27 Mayıs 2019 Pazartesi

BLINK



BLINK

Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü

Malcolm Gladwell

2005

Çeviri: Dilan Sarıoğlu

MediaCat Yayınları

2.Baskı – Haziran 2014

221 sayfa



Çok acayip geldi bu kitap bana.

Her şeyi bilmek ve her şeyi düşünmek, çok da iyi bir şey olmayabilirmiş, bunu gösteriyor.

“Cehalet mutluluktur” gibi değil ama, daha çok “Bu bilgi gerçek hayatta ne işimize yarayacak?” gibi.

*

Basit bir örnek vereyim: Laps laps yürüyoruz mesela. Yürürken nasıl yürüdüğümüzü düşünmüyoruz. Eğer düşünmeye kalkarsak; “Şimdi sağ ayağımı ileri atıyorum, sağ ayağım orada dururken sol ayağım onun yanına gelecek ve onu geçecek bu arada önümden insanlar geliyor, onlara çarpmamalıyım, şu taraftan yürümeliyim…” derken otomatik olarak becerdiğimiz yürümeyi artık beceremez hale gelebiliriz.

Yani bazen otomatik pilotta yaşamak o kadar da kötü olmayabilir.

*

Kitapta savaşan iki ordu örnek veriliyor. Ordulardan birinin komutanı diğer ordu hakkında neredeyse tüm bilgilere sahip. Diğer ordunun komutanı ise düşman ordu hakkında çok da bilgi sahibi değil. Ve neticede savaşı çok da bilgi sahibi olmayan kazanıyor. Sebebi ise şu; Çok bilgi sahibi olan komutan, karşısındaki ordunun her adımını çeşitli ihtimallere göre yorumluyor, tam bir karar verecekken yeni bir bilgi akışı geliyor ve tekrar değerlendirme yapması gerekiyor.

Halbuki düşman ordu hakkında o kadar da bilgi sahibi olmayan komutan daha hızlı kararlar veriyor, hareket kabiliyeti daha yüksek oluyor.

Buradan bilginin işe yaramaz olduğu sonucunu çıkarmamak lazım. Yeteri kadar bilgi, önemli olan bu.
 
“Dışarıda yürürken birden üzerinize doğru bir kamyonun geldiğini fark ettiğinizde durup düşünmeye vaktiniz var mı? Tabii ki yok. İnsanoğlunun bugüne kadar hayatta kalmasının yegane sebebi, çok hızlı muhakeme yaparak karar alma mekanizmasına sahip olmasıdır.” Sf.14

*

Detaylı bilgiden ziyade ilk izlenimler de işe yarayabilirmiş.

Kitapta evli çiftlerle uzun uzun terapi yapmaktansa onların birbirleriyle birkaç dakikalık konuşmasından sonuçlar çıkartan ve bu sonuçların tamamına yakını doğru olan bilim insanlarından bahsediliyor.

Başka bir örnek olarak;

“Mesela üniversitedeyken bir öğretim üyesinin ne kadar iyi bir hoca olduğuna karar vermeniz ne kadar zamanınızı aldı? Bir ders? İki ders? Bir dönem?”

Buna dair yapılan bir araştırmada öğrencilere bir öğretmenin üç adet onar saniyelik videosunu izletmişler ve öğrenciler öğretmenin performansını değerlendirirken hiç de zorlanmamışlar.

*

Bazen çağrışımlarla da hareket ediyoruz. Mesela siz bu yazıyı okumadan önce belki kitabın adı, belki başka bir şey sizde bir çağrışım yarattı. Ve bu sadece bir-iki saniye sürdü. 

İşte kitap da “O iki saniyede neler olduğunu hiç merak etmiyor musunuz?” sorusundan yola çıkmış. 

Blink de aslında bu demek, göz açıp kapayıncaya kadar kısa sürede, yani düşünmeden verdiğimiz kararlar.

