Ahmet Ümit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Ümit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2025 Çarşamba

BİR AŞK MASALI

 


BİR AŞK MASALI

Ahmet Ümit

2022 

Yapı Kredi Yayınları

1.Baskı - Ekim 2022

248 sayfa


Beş ülkenin beş prensi aynı rüyayı görmüş. Rüyalarında çok güzel bir kız görmüşler. Uyanınca o kızın peşine düşmüşler. Kızı bulamamışlar. Sonra rüyalarında kızı gördükleri kenti inşa etmeye başlamışlar, kız belki o kente gelir diye. Kız gerçekten de gelmiş. Fakat beş prens hayvan gibi davranarak kızı yakalamaya çalıştıkları için kız kaçmış, kuş olup olmuş. Bu beş prens de el elde baş başta inşa ettikleri kentte sıkışıp kalmışlar. 

Bu. Masal bu. Beş prens için de aynı hikaye farklı isimlerle yaşanıyor. 

Her prens kendi ülkesinin kahinine gidip rüyasını yorumlatmış. Kahinler bu rüyayı aşka çağrı olarak yorumlamış ve prenslerin o kızı bulmalarını söylemiş. Bunu haber alan krallar, prenslerin aklını karıştırıyor diye kahinleri hapse atmışlar. Prensler kahin olmadan rüyalarındaki kızı bulamayacakları için kahinleri bırakması için kral babalarına yalvarmışlar. Krallar, bir gün önce zindana attıkları kabinlerin bu kadar çabuk çıkarılmasına halk ne tepki verir bilemedikleri için düşünceliymiş, prensler şunu akıl etmişler. Kral da rüyasında kahini salmasını görsünmüş. Böylece kahinler serbest bırakılmış. Kahinler bulutlara, nehirlere, yıldızlara bakarak fal bakmışlar. En sonunda Aşk Tanrıçası heykeline yönlendirmişler. Heykel dile gelmiş. Prenslere aşk yolculuğu için öğütler vermiş. Bu yolculukta önemli olan beş erdem var, demiş: Kararlılık, cesaret, tutku, iyilik, özgürlük. 

Kahin, Buz Ülkesi prensine demiş ki, aradığınız kız Mavi Göl’ün kıyısındaki Öfke Mağarası’nda Beyaz Dev’in esiri. Prens gitmiş Öfke Mağarası'ndaki masum kızın yerini bulmuş. Devi bayıltmış. Ama kız müdahale etmiş, o zararsız, ben onu seviyorum o da beni diye. Prens de vazgeçmiş. Aradığı kızın bu olmadığını anlamış. Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş sonra: Hani kararlılık, cesaret, saymıştım beş ilke, n'oldu, yemedi mi prensim, diye. Prens, rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş. 

Kum Ülkesi prensine kızın çölde Cesaret Vahasındaki savaşçı kız olduğunu söylemiş kahin. Kız, kendisini yenen erkekle evlenecekmiş. Nice yiğitler bunu başaramamış. Prens yenmiş ama Savaşçı Kız peçesini indirince prens onun rüyasında gördüğü kız olmadığını anlamış. Vazgeçip ülkesine dönecekken Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş. Bunun üzerine prens rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş.

Kahin, Su Ülkesi prensine aradığı kızın Yalnızlık Körfezi’ndeki denizkızı olduğunu söylemiş. Prens kızı bulmuş. Ama onun rüyasında gördüğü kız olmadığını anlayınca vazgeçip ülkesine dönecekmiş ki  Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş. Bunun üzerine prens rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş.

Rüzgar Ülkesi prensine kahin, aradığı kızın Asalet Şatosu’ndaki intikamcı kız olduğunu söylemiş. Kız,  Eğri Orman’da Asalet Şatosu'nda baloya katılanlar arasından evleneceği adamı seçecekmiş. Prens bu baloya katılmış ve kızı bulmuş. Ama onun rüyasında gördüğü kız olmadığını anlamış ve vazgeçip ülkesine dönecekmiş ki  Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş. Bunun üzerine prens rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş.

Dağ Ülkesi prensinin aradığı kız, kahinin demesine göre Umut Dağı’ndaki cüzamlı kızmış. Prens, merhemini bulup kızı iyileştirmiş. Ama onun rüyasında gördüğü kız olmadığını anlamış ve vazgeçip ülkesine dönecekmiş ki  Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş. Bunun üzerine prens rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş.

Beş prens yine rüyalarında aynı kızı görmüşler. Bu kez kızı değil, kızı gördükleri kenti aramaya koyulmuşlar. Buz Prensi rüyasında gördüğün kentin Kristal Kent, Kum Ülkesi prensi Saklı Kent, Su Ülkesi prensi Batık Kent, Rüzgar Ülkesi prensi  Hüzün Kenti, Dağ Ülkesi prensi Ölü Kent'e gitmişler rüyalarında gördükleri kente benziyor diye. Gitmişler ama rüyalarındaki kentin buralar olmadığını görmüşler. Başka ülkelerde o kenti aramak üzere yola çıkmışlar. 

