyor. Zamanla beyin tehdit olanla olmayanı ayırt edemez hale geliyor. Böylece yavrucak "Tüm enerjisini bilinmeyen bir şeyin koruyucusu olmak için harcar ve kendi gelişimini ciddi bir şekilde etkiler."

*

Ebeveynin çocukla konuşmasını 3K ile özetliyor yazar. Kavrayın, Konuşun ve Karşılıklı Yapın.

Kavrayın: Çocuğun odaklandığı şeye odaklanın. Çocuğun ne yaptığını fark edin, sonra bunun bir parçası olun.

Konuşun: Kelimelerin sayısı, türü, nasıl söylendiği önemli. Çocuğa konuşmak değil, çocukla konuşmak, özellikle çocuğun odaklandığı şeyle ilgili konuşmak.

Karşılıklı Yapın: Çocukla karşılıklı sohbet edin. 

*

Çocuğu övmekle ilgili de nüans varmış. Çocukla olumlu konuşalım, onu övelim ama bunun da şöyle bir inceliği varmış. "Çok akıllısın" dediğimizde kişiyi, "Bunu yapmak için çok çalıştın" dediğimizde süreci övüyormuşuz. 

"Araştırmalar süreç temelli övgüleri daha çok duyan, çabaları için övülen çocukların bir zorlukla karşılaştıklarında vazgeçme ihtimallerinin daha düşük olduğunu, onlara okulda ve hayatta daha iyi olmalarına yardımcı olan bir sebat gösterdiklerini kanıtladı."

*

İyi kitap, hoş kitap ama yabancı havası var kitapta. Çok Amerikan. Amerika örnekleri, Amerikan araştırmaları, Amerika'daki makale ve kitaplara atıflar...

Bundan önce okuduğum "Yetişin Çocuklar" da bunun Türk versiyonu. Türk örnekler, Türkiye'deki sorunlarla ilgili yakınmalar vardı. 

Çocuk gelişimi ile ilgilenen insanlar doğal olarak önce kendi ülkelerinin çocukları ile ilgileniyor, önce onlar için üzülüyor sanırım. Bu da dillerine, üsluplarına ve kitaplarına yansıyor elbette. 

*

Bu arada otuz milyon kelime metaformuş. Kitabın başlığından sanmıştım ki "Otuz milyon kelime. İşte o kelimeler: 1-.... 2-... 3-...." 

Düz bir insanım, böyle dümdüz düşünürüm ben. 

Otuz milyon farklı kelime de değil kast edilen. 

Aman düzgün düzgün konuşun işte çocuklarınızla, ilgilenin onlarla.


17 Ağustos 2021 Salı

YETİŞİN ÇOCUKLAR


 

YETİŞİN ÇOCUKLAR

Bebeklikten Ergenliğe Çocuk Yetiştirme Kılavuzu

Prof. Dr. Selçuk Şirin

2019

Doğan Kitap

23. Baskı - Nisan 2019

217 sayfa


Yakında teyze olacağım. Kardeşim bebek bekliyor çünkü. O anne olacak ben teyze. O yüzden çocuk bakımı ile ilgili kitaplar okumaya başladım ben de. Yeğenime en iyi seviyede teyzelik etmek isterim.

Çocuklu arkadaşlarıma sordum, bu süreçte neler okudunuz diye. Bu kitaptan bahsettiler. Aldım, okudum, kardeşime de verdim. Çok beğendim. 

Yazarın Türk olması daha etkileyici, daha yakın, daha sıcak geliyor. Dil ve örnekler daha tanıdık çünkü. Yazar her ne kadar profesör olsa da (New York Üniversitesi'nde çocuk gelişim ve istatistik dersleri veriyormuş.) bilimsel makale gibi yazmamış, gayet basit bir dili var. Belli ki her ebeveyn sıkılmadan okusun, anlasın istemiş. Gerçekten de hiç sıkmadan bir çırpıda bitiyor. Ben ebeveyn olmamama rağmen ilgiyle bir çırpıda okudum. Zaten okurken insan kendi çocukluğuna dair de izdüşümleri de görüyor. 

*

“Hayatta çocuk yetiştirmekten daha mühim başka bir uğraş varsa ben bilmiyorum. Orhun Yazıtlarından Eflatun’un söylevlerine kadar her devirde yeni kuşakların yetiştirilmesi konu olmuş." diyen yazar kendi bilgi ve tecrübelerine dayanarak bu kitabı yazmış. New York Üniversitesi gelişim psikolojisi alanında çalışan yazar kendisi de baba olduktan sonra daha isabetli bulmuş bu kitabı yazmayı. Böylece teori ile pratiği örtüştürebilmiş.

0-18 yaş arası çocuk yetiştiren anne baba ve eğitimciler için yazılmış kitap. Peki ya teyzeler için?