*

Daha önce günlük yazardım. Ve duygularımı, düşüncelerimi yazmanın iyi bir şey olduğunu sanırdım. Ama sonradan bunun bana çok da iyi gelmediğini görüp günlük yazmayı bıraktım, daha önce yazdıklarımı da attım.

Bu kitapta da düşünceleri yazmanın pek de iyi bir fikir olmayabileceği anlatılıyor. Sebebi kelimelerin her zaman duygu ve düşüncelerimizi tam olarak yansıtamıyor oluşu.

“Düşüncelerinizi yazdığınızda çözüm bulmak için ihtiyacınız olan aydınlanmayı yaşama ihtimaliniz büyük oranda azalır.” Sf.88

Yazar bu kanıya bir insanın yüzünü tarif etmekten yola çıkarak varıyor. Bir topluluk içinde tanıdığımız bir insanı fark ederiz. Peki başkasına o insanı nasıl tarif ederiz? Kitaptaki deneylerde hiç de doğru tarif edemediğimiz ortaya konmuş.

*

Kitapta pek çok deneyden bahsediliyor. Hepsi birbirinden çarpıcı.

*

Bazı deneylerde dış faktörlerin kararlarımızı ne kadar etkilediğine dair çarpıcı sonuçlar var. Örneğin bir muhabbette yaşlılıkla ve hastalıkla ilgili konular geçti, bu muhabbetin ardından yürüyüşünüz bile değişiyormuş.

Deneyde bir grup insanla bu konuları, diğer grupla da bunun tersi konuları konuşmuşlar. Yaşlılıktan bahsedilenlerin yürüyüşü kamburlaşmış, diğerlerininki daha canlıymış.


Aslında komik değil mi?

Bu kadar dış etkenlere açık olmamız çok zayıflık.

*

Neticede kitaptan anladığım; bilgi önemlidir, ama içgörümüz de bir o kadar önemlidir. Belki de bu yüzden yapay zekalar çok da ileri gidemeyecek, çünkü insan içgörüsü hiç de yabana atılacak bir şey değil.

*

Yazarın bir diğer kitabı için bkz: Outliers-Çizginin Dışındakiler



ERKEK BEYNİ




ERKEK BEYNİ


(The Male Brain)


Dr. Louann Brizendine

2018

Çeviren: Gül Tonak

Say Yayınları

4. Baskı – 2014


334 sayfa



Aynı yazar önce “Kadın Beyni” adlı bir kitap yazmış. Onu okumadım, çünkü kadın beyni zaten bende var, ne okuyacağım? Sonra da bu kitabı yazmış.

*

İnternette dönen bir geyik var: 

İki oğlum var. Kız çocuğum olunca evde daha önce hayvan beslediğimi anladım.”

Ağır bir laf tabii ama erkek çocuğun biraz haşarı olmasına dem vuruyor.

Kitapta da erkekleri bebeklikten alıyor, çocukluk- ergenlik-babalık-yaşlılık olarak dönem dönem değerlendiriyor.

Erkek çocuklar için diyor ki:

”Erkek çocuklar hareket etmeye, başka şeyleri hareket ettirmeye ve hareket eden şeyleri izlemeye programlanmışlardır.(…) Hareket etmek için büyük bir heves duymak erkek beyninin biyolojik yapısıyla ilgilidir.” Sf.32



Kitapta gerçek insan hikayeleri de anlatılıyor. Yazar aynı zamanda kendisine danışanların hikayesini de anlatıyor. Orada bir kız çocuğu olan anne, sonra erkek çocuk sahibi olunca erkek çocuğunun kız çocuğundan farklı olan yanları nedeniyle biraz bocalıyor. Annenin dediğine göre erkek çocuk çok göz teması kurmuyormuş, çok hareketliymiş, biraz öfkeliymiş…vb. Yazar da diyor ki:

”Harvard’daki araştırmacılar erkek bebeklerin kız bebeklere göre daha hızlı öfkelendiklerini ve bir kere kızdılar mı daha zor yatıştırılabildiklerini ortaya koydular. Bu yüzden ebeveynler ilk etapta oğullarının hislerini çözümlemekte kızlarına göre daha fazla uğraşıyorlar.” Sf.33

Yine kız çocuk ve erkek çocuk arasındaki bir başka fark olarak:

“Araştırmacılar, bir erkek bebeğin yedi aylık olduktan sonra annesinin kızgın ya da korkmuş olduğunu anlayabileceğini ortaya çıkardılar. Ancak bu aynı bebek on ikinci aydan itibaren annesinin ifadelerine karşı bağışıklık geliştirip bunları kolaylıkla görmezden gelebilir. Kızlar için ise tersi söz konusudur.” Sf.36

*

Erkek çocukların oyuncak tercihinde silaha yönelmesi de yine beyinleriyle alakalı deniyor. Erkek beyni saldırganca koruma içgüdüsüne sahipmiş ve bu yüzden oyuncak silahlar erkek çocukların ilgisini çekiyormuş. Erkek maymunlar üzerinde yapılan deneyde de benzer şey görülmüş.

Öfkeyi ifade etmek erkekler için daha sıradan görülüyormuş. Çünkü:

“Bir erkeğin beynindeki öfkeyi baskılama merkezi olan septum kadın beynindekine göre daha küçüktür, bu yüzden de öfkeyi ifade etmek erkekler için kadınlara göre olduğundan daha sıradan bir tepkidir.”

Erkek beynindeki doğumdan önce oluşmaya başlayan öfke-saldırganlık devreleri, ergenlik döneminde güçleniyor, yetişkinlik döneminde de sosyal riskler almak ve saldırganlık erkeğin hayatının alışıldık bir parçası oluyormuş.

Burada yazar uyarıyor tabii, erkek beyni böyle diye saldırganlığı hoş görecek değiliz. Beynimizi ve hormonlarımızı birlikte huzur içinde yaşamaya göre kontrol edebilmeliyiz. 

“Bu beyin biyolojisi erkeklere barbar olma izni vermez ama erkeklerin niçin mertliklerini koruma konusunda bu kadar inatçı olduğu hakkında bize bir öngörü sağlayabilir.” Sf.130

*

Kadınlar tarafından bazen erkekler duygusuzlukla itham edilir. Aslında olansa erkeklerin duygularını saklamayı -farkında olmadan- öğrenmesiymiş.

“Erkekler çocukluklarından itibaren soğukkanlı davranmanın ve korkularını saklamanın erkekliğin yazılı olmayan kanunları olduğunu bilirler.”

*

Eş bulma ve cinsellik konularına da elbette değinen yazar ileri yaşlarda erkeklerin testosteron hormonlarının salgılanmasının azalıp östrojen hormonlarının arttığını belirtiyor ve bu noktada  erkeklere “Aramıza hoşgeldiniz” diyor. Çünkü artık saldırganlığın azalması, karşı tarafla daha çok empati kurabilme, merhamet ve şefkat duygularının artması söz konusu oluyormuş. Torunlarına karşı sevgi dolu dede olmayı buna bağlıyor yazar.

*

Kadın ve erkek beyin devreleri belli ki yüz binlerce yıl farklı hormonlarla çalışmak üzere ayarlanmış. Bu anlamda farklıyız. Ama tabii ki bu durum toplumsal eşitlikle karıştırılmamalı.

Yazar kitabının son sözü olarak erkekler ve kadınlar arasındaki anlaşmazlıkların çoğunun doğuştan gelen farklılıklarımızı kavrayamadığımız ve gerçekçi olmayan beklentilere girdiğimiz için olduğunu söylüyor.

