28 Aralık 2015 Pazartesi

SON KUŞLAR



SON KUŞLAR

Sait Faik Abasıyanık

1952

Yapı Kredi Yayınları

27. Baskı - Mart 2011

102 sayfa


Bugün benim doğum günüm. Az biraz depresifim. (Yılın diğer günleri değilmişim gibi.)  
İlk 25 doğum günü iyiydi de bu yaştan sonrası biraz düşündürücü oluyor.

Dün akşam yine Sait Faik okuyordum. Şu satırlarına denk geldim:

"Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme,s inme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleribaşkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?

Karı koca, ana oğul, kardeş, baba, hep ayrı ayrı kederlenmez, üzülmezler mi? Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba, ana oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir. Hem yapayalnız doğup kendi başımıza ölmüyor muyuz?" 

(Havuz Başı) 

Oha!

Sait Faik bile? 

Sait Faik bile yalnızlıktan yakınıyor. 

Dağarcığında yüzlerce insan olmasına rağmen Sait Faik bile yalnızlığı keşfetmiş, tatmış, yaşamış ve bundan yakınmış.

Sait Faik gibi, insanları dinlemeyi, onları incelemeyi, onlar üzerine düşünmeyi seven bir adam bile yalnız kalmış.

Ben öleyim o zaman.

İnsanları sevmeyen, onları umursamayan ben vallahi öleyim.

Yalnızlık çok can sıkıcı, çok boğucu olabiliyor. 

Buradan da Oğuzcuğum Atay'a atlayacağım:

"Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor." 

"Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim."

(Korkuyu Beklerken)

Çağımızın vebası bu olabilir mi acaba? Yalnızlık. Ya da sadece benim tutulduğum bir rahatsızlık. Hastalık hatta bence. Bu hastalıktan muzdarip olan herkes doktora gidip yalnızlıklarını aldırmalı. 

- Neyiniz var?

- Yalnızlığım var.

- Hemen ameliyathaneyi hazırlayın, hemen!



İçindekiler:

Son Kuşlar

Bulamayan

Yaşayacak

Kendi Kendime

Radyoaktiviteli, Röportajlı Hikaye

Bir Kaya Parçası Gibi

Gün Ola Harman Ola

Ağıt

Balıkçısını Bulan Olta

Barba Antimos

Haritada Bir Nokta

Sivriada Geceleri

Sivriada Sabahı

Türk Ülkesi

Yandan Çarklı

Pay

Korentli Bir Hikaye

Kırlangıç Yuvasındaki Kadın

Dondurmacının Çırağı


SON KUŞLAR
1952

Kuşların bol olduğu dönemde avlanmışlar. Kuşlar da artık gelmez olmuş. 

Sonra yeşilliklere göz dikmişler. Bir mühendis, yol kenarındaki çimenlikleri yolup kendi bahçesine dikmiş. Şikayet edilmiş ama bir ceza almamış.


"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi." sf. 13


BULAMAYAN
1948

Suyun kaldırma kuvvetini bildiğini düşünerek çocuklara anlatan bir amca var. Aslında pek bilmiyor ama çocuklar da bilmediği için sorun yok. Ancak çocuklar büyüyünce onlara bunu anlatmak eskisi gibi olmuyor. Bir tanesi amcaya, aslında yanlış bildiğini söyleyince amcanın o anlatma hevesi kalmıyor artık. 

"Felaketlerin en büyüğü akıldır. Onu yarım yamalak bile olsa, bulduktan sonra kaybetmek, ölümlerin içinde en dehşetlisidir." sf. 16


YAŞAYACAK

Denizi ve denizle uğraşan insanları seviyor. Elli yaşını aşmış ama hala dinç bir balıkçıvar. Ona bakıp onun daha uzun yıllar yaşayacağını düşünüyor. 


KENDİ KENDİME
1944

Kendi kendine denizi anlatıyor, oradaki sandalı, Bozburun'u, vapuru.

Ve hepsinin, her şeyin insanla güzel olduğunu.