Başka bir ülkeye gitmek için önce Araf’a yolu düşermiş insanın. Prensler de birbirlerinden habersiz çıktıkları bu yolda Araf'ta Dostluk Denizi’ne bakan Mucize Han’a gitmişler. Orada diğer prenslerle karşılaşmışlar. Hiçbiri rüyalarında aradıkları kızı ve kenti bulmaya geldiklerini söylememiş. Buz prensi kızaklar için güçlü köpekler, Kum prensi dişi deve almak, Su prensi tekneler için sağlam kereste, Rüzgar prensi hızlı ve güçlü atlar, Dağ prensi fillerin ömrünü uzatacak iksir için geldiklerini söylemişler. Bir kadeh şarabın ardından dilleri açılmış. Gördükleri kentlerin diğer ülkelerde de olmadığını öğrenince boşa mı uğraştık diye üzülmüşler.

Hancının tavsiyesiyle rüyalarında gördükleri kenti kendileri yapmaya karar vermişler. Anlamsızlık Ovasına kenti kurmaya başlamışlar. Beş yıl sonra Aşk Kenti kurulmuş.

Rüyalarındaki kız gerçekten kente gelmiş. Beş prens kızı yakalamaya çalışırken kız darmaduman olmuş. Prensler kentin kapılarını örmüş kız kaçamasın diye. Yaşlı Hancı kızı kurtarmış, artık özgürsün demiş ve kız güvercine dönüşüp uçup gitmiş. 

Aşk Tanrıçası demiş ki prenslere, bu mı sizin sevginiz, tü sizin sıfatınıza kahrolasıcalar!

“Beşinize bir tek sevgili gönderdim ki asıl seçicinin kadın olduğunu öğrenin diye. Çünkü kadın istemezse, birleşme olmaz. Kadın özgür olmazsa aşk yaşanamaz." Sf.245

Prensler, kendi elleriyle ördükleri kapıları açmaya çalışmışlar ama kapılar açılmamış. Kendi yarattıkları zindanda kalakalmışlar. 

Demek ki neymiş? Özgürlük yoksa aşk da yokmuş. 

Koca adamın yazdığı kitaba bakın ayy!


10 Nisan 2022 Pazar

KAYIP TANRILAR ÜLKESİ

 


KAYIP TANRILAR ÜLKESİ

Ahmet Ümit

2021

Yapı Kredi Yayınları

1.baskı- Haziran 2021

502 sayfa


Almanya'da gerçekleşen esrarengiz Türk cinayetlerini konu alıyor kitap. İlk akla geldiği üzere cinayet sebebinin ırkçılık olduğu ve katillerin de neonaziler olduğu sanılıyor, fakat işin aslı sonradan anlaşılıyor. 

Cinayetleri esrarengiz kılan, içinde mitolojik unsurlar barındırması. Bu açıdan da mitolojiye yeni başlayanlar için birebir. Aptala anlatır gibi anlatmış Zeusgilleri ki tam da ihtiyacım olan buydu. 


Mitolojiye Giriş 101:

Önce Gaia (Toprak Ana) varmış. Uranos’u yaratmış. 

Uranos çocuklarını beğenmemiş. Toprağın derinliklerine gömmüş. Gaia buna çok üzülmüş. Çocuklardan sadece Kronos cesaret edebilmiş babasına karşı çıkmaya. Gaia ona çelikten bir tırpan yapmış ve demiş ki:

“Al bunu ve yen onu. Babasının gölgesinde yaşayan çocuklar asla büyüyemezler. Babasına muhtaç olanlar hiçbir zaman özgür olamazlar. Babalarının merhametine sığınan oğulların yaşamaya hakları yoktur.” Sf.44

Kronos babasının hayalarını kesmiş. Uranos lanetlemiş onu senin de hükümranlığın çocuklarının elleriyle sona ersin, diye.

Kronos tahta çıkmış. Babasının toprağa gömdüğü kardeşlerini kurtarmış. 

Kronos'un karısı Rheia'dan çocukları olmuş: Hestia, Demeter, Hera, Poseidon, Hades, Zeus.

Kronos, babasının başına gelenlerin kendi başına gelmesinden korkmuş. Acımasızlaşmış. Çocuklarını yemiş. Kurtardığı kardeşlerinden bazılarını yeniden toprağın derinliklerindeki Tartoros’a hapsetmiş, bir kısmını da itaat etmeleri koşuluyla serbest bırakmış. 