Erkeklerden bahsetmişken; kendileri hakkında burada bahsettiğim bir başka kitap için 

bkz: Erkeklik:İmkansız İktidar

*

Bu arada kitap 334 sayfa gözüküyor ama aslında 163 sayfa. Gerisi notlar ve kaynakça. Daha çok var diye okurken birden bitince fark ettim. :)


13 Mayıs 2019 Pazartesi

MONTE CRISTO KONTU



MONTE CRISTO KONTU

(Le Comte de Monte-Kristo)

Alexandre Dumas

1844

Çeviren: Aysel Altınel

İthaki Yayınları

1243 sayfa



Muh-te-şem

Son bir aydır –hatta biraz daha fazla- bu kitabı okuyordum. Binikiyüzkırküç sayfa olduğu için oku oku bitmiyor maaşallah. Ama şu var ki, daha da olsa okurdum. O kadar bayıldım o kadar bayıldım…
Buradan öncelikle e-kitap okuyucuma teşekkür etmek istiyorum. İyi ki var bu icat. Zira fiziki olarak tuğla gibi iki ciltten oluşuyor bu kitap. En çok da dışarıda yollarda, cafelerde, adliyede duruşma beklerken kitap okuduğum için yanımda taşımam kolay olmazdı. Taşımazdım da zaten. Evde ise çok kitap okuyamıyorum ben. Değil bir ay bir yılı bulurdu o zaman bitirebilmem. Tabii fiziki kitabın yeri de ayrı onu da seviyorum ama e-kitabın yarattığı pratiklikten memnunum.

Bildiğiniz Hikaye

Aslında romanın anlattığını pek çok kişi biliyordur. Çünkü çeşitli dizilere, filmlere de esin kaynağı olmuş bir eser.

Haksız yere hapse atılan birinin kendisini hapse atanlardan intikam alma hikayesi, diye tek cümleyle özetleyebilirim.

Ancak bu tek cümlenin açılımını bilseniz… Tadından yenmiyor…

Çocuk Kitabı Formatı

Çocukken okumuştum ben bu kitabı aslında. Fakat 50 sayfaydı J

Çocukken bu da dahil pek çok dünya klasiğinin çocuklar için kısaltılmış metinlerini okumuştum. Ve böylece kendimi dünya klasiklerini okumuş bitirmiş sanıyordum daha 12 yaşımda.

Yıllar sonra bir kitapçıda gördüm, benim 50 sayfa olarak okuduğum Sefiller aslında 1000 sayfaymış. O zaman anladım gerçeği.

Monte Cristo Kontu’nu çok beğendiğim için kardeşlerime de kitabı almak istedim. Okuyup beğendiğim kitapları onlara da alıyorum. Okurlar okumazlar, kendileri bilir. Kitaplıklarında dursun belki bir gün ilgilerini çeker. Ya da çekmez, canları sağ olsun.

Ama kitabın kalınlığını görünce iki kardeşimin de gözü korktu, gayet ne bir şekilde “Yok okumayız” dediler. J

Ne olur gözünüz korkmasın. O kadar heyecanlı akıyor ki, bırakamıyorsunuz zaten kolay kolay.
Çocuk kitabı olan şeklini de tekrar okudum bu arada. Bunun üzerine cila olarak. O kadar şeyi nasıl anlatmış ya da daha doğrusu anlatmamış, hangilerinden feragat edilmiş, merak ettim.

Yalnızca temel hikayeyi anlatıyor tabii ama yan karakterlerin de hikayesi okunmaya değer. Bir de Monte Cristo Kontu lakaplı Edmon Dantes’in nasıl incelikli, nasıl sabırla, nasıl sakin intikam yolculuğuna çıktığı o kadar zarafetle işleniyor ki romanda, özeti o tadı vermiyor.


İlmek İlmek

Monte Cristo Kontu lakaplı Edmond Dantes’in nasıl incelikli, nasıl sabırla, nasıl sakin intikam yolculuğuna çıktığı o kadar zarafetle işleniyor ki romanda, özeti o tadı vermiyor.
Romanda ayrıca dönemin siyasi atmosferinden de bahsediliyor. Kral ve Napolyon taraftarları arasındaki çekişme, iktidarı alan tarafa göre eskinin makbullerinin sonradan suçlu sayılması gibi.
Fransa liderlerinin yanı sıra başka bir tarihi şahsiyet olarak Tepedelenli Ali Paşa da geçiyor hikayede.