RADYOAKTİVİTELİ, RÖPORTAJLI HİKAYE
1952

Kaplıcalı bir köye gidiyorlar. Kodamanlar, zenginler için bir otel yapmışlar. Köylüler ve fakirler yararlanamıyor. Özel arabalarıyla köye gelenleri de bu kodamanların uşakları karşılıyor ki köylülerle karşılaşmasınlar.


BİR KAYA PARÇASI GİBİ
1952

Balığa çıkıyorlar ama karanlık ve sisten yolu bulamıyorlar. O esnada gökyüzünde çeşitli ışık oyunları görüyorlar. Ama oyun onların neyine. Balık tutmaları lazım. Tutuyorlar da. 


GÜN OLA HARMAN OLA

Ayakkabı boyacısı Mercan Usta'yı anlatıyor öve öve.O kadar övüyor ki onu sevmeyen ölsün, o derece.

Mercan Usta aynı zamanda çok güzel boya sandığı yapıyor. Bir genç boyacı, ondan boya sandığı yapmasını rica ediyor. Sandığın üstünde de "Gün ola harman ola" yazmasını istiyor. 

Bu sandık bir sanat eseri aslında ama işte anlayana.


AĞIT
1952

Yine bir balıkçı. Denize açık. 

Ölüyor bu balıkçı. Yazar, bu adamın ağlarıyla beraber gömülmesini teklif ediyor ama kimseye dinletemiyor. Halbuki bu balıkçı, ağlarıyla gömülmek isterdi.


BALIKÇISINI BULAN OLTA

Olta almış, balık tutacak, kazandığı parayla da içecek.

Ama bür türlü balık gelmiyor oltasına. Sıkılıyor. Oradan geçen bir çocuğa veriyor oltayı biraz tutsun diye. Çocuğun oltasına bir sürü balık geliyor.

Adam biraz uzaklaşıyor oradan. Çocuk oltayı ve balıkları alıp giderken, adam da peşinden. Adamı gören çocuk, "İleride daha çok balık var, orada tutacaktım" diyor. 


BARBA ANTİMOS
1952

90 yalında duvarcı. Adadaki bütün duvarlarda onun izi var. Öyle ki duvarlara yaslandığınızda, duvarcının tüm dertlerini duvarlara anlattığını duyarsınız. Duvarlar zangır zangır titrer.


HARİTADA BİR NOKTA
1952

Haritalarda en çok adalar dikkatini çekermiş. Kendini o adalarda hayal edermiş.

Bir gün hayal ettiği gibi bir adaya atmış hayat onu. Burada şehrin gürültüsünden uzak yaşayacak. 

Ama duramamış. Bir balıkçı teknesindeki haksızlığa denk gelmiş. Teknede çalıştığı halde payı verilmeyen birinin olması ve diğerleri tarafından bunun yadırganmaması canını sıkmış. 

"Yazmasam deli olacaktım." sf. 61
(Sait Faik'in meşhur lafı. Bu hikayede geçiyor bu cümle.)


SİVRİADA GECELERİ
1952

Yine bir balıkçılık anısı.

Bir martının ölüm anına denk geliyor ve bu ona çok dokunuyor. Dalga geçiyorlar bu yüzden onunla.


SİVRİADA SABAHI
1952

Bir önceki "Sivriada Geceleri"nin sabahında devam ediyor hikaye. Balık tutmaya devam. Yazar biraz acemi olduğu için azar işitiyor sık sık.


TÜRK ÜLKESİ
1951

Önce Türkçe şarkıların iğretiliğinden bahsediyor. Özellikle tangoların. 

Sonra sazıyla türkü söyleyen bir ses işitiyor. İçinde gurbet, kaza, kader, ölü, zeval, dağa sordum... gibi kelimelerin geçtiği bir türkü. Bayılıyor. Seviyor bu sesi.


YANDAN ÇARKLI
1952

Vapur seyahatinde.

Daha önce vapurda tanıdığı bir kadını hatırlıyor. Kadın, kaptanla, ikinci kaptanla, kendisiyle herkesle ahbap olmuş. Herkes kadını kendisine aşık etmeye çalışmış. Kimse başaramamış. İskelede kadını, nişanlısına teslim etmişler. 