Rheia ve Gaia, Kronos’un zalimliğine son vermek için plan yapmışlar: Zeus doğar doğmaz Girit’e kaçırmışlar. Evladını yemek için gelen Kronos’a Zeus yerine kundaklanmış bir kaya vermişler. Onu yemiş Kronos. 

Zeus vakti gelince Kronos’un karşısına çıkmış. Kardeşlerini kurtarmış onun midesinden.  Kronos'u ise öldürmemiş, Tartaros'a göndermiş.  

Kronos'un yer altına attığı kardeşleri olan titanlar, Tanrıların egemenliğinde yaşamak istememişler, isyanlar çıkarmışlar yeryüzünde. İlk savaş başlamış Tanrılar ve titanlar arasında.

Zeus, Kronos’un kardeşi olan titanları yenmiş, onları Tartaros’a atmış. 

Zeus, Tartaros’taki babası Kronos’a:

“Çocuklarından nefret edenler sonsuza kadar nefretle anılacaktır. İster ölümlü olsun, ister ölümsüz, kendi soyuna ihanet edenler, ihanetin en korkuncuyla cezalandırılacaktır.” Sf.123

demiş, ancak Zeus da zamanla evlatlarının kendisini tahtından edeceğinden korkmaya başlamış. O da çocuklarını mideye indirmiş. 


Cinayet Olayı:

Bu bilgilerden sonra kitaptaki cinayet konusuna gelelim.

Başkomiser Yıldız. 

Yardımcısı Tobias.

Kalbi kesilip atılmış bir maktul buluyorlar. Maktul, Zeus'a kurban edilmiş gibi bir ritüel ile öldürülmüş. 

Maktulün adı Cemal Ölmez. Cemo derlermiş. Yazılım mühendisiymiş. Mitoloji ile de ilgilenirmiş. Zeus Altarındaki heykellerin resmini yapmak istiyormuş. Tanrı yüzleri yerine ise aile üyelerinin yüzlerini koyuyormuş. Örneğin babasının yüzünü Kronos’un yüzü yapmış. Kendisini de Zeus. 

Cemal'in ailesi eskiden Bergama’da yaşıyormuş. Pergamon Müzesinde çalışmış dedeleri. Mitolojiye ilgisi ailesinden kaynaklanıyormuş yani. 

*

Alex, Cemo’nun sevgilisi. Telefonda en son onunla konuşmuş.

Alex ile konuşuyor polisler. Abisi Hüseyin yapmıştır, diyor Alex. Cemal’in eşcinselliği yüzünden:

“Türkiyeli aileler arasında böyle vakalar görülüyordu. Gerçekten de cinayet nedeni Cemal’in eşcinselliği olabilirdi.” Sf.68

Aileyi soruşturuyor polisler. 

Ailenin Bergama'daki kazılarla nesiller boyu ilgisi olmuş. 

Pergamon kazılarını başlatan Alman Carl Humann, Zeus Altarını ve tarihi eserleri Almanya'ya getiren kişi. 1870’lerde Osmanlı’ya yol yapmaya gelen bir mühendis iken arkeoloji ile de ilgileniyor. Büyükdede Cemal onun yanında çalışıyor, amelelik ediyor.

Cemal’in çocukları: Orhan ve Recep.

Recep rahmetli olmuş on beş yıl önce. Recep’in çocukları Mehmet ve Davut; torunu, İhsan. İhsan akrabalar arası bir kavgada ölmüş. Davut’un çocukları: İhsan, Haluk, Hülya. Haluk arkeolog.

Orhan’ın tek çocuğu: Kerem.

Kerem’in çocukları: Hüseyin, Cemal (ölen)

*

Büyükbaba Orhan, alzheimer imiş ve kayıpmış.

Aile, Cemal'in eşcinselliği yüzünden tartıştıklarını doğruluyor ama ölümle ilgileri olmadığını söylüyor.

*

Polisler Cemal'in ölümünü soruştururken başka ölümler de oluyor.

Cemal'in erkek arkadaşı Alex’in de öldürüldüğü haberi geliyor. Derisi yüzülmüş. 

Dede Orhan Ölmez kayıptı, onun da cesedi bulunuyor.  Orhan'ın cinsel organını kesmiş katil. Kronos da babası Uranos’un cinsel organını kesmişti. Cinayeti oğlu mu yaptı o zaman?

Olay yerine Orhan’ın oğlu Kerem ve onun oğlu Hüseyin geliyor. Hüseyin, dedesini öldürenin Kör Rudolf olabileceğini söylüyor. Rudolf naziymiş, aralarında kan davası varmış. Bu yüzden Hüseyin Rudolf’u öldürmeye karar veriyor. Yıldız, Hüseyin’in evine gidiyor. Yüzü kapalı biri ona saldırıp kaçıyor. Hüseyin’in eli, kolu, ağzı, gözü bağlı. Çözüyor Yıldız. Bana bunu Rudolf yaptı, diyor Hüseyin. Sesinden tanımış Rudolf'u. Rudolf gözaltına alınıyor. Ama o saatlerde başka yerde olduğunu kanıtlıyor.

