30 Mayıs 2020 Cumartesi

EŞEĞİN FİKRİ




EŞEĞİN FİKRİ

Ferhan Şensoy

2005

Bilgi Yayınevi

13.Basım - Mayıs 2005

159 sayfa


Ferhan Şensoy'un "Ferhangi Şeyler"ini izlemiştim yıllar önce. Aklımda sadece çok hızlı konuştuğu kalmış. O kadar hızlı konuşuyordu ki takip etmek çok zordu.

*

Kitabında da benzer bir hız varmış gibi geldi. Deneme cinsi zaten, konular hakkında hızlıca ve kabaca laflamaca.

*

Ferhan Şensoy'dan huysuz ihtiyar vibe'ı alıyorum, sevenleri affetsin. Hatta ihtiyarlayınca huysuzlaşan değil de zaten huysuz doğmuş gibi. Hep yakınma hep yakınma. Tamam ülkeciğimiz de bu konuda çok malzeme veriyor ama kişinin özünde de yakınmaya meyil olunca erkenden yaşlanır insan.

Şensoy'un yakınmalarından yakınırken şu cümlesine geldim: 

“Hangi koşul ve konuma koyulursa koyulsun bitmiyor insan denen garip hayvanın şikayetleri.” Sf41 

*

Nelerden yakınıyor mesela?

- İnsanların tatil anlayışından (kimsenin kitap okumamasından) 

- Modadan (bir sene dar paça, sonraki sene bol paça pantolon, yakışanın da yakışmayanın da giymesi)

- Mesleklerine uygun davranışlar sergilemeyen insanlardan, 

- Tarih derslerinin sıkıcı anlatılmasından dolayı tarih sevmeyişimiz ve bilmeyişimizden,

- Toplumumuzun çok ve boş konuşmasından, kimsenin kimseyi dinlemeyişinden,

- Taksici muhabbetinden,

- Trafikten, kimsenin yürümeyip herkesin arabayla gitmesinden,

- Bir yerleri işgal etmeye giderken yeniçeriye eşlik eden asker bandosu olan Mehter takımının ülkemizi temsilen her yere götürülmesinden, 

- Tren bileti kontrolörünün olur olmadık zamanda gelmesinden ve hatta tren yolculuğunun paralı olmasından,

- Bilgisayar başında durmanın ömürden götürdüğünden (Ama bilgisayarda yazarken de “hiç gereği yokken iç monolog” yapıp lafı uzatıyor, hop gitti ömürden diye yine yakınıyor.)

- Ricky Martin şarkısı Un dos tres'in yüksek sesle ve her yerde dinlenmesinden (Yakınıp canını sıktın da ne oldu, Un dos tres mi kaldı? Yaza damga vuracak bir şarkı bile yok artık. Şimdi de buna yakınalım.)

- Tabii ki gençlerden.

Hatta bir yerde "Gençlere gıcık olan bir yaşlı adama mı dönüştüm ben?" diyor. sf.130

Bence dönüşmedi, zaten hep öyleydi. 

"Gençliğimde gıcık olduğum amcalardanlaşmakta mıyım?" sf.130

Bence evet.

Niye böyle düşünüyorum? Ferhan Şensoy'u şahsen tanıyor muyum? Hayır. Bütün kitaplarını okudum, bütün oyunlarını izledim, ondan mı? Hayır. Tamamen pür ve saf önyargı. Öyle hissediyorum. 

*

Kitabın arka kapağında Ferhan Şensoy ile ilgili olarak "...daha çok dil inceliklerine dayanan mizah öğelerini kullanarak güncel olaylara eleştiriler getirmiştir." yazıyor.

Dil inceliklerinden dikkatimi çeken birkaç tanesini paylaşmak istiyorum, ortamlarda kullanırım:

"süründüratif"

Cümle içinde: "İlk aşk süründüratif olurmuş." Sf9 -

"azrailengiz"

Cümle içinde: "Soğuk ve azrailengiz şakası sinir sisteminizi dingiltedir." sf.15 

(Doktorlardan bahsediyor burada. Daha doğrusu doktorlardan yakınıyor. Doktora gitmenin ve tedavi olmanın hem masraflı hem yorucu olmasından  dem vuruyor.)