"Ölesiye yalnız, ölesiye mesudum." sf.78

"Şu vapur yolculuğu olur şey değil. Kısasında iş yok. Uzunu matrak, uzunu fiyakalıdır." sf. 80


PAY
1952

Herkes birbirinden çalıyor. Gücü yeten yetene.


KORENTLİ BİR HİKAYE
1952

Yunan bir hikayeci ile tanışmış. Birbirlerine hikayeler anlatmışlar. Ondan dinlediği bir hikaye bu.

Nahiye müdürü değişmiş. Bu değişimle birlikte nahiye de değişmiş. Çirkin binalar, sevimsiz insanlar doluşmuş her yere. Kalmamış eski güzelliği.


KIRLANGIÇ YUVASINDAKİ KADIN
1952

Kırlangıç, kahvehaneye yuva yapmış. Kahveci kadın pek severmiş bu kırlangıçı. "Kiracım" diyor onun için.

Kırlangıç yuvasında kadın olur mu, diye sorup çok güzel özeleştiri yapmış kendisiyle ilgili.  


DONDURMACININ ÇIRAĞI
1953

Çocukları sabahtan akşama kadar yok pahasına deli gibi çalıştıran bir dondurmacı.

Çocuklardan biri daha fazla dayanamıyor, gidiyor zaten. 


arka kapak

27 Aralık 2015 Pazar

HAVUZ BAŞI



HAVUZ BAŞI

Sait Faik Abasıyanık

1952

Yapı Kredi Yayınları

17. Baskı - Mart 2011

106 sayfa


Sait Faik, ne kadar çok insan tanımış. 

Hikayelerini okuyunca hep bu insan dağarcığına hayran kaldım. Yüzlerce insan.

Pek insan sevmeyen, muhabbetşinas da olmayan biri olarak böyle bir özelliğe neden imrendim bilmiyorum. 

Esas imrendiğim ne biliyor musunuz? Sait Faik'in hikayelerine konu olmuş o insanlar. Normal, alelade, işinde gücünde, hayat gailesinde koşturan bir insansın ve herhangi bir sebepten Sait Faik ile bir iletişimin oluyor ve ardından bir hikaye oluyorsun. Hatta bir iletişiminin olması bile şart değil. Onun seni uzaktan görmüş olması bile yeterli hikayeni yazmak için.

Keşke biri de beni yazsa...
Eski sevgilimin bir blogu vardı. (Cümle içinde "eski sevgilim" diye bahsediyorum kendisinden ama sevgili olduğumuzdan emin değilim. Neyse.) Bloğunda eski sevgilisini yazmış. Daha doğrusu onu düşünerek yazmış. Güzel bir şey bu. Ben mazhar olamadım hiç böyle bir şerefe. Kimseye kağıt kaleme davranacak ilham veremiyorum. 

:(


İçindekiler:

Havuz Başı

Kumarbaz Hayri Efendi

Çatışma

İyilik Unutulmaz

Bir Sonbahar Akşamı

Bir Ev Sahibi

Bayan Gülseren

Yüksekkaldırım

On Milyonerin On Metresi

Jimnastik Yapan Adam

İnsan Gibi Bir Şey: Huy

Su Basması

Mektup

Sur Dışında Hayat

Serseri Çocukla Köpek

Sonbahar

İnsanlar, Türküler, Masallar

Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi

Cezayir Mahallesi

Simitle Çay

Şehrin Sabahları ve Adamlarından Biri

Şehrayin

Güğüm



HAVUZ BAŞI
1946

Havuz başında sevdiği kadını bekliyor adam. Gelmiyor.

Onu beklerken bir adam ve bir kadın geliyor. Adam, kadına İstanbul'u gezdiriyormuş. Bazı yerleri soruyorlar yazara, nasıl gidebileceklerini. Yazar da onlara anlatarak biraz neşeleniyor.


KUMARBAZ HAYRİ EFENDİ
1948

Hayri, annesi öldükten sonra kumara bir süre ara veriyor. 

Eczacı bir arkadaşı, Hayri'ye evini satmasını ve beraber iş yapmalarını teklif ediyor. Hayri kabul etmiyor.

