9 Nisan 2011 Cumartesi

SİDARTA


SİDARTA

(Siddartha. Eine Indische Dichtung)


Yazarı: Hermann Hesse


Çeviren: Kamuran Şipal


Yayınevi: Afa Yayıncılık


Basım Yılı: 1.Baskı Mart 1992, 3.Baskı Ocak 1994


Sayfa Sayısı: 176


Becerebildiği tek şey oruç tutmak, beklemek ve düşünmek olan bir adam Sidarta. Hesapta neymiş. İşte Dünya nimetlerinden uzaklaşma, kendini bulma tırı vırı. Ya bi yürü git.

Yemek yemeye gelince ondan bulan dilen. Ama nedir, Buda'yım ben, keşişim.

Tabi şimdi insanların kutsallarıyla dalga geçmek gibi bir bayağılık yapmayacağım. İsterse krem peynire tapsın. Ama arkadaş bu nedir ya?


Üstüne bir bez parçası sar. Ormanlarda yaşa. Karnın acıkınca dilencilik yap. Böyle hayat geçer mi?
Geçmez. Sidarta da bunu anlıyor zaten.

Kamala ile tanışıyor. Kamala diyor ki ''Sana bir şartla veririm. (Çirkin ifadem için özür dilerim. Ama olay bu) Git para kazan. Üstüne başına çeki düzen ver. Adama dön, öyle gel.''


Sidarta bu durur mu? Yapıştırmış cevabı. ''Tamam. Öyle olup geleceğim. Ama sonra sen de bana bildiklerini öğreteceksin.''


Nedir Kamala'nın bildikleri? Yatak oyunları. Sidarta, evrenin tüm sırrını bilmek istediği, herşeyi öğenmeye aç olduğu üçün. Başka bir sebebi yok yani.

Allah bir de bu adama Yürü Ya kulum diyor. Paranın ,zenginliğin dibine vuruyor.E hani kendini arayış, dünya nimetlerinden kaçış. Ne ayaksın Sidarta, demezler mi adama.

Bu hayat da sıkıyor Sidarta'nın canını. Bakıyor o da hayat değil, bu da hayat değil, diyor. Buda oluyor. Son.

3 Nisan 2011 Pazar

GURBET HİKAYELERİ


GURBET HİKAYELERİ

Yazarı: Refik Halid Karay

Yayınevi: İnkılap Kitabevi


Basım Yılı:2000


Sayfa Sayısı: 79


Kardeşime öğretmeni ödev olarak vermiş bu kitabı. Benden rica etmişti almamı. Bir kısası varmış bunun, bir de uzun olanı. ''Kısa olanı alın'' demiş öğretmen. 79 sayfalık bir şey işte kısa olanı. Mini mini, iki üç sayfalık öyküler var içinde.

Gurbette duyduğu vatan hasretini dile getiren Yazar, hatıralar şeklinde anlatmış yaşadıklarını. Şu öykülere yer vermiş kısaca:



YARA:
Yaralı bir Bedevi Yazara gelir. Onun iyileştirilmesini sağlar. Bedevi, o sırada gebe olan atının tayını kendisine hediye edeceğine söz verir. 3 yıl sonra da kendisine bir tay hediye edilir.


ESKİCİ:
Hasan, anne ve babası öldükten sonra Filistin'deki halasının yanına gönderilir. Burada karşılaştığı bir eskiciyle Türkçe konuşmaya başlar ve gurbetteki iki Türk, hasretle ağlaşırlar.


ANTİKACI:
Fransız bir zengin, ibrik koleksiyonu için önemli bir antikacıyı bulmak üzere Yazardan yardım ister. Bu antikacı garip görünümlü Afganlıdır. Ama yıllar sonra Yazar farkeder ki, bu antikacı aslında Afganlı değil, İngiliz bir subaymış.


TESTİ:
Lübnan'ın bir köyünde insanlar suyu, testiye ağızlarını değdirmeden içerlermiş. Ağızlarını havaya açar ve uzaktan suyu gırtlaklarına dökerlermiş. Bir genci bu sırada arı sokmuş gırtlağından ve ölmüş. Yazar, bu şekilde su içmek yüzünden bir gencin ölmesine rağmen, yine aynı şekilde su içen gençler görmüş. Ah insanoğlu, hiç mi ders almazmış.


FENER:
Bir Bedevi hayatında ilk kez kasabaya geliyor. Pazar yerinde bir fener görüyor. Bundan çok etkilenip satın alıyor. Ama bir gün fener yanmaz oluyor. Yazara geliyor. Yazar, çaktırmadan fenere pil takıyor. ''Sultanına dua etmezsen söner'' diyor. Bedevi bir daha gelmiyor. Muhtemelen pili yeniden bitiyor ama duasında kusur ettiğini düşündüğü için gelemiyor.


ZİNCİR:
Korkunç görünümlü bir köpek, bir gün zincirlerini kırıyor. Dışarıda muhtemelen kendisinden daha korkunç köpeklerle karşılaşıyor ve tekrar eski sahibine dönüyor. Ama artık eskisi gibi kendisini güçlü hissetmiyor. Ona asıl gücü verenin hiç kopmayacakmış gibi olan zincir olduğunu anlıyor.


