29 Ekim 2011 Cumartesi

ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR


ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım 2002 Doğan Kitap, 19. Basım 2010 Everest Yayınları

Sayfa Sayısı: 192


Hepsi birbirinden heyecanlı, hepsi birbirinden sürükleyici polisiye vakalar. Okurken çok şaşıracak, akıl almaz cinayetlerin sırrına eriştikçe hayretler içinde kalacaksınız.

Yok la şaka yaptım. Arka Sokaklar'ın kitaplaşmış hali. Orada bir bölümde ,burada üç beş sayfada çözülen cinayetler işte hepsi. Basit, sade, heyecansız.

Arka Sokaklar'ı seven bunu da sevdi.

BAB-I ESRAR


BAB-I ESRAR

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Doğan Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı Kasım 2008

Sayfa Sayısı: 392


Polisiye özelliklerinden çok uhrevi havası ağır basıyor bu kitabın. Kitabın üstünde Ahmet Ümit yazmasa, yazarı Elif Şafak'tır diyeceğim. Elif Şafak'ın ''Aşk''ının Ahmet Ümit elinden çıkmış hali.

Sigortacı Karen Kimya Greenwood, yanan bir otelin sigorta kapsamında sayılıp sayılmayacağını araştırmak için İngiltere'den kalkıp Konya'ya gelir. İsmi de çok havalı bu arada. Yalnız babası Türk olmasına rağmen soyadı neden Türkçe değil, o kısmı anlamış değilim.

Babası Türk, annesi İngiliz olan Karen, Konya'ya geldiğinde esrarengiz olaylarla karşılaşır.

Babası bir adamla birlikte kaçıp küçük yaşta Karen'ı ve annesini terk etmiştir. Zaten babası ile kaçtığı adamın ilişkisi, Mevlana ile Şems Tebrizi arasındaki ilişkiyi andırmaktadır. Bunun travmasını atlatamamış olan Karen, babasının memleketi Konya'ya geldiğinde bir garip olur tabi. Gerçek ile rüyaları birbirine karışır. Şems Tebrizi'yi görür mesela. Onunla konuşur, onun bedenine girer. Acayip şeyler bunlar.

Allah aşkı, kendinde Yaradanı görmek, Dünya nimetlerinden uzaklaşmak falan. Özellikle bu Allah'ı kendinde görmek kısmı çok acayip. Allah, insana üflüyor ya. İşte bazıları da bu yüzden kendini Allah gibi görüyor. Üffff. Al sana üfledim. Kendini Hülya olarak görüyor musun şu an? Hayır. Allah üfleyince görüyorsun ama. Şirk olur ayrıca bu. Allah birdir, tektir düsturuna aykırı. Değişik bir yorum bunlarınki. Benim aklım almıyor.

Kitaba gelince. Otel yangınında iki kişi de hayatını kaybetmiş. Cinayet ihtimali olabilir diyeyim de Ahmet Ümit kitabı olduğu belli olsun.

SEMERKANT


SEMERKANT

( Samarcande)


Yazarı: Amin Maalouf

Çeviren: Ali Berktay

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

Basım Yılı: 1. Baskı 1993, 50.Baskı 2009

Sayfa Sayısı: 318


Ömer Hayyam'ı hiç böyle görmediniz.

Seksi fotoğrafları için tıklayın.

Ömer Hayyam, Hasan Sabbah, Nizamülmülk. Üç tarihi şahsiyet. Üçü bir arada bir romanda. Bu üçünün aynı dönemde yaşadığını bile bilmiyordum ben. İsimlerinden öte karakter olarak nasıl olabileceklerini de hiç düşünmemiştim. Amin Maalouf düşünmüş, bu tarihi adamları tarih sayfalarından roman sayfalarına taşımış.

Bu anlamda yazarı çok başarılı, kitabı da çok sürükleyici buldum. Tarık Buğra'nın ''Osmancık'' kitabını anımsattı bana. Orada da kimsenin nasıl bir insan olduğunu düşünmediği ,sadece Osmanlı Devleti'nin kurucusu olarak bildiği Osman Bey anlatılıyordu. Bir roman karakteri olarak, bir insan olarak.