Eğer kabul etseydi ne olurdu diye hayallere dalıyor. Paşa kızıyla evlenir, zengin olur, dilediği gibi kumar oynardı.


ÇATIŞMA
1952

Adam evlenmemiş, çocuğu yok. Ama rüyalarında karısı ve çocuğu olduğunu düşünüyor. Çocuğu 16 yaşında ve nedense çocuğuyla silahlı çatışmaya giriyor.


İYİLİK UNUTULMAZ
1948

Belediye başkanı, asfalt yolu kirletiyorlar diye kamyonların, taşımacıların şehre girmesini yasaklıyor. Halbuki şehrin ekonomisi bunlara bağlı. Durum, belediye başkanına anlatıldığı halde kararından vazgeçmiyor. En sonunda kamyoncular şehri basıyor. Belediye başkanı da istifa ediyor. Ancak kahraman olarak anılıyor.


BİR SONBAHAR AKŞAMI
1944

Bir bıldırcanlara övgü.
Zaten hikaye "Sonbaharda Bıldırcın ve Bir Sonbahar Akşamı" diye basılmış ilk.


BİR EV SAHİBİ
1948

Adam, kiraya verdiği evin bir odasında kalmayı teklif ediyor. Bu teklifi kabul görmüyor tabi.

O da bir müteahhitle anlaşıyor. Evde kiracılar varken tamirat, yıkım işlerine girişiliyor. Sonuçta kiracılar çıkıyor. Mahkeme, dava derken adam hapis yatıp çıkıyor. Ama sonunda da ev sahibi oluyor.


BAYAN GÜLSEREN
1947

Bayan Gülseren, kuaförü Jül Rıza'ya aşık olmuş ama bunu kendisine bile itiraf edemiyor. Çocukça, şımarıkça kaprisler yapıyor.


YÜKSEKKALDIRIM
1947

Yüksekkaldırım'daki dükkanları, mağazaları, eğlence anlayışını anlatıyor.

Mesela bir adam fok gösteriyor para karşılığı. Foku Amerikalılar evde beslermiş de, fokun adını Marika koymuş da, sonra da müslüman edip Mercan Hnaım koymuş.

Sonra niyetçiler. Yazar da bir niyet çekiyor. Aşkta bahtsız olduğunu görünce üzülüyor.


ON MİLYONERİN ON METRESİ
1945

Şehrin en zengin on adamı, metreslerini de alıp bir çiftlik evine yerleşmişler. Toplumun fakirliğinden, geleneklerinden sıkıldıkları için.

Bu çiftlikte, dünyadan izele bir hayat kurmuşlar kendilerine. Bir elleri yağda, bir elleri balda. Eş değiştirme partileri vuhuuvv

Sonra hastalık kapıyorlar. Doktorun uyarılarını dinlemiyorlar. Kapıldıkları bu bulaşıcı hastalıkla evlerine geri dönüyorlar.


JİMNASTİK YAPAN ADAM
1948

Deniz kenarında düzenli olarak jimnastik yapan bir adam var. Yazarın ilgisini çekiyor.

Sonraki yaz aynı adamı yine görüyor ama artık jimnastik yapmıyor. Sebebini soruyor. 

Meğer geçen sene adamın biri buna fena bir laf etmiş. Bu da laf edeni dövmek için güçlenmeye karar vermiş. Bunun için jimnastik yapmış. Sonra da adamı dövmüş gerçekten. Artık da jimnastik yapmaya ihtiyacı kalmamış.


İNSAN GİBİ BİR ŞEY: HUY
1952

Parasıyla insanları satın alan bir zengin.

Zenginin bu huyundan rahatsız olan adam onu bağlıyor. Sonra herkese ona kötü davranmasını söyleyip adamı çözüyor.

Adam serbest kaldıktan sonra, kendisini bağlayan adama geri dönüp, "Keşke beni çözmeseydin." diyor.


SU BASMASI
1946

Sakari dedikleri Sakarya Nehri bazen öyle coşar, öyle taşarmış ki önüne ne katsa götürürmüş. 

Fakir genç, zengin adamın kızına tutulmuş. Ama adam kızını vermeye pek gönüllü değil.