Hüseyin rahat durmuyor. Rudolf’un mekanı olan Germania Spor Kulübü'nü basıyor. (Naziler zamanında Berlin, Germania adıyla dünyanın başkenti olsun diye planlanıyormuş.) Çıkan çatışmada Rudolf ölüyor, Tobias ve Hüseyin yaralanıyor. Rudolf’un mekanından öldürülecek isimler listesi çıkınca katilin o olduğu düşünülüyor. 

Ancak Yıldız böyle düşünmüyor.

Cemal’in patronu Peter Schimmel, Cemal'in sadece patronu değil aynı zamanda arkadaşıymış. Verdiği bilgilerle polislere yardımcı oluyor. 

Ancak Peter bir konuda polislere yalan söylemiş. Peter mitolojiden anlamadığını söylemişti polislere. Fakat anlarmış.  Annesi Pergamon Müzesinde görevliymiş. Cemal’in çizdiği projeyi Peter önermiş. Bunları Peter’in eski kız arkadaşı Kitty’den öğreniyor Yıldız.

Cemal’in evini tekrar arıyor Yıldız. Evdeki gitarda bir ses kayıt cihazı buluyor. Cemal, Alex’i aramış, not bırakmış. Demiş ki, Peter’in arabasında dedemin kokusu vardı.

Yıldız, Peter’in evine giriyor gizlice. Salonda tanrıların resmini görüyor. Resimde Zeus'un yüzü Peter'in yüzü.

Peter’i ve ablası ressam Angela’yı babaları terk etmiş küçükken. Yıldız, resimlerden anlıyor ki babaları Kerem Ölmez’miş.

Kerem, Doğu Berlin'deki Pergamon Müzesine gide gele orada çalışan görevli kadınla ilişki yaşamış. İki çocuğu olmuş. Angela Melek ve Peter Kartal  (Kartal, Zeus’un simgesi) sonra onları bırakıp Batı Berlin’deki karısı ve çocuklarıyla yaşamış. Çocukları Hüseyin ve Cemal.

Büyüyünce Peter babasını bulmuş. Kendisini tanıtmamış. Cemal’i işe almış. Cemal’e resim projesini söylemiş. Cemal, Zeus yerine kendi yüzünü koyunca öldürme fikri canlanmış Peter'de.

Kerem, çocuğu Cemal’in ve babası Orhan’ın cenazesi için Türkiye’ye geliyor. Türkiye'de olacak mezarları. 

Yıldız, Peter'in Kerem'i öldüreceğini düşünüyor ve onu yakalamak için Türkiye'ye gidiyor. Türkiye'de onu Başkomiser Nevzat karşılıyor. Başkomiser Nevzat, Ahmet Ümit'in kitaplarının ana karakteri. 

Cenaze evine gidiyorlar, Kerem orada değil. Almanya’dan Cemal’in patronu Peter gelmiş diye onu karşılamaya çıkmış.

Zeus, babası Kronos’u Tartaros’a hapsetmişti. Yıldız da aile içinde miras meselesi olduğunu bildiği zeytinliğe gidiyor. Katil orada olabilir diye. Oradaki bir sarnıçta buluyorlar Peter ile Kerem'i. Ama geç kalıyorlar. Peter Kerem’i yakalamış, bağlamış. Öldürüyor. Yıldız ve Nevzat durduramıyor. Sonra da Peter, kendini boşluktan atarak intihar ediyor. 

Yani;

Dede - baba -  torun

Uranos - Kronos - Zeus

Orhan - Kemal - Cemal

Dan Brown kitapları tadında olmuş. Bizim topraklarımıza ait kültüre ait olmasını sevdim.

*

Polisiye eserlerde herkesten şüphelenmemizi ister yazar. Sonra da en akla gelmeyecek isim katil çıkar. Burada da aile üyelerinden, arkadaşlardan, akrabalardan, hatta polisin kendi meslektaşından bile şüphelendirip sonra da bunlardan hiçbirinin katil olmaması sürprizi var. Gerçi her okuyucuya sürpriz oluyor mu bilmem ama bana sürpriz oluyor her seferinde.


Bakın Ben Neler Biliyorumculuk:

Değinmediği konu kalmamış yazarın. Almanya’da Türk kadın komiser, gay maktul, gay dansçı cinayet şüphelisi, ırkçılık, devrimcilik… Netflix dizisi gibi. Yuoo hayır, Mahsun Kırmızıgül filmi gibi. Her konudan bahsetme tutkusu var.

