24 Nisan 2017 Pazartesi

SOKRATES'İN SAVUNMASI




SOKRATES'İN SAVUNMASI


Platon


Türkçesi: Cüneyt Çetinkaya


Bordo Siyah Yayınları


129 sayfa



Sokrates, M.Ö 399 yılında ilk kez 70 yaşında mahkemeye çıkar.


Hakkındaki suçlama dine karşı suç işlemektir. Tanrıya hakaret, resmi tanrıları tanımamak gibi. Cezası da ölüm.

Sokrates, savunmasında bu iddiaların doğru olmadığını bilindik üslubuyla anlatıyor. Cezadan kurtulmak için eğilip bükülmüyor. Taktik maktik yok bam bam bam konuşuyor.

"Bir yoksunluktan ötürü yenildim, ama bu sözlerin yetersizliği değil, arsızlığın, küstahlığın ve terbiyesizliğin yetersizliğiydi."

"Ne mahkemenin karşısında, ne savaşta, ne de başka bir yerde insan kendini ölümden kaçmak için her şeyi yapacak duruma getirmemeli."

Böyle bir adamı dinlemek için elbette genci yaşlısı etrafında toplanır. Nitekim O da:


"Zengin yoksul demeden herkesin bana eşit şekilde soru sormasına hazırımdır.
" diyor.


Ve fakat cezası ölüm oluyor.

Halbuki kendisinin dediği gibi, "Aslında kısa bir süre daha beklemeniz yetecek, arzunuz kendiliğinden gerçekleşecekti. Yaşımı görüyorsunuz çünkü."

Beklemediler. 

DEVLET


DEVLET

(Politeia)

Platon

M.Ö 427-347

Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu - M. Ali Cimcoz

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

32.Basım - Ocak 2017

372 sayfa


Sokrates hiç kitap yazmamış. O daha çok sohbet muhabbet.

Onun düşüncelerini öğrencisi Platon kaleme almış.

(Gerçi bu da ne kadarının Sokrates'e ne kadarının Platon'a ait olduğu kaygısını uyandırmış.)

*

Sokrates, çeşitli sorular sorarak insanlara başta söylediklerinin tam tersini söyletebiliyor. Muazzam bir şey. 

Sorulara yanıt veren kişi başta söylediğinin tam aksini kabul eder durumda buluyor kendisini. Bu açıdan biraz delirtici denebilir.

*

Çocukların eğitimini önemli buluyor Sokrates.

Bu eğitimle ilgili olarak;

- Masal

- Müzik

- Beden eğitimini özel olarak değerlendiriyor.

*

Masal ve müziklerde şuna dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor: İnsanı yılgınlığa, umutsuzluğa sürükleyecek sözler ve tınılar içermesin. Umut ve cesaret aşılasın.

Doğru bence de.

Başta böyle güzel giderken sonra biraz ayarı kaçıyor ama fikirlerinin.

Kadın ve erkek devlet tarafından birbirine uygun bulunursa evlenecek ve çocuk yapacak. Doğan çocuğu da devlet alıp özel bir bakımla büyütecek. Çocuklar anne babalarını, anne babalar da çocuklarını hiç tanımayacak...gibi.

Bu elbette rahatsız edici. 

PSİKOESTETİK




Evrenin Sembol Diliyle 

PSİKOESTETİK

Doç. Dr. Nusret Kaya

Pegasus Yayınları

7. Baskı - Ağustos 2007

365 sayfa


Ciddiye alamadığım bir kitap.

*

Önce bir kadın erkek hikayesi anlatılıyor.

Adam kadından yirmi yaş büyük. Başkalarıyla evliyken tanışmışlar. Gizli saklı başlamışlar ilişkiye. 

Adamın çocukları da var. 

Daha sonra eşlerinden boşanıp birbirleriyle evlenmişler. Kadının çocuğu olmuyormuş. Bu yüzden ilişkileri yıpranıyor. Kadın ayrıca adamı babası gibi görmeye başlıyor. Böylece boşanma sürecine giriyorlar.