GÖZYAŞI:
Dul Ayşe, köyünü düşman basacağından korktuğu için çocuklarıyla beraber kaçıyor. Ama yolda çocukları bir bir ölüyor. Ayşe de o günden beri ağlayamıyor.


KEKLİK:
Bir avcı, dişi keklik sesiyle tuzağa düşürdüğü erkek keklikleri avlıyor.


AKREP:
Entarisinin içinde bir sürü akrep yaşayan bir Bedevi'yi bir gün bir akrep sokmuş. Sokar sokmaz da akrep ölmüş.


KÖPEK:
Sokaklarda yaşayan Osman, kendisi gibi sokaklarda yaşayan bir köpekle dostluk kuruyor. Osman, jandarmalar tarafından sınırdışı ediliyor. Köpeğini de yanında götürmek istiyor. Jandarmalar izin vermiyor. Israr eden Osman'ı vurup yuvarlıyorlar. Bunu gören Köpek, oracıkta gözlerini yumuyor ve ölüyor.


ÇIBAN:
Hadramut çıbanını bir cadı tedavi ediyor. Çıbanı bağlıyor mağlıyor birşeyler, ilkel ama etkili yöntemler.


KAÇAK:
Kaymakam birgün Ruslara esir düşmüş ama sonra kaçmış. Donmak üzereyken kendisini bir Alman aile kurtarmış. Burada bir gece kaldıktan sonra kendisine kapıyı göstermişler. Ruslar, bir Alman ailenin bir Türk subayı sakladıklarını düşünürlerse kötü olur diye.


GÜNEŞ:
Bir Osmanlı subayı, bir aşiret reisine altın götürecekmiş. Zorlu bir yolculuğun sonunda altınları ulaştırmış ve bu yüzden onun için kırk gün kırk gece eğlence düzenlenmiş. Ya da o başına güneş geçtiği için böyle sanmış.


HÜLLE:
Adam, hiç tanımadığı bir kadınla bir gece düğünsüz derneksiz aniden evlenmiş. Sabaha karşı da ayılmış. Çünkü sevdiği kocasının boşadığı bir kadın, dini kurallar gereği, nikahı yenilemek için hülle yapmış.Sırrının şehirde duyulmaması için bir yabancı seçmiş.


Ben böyle biraz bok gibi anlattım çok affedersiniz ama yazar tabi bu öyküleri daha güzel dile getirmiş.

EMRE


EMRE

Yazarı: Halit Ertuğrul


Yayınevi: Nesil Yayıncılık


Basım: 42.Baskı



Sayfa Sayısı: 158


Tipik bir Halit Ertuğrul kitabı.
Serdar Ortaç'ın her şarkısı nasıl birbirinin çok benzeriyse, bu yazarın kitapları da birbirine çok benziyor.
Kitaplarındaki konular kabaca hep aynı. Dini bir arayışı ve beklentisi olmayan biri ve bu kişiye dinini öğretip hak yola sokacak başka biri. Bu şahısların karşılaşmasıyla neticelenen kutlu öyküler.

Aslında yazarı kutlamak isterim. Bu denli istikrarlı olmak bir başarıdır bir yerde. Üretkenliği de ayrıca takdir edilesi. Hoş, yazdığı kitaplar kendisine gelen mektupları öyküleştirmesinden doğuyor ama gene de yazar yaratıcılığı kattığı muhakkak.

Kitaba gelirsek; Emre, kan davası nedeniyle ailesinin tüm fertlerini bir bir kaybeden bir gençtir. Ailesinin intikamını almak için yanıp tutuşmaktadır. Bu nedenle girdiği kötü yollar nedeniyle bir gün hapse düşer. Bulunduğu koğuşa, tek suçu bir evde dini sohbetler yapmak olan iki genç getirilir. Ve koğuştakiler, bu gençlerin dini bilgilerinden feyz alarak hak yolu bulur.


Kitabın önsözünde yazar bu kitabın nefes kestiği, sadece bir kişiyi değil, bir toplumu ve dönemi anlattığı, çok önemli çözümler içerdiği, her kesimin hayatını içine alan bir özellik taşıdığı, adeta bir destan niteliğinde olduğu ve kitap bittiğinde içinize yeni bir umudun doğacağı gibi büyük iddialarda bulunmuş.

Ben kitabı okuyup bitirdim. Bu kitabı okudum, hayatım değişmedi ama kitabın sonunda ''Okuyanların Görüşleri'' diye bir bölüm var. Orada bu kitabı okuyup kendini keşfedenler, kitap okumayı hiç sevmezken bu kitabı bir solukta okuyanlar, tavsiye ede ede bitiremeyenler, yazarın eline, diline, yüreğine sağlık dileyenler var bir sürü.


İbretlik bir paylaşım.