Kitaplarda bundan hoşlanmıyorum. Çocuk kitabı değilse yazılan, yazarın ders vermesini can sıkıcı buluyorum. Bunu yapanlardan bir diğeri için bkz: Zülfi Livaneli. Bkz: Azra Kohen

Bu kitapta da Almanya'daki Nazi kundaklamalarının tarihi, Türkiye'deki kanlı 1 Mayıs (1 Mayıs 1977 Taksim) Berlin duvarı dibine gecekondu yapan Türk Osman Amca, Sivas katliamı, Türkiye'de Kominist Parti tarihi, Almanya'daki Türk düğünlerindeki konvoy geleneği... Değinmediği konu yok, didaktik didaktik açıklamalar. İçim sıkılıyor. Bu tarz kitaplarda yazarın "Bakın ben neler biliyorum!" çığlığını duyuyorum.


Ne çiğ kelimeler:

Bu kitabın bir edebi eser olduğunu düşünmüyorum. Polisiye bir kurgu. O yüzden edebi bir tat bırakmadı bende. Hele hele şu ifadelerle edebi bir tat bırakması zaten mümkün değil:

“Hatta polis olduklarını duyduğunda bile pek iplememişti.” Sf.62 

İplememişti mi?


“Hiç tınmadı başkomiser” Sf.97

Tınmadı?


…sağlı sollu yumruklarla süslemeye devam etti Nazi’yi.” Sf.135

Süslemeye?


Ne çiğ kelimeler. Ve bu kelimeler karakterlerin ağzından çıkmıyor. Yani bir konuşma cümlesi içinde geçse bir şey diyemem elbette. Karakterin kendisini ifade etme şekli bu olabilir. Ama bu, yazarın kendini ifade etme şekli. Yazar, bu kelimelerle betimlemeyi tercih etmiş. Iyk!

Bir de yazarın "Türkiyeli" ve "Türk" açmazı var. Yer yer "Türk" diyor, yer yer "Türkiyeli". Ben bu ayrımı bilmiyorum. Türk demek bana yeterli görünüyor. Neden Türkiyeli deme ihtiyacı duyuluyor, bilmiyorum.  Almanyalı diyor muyuz ya da Fransalı? Hayır. O zaman Türkiyeli niye?

*

Bkz: son cümle.  “…sadece kendine ait özel bir depo da topluyordu.” Da bitişik olmalıydı, ayrı yazılmış. Gözüm kanadı.


*

Ahmet Ümit kitapları bana hitap etmiyor. Ama okuyorum. Çünkü popüler ve popüm eksik kalmasın. 




31 Ocak 2016 Pazar

BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ




BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ

Ahmet Ümit

2013

Everest Yayınları - 29. Basım - Aralık 2015

568 sayfa


Ahmet Ümit okumayı uzun zaman önce bırakmıştım. Çok sıkılıyordum çünkü. Karakterlerin o bitmek tükenmek bilmez iç sesleri şişiriyordu beni.

Bir de zaten ben polisiye sevmem.

Ama ekmek ve süt almak için gittiğim A101'de bu kitabı gördüm. 5,95 TL. Acayip indirime girmiş, dayanamadım, aldım.

Ahmet Ümit'in aslında söyleyecek başka şeyleri var da bunları ancak polisiye gibi aksiyonlu bir kurgunun içinde anlatırsa kendisini dinletebilir gibi bir izlenimi var bende. Diğer kitaplarında da, bunda da temelde başka bir dert var. İstanbul olur, tarihi bir olay olur, esas mesele bu. Polisiye kısmı ise bu bilgileri aktarmanın sosu.

Bu kitapta da aslında İstanbul'un göz bebeği Beyoğlu'nun çürümüşlüğü, kentsel dönüşüm adı altındaki rant, sokak çocukları, Gezi olayları... hakkında yazarın söyleyecekleri var, bunu anlatmanın yolu da cinayet minayet.

Mafyatik adamlardan biri öldürülmüş. Onun izini sürüyor Komiser Nevzat ve yardımcıları Ali ile Zeynep.

- Katili söyleyeceğim, uyarıyorum.-

Öldürülen adamın, birbirine düşman iki mafya adamı ile bağlantısı var. Ortada bir de kadın meselesi var. 

Katilse maktulün kız arkadaşının saz arkadaşı.

Bunu da tesadüfen öğreniyorlar. Komiser Nevzat, Ali ve Zeynep, Zeynep'in ailesinin daveti üzerine beraber yemek yiyorlar. Yemekte Zeynep'in ailesinin kökeni hakkında konuşuyorlar. Katil müzisyen de aynı yörelerden gelme. Maktul, uzaktan atılan bir bıçakla öldürülmüş. Bu müzisyenin de zamanında sirkte bıçakla gösteriler yapan biri olduğu ortaya çıkınca enseliyorlar adamı. 