*

2020'ye bir mektup var kitapta. 2020'de yazılmışmış. Mektubu yazan hayalî kişi 2020 seçimlerinde kamuoyu araştırmalarının 100 yaşını aşmış Süleyman Demirel’i gösterdiğini, ama oyunu Deniz Baykal’a vereceğini yazmış. Haha :) 


27 Mayıs 2020 Çarşamba

BÜYÜCÜ



BÜYÜCÜ

(The Magus)

John Fowles

1966

İngilizceden Çeviren: Meram Arvas

Ayrıntı Yayınları

645 sayfa


Klişe filmlerde vardır ya, adam/kadın, arkadaşı ile bir iddiaya tutuşur X kişisini kendisine aşık edebileceğine dair, sonra iddiayı kazanmak için X kişisine oyun oynar. 

Adice.

Bu kitaptaki de benzer bir adilikte. Üstelik daha büyük bir prodüksiyonla ve daha ulvi gözüken bir amaçla. Psikolojik/sosyal bir deney.

*

Nicholas Urfe.

İngiliz bir öğretmen. Yunanistan'a tayin istiyor :) 

Yunanistan'da bir okulda  İngilizce öğretmeni arandığına dair işe başvuruyor. Gidesi var Londra'dan. 

"Nereye gittiğimi bilmesem de neye ihtiyacım olduğunu biliyordum. Yeni bir toprağa, yeni bir ırka, yeni bir dile; ve her ne kadar bunu o zaman bu şekilde ifade edemediysem de, yeni bir gizeme ihtiyacım vardı." sf.13

Görecek gizemi!

*

Gitmeden önce bir kadınla tanışıyor. Adı Alison

Alt kat komşusu evde parti veriyor. Nicolas'ı da çağırıyor. Partide tanışıyor Alison ile. Geceyi birlikte geçiriyorlar.

Alison iyi kız hoş kız da bence depresif ve güvensiz. Durup dururken Nicholas'a, benim her önüne gelenle yatan biri olduğumu mu düşünüyorsun, benim şöyle biri olduğumu mu sanıyorsun, ben öyle biri değilim... böyle anlam veremediğim çıkışları oluyor. Nicholas ile birlikteyken başkasıyla nişanlı Alison ve nişanlısını aldatıyor aslında. Ama nişanlısı da böyle şeyler yapıyormuş. Normalmiş.

Alison'ın Nicholas'ı sevdiği izlenimi edindim ama bir parça da ömür törpüsü gibi geldi bana. Psikolojisi, ruhsal dayanıklılığı sağlam bir erkek olmalı Alison'ın hayatında. Nicholas üf desen uçacak bir tip.

Uçuyor da nitekim. 

Alison da yeni bir işe başlıyor, hostes oluyor. Atina'ya uçuşu olursa Nicholas'a haber verecek de görüşecekler de. He hee.

*

Nicholas'ın Yunanistan diye gittiği yer Phraxos Adası. 

Orada gizemli bir adamla tanışıyor. Conchis Maurice. Conchis, Nicholas'ı evine davet ediyor, ben medyumum diyor, sonra diyor doktorum, psikoloğum...

Gençken sevdiği bir kız varmış. Lily imiş adı. Ölmüş sonra.

Conchis'in evinde genç bir kız görüyor Nicholas. Lily imiş bu kız. Hayalet mi yani? Hayalet sansın isteniyor ama Nicholas öyle olamayacağını biliyor.

Conchis'in anlattığına göre o kızın adı Julie imiş. Şizofrenmiş. Kendisini Conchis'in ölen nişanlısı Lily sanıyormuş. Conchis de bunun ona iyi geleceğini düşünüyormuş. 

Ama Nicholas, Julie'yi hiç şizofrene benzetemiyor. Muhabbetleri arttıkça da Julie, şizofren olmadığını, bir oyuncu olduğunu ve Conchis tarafından tutulduğunu söylüyor.