Adam da sorguluyor neden böyle olduğunu.

Neden acaba?

Yanlış bir başlangıç yaptığınız kabak gibi ortada. Dolayısıyla devamı da yanlış oluyor.

Adam boşanma sürecinde kadının vazgeçeceğini, emin olmadığını düşünüp zorluk çıkarıyor. Kadının alt beynine mesajlar göndermeye çalışıyor falan. Salak sulak şeyler.

Neyse sonra boşanıyorlar.

*

Ardından kadının günlüğünü okuyoruz. 

Gayet sıradan ve sıkıcı.

Öğrenci. Evli. Boşanacak. Kendinden yirmi yaş büyük evli ve çocuklu adamla gizli saklı görüşmeye çalışıyor. 

Bu günlükte kadının yazdığı şeylerin yanında parantez içinde adamın yorumları var. Zaten hep böylesin, yine yanlış yaptın... falan gibi.

*

Bu bölümün ardından da rüya analizleri var. 

En sevmediğim.

Rüyalara ben hiç önem veremiyorum.

Nusret kaya ise rüya analizlerine çok önem veriyor.

Fakat onun analizlerine göre her şey cinselliği çağrıştıran bir şey.

Örneğin;

bardak, vajinayı

anahtarlık, penisi

araba, mastürbasyonu

temsil ediyormuş.

*

Bir danışanı vajinismus rahatsızlığı ile geliyor. Nusret Kaya da kadının bütün rüyalarını elbette bu rahatsızlık çerçevesinde yorumluyor.

Halbuki kadın mesela karanlık fobisi rahatsızlığı ile gelmiş olsa o zaman aynı rüyaları bu çerçevede değerlendirecekti.

O yüzden bu yorum işi bana tırt gözüküyor.

*

Kitabın sonunda da Kuran'dan ayetler var. Oradaki "sembol"leri açıklıyor. Yine kadın-erkek-cinsellik- alt beyin (duygular)- üst beyin (düşünceler) çerçevesinde.

*

Yorum/sembol/simge... Bunlar hoşuma gitmeyen, ciddiye alamadığım şeyler.

Çünkü herkes kafasına göre, işine geldiği gibi değerlendirebilir. Bir birlik olamaz. Dolayısıyla "genel bir doğru" da olmaz. O zaman benim nazarımda ciddiye alınır da olamaz. 

*

Bütün dertlerimizin sebebi SEVİŞEMEMEKmiş.


Kadınların sorunlarının temeli PİPİSİZLİKmiş.

Hep pipimiz olmadığından. 


6 Nisan 2017 Perşembe

ODYSSEIA


ODYSSEİA

Homeros

Eski Yunanca Aslından Çevirenler: Azra Erhat - A. Kadir

Can Yayınları

23. Basım - Mayıs 2010

411 sayfa


Kitabın başında 40 sayfa önsöz var.

Bu önsözde kitabın ne kadar karmaşık ve zor olduğu anlatılıyor. "Anlamayabilirsiniz, çok da şey yapmayın anlamazsanız." diyor özetle.

Ama hayır sevgili dostlarım, bu sizin gözünüzü korkutmasın.

Ben zaten şimdi size kabaca anlatacağım.

*

Kral Odysseus, Troya Savaşı'na gider. Yıllar boyu dönemez ülkesine.

Geride bıraktığı karısı Penelopeia için talipler akın etmiştir. Bu adamlar gün boyu yer, içer, huzursuzluk verirler.

Odysseus ve Penelopeia'nın oğlu Telemakhos baş edemez bu taliplerle.Babasını aramak üzere yola çıkar.

*

Zeus'un kızı tanrıça Athene çeşitli kılıklara girip yardım eder Odysseus ve oğluna.

Nihayet kavuşur baba ve oğul.

Ve nihayet Odysseus ülkesine ve karısına da kavuşur.

Ama bu hiç kolay olmamıştır.