Kitapta Ahmet Ümit'in kendisi de var. Komiser Nevzat'a, polisiye roman yazarı bir adam musallat oluyor.  Gölge gibi takip ediyor onu. Nevzat dışında herkes de pek seviyor bu yazarı. En sonunda Nevzat da bu yazarın bir kitabını alıyor. Kitabın adı: Beyoğlu'nun En Güzel Abisi. Bu, komiser Nevzat'ın lakabı. 

Yeni bir yazar bunu yapsa biraz şımarıklık olarak algılanabilirdi ama Ahmet Ümit artık, kaç tane kitap yazmış adam, bu işten emekli olsa yeridir, hakkı var bu şımarıklığı yapmaya. 

Bir de artık "ağabey" demiyor muyuz? Kalktı mı o? Ya da "Aliciğim", "Zeynepciğim"? Artık abi, Alicim, Zeynepcim diye mi kullanıyoruz? Kitapta hep böyle geçiyor bu ifadeler. Kalktıysa bileyim, ben de kullanmayayım.

20 Mayıs 2012 Pazar

SULTANI ÖLDÜRMEK




SULTANI ÖLDÜRMEK

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım Nisan 2012

Sayfa Sayısı: 517


Dünya çapında ün salmış, saygıdeğer bir tarihçi esrarengiz bir biçimde öldürülür. Ölümünün arkasında son zamanlarda araştırmasını yaptığı konu olduğu düşünülür. Zira bu tarihçimiz Fatih Sultan Mehmet'in tahta geçmek için babasını zehirlediği savını araştırmaktadır. Bu iddia çok tehlikeli bulunur. Çünkü Fatih Sultan Mehmet gibi değeri tartışılmaz bir büyük hakanın böyle birşey yaptığının değil kanıtlanması, iddia olarak dillendirilmesi bile toplumda infial yaratabilir. Bunu önlemek isteyen fanatikler yapmıştır bu cinayeti diye akıl yürütülür başta.

Bu çerçevede Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un fethi de araya sıkıştırılır. Ki kitabın bence en güzel kısmı da bu kısımlardı. 

Geriye kalan kısımlar, cinayeti araştıran ve maktulün kendisi gibi tarihçi olan eski sevgilisi Müştak Bey'in kendi iç sesiydi. Ve o kadar baygınlık vericiydi ki. Ahmet Ümit bunu hep yapıyor. Karakterlerin aklından geçenleri o kadar ayrıntılı ama o kadar gereksiz ayrıntılı anlatıyor ki ''yangın var'' diye bağırasım geliyor. O kadar hafakanlar basıyor anlayacağınız.

Müştak Bey'in  psikojenik füg sanrıları ve bitmek bilmez iç seslerini geçersek, geriye kalan güzel bir roman.

14 Nisan 2012 Cumartesi

KUKLA


KUKLA

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım 2002 Om Yayınevi- 19.Basım 2010 Everest Yayınları

Sayfa Sayısı: 504


Artık işten elini eteğini çekmiş bir zamanların başarılı gazetecisi, yıllardır görmediği üvey kardeşi ile karşılaşır. Ama bu karşılaşma basit bir rastlantı değil, kirli işlere bulaşmış üvey kardeşin planının bir parçasıdır.

Bu plan nedir?

Bu üvey kardeşin olayı nedir?

Perde arkasında yaşanan devlet sırları nelerdir?

Aslına bakarsınız heyecanlı, sürükleyici bir konu ama ne yazık ki kullanılan dil çok bayık. O kadar gereksiz ayrıntılarla dolu ki kitap.

Mesela bazı kitaplar vardır, bir gün okumayın unutursunuz o güne kadar okuduklarınızı. O kimdi, bu kimdi, nerde kalmıştım, koparsınız kitaptan.

Ama diğer bazı kitaplar da vardır ki günlerce okumasanız, döndüğünüzde kaldığınız yerden devam ettiğinizde hiçbir noksanlık hissetmezsiniz. Ahan da bu o kitaplardan. Başladım ben bunu okumaya. Ama sonra araya başka kitaplar, aramıza yollar, yabancı kollar, zor yıllar girdi. Günler sonra geri döndüm ben buna, hiç te o kadar uzun süre ayrı kalmamışız gibi devam ettim kaldığım yerden, tek sayfa bile geri dönme lüzumu görmeden.