Çocuk yetiştirmekle ilgili tek bir kural/reçete olmadığını belirten yazar anne babalara bu konularla ilgili tavsiyelerde hep şunu sormalarını öneriyor: Hangi çocuk için? Hangi koşullar için? Çünkü her çocuk farklı. 

*

Çocuk yetiştirmek derken kastedilen:

1) Fiziksel gelişim: Çocuğun fiziksel olarak sağlığı demek. Örneğin; çocuğun düzenli doktor ziyareti, aşı takviminin takip edilmesi, sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırılması, düzenli fiziksel aktivite fırsatı verilmesi... gibi. Genetik ve çevresel faktörler de etkili. Çevre önce anneden başlıyor, annenin sağlığı ve huzuru önemli. 

2) Zihinsel (bilişsel) gelişim: Beyin gelişimi, algı bilgi işlem becerisi demek. Beyin gelişiminin yüzde 90’ı ilk üç yılda tamamlanıyormuş. Yüzde 90'ı, ohannes!

3) Sosyal ve duygusal gelişim: Çocuğun sağlıklı şekilde önce anne babaya güvene dayalı bir bağ kurması, sonra çevreyle etkin iletişim kurma becerisi demek. 

Tüm bu gelişim süreçleri birbirini etkiliyor. Örneğin duygusal problem yaşayan çocuklar zihinsel becerilerini de aktif kullanamıyor. Örneğin, öfkesini kontrol edemeyen çocuk hem arkadaşları ve yetişkinlerle ilişkilerinde sorun yaşıyor, hem de kendi zihinsel becerisine odaklanamıyor.

*

Çocuk yetiştirirken dikkate alınması gereken 5 nokta olarak şunları öneriyor yazar:

1. Çocuğunuzun mizacını iyi tanıyın: Kimi çocuk yeni kişilere, ortamlara çabuk uyum sağlar, kimisi çekinir. Önce çocuğun mizacını tanıyın, sonra ona uygun bir ebeveynlik tarzı geliştirin.

2. Çocuğunuzla güvene dayalı derin bir bağ kurun: Ebeveyne güvenmek çocuğun özgüvenli olmasını sağlıyor. Bunun için çocuklara tercih yapmak öğretilmeli, elbise seçimi, ayakkabı bağlamak, saç stili, yemek yemek gibi kararları çocukla birlikte vermek önemli.

3. Mükemmel değil, olduğu kadar iyi olun yeter: Mükemmelliyetçi ebeveyn çocuğa kendi hayatını belirleme yetkisi vermez. Hem çocuğu hem kendini yorar.

4. Evde belli bir rutin oluşturun: Rutin uyku ve yemek düzeni gibi bir düzen olsun. Bu düzen içindeki çocuklar daha sağlıklı büyüyor. Rutin aynı zamanda tutarlılık demek olduğundan çocuk disiplin kazanır, sorumluluk bilinci oluşur.

5. Çocuğunuzu başkalarıyla kıyaslamaktan vazgeçin: Her çocuk kendine özgü bir şekilde gelişir. Yani bizim çocuk niye akranlarından geri kaldı, niye yürümeye başlamadı diye kaygılanmayın. Gelişimsel bir sorun görüyorsanız uzmana gidin. Uzmanın tespit ettiği bir sorun yoksa kaygılanmayın, kaygınızı kontrol edin. Çocuğun akran, kardeş vb ile kıyaslanması çocukta eksik olduğu hissi uyandırıyor. Bu da çocuğun özgüven ve özsaygısını yaralıyor.

*

Babalar çocuklarıyla ilgilenmiyormuş. İlgilenecek. Türkiye’de yapılan bir araştırmada babaların yarısı çocuğunu hiç tuvalete götürmemiş, üçte biri çocuğun altını hiç değiştirmemiş.

(Burada aklıma bir arkadaşımın dediği şey geldi. Müge Anlı'nın programının daimi izleyicisi olan bu arkadaşım çocuğu olsa kocasının çocuğu tuvalete götürmesine, altını değiştirmesine izin vermeyeceğini söylemişti. Çünkü programda izlediği babalar ve de erkek akrabalar çocuğu istismar ediyormuş. O da çocuğun özellikle bu konulardaki bakımını babaya bırakamayacağını söylemişti.)

*

Çocuklarla kaliteli vakit geçirmek çok önemli. Ülkemizdeki araştırmalarda anne babaların çocuklarıyla birlikte vakit geçirdiği aktivite birlikte televizyon izlemekmiş. Kepazelik.

Yazar çocuğa oyuncak almanın bile birlikte kaliteli vakit geçirmenin yanında geri planda kaldığını söylüyor. “Çocuklar büyüyünce kendilerine alınan pahalı oyuncakları değil onlarla geçirdiğiniz kıymetli zamanları hatırlıyorlar.”