*

Bu arada Alison geliyor Atina'ya, Nicholas'a mektup gönderip buluşmak istiyor. Nicholas gönülsüzce gidiyor, çünkü aklında Julie var. Tatsız bir buluşma oluyor. 

*

Adaya dönen Nicholas, daha sonra Alison'ın intihar ettiği haberini alıyor. Çok üzüldü gibi gelmiyor bana, aklı fikri Julie'de çünkü. 

Julie'nin bir de ikiz kız kardeşi olduğunu öğreniyor. Adı June.

June ve July, tiyatrocularmış. Conchis bu ikisini filmde oynatma vaadiyle yanına almış. Ama oynattığı film değil de gerçek hayatmış.

*

Nicholas nasıl bir ortama düştüğünü bir türlü anlamıyor.

Tekinsiz bir şeyler dönüyor ortada ama uzaklaşmıyor da oradan, iyice içine gömülüyor. 

Julie, özel hayatından bahsediyor biraz. Önceki sevgilisi biseksülmiş de hiç sevişmemişler de. Nicholas'ın aklı gidiyor tabii. Off salak.

Nicholas sonunda muradına erip Julie ile yatıyor ama Julie sonra bambaşka bir karaktere bürünüyor. 

Meğer June, July, Conchis, evdeki hizmetçi, güvenlikçi herkes psikologmuş, Nicholas'ı da bir deneyde kullanmışlar. Hep zihinsel bozukluk yaşayan insanlar incelenecek değil ya, bir de zihinsel problemi olmayan insanların olaylara yaklaşımı nasıl olur diye yapılan bir araştırmanın deneği olmuş Nicholas.

"...psikiyatri her geçen gün daha çok, madalyonun diğer yüzüyle ilgileniyor- yani aklı başında olanların neden aklı başında oldukları ve neden yanılsamalarla fantezileri gerçeklerden ayırt edebildikleriyle." sf.457

Herkes rol yapıyormuş meğer ona.

Nicholas da kim rol yapıyor, kim gerçek anlamıyor artık. Okuldaki öğretmenleri de Conchis'in tuttuğunu düşünüyor. Kovuluyor.

Öğreniyor ki Alison'un intiharı da yalanmış. Conchis tutmuş onu da.

Alison ile yüzleşmeleri ile bitiyor hikaye.

*

Manyakça.

Hiç sevmem ben gizem mizem. Çok tadım kaçar anlam veremediğim olaylarda, uzarım oradan. Huzur uzamakta.

O zaman macera da yaşayamıyorsun tabii. 
Tercih meselesi. Delirtici macera mı kafa rahatlığı mı?

*

Kitapta yer yer Türk ve Osmanlı ifadeleri de geçiyor.

Örneğin;

"..hep aynı simalarla karşılaşıyordu, bunlar da öyle ellilerin insanları gibi değil de, daha çok Osmanlı İmparatorluğuna bağlı yavan bir Levanten taşra halkı, fesli Balzac türevi tiplerdi." sf.45

"...bir ortaçağ Türk tarifine göre yapılmış ballı kaymaklı bir tatlı yedik." sf.99

"...zenci harem ağalarının Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte tarihe karıştığını sanıyordum." sf.307

"Bir tepsi içinde bir cezve kahve getirmişti. Harika bir kokusu vardı, gerçek kahveydi, Blue Mountain'a benziyordu, Yunanistan'da kullandıkları türden yavan 'Türk' tozu değildi." sf.470

Türk kahvesi ve Türk halısı da geçiyor tabii.

*

Yunanistan'dan da şöyle bahsediyor:

"Yunanistan bir ayna gibidir. Acı verir insana. Sonra öğrenirsin ama." sf.91

"Toplumsal sorumluluk asla bir Yunan özelliği olmamıştır." sf.110

*

Hacivat-Karagöz Türk folklorüne mi ait Yunan mı?

Kitapta:

"Karagöz mü? Yunan gölge oyunundaki huysuz karakterden bahsediyordu." sf.375 diye geçiyor.