Bir gün nehir taşmış, zengin adamın nesi var nesi yoksa suda mahvolmuş. Kızını da fakir genç kurtarmış selden.

Bu afet, onların kavuşmalarına vesile olmuş. Bu yüzden adam, Sakarya Nehri'ni hem sever hem de kızarmış ona. Hayırsız evlat gibi.


MEKTUP

Yazının ortaya çıkışını ve ilk mektubu düşünüyor.

"Söylemekten usandığımız, konuşmak istemediğimiz bir gün, gizlice; kendimiz hitap ettiğimizin yanında bulunmadan, sesimiz işitilmeden söylemek zorunda kalmışız. Bu iş nasıl olur diye düşünmüşüz. Yazıyı belki binlerce, milyonlarca insan okuyor. Ama yazı bunun için uydurulmuşa benzemiyor pek... Olamaz; ilk defa birçokları için yazmadık. Kendimiz olmadan, sesimiz duyulmadan, başka birisine, bir tek kişiye bir şey söylemek için birtakım şifreler düşündük. Yazı sizin için yazıldı. Bu yüzden uyduruldu. Bir türlü 'Seviyorum' diyemedik. Belki de ilk defa iki kol resmi, iki dudak resmi, sonraları kalbin biçimini öğrenince onun resmine bir ok batırarak derdimizi dökmeye çalıştık. Baş başa,karşı karşıya çoktan riyakar olmuştuk. Daha samimi olmamız lazım geldiği zaman utandık. Bu utanmadan yazı doğdu." sf. 70


SUR DIŞINDA HAYAT
1947

Şehrin biraz dışında insanlarla muhabbet ediyor.

Fotoğraf çekmek istiyor. Bir nine, fotoğrafının çekilmesi için para istiyor. 

12 yaşındaki bir ressamın methini duyuyor, araba boyamada ün salmış.

Değişik değişik insanlar...

"Şehrin dışına çıkmak kendi kendinden kurtulmak gibi bir şey." sf. 73


SERSERİ ÇOCUKLA HAYAT
1948

Köpeğine türkü söyleyen bir çocuk. Çok sevimli. "Karakolda Ayna Var"ı söylüyor köpeğine.


SONBAHAR
1934

Mevsimleri anlatıyor. 

En çok sonbaharı severmiş.

Bir arkadaşı bu mevsimde kayak yapmış, sonra zatürre olup ölmüş.

Ama yine de sonbaharı seviyormuş.


İNSANLAR, TÜRKÜLER, MASALLAR
1936
(Yüz Kilometrede Seyahat - 1946)

Yol yapmak için gelen müteahhitler etrafı geziyorlar. Amelelerle karşılaşınca ürküyorlar biraz. Amele fakir, amele sakallı, amele pis görünüyor; ama korkacak bir şey yok.


PARKLARIN SABAHI, AKŞAMI, GECESİ
1947

Parklar, gündüzleri çocukların ve dadıların;karanlık bastırınca da evsizlerin ve serserilerin. Onlara da bekçi rahat vermiyor.

"Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme,s inme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleribaşkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?

Karı koca, ana oğul, kardeş, baba, hep ayrı ayrı kederlenmez, üzülmezler mi? Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba, ana oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir. Hem yapayalnız doğup kendi başımıza ölmüyor muyuz?" sf.89


CEZAYİR MAHALLESİ
(Cezayir Hurmaları)
1952

Mahallenin kahvehanesinde konuşuyorlar. Biri karaciğer hastasıymış, ona ilaç tavsiye ediliyor.

Cezayir' kar yağma muhabbeti var. Orada hurmaları olan biri de hurmalarına zarar geleceğinden korkuyor.


SİMİTLE ÇAY
1949

Simitle çayın dostluğunu anlatıyor.

Yanına kaşarı da koymayı düşünüyor ama o zaman lüks olur, vazgeçiyor. En âlâ kahvaltı bile simitle çayın yerini tutamaz, diyor.