Gazeteci kardeşimizin kendi içsel düşünceleri o kadar fazla ki. '' Peki şimdi ne yapmalıyım? Bu işlere bulaşmayı hiç istemiyorum. Ama bulaşmadan da yapamayacak gibiyim. Bir yandan gazetecilik merakım, öbür yandan tembelliğim. Ah bu tembelliğim. İçki yok mu içki. Bir içeyim de kendime geleyim. Hah içtim ,iyi oldu, kendime geldim. Peki şimdi ne yapacağım? Kafam o kadar karışık ki...''

Hay kafasına oklavayla vurduğum.

Tüm bu kafa sıkan gereksiz ayrıntılara katlanabilirim diyorsanız, vatan millet aşkıyla, devlet kontrolünde cinayetler işlemiş, bunu yaparken başka pisliklere de bulaşmış insanlar anlatılıyor burada.

31 Aralık 2011 Cumartesi

PATASANA


PATASANA

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları



Arkeolojik bir kazı esnasında meydana gelen sıradışı cinayetleri içeriyor kitap.

Sıradışı cinayet de ne ise? Sıradan cinayet, basit bir sebepten ötürü sokarsın bıçağı ya da çekersin tetiği. İşi bitirirsin. Buna sıradan cinayet denir. Sıradışı cinayet ise işin içine gizem girince olur. Ne diye öldürüldüğünü anlamak kolay olmaz.

Patasana, bundan yüzyıllar evvel yaşamış bir tarihi karaktermiş. Kralların yazmanı. Ama onu diğer yazmanlardan ayıran ilk gayriresmi tarih yazarı olmasıymış. İşte onun tabletlerini bulmak için işe koyulan ekip, sıradışı ve gizemli cinayetlere tanık oluyor. Olay bu.

Bu arada Patasana'nın tabletlerinde yazdıkları, aslında hiç de yüzyıllar öncesine ait gibi gözükmüyor. Bugün de aynı ölümler, savaşlar, hainlikler, alçaklıklar...İnsanlık var oldukça da var olacak şeyler bunlar.

29 Ekim 2011 Cumartesi

ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR


ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım 2002 Doğan Kitap, 19. Basım 2010 Everest Yayınları

Sayfa Sayısı: 192


Hepsi birbirinden heyecanlı, hepsi birbirinden sürükleyici polisiye vakalar. Okurken çok şaşıracak, akıl almaz cinayetlerin sırrına eriştikçe hayretler içinde kalacaksınız.

Yok la şaka yaptım. Arka Sokaklar'ın kitaplaşmış hali. Orada bir bölümde ,burada üç beş sayfada çözülen cinayetler işte hepsi. Basit, sade, heyecansız.

Arka Sokaklar'ı seven bunu da sevdi.

BAB-I ESRAR


BAB-I ESRAR

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Doğan Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı Kasım 2008

Sayfa Sayısı: 392


Polisiye özelliklerinden çok uhrevi havası ağır basıyor bu kitabın. Kitabın üstünde Ahmet Ümit yazmasa, yazarı Elif Şafak'tır diyeceğim. Elif Şafak'ın ''Aşk''ının Ahmet Ümit elinden çıkmış hali.

Sigortacı Karen Kimya Greenwood, yanan bir otelin sigorta kapsamında sayılıp sayılmayacağını araştırmak için İngiltere'den kalkıp Konya'ya gelir. İsmi de çok havalı bu arada. Yalnız babası Türk olmasına rağmen soyadı neden Türkçe değil, o kısmı anlamış değilim.

Babası Türk, annesi İngiliz olan Karen, Konya'ya geldiğinde esrarengiz olaylarla karşılaşır.

Babası bir adamla birlikte kaçıp küçük yaşta Karen'ı ve annesini terk etmiştir. Zaten babası ile kaçtığı adamın ilişkisi, Mevlana ile Şems Tebrizi arasındaki ilişkiyi andırmaktadır. Bunun travmasını atlatamamış olan Karen, babasının memleketi Konya'ya geldiğinde bir garip olur tabi. Gerçek ile rüyaları birbirine karışır. Şems Tebrizi'yi görür mesela. Onunla konuşur, onun bedenine girer. Acayip şeyler bunlar.

Allah aşkı, kendinde Yaradanı görmek, Dünya nimetlerinden uzaklaşmak falan. Özellikle bu Allah'ı kendinde görmek kısmı çok acayip. Allah, insana üflüyor ya. İşte bazıları da bu yüzden kendini Allah gibi görüyor. Üffff. Al sana üfledim. Kendini Hülya olarak görüyor musun şu an? Hayır. Allah üfleyince görüyorsun ama. Şirk olur ayrıca bu. Allah birdir, tektir düsturuna aykırı. Değişik bir yorum bunlarınki. Benim aklım almıyor.

Kitaba gelince. Otel yangınında iki kişi de hayatını kaybetmiş. Cinayet ihtimali olabilir diyeyim de Ahmet Ümit kitabı olduğu belli olsun.