BİLİM VE YANILGI


BİLİM VE YANILGI

Yazarı: Taha Akyol


Yayınevi: Doğan Kitap


Basım Yılı:1. Baskı Mart 1997, 6.Baskı Aralık 2005


Sayfa Sayısı:228


Taha Akyol'un bilim, üniversitelerdeki eğitim, akademisyenler, bilimadamları, ünlü aydınlarımız(!) hakkındaki eleştirilerini içeren kitabı.

Kitabın ilk bölümlerinde yazılanları anlayamadığımı itiraf edeyim. Zira bunları kavrayabilmek için Marks, Engels, Lenin, Stalin...vb hakkında bilgiye sahip olmam gerekiyor. Çünkü bunlar hakkında eleştirilere, karşılaştırmalara yer veriyor. Ama ben bunlar hakkında yeterince bilgiye sahip olmadığımdan benim için havada kaldı bu yazılanlar.Sonuçta eleştirileri anlayabilmek için eleştirilenleri tanımak lazım.


Bilim ve din (İslam dini) karşılaştırması sık sık yapılır zaten. Burada da yapılmış. İslam'ın ilk dönemlerinde bilim alanında ileri olan İslam dünyası, ilerleyen dönemlerde neden geri kalmış diye sorgulamış yazar.Şu sonuca varmış:

''
Başlangıçta İslamda bu bilimsel zihniyetin gelişmesinin son derece önemli sebepleri vardır. Fetihlerin sağladığı serbest kültürel çeşitlilik ile böyle bir ortamda yoğunlaşan mezhep ve felsefe tartışmaları zihinleri açarak bilimsel merakı tahrik etniştir. (sf 25)...Haçlı seferleri İslamı denizden uzaklaştırmış,iç karalara yani bozkırlara kaydırmıştır. İslam dünyasındaki atmosferi ilim ve hikmetten askeriyeye yöneltmiştir. (sf 27)... Moğol istilası İslam dünyasında kent medeniyetini tahrip ederek kırsallaşmaya neden olmuş; kentleri, kent hayatını,kütüphaneleri imha etmiştir.Bu çöküntüde bilimsel seyahatlerin de durması neticesinde zihinler daralmıştır. Bu ortam içe kapanmayı ve durgunluğu derinleştirmiştir. (sf 28) ''

Matbaanın geç gelişi, adeta dini bir ideoloji haline getirilen Kemalizm de ele alınan konular arasında.


Ali Fuat Başgil, Bedia Akarsu, Mehmet Ali Aybar, Şerif Mardin de düşünceleri hakkında Taha Akyol'un olumlu ve/veya olumsuz değerlendirmelerde bulunduğu ilim insanları.


Ali Fuat Başgil'in ''Gençlerle Başbaşa'' kitabını pek methediyor Akyol. Halbuki ben okudum o kitabı ve öyle ahım şahım da bulmadım.


Şerif Mardin'le fazla vakit geçirememiş Taha Akyol. Yaptıkları kısa görüşmelerden derlediklerini iyi yansıtmış. Daha fazla vakit geçirip daha fazla fikir paylaşımında bulunsalar gerçekten çok güzel meyveler doğardı bundan herhalde.


Son olarak üniversite eğitimizin yetersizliğini ve diğer ülkelerle olan kıyasını verip, nasıl daha iyi olabileceği hakkındaki kanaatleriyle kitabı bitiriyor.


''Düşünüyorum, öyleyse varım'' demiş Taha Akyol bu kitabıyla bence.

DAVA


DAVA
( Der Proceß )

Yazarı: Franz Kafka


Yayınevi: Ulak Yayıncılık


Çeviri: K.Türel

Basım Yılı: 1. Baskı- 2010


Sayfa Sayısı: 294 sayfa



Josef K, bir sabah uyanır ve tutuklanır. Niye tutuklanır, suçu nedir, davası ne zaman başlayacak, ne zaman bitecek... hiçbir şey belli değil.

''İsa'nın Güncesi'' kitabını andırdı bana bu. Okurken insan tırnaklarını yiyor sinirden stresten. Manyak ediyor insanı.

K, aslında tutukludur ama normal yaşantısına da devam edebilmektedir. İlginç bir şekilde de etrafındaki herkes bu davadan haberdardır. Gerçi etrafındaki herkes de ayrı bir tuhaf ya neyse.


Önceleri bu dava olayını şaka sanan K, işin ciddi olduğunu anlayınca bu durumu bir saplantı haline getirir. Gider sorgu yargıcına,mübaşire, memura, kaleme, avukata, ona buna. Ulan hacı bir sor ''Mevzu ne aga?'' diye. ''Neyin peşindesiniz?'' diye.


Ben okurken kafayı sıyırayazdım. Sinir stres yaratan bir kitap.


Kafka'nın şaşırtıcı yapıtları arasında çok önemli bir yeri olan Dava, yazarın ölümünden iki yıl sonra 1925'te yayımlanmış. 1962'de filme uyarlanmış. Bildiğim kadarıyla tiyatroya uyarlanmış şekli de var.