*

Filmi de var ama izlemeyeceğim, hiç canım çekmiyor.





6 Mayıs 2020 Çarşamba

ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR



ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR

(For Whom the Bell Tolls)

Ernest Hemingway

1940

Bilgi Yayınevi



İspanya İç Savaşı zamanı. Faşistler ve Cumhuriyetçiler karşı karşıya.

Robert Jordan da Cumhuriyetçilerin yanında savaşa katılan bir Amerikalı. Görevi köprü uçurmak.

Görev yerine doğru giderken kendisine Anselmo adlı ihtiyar bir adam kılavuzluk ediyor. Karargaha varıyorlar. 

Buradaki ekipte bir kız var. Cumhuriyetçilerin havaya uçurdukları bir trenden sağ kurtulmuş. Kızı sahiplenmişler. Adı Maria

Maria'yı Pilar adlı hükümet gibi bir kadın koruyup kolluyor. Ekipte sözü geçen, cesur, dobra bir kadın Pilar. Kocası Pablo ise bir o kadar kaypak. Bir ara patlayıcıları alıp kaçıyor. Ama sonra geri geliyor yanına birkaç adam alarak. Korkmuş kaçmış, sonra pişman olup geri dönmüş. 

Robert'ın Pablo'yu öldürmesini umuyorlar ama Robert öldürmüyor Pablo'yu.

*

Maria'nın anne babası öldürülmüş. Maria'ya da çeşitli işkenceler yapılmış. 

Pilar, Maria'yı himayesine almış ama Robert'ın Maria ile birlikte olmasına bir şey demiyor. Maria için uygun buluyor onu. Maria da Robert'a aşık. Tertemiz, sapsaf bir aşk.

Yazarın "Silahlara Veda" kitabında da böyle güzel bir aşk vardı. 

Robert, savaş bitince Maria ile Madrid'te evlenmek ve mutlu olmak üzerine hayaller kuruyor.

Ama yine yazarın "Silahlara Veda"sında olduğu gibi mutlu sonla bitmeyen bir aşk hikayesi oluyor.

*

Dağlar arasında gizli bir mağarada kalıyorlar. Bir de Sordo'nun birliği var civarda. Sordo'nun olduğu yerde çatışma çıkıyor. Robert yardıma gidilmesine izin vermiyor. Faydası olmayacak diye. 

Bu durum Robert ve diğerlerinin moralini bozuyor tabii. 

Robert, şefi Golz’a son durumu bildirmek ve köprüyü uçurma planını değerlendirmek için rapor gönderiyor Andres ile. Andres'e Gomez adlı bir yoldaş eşlik ediyor. Herkes şüpheci olduğu için Andres ile Gomez kendilerinin faşist olmadığını anlatmakta zorluk çekiyorlar. Bir ara deli bir komutana denk geliyorlar. Herkesin deli dediği ama kahraman muamelesi gören Andre Marty, tutukluyor onları. Gazeteci Karkov, nüfuzunu kullanarak çıkmalarını sağlıyor. Nihayet Golz'a mesajı ulaştırabiliyorlar. Ama harekat planları ha deyince değişebilecek cinsten değil.

*

Kitabın başından beri köprü uçurma operasyonu nasıl olacak, başarılı olabilecekler mi, bir aksilik çıkacak mı endişesi hissediliyor. Ama korkulan olmuyor. Köprüyü uçuruyorlar. 

Anselmo ölüyor. Robert yaralanıyor. 

Robert, Maria'yı Pilar ve Pablo’ya emanet edip ölmeyi bekliyor. Düşmanın eline geçmektense kendi kendini öldürmek daha evla görülen bir hareket. Robert da kendisini öldürecek ama belki bir düşman subay görürüm de vururum diye düşünüp son ana kadar bekliyor. 

*

Maria... Çok tatlı, saf, pür, tertemiz, melek bir kız. Robert ile de iyiydiler...

Kitabı aşk-meşk ekseninde okuduğum için tatsız oldu bu final. 

*

Filmi de var ama izlemeyeceğim, canım çekmiyor.