*

Okulöncesi dönemi çok önemli buluyor yazar. Okulöncesi eğitim günde bir saat, haftada bir gün bile olsa olur. Yeter ki kaliteli olsun.  Her ile bir üniversite yerine her mahalleye kaliteli bir okulöncesi eğitim kurumu açılmasını daha faydalı buluyor yazar. 

Okulöncesi dönemde zekayı artırmanın üç yolu olarak şunları gösteriyor:

1. Balıkyağı diyeti: Omega-3 zeka artıyor.

2. Diyaloğa dayalı okuma pratiği: Ebeveynlerin çocuklarıyla karşılıklı konuşarak , soru cevapla kitap okumaları. Özellikle doğumdan 4 yaşına kadar. Çocuğun okuma öğrenmesini beklemeye gerek yok.  Evde bir kitaplık olması bu açıdan önemli. Çocuk doğduğunda evde kitaplığı hazır olsun.

3. Okulöncesi eğitime katılım: Çocukları evde tek başına yetiştirmek yetmiyor. Yaşı önemli değil, erken veya geç, önemli olan okulöncesi eğitimin süresi ve kalitesi.

*

Çocuğun geleceği ile ilgili olarak çocuğun kelime hazinesine yatırım yapmayı tavsiye ediyor.

Bkz: 30 Milyon Kelime 

Okulöncesi dönemde zeka denilen şey aslında kelime hazinesi demekmiş. Çocuk böylece hem kendisini daha iyi ifade edecek, hem ifade edileni daha iyi anlayacak, hem de daha yaratıcı şekilde akıl yürütecek.

*

Okulöncesi kitaplarda bakılması gereken üç kriter olarak şunları sıralıyor:

1. Gelişim seviyesine uygun kitap: 0-36 ay arası dönem için kitaplarda görsellik ön planda, yazı arka plandadır. 36-66 ay arası dönemde tersi.

İlk 6 ay için kitaplar kalın kartondan olmalı, ağzına atacak çünkü.

2. Yanıt veren değil, soru soran kitap: Kitap çocukla ebeveyn arasında sorular üzerinden muhabbet sağlamalı. 

Yazarın tavsiyesi Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi, Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik.

Ders veren mesaj içerikli kitaplar değil bu dönemin ihtiyacı. Bu dönemde okumamın amacı öğrenmek değil, keyifli vakit geçirerek kelime hazinesini genişletmek.

3. Çocuğun ayağını yerden kesen kitap: 3 yaşından sonra çocuğun hayal dünyasını geliştiren kitaplar okunmalı. 

Yazarın tavsiyesi: Buket Uzuner, Ahmet Ümit, Ahmet Büke’nin yazdığı çocuk kitapları. 

Benim tavsiyem: Jules Verne

*

İlk 3 yılda çocuk sizin okuduğunuz kitabı tabii ki anlamıyor. Anlaması da gerekmiyor. Önemli olan kitap okuyarak çocukla kurulan duygusal bağ. Kitabın içindeki resimleri, kelimeleri kullanarak çocukla sözle, sesle, işaretle, müzikle, dansla iletişim kurmak.

*

Araştırmalara göre en çok mutsuz gencin olduğu ülke Türkiye imiş.

Yazar, çocukların hayata daha pozitif bağlanması için anne babalara şu üç adımı öneriyor:

1. Ergenlikte diyaloğu kesmeyin: Çocuğuyla zaman geçirip sohbet eden bir ailede yetişen çocuklar daha mutlu.

2. Akşam yemeğini ihmal etmeyin: Çocuklarıyla birlikte akşam yemeğine oturan ailelerde yetişen gençler daha mutlu.

3. Bugün okulda ne oldu: Ailelerin okulda olup bitenden haberdar olması gençleri mutlu ediyormuş. 

*

Eğitimle ilgili milli bir araştırmamız olmamasından yakınıyor yazar. Başka ülkelerde doğumdan itibaren elli yıl takip edilen çocuklar varmış. Böylece o bölgenin çocuklarından yola çıkılarak müthiş veriler elde ediliyormuş. Bizde yok tabii. Çünkü nasıl olsun? Elli yıl süren bir araştırma yapılabilir mi Türkiye'de? O araştırmada çalışan bir sürü insan çeşitli ideolojik/politik sebeplerle işten çıkarılır, projeye bütçe ayırma konusunda her değişen iktidar zamanında sorun çıkar. Bizde anca kısa vadede sonuç alınabilecek işler değer görür. 

*

Kitapta bunların dışında ekran bağımlılığı, kodlama öğrenmenin önemi, çocuk yoksulluğu, mülteci çocuklar... gibi konular da yer alıyor.

Ben çok faydalı buldum kitabı. Ben kendim faydalandım açıkçası. Başlangıç için iyi bir tercih: Yeni başlayanlar için çocuk yetiştirmek.