Türkler

Türklerin de bahsi geçiyor kitapta.

Türk halısı, Türk kumaşı, Türk ipeği… gibi otantik bir unsur olarak.

Ya da:

“Kahveyi nasıl içersiniz?’ dedi yabancı: ‘Fransızlar gibi mi Türkler gibi mi, koyu mu açık mı, şekerli mi şekersiz mi, soğuk mu sıcak mı? Seçim sizin: her biçimde hazırlanabilir.’ ‘Türkler gibi içeceğim’ diye yanıt verdi Franz.”
diye Türk kahvesi olarak. (Böyle şeyler beni heyecanlandırır.)

Cemiyet Hayatı

Monte Cristo Kontu’nda Fransız cemiyet hayatını görüyoruz. Kontlar, prensler, prensesler… Bana bu açıdan Tolstoy’un Anna Karenina’sını anımsattı. Onda da Rus cemiyet hayatı vardı.

Müthiş kibar bir konuşma dili var bu insanların:

“Bağışlayın Mösyö’ dedi Franz bu kez, ‘Möstö Nortier’nin görüşmek istediği kişi ben olduğuma göre onun isteğini yerine getirmek özellikle bana düşer sanırım; zaten henüz bu onuru bana vermesini rica etme fırsatı bulamadığım için ona saygılarımı sunmaktan mutluluk duyacağım.”

Bu noktadaki insanların ayırt edici özellikleri giyimleri kuşamlarının yanı sıra bu kibar konuşma dilleri zaten

Özeti

Edmond Dantes denizcidir ve çalıştığı geminin patronu Morrel tarafından da sevilmektedir. Ancak onun yükselmesinden rahatsız olan biri vardır: Danglars.

Danglars geminin muhasebecisidir ve tekinsiz bir adamdır. Dantes’in gemide daha üst bir konum edinmesini istemez, çünkü öyle bir durumda işinden olacağından korkar. Halbuki Dantes her ne kadar Danglars’ın güvenilmez biri olduğunu anlamışsa da ona karşı bir garezi yoktur.

*

Dantes’in Mercedes adında sevdiği bir kız vardır. Kız da onu sever. Evlenme planları yaparlar.
Ancak Mercedes’e aşık biri daha vardır: Fernand. Mercedes Fernand’ı arkadaş olarak sevmektedir. Dantes, Fernand’ın Mercedes’e yakınlığından rahatsızdır ama Mercedes Fernand’a karşı bir şey hissetmediğinden bunu büyütmez.

*

Danglars ve Fernand, Dantes’e karşı bir olurlar ve Dantes hakkında asılsız bir ihbar mektubu yazıp ajanlıkla suçlayarak savcıya ulaştırırlar.

Dönem, krallık dönemidir. Napolyon taraftarları düşman sayılmaktadır. Napolyon’a “Zorba” taraftarlarına da “Bonapartçı” denmekte, yakalananlar cezalandırılmaktadır.

Halbuki bundan önce de Napolyon ve taraftarları makbul sayılmaktaydı.

İktidar değiştikçe düşmanlar değişiyor, eskinin makbulleri şimdinin suçluları sayılıyor. Bu açıdan çarpıcı bir siyasi iklimi var romanın geçtiği dönemin.

Danglars ve Fernand, ihbar mektubu yazarlarken yanlarında Gaspar Kadrus adında biri daha vardır. Terzilik yapan Gaspar, o esnada sarhoştur ama sonra olalar gelişince de gerçeği söylemez.

*

Dantes, düğün gecesi savcı Gerard de Villefort’un karşısına getirilir.