ŞEHRİN SABAHLARI VE ADAMLARINDAN BİRİ
1950

İşe gitmek üzere olan insanlar. Mahkeme duvarı gibi suratlar, emir verenler, emir alanlar, bok kafalar...

"İşe gidecek, birtakım emirler alacak, emirler verecek, suratı kendisinden bok bir zavallıya haykıracaktır." sf. 100

"İyi ki böyle biri olmadım' dedi. Ama herkes onu öyle görmek istiyordu. Öyle göremediği için de küçük görüyordu." sf. 102


ŞEHRÂYİN
(Serbest Mevzular)
1948

Şehrâyin, ışıklandırılmış şehir demekmiş. Şehr-i âyin. 

Yazar, kapalı bir havada meyhaneye gitmiş. İçip içip yağmur yağmasını dilemiş.


GÜĞÜM
(Serbest Mevzular)
1948

Evini özlemiş. Ayva ağacı, iğdeyi...


arka kapak



KUMPANYA



KUMPANYA

Sait Faik Abasıyanık

1951

Yapı Kredi Yayınları

14. Baskı - 2011

100 sayfa


Sait Faik'in en uzun öyküleri bunlar olabilir mi acaba?

İçindekiler:

Kumpanya

Kriz

Gauthar Cambazhanesi



KUMPANYA

İstanbul merkezli bir kumpanya, Anadolu turnesine çıkacak. Önce isimlerinin ne olması gerektiği konusunda tartışıyorlar. Sonra da aralarına bir tanıdık kızının gelip gelmemesi konusunda.

Kız geliyor. Kumpanyanın müdürü ile baş aktörü kıza aşık oluyor. Kız herkese mavi boncuk dağıtıyor gibi gözüküyor ama en sonunda gittikleri bir kasabadaki zengin bir adamla kaçıyor.

Kumpanya aslında bu kız sayesinde para kazanmıştı. Kızın hem kendisi güzeli hem sesi güzel. O gidince kumpanya da dağılıyor.

Müdür ile aktör de eski dostluklarına dönüyorlar. Bambaşka işler yapıp arada bir araya geldiklerinde yine oyunlardan, kumpanyalardan bahsediyorlar.


KRİZ

Baba oğul, İspanya krizi yüzünden fikir ayrılığına düşüyorlar.

Esas kopuş noktası şu oluyor. Tarihi bir eser mi önemlidir, bir insanın hayatı mı?

Oğlan bu soruyu, kendi arkadaş çevresinde de soruyor. Tarihi eserin daha değerli olduğunu söyleyen çok oluyor. 

*

"Edebi eserler insanı yeni ve mesut, başka iyi ve güzel dünyaya götürmeye, kurmaya yardım etmiyorlarsa neye yarardı?" sf. 82


GAUTHAR CAMBAZHANESİ

Cambazhane yani sirk.

Sirkteki kız İsolde'ye iki arkadaş da aşık. Georges ve Hristo.

Kız gündüzleri Georges ile geceleri Hristo ile takılıyor.

Buna daha fazla dayanamayana Hristo, kıza evlenme teklif ediyor. Ama kız Georges'u seçiyor. 

Hristo da memleketine dönüyor. 


arka kapak

25 Aralık 2015 Cuma

HAVADA BULUT




HAVADA BULUT

Sait Faik Abasıyanık

1951

Yapı Kredi Yayınları

15. Baskı - Mart 2011

97 sayfa

İçindekiler:

Havada Bulut

Ay Işığı

Havada Bulut

Büyük Hulyalar Kuralım

Karidesçinin Evi

Yorgiya'nın Mahallesi

Kurabiye

Korkunç Bir Pastane

Eleni ile Katina

Falcı Matmazel Todori

Birinci Mektup

İkinci Mektup

Sonu

1 Nisan'da Bir Erik Ağacı İle Konuştum

Mehmet Bey'e Göre


Bu aslında roman değil mi?

Roman bence.

Birbiriyle bağlantılı hikayeler var, tümden bakınca bir romandan pek farklı değil sanki.

Bir dipnotta şu yazıyor:

"Büyük Doğu dergisinin 22 Şubat-5 Temmuz 1956 tarihli 17.-36. sayılarında roman başlığı altında 20 bölüm olarak yayınlanan tefrikada..."

*

Seven ama sevilmeyen bir adam, aşık olduğu kadına mektuplar, hikayeler yazıyor. Bunları kadına gönderemiyor. Yayınlansın diye gönderdiği yerlerden de olumlu cevaplar alamıyor. Yazara gösteriyor. Yazar da bu hikayeleri, mektupları bir araya getiriyor. 

Ahmet, köpekli adam diye tanınıyor. Aşık olduğu kadının adı da Yorgiya. Ona olan aşkı, onun yaşadığı mahalleye, mahalledeki insanlara kadar taşıyor. Onları da tanıyor, onları da anlatıyor.

Yazar bir gizem yaratıyor burada, belki de o köpekli adam benimdir, diye.

*

HAVADA BULUT

Çok dedikoducu bir postacı var. Duyduğu birkaç kelimeden destan yazıyor. Kirli çamaşırları ortaya döküyor, temiz çamaşırları da kirletiyor. 

Köpeği ile konuşan bir adamı diline dolamış. Adamın mektuplarını okuyor. Hatta yazar da buna alet oluyor.

"Sevilmemişlerin, çok üzülmüşlerin, sarhoşların, bir zaman güzelken çirkinleyivermişlerin, okumuşların, hasılı içi rahatsızların yüzlerindeki ifade..." sf. 9


AY IŞIĞI

Yazar, köpekli adamla arkadaş oluyor. Ona mektuplarını okuduğunu itiraf ediyor. Adam kızmıyor. Yayınlanmaya layık görülmeyen hikayelerinin biri tarafından okunmasından mutlu bile oluyor. 

İşte artık o mektuplar ve hikayelere sıra geliyor.

"Aşık ve mehtap. O kadar bayat, fakat o kadar gerilerde kökü olan iki kelime... Kim bilir belki Adem de Havva'yı bir mehtaplı gecede sevdiğini duymuştur." sf. 20


HAVADA BULUT

Yorgiya küçük bir kız. Namus konusunda kafa yormuş, içinden çıkamamış. Para karşılığı ya da değil, gönlünce beraber olmuş. 

Çeşmeye su doldurmaya gittiği bir gün kovadaki suya gökyüzündeki bulut yansımış. Bulutu kovaya doldurduğunu sanıp heyecanlanmış. Yaşı daha 9 o sırada. 

15 yaşında da köpekli adamla tanışmış. Adam kıza aşık olmuş, kız olmamış.

''Birdenbire her şeyi hoşuma gitmişti. Ama ben onun birdenbire hoşuna gitmemiştim. Ağır ağır hoşuna gider miyim acaba? Buralarını düşünmedim. Düşünmedim, hemen o gece ona aşık oldum.'' sf.32


BÜYÜK HULYALAR KURALIM

Köpekli adam büyük hayaller kurmak istiyor ama aslında kurduğu büyük hayaller değil. Ev, iş, eş. Bu.

(Burada adam "Fransızcayı öğretemezler, Uygurca öğretmeye kalkarlar." diye dert yanıyor eğitimle ilgili. Bunun şimdiki versiyonu "İngilizceyi öğretemezler, Osmanlıca öğretmeye kalkarlar." diyebiliriz.)


KARİDESÇİNİN EVİ

Karidecçi Koço'yu, karısını ve çocuklarını anlatıyor. Sık sık onlarla vakit geçirirmiş köpekli adam.

"Her kadında şimdiden sonra o vardır." sf. 40


YORGİYA'NIN MAHALLESİ

Yorgiya'nın yaşadığı mahalleyi anlatıyor. Yorgiya'yı seviyor ve onu tanımak istiyor, onu tanımak için mahallesini, yaşadığı yeri de tanımak gereği duyuyor. Onun geçtiği yerleri, onunla aynı havayı soluyan insanları seviyor işte.

Mahallede genelev var, meyhane var, birahane var.

Burada insanlarla tanışıyor. Onları anlatıyor. 

"Her yerde belki yaşamadan yaşadım." sf.48

"Mahallelerde muhayyel sevgililerle yaşaya yaşaya asıl sevgiliyi bulmak nasip olmamıştı bana." sf.48


KURABİYE

Köpekli adam, hayali sevgilisiyle, hayali arkadaşıyla, hayali yerlere gidip konuşuyor.

Yorgiya'nın güzelliği için de kurabiye benzetmesi yapıyor.

"İstanbul'da tifüs, memlekette zelzele, dışarıda harp,  ben sana aşığım: İşte 1942 senesinin 21 Haziranı'nın gece yarısından sonra saat üç buçukta uyanık, beyaz şimşeklerin çaktığı, yağmurlu bir gecenin sana tebliği:" sf.56 (Bu girişin ardından gününün nasıl geçtiğini anlatıyor.)


KORKUNÇ BİR PASTANE

Yorgiya'nın mahallesinde bir de değişik bir pastane var. Kadınların konsomatrislik yaptığı, masalarda içki içmek yerine dondurma yenilen, sonra anlaşılırsa dışarıya çıkılan bir acayip pastane.

Köpekli adam da burada tanıştığı bir kadına hep Yorgiya'yı anlatırmış. 

Yorgiya'ya olan sevdası artık mahallenin dilindeymiş.

"Sevgilimin mahallesini, arkadaşlarını onun kadar severdim. Bu hava içinde yaşasam, sevgilimle konuşmasam yine ümit içinde yüzerdim." sf. 66


ELENİ İLE KATİNA

Köpekli adam Katina ile tanışık.

Katina güzel bir kadın. Erkekler ona hayran. O ise başka bir kadına hayran, Eleni'ye.

Katina, sevgilisi tarafından terk edildikten sonra verem olup ölüyor. O kendisine hayran olan erkekler için de , köpekli adam için de en fazla beş dakikalık bir hüzün yaratıyor bu ölüm. O kadar umurlarında olabiliyor.


FALCI MATMAZEL TODORİ

Falcı Todori'nin tek sıkıntısı, ev sahibinin kendisini evden çıkaracağı korkusu.

Köpekli adam, ülkede kanun var, diyerek bunun kolay olmayacağını söyleyip kadının yüreğine su serpiyor.

Ama fal konusunda kadından duydukları pek iç açıcı değil. 

Adam da zaten onu pek dinlemiyor.

Falcı da ölüyor sonra.


BİRİNCİ MEKTUP

Sevgilisine mektup yazıyor. Gönderilmemiş bir mektup. Ondan bahsetmiyor, sadece hikayesini anlatıyor. Esas konuya giremiyor. 


İKİNCİ MEKTUP

İkinci mektupta memleketinden bahsediyor. Deprem olmuş, devlet yardım etmeyi becerememiş. Yolsuzluklar, haksızlıklar almış başını yürümüş. 

"İnsan, sevgilisine düşman oluyor. Görünüşteki dostluğa aldanmamalı. Sevgili, hakiki bir düşmandır. Küçücük bir hıyanete bakar." sf. 78

"Kederimi unutmak için sanki kedersizmişim gibi yaparım." sf.82


SONU

Yazar, gitmek zorunda kalıyor.

Bir süre mektuplaşıyorlar ama sonra döndüğünde köpekli adamı bulamıyor. Postacıyı da.


1 NİSAN'DA BİR ERİK AĞACI İLE KONUŞTUM

Köpeklerle konuşmadan önce ağaçlarla konuşurmuş. Sevgilisini onlara anlatırmış. 


MEHMET BEY'E GÖRE

Köpekli adam Ahmet, kafasında bazen hayali arkadaşlar yaratıyor. Mehmet Bey de onlardan biri. İstiyor ki arkadaşı ona her şeyi dosdoğru anlatsın. Mehmet Bey de anlatıyor.

Yorgiya'nın annesinin annesi genelevde "mamabaşı" imiş. Annesi bir adamın metresi. Yorgiya da malum... 

"Sevilmemiş insanın bütün hırsıyla sevilmek için, en sevilemeyeceği yerden, çabalayıp duruyordu." sf. 96

*

Bunun dizisi de yapılmış TRT 1'de. Epey de beğenilmiş. 


arka kapak