9 Ekim 2011 Pazar

BEYOĞLU RAPSODİSİ


BEYOĞLU RAPSODİSİ

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1-29.Basım:2003-2010 Doğan Kitap, 32-33.Basım Eylül 2010 Everest Yayınları

Sayfa Sayısı: 408



Kenan, Selim ve Nihat, Beyoğlu'lu üç yakın arkadaş. Kenan uçarı, zıpır aynı zamanda yakışıklı, zengin. Selim babadan kalma giyim markasını büyütmeye çalışan, akıllı usulu efendi bir adam. Nihat, maddi duurmu pek iyi olmayan, diğer iki arkadaşına karşı biraz boynu bükük bir tip.

Bu üç arkadaş, Kenan'ın ölümsüzlük hevesi ile kendilerini bir cinayet soruşturmasının peşinde bulurlar.

Ölümcül sonuçlar doğurabilecek bir uçak kazasından kılpayı kurtulan Kenan'ın bu olaydan sonra hayata bakışı değişir. Adını duyurabilmek, bir eser yaratıp ismini ölümsüzleştirmek ister. Bunun için de zaten uğraştığı fotoğrafçılığı geliştirip, bir fotoğraf sergisi açmaya karar verir. ''Beyoğlu Cinayetleri'' adını verdiği bu sergi hem kendisinin hem de arkadaşlarının hayatını değiştirecektir.

400 sayfalık kitap. Ama sadece son on sayfası heyecan verici. O sayfalara kadar kitap gayet sıkıcı, ağır bir tempoda ilerliyor. Adamların neyin peşinde olduğunu anlamak bile epey sürüyor. Derdiniz nedir? Rahat mı batıyor da böylesine saçma bir maceranın içine atıyorsunuz kendinizi?

Konu nereye bağlanacak, ee katil kimmiş derken bir ara kitaptan umudumu kestim. Daha fazla okumak istemedi canım. Ancak ne demişler? Sabreden derviş, muradına ermiş. Son on sayfada olayın çözülüşü ile rahatladım. Zira 400 sayfa boyunca yeme, içme, arkadaşlarla bir yerde oturma üzerine kurulu sıradan bir arkadaş muhabbeti okumaktan sıkılmıştım. Katil belli oldu da rahatladım.

Hala öğrenemedim, cinayet romanlarında katilin en ''olmaz'' denilen kişi olduğunu. O yüzden de katilin kim olduğunu öğrendiğimde hala şaşırabiliyorum her seferinde.

28 Temmuz 2011 Perşembe

ÇIPLAK AYAKLIYDI GECE


ÇIPLAK AYAKLIYDI GECE

Yazarı: Ahmet Ümit


Yayınevi: Everest Yayınları


Basım Yılı: 1. Basım 1992 Cem Yayınevi - 11.Basım Temmuz 2010 Everest Yayınları


Sayfa Sayısı: 104



12 Eylül ne lanet bir dönemmiş. O yıllara ait bütün kitaplar acıyla, işkenceyle, hüzünle dolu arkadaş. Al bu da onlardan biri. Ülkenin pırıl pırıl gençliği, koskoca bir nesli tükenmiş bu yıllarda. Yazık olmuş. Çok yazık olmuş.

İşte bu darbe dönemine direnen insanların gerçek hayatlarından yola çıkılarak yazılmış bu kitap.

Ahmet Ümit uzmanı değilim, bu da zaten İstanbul Hatırası'ndan sonra okuduğum ikinci Ahmet Ümit romanı. Ama zannedersem bu kitap pek Ahmet Ümit tarzıyla bağdaşmıyor. Çizgisinin dışında. Ama güzel.

13 Mart 2011 Pazar

İSTANBUL HATIRASI


İSTANBUL HATIRASI

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları


Basım Yılı: 1.Basım - Haziran 2010


Sayfa Sayısı: 564 sayfa



İlk defa bir Ahmet Ümit kitabı okudum. Biraz Grange havası sezdim.

Kitapta, başkomiser Nevzat ve ekibi Ali ile Zeynep, İstanbul'u katledenleri katleden bir katilin ya da katillerin peşindedir.

Katil ya da katiller, İstanbul'un tarihi dokusunu, ticari emelleri için kullanan arkeolog, belediye çalışanı, mimar, müteahhit, gazeteci sırayla öldürmekte ve cesetlerle bir takım mesajlar vermektedir. Polislerimiz bu mesajları takip ederek hem İstanbul'un Bizans'tan Osmanlı'ya tarihi serüvenenini öğrenir, hem de bu arada katilleri yakalamaya çalışır.


Bir solukta okudum. Her ne kadar polisiye romanları pek sevmesem de, içinde İstanbul olması kitabı benim için heyecanlı kıldı.