Savcı başlangıçta Dantes’i salıvermeye yakınken sonra mektubun içeriğinde kendi babasının Bonapartçı ajan olarak yazıldığını görür. Eğer bu mektup ortaya çıkarsa babası öldürüleceği gibi kendi kariyeri de mahvolacaktır. O yüzden mektubu yakar, Dantes’i de hapse attırır.

*

Dantes, neden tutuklandığını anlamaz.

Tek başına kaldığı hücrede bugün yarın çıkacağını düşünür.

Onu sevenler de.

Patronu Morrel, onun için çok uğraşır ama bir sonuç elde edemez.

Dantes’in babası bu arada ölür.

Mercedes de Fernand ile evlenir.

Dantes, tam on dört yıl hapiste kalır.

*

Hapiste tünel kazarak başka bir hücredeki mahkum ile tanışır. Rahip olan bu mahkumun deli olduğunu düşünür herkes. Çünkü çok büyük bir hazineye sahip olduğunu ve kendisini hapisten çıkarana bunu vereceğini söyler. Kimse de inanmaz. Dantes ise bu durumla ilgilenmez. Konuşabileceği birinin olması ona yeter.

Rahip çok bilgili, çok donanımlı biridir. Dantes ise eğitimsiz bir gençtir. Rahip, Dantes’i eğitir. Gardiyanlar tarafından pek kontrol edilmedikleri için de epey zaman geçirirler.

Dantes, kendisini kimin neden hapse attırdığını henüz bilmezken Rahip ona yol gösterir. “Hapse girmende kimin ya da kimlerin menfaati var?” diye sorar ve sonra çorap söküğü gibi gerçekleri ortaya çıkarır bilge Rahip.

Dantes de intikam yeminini eder.

Bir gün Rahip fenalaşır. Kendisini uzun süre iyi tutacak ilaçları yapabilmeyi becermiştir ama artık dayanamaz ve ölür. Ölmeden önce Dantes’e de hazineden bahseder.

Gardiyanlar, rahibin cesedini bir çuvala koyarlar ve daha sonra almak üzere giderler.

O esnada Dantes, rahibin odasına girer, rahibi çuvaldan çıkarıp onu kendi odasına koyar ve çuvala girer. Böylece gardiyanlar, ölüyü almaya geldiklerini sanıp Dantes’i alırlar.

Dantes, bir mezara gömüleceğini düşünür, oradan çıkma planları yapar.

Ancak kaldığı şatoda ölen mahkumlar, meğer mezara gömülmüyor, uçurumdan denize atılıyormuş.

Dantes de kendisini denizde bulur. Neyse ki çuvaldan çıkar ve kurtulur.

Denizci olduğunu söyleyerek gemilerde çalışır bir süre.

Sonra rahibin söylediği hazineyi bulmaya gider. Hazine Monte Cristo Adasındadır. Ve gerçekten de hazine vardır.

*

Edmond Dantes artık çok zengindir ve intikam alacaktır.

*

Danglars da Fernand da çok zengin olmuşlardır. Dantes’i de tamamen unutmuşlardır.

Dantes, kendisini Monte Cristo Kontu olarak tanıtarak cemiyet hayatına girer. Herkesin sevgisini ve saygısını kazanır.

Eski patronu Morrel, iflas etmiştir. İntihar etmeyi düşünürken Monte Cristo Kontu ona para sağlayarak hayatını kurtarır. Ancak bu iyiliği yapanın kim olduğunu Morrel ailesi bilmez.

Morrel’in oğlu Maximilien de Monte Cristo Kontunu sevmektedir.

*

Fernand subaylık yapmış ancak vatana ihanet etmiş, düşmanla işbirliği yaparak zengin olmuştur. Dantes, bunu ortaya çıkarır. Fernand’ın tüm saygınlığı ve şerefi yerle bir olur.

Mercedes, en başından beri Monte Cristo Kontu’nun kim olduğunu anlamıştır ama artık eski Mercedes değildir. Her ne kadar Dantes’i sevse de kendisini suçlu hissetmektedir.