Semerkant iki ana bölümden oluşuyor. Yüzyıllar öncesinde Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah'ın yollarının nasıl kesiştiği ile başlıyor. Ki kitabın en sevdiğim bölümü de burasıydı. Hayyam'ın o dönemde nasıl karşılandığını, Nizamülmülk'ün nasıl bir devlet adamı olduğunu, Hasan Sabbah'ın asan, kesen, kelle uçuran bir adama nasıl dönüştüğünü arada Hayyam'ın dörtlükleri ile birlikte okuduktan sonra hoop ikinci bölüm.

İkinci bölüm nispeten daha yakın bir geçmiş. 1900'lü yıllar. İran. Devrimler, değişimler. Bu sırada Ömer Hayyam'ın rubailerini yazdığı el yazması kitabın peşinde bir ömür.

Hatta kitapta Titanic bile var desem.

Selçuklu sultanları da var desem mesela. Melikşah'lar, Alparslan'lar.

Bir ben eksiğim.

23 Ekim 2011 Pazar

İSTANBUL'UN BİR YÜZÜ


İSTANBUL'UN BİR YÜZÜ

Yazarı: Refik Halit Karay

Yayınevi: İnkılap Kitabevi

Basım Yılı: 1918, 4. Basılış-1997

Sayfa Sayısı: 184


İnsan ne oldum değil, ne olacağım demeli.

İşte size 184 sayfalık kitabın ana konusu, teması, sacayağı.

Meşrutiyet dönemindeki İstanbul'dan çeşitli insan manzaraları, hizmetçi kızın gözünden anlatılıyor. Gerçi hizmetçi diyorum ama o zamanlar bu hizmetçiler, bugünkü anlamda bir hizmetçi değil gibi. Tuhaf bir ev yaşamı var zaten o yıllarda. O dönemin romanlarından anlamaya çalışıyorum ama aklım pek almıyor. Kocaman bir konak var. Evin sahibi karı koca, onların anne babası ve bir sürü hizmetçi, ahretlik, odalık. İsmi farklı farklı. Genel olarak adı harem. Yeri geliyor evin beyinin karısı oluyor bu kızlar, yeri geliyor cariye gibi alınıyor satılıyor. Tuhaf gerçekten. Anlamakta zorlanıyorum.

''Nerde çokluk, orda b.kluk'' diye boşuna dememişler. Bu konak yaşamlarından bunu çıkarıyorum ben. Ahlaksızlık diz boyu. Aynı çatı altında kimin eli kimin cebinde belli değil. Ve bu bahsettiğim dönem 1900'lü yılların başı. Eminim o zamanın insanları da ''Devir çok değişti'', ''İnsanlık kalmadı artık.'' falan demiştir. Tıpkı bugünün insanlarının dedikleri ve dahi yarının insanlarının da diyecekleri gibi.

22 Ekim 2011 Cumartesi

TAZMİNAT KRALI


TAZMİNAT KRALI

( The King Of Torts)


Yazarı: John Grisham

Türkçesi: Enver Günsel

Yayınevi: Remzi Kitabevi

Basım Yılı: 1.Basım-2004

Sayfa Sayısı: 384


Amerika'da tazminat olayı almış başını yürümüş. Mesela Türkiye'de tazminatla zenginleşme yasağı var. Türk Hukuku'na göre tazminat, zenginleşme aracı olarak kullanılamaz. O yüzden de o kadar büyük tazminatlar ödenmez. Zararı karşılayacak miktarda bir tazminata hükmedilir o kadar.

Fakültede Devletler Özel Hukukunda hoca bize anlatırdı Amerika'daki tazminatları. Yok kadının biri kahve almış mesela. Kahve bardağının kapağı tam kapatılmamış. Kadının üzerine dökülmüş. Bacağı yanmış. Hooop milyon dolar tazminat almış.

Yok efendim bir fast food dükkanında eleman yerleri paspaslamış. Ama yerlerin kaygan olduğuna dair işaret koymamış. Bir müşteri de kayıp düşmüş. Hoop, yine milyon dolar tazminat.

Kitapta da buna dair örnekler var.

Baş karakter Clay, Halk Savunma Bürosu denilen yerde çalışan ve yalnızca kendisine avukat tutamayacak durumda olanların ceza davalarına bakan bir avukat. Bizdeki CMK sistemine benziyor.

Clay, yeni bir ceza davası alıyor. Bir cinayet mevzusu. Müvekkili olan sanık, cinayeti işlediğini kabul ediyor ama neden bu cinayeti işlediğine dair hiçbir şey söyleyemiyor. Çünkü neden öldürdüğünü bilmiyor. Canı istemiş o an, o yüzden öldürmüş. Mantıklı hiçbir açıklaması yok.

Clay, bu çocuğun cinayet işleme sebebini araştırırken bir ilaca ulaşıyor. Uyuşturucu bağımlılarının bu bağımlılıklarını ortadan kaldıran ama yan etki olarak insanlarda cinayet işleme isteği uyandıran bir ilaç. Vay dostlar vay.

Clay tam bu olayı yeni farketmişken bir adam çıkageliyor yanına. İlacı üreten şirketin bir adamı.Max Pace adı. Clay'i paraya boğacağını ama karşılığında bu ilacı kullanan ve cinayet işleyen insanlarla ve kurbanların aileleri ile görüşüp dava açmama konusunda anlaşmasını istiyor. Bunun için de o ailelere ciddi bir para teklif ediliyor.

Buradan da toplu tazminat denilen bir kurum olduğunu öğreniyorum Amerika'da. Yukarıda örneklerini verdiğim tazminat getirecek olaylar, eğer çok fazla insanın (binlerle ifade edilebilecek kadar çok insanın) başına gelirse avukat bu insanların vekaletini alıyor, sonra da ilgili firmaya gidip ''Ya şu kadar tazminat ver, ya da mahkemeye giderim, hakkında dava açarım.'' diyor. Firmalar da mahkemelik olurlarsa isimleri bundan olumsuz etkileneceği için tazminat ödemeyi kabul ediyor. Bu tazminatlardan belli bir miktar vekalet ücreti alan avukatlar da ihya oluyor.

Clay, bu işin tadına varınca bırakamıyor tabi. Fakir bir avukatken bir anda jeti, teknesi olan acayip zengin bir avukata dönüşüyor. Peki papaz her zaman pilav yer mi? Okuyun görün.

9 Ekim 2011 Pazar

BEYOĞLU RAPSODİSİ


BEYOĞLU RAPSODİSİ

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1-29.Basım:2003-2010 Doğan Kitap, 32-33.Basım Eylül 2010 Everest Yayınları

Sayfa Sayısı: 408



Kenan, Selim ve Nihat, Beyoğlu'lu üç yakın arkadaş. Kenan uçarı, zıpır aynı zamanda yakışıklı, zengin. Selim babadan kalma giyim markasını büyütmeye çalışan, akıllı usulu efendi bir adam. Nihat, maddi duurmu pek iyi olmayan, diğer iki arkadaşına karşı biraz boynu bükük bir tip.

Bu üç arkadaş, Kenan'ın ölümsüzlük hevesi ile kendilerini bir cinayet soruşturmasının peşinde bulurlar.

Ölümcül sonuçlar doğurabilecek bir uçak kazasından kılpayı kurtulan Kenan'ın bu olaydan sonra hayata bakışı değişir. Adını duyurabilmek, bir eser yaratıp ismini ölümsüzleştirmek ister. Bunun için de zaten uğraştığı fotoğrafçılığı geliştirip, bir fotoğraf sergisi açmaya karar verir. ''Beyoğlu Cinayetleri'' adını verdiği bu sergi hem kendisinin hem de arkadaşlarının hayatını değiştirecektir.

400 sayfalık kitap. Ama sadece son on sayfası heyecan verici. O sayfalara kadar kitap gayet sıkıcı, ağır bir tempoda ilerliyor. Adamların neyin peşinde olduğunu anlamak bile epey sürüyor. Derdiniz nedir? Rahat mı batıyor da böylesine saçma bir maceranın içine atıyorsunuz kendinizi?

Konu nereye bağlanacak, ee katil kimmiş derken bir ara kitaptan umudumu kestim. Daha fazla okumak istemedi canım. Ancak ne demişler? Sabreden derviş, muradına ermiş. Son on sayfada olayın çözülüşü ile rahatladım. Zira 400 sayfa boyunca yeme, içme, arkadaşlarla bir yerde oturma üzerine kurulu sıradan bir arkadaş muhabbeti okumaktan sıkılmıştım. Katil belli oldu da rahatladım.

Hala öğrenemedim, cinayet romanlarında katilin en ''olmaz'' denilen kişi olduğunu. O yüzden de katilin kim olduğunu öğrendiğimde hala şaşırabiliyorum her seferinde.