Fernand ve Mercedes’in oğlu Albert da Monte Cristo Kontunu sevmiştir. Ancak Monte Cristo Kontu, az kalsın Albert’i öldürecekti. Mercedes’in yalvarmaları neticesinde vazgeçiyor.

*

Savcı ile de yakınlık kuran Monte Cristo Kontu, savcının eski eşinin anne ve babasını zehirlenerek ölmelerini sağlar. Ailesindeki ölümler nedeniyle sarsılan savcının bu defa da kızı zehirlenerek ölmüştür. Katil ise savcının eşidir. Her şey kendi oğluna kalsın diye üvey kızını öldürmeye kalkmış kadın.

Ama kız ölmüyor. Monte Cristo Kontu buna da müdahale ediyor. Kız ve Maximilien birbirlerini seviyorlar. Oysa kızı başkasıyla evlendirmek istiyorlar. Adı Franz. Aileler için iyi bir evlilik diye düşünülüyor.

Fakat sonra Franz, savcının babası Nortier’in yıllar önce kendi babasını öldürdüğünü öğreniyor. Düğün iptal oluyor.

Onun öncesinde de savcı gençken Danglars’ın karısıyla aşk yaşamış. Bu aşktan bir çocukları olmuş. Savcı bu çocuğu gömmeye kalkmış. O esnada savcının bir düşmanı savcıya saldırmış Savcıyı öldürdüğünü sanıp çocuğu da almış.

Monte Cristo Kontu, bu çocuğu buluyor. Artık büyümüş ve suça bulaşmış bu yoksul adamı zengin diye tanıtıp cemiyet hayatına sokuyor. Sonra da Danglars’ın damadı yapmaya çalışıyor. Tüm bu gerçekler de savcının yer aldığı bir duruşmada çat çat ortaya seriliyor.

*

Artık bankacı olan ve paradan başka bir şey düşünmeyen Danglars’ın borsada kaybetmesini sağlıyor Monte Cristo Kontu. Ardından Danglars’ın kızının fakir bir adamla evlenmesine öncülük ediyor. Yukarıda da anlattığım gibi bu damadın gerçek yüzü ortaya çıkıyor.

Bu damat aynı zamanda Gaspar’ı da öldürüyor. Hani terzi olan. Gaspar çok pis bir adam. Yalancılık, düzenbazlık, cinayet, hırsızlık, hepsi bunda var. Açgözlülüğü nedeniyle ölüyor sonunda.

Çok para kaybeden Danglars, alacaklılardan kaçıyor. Kaçtığı yer Roma. Burada eşkıyaların eline düşüyor. Dantes bu eşkıyaların da saygı duyduğu bir isim ve Danglars’ın milyonlarını alıyorlar. Ama Dantes, Danglars’ı sonradan affediyor.

*

İntikamlar alındı. Dantes artık, köle olarak satın aldığı Haydee ile hayata tutunmaya çalışıyor.

Haydee Tepedelenli Ali Paşa’nın kızı ve Monte Cristo Kontuna aşık. Monte Cristo Kontu ise bu aşka karşılık vermiyordu, çünkü intikamdan başka bir şey düşünmüyordu. Artık her şey bittiği için yeni bir sayfa açıyor kendisine.

Tekrar Okumalık

Birkaç yıl sonra tekrar okuyacağım bu romanı. Yine muhteşem bulacak mıyım merak ediyorum. Çok aşırı beğendim şu an çünkü. Bir de bu okumam biraz yüzeysel kaldı olayların heyecanına kapıldığımdan. Özellikle sonlara doğru neredeyse her bölüm sonunda şaşkınlıkla ve heyecanla “Oha!” diyerek ayı gibi okudum. Bir dahakine daha sakin bir şekilde ve özellikle hikayenin geçtiği dönemi inceleyerek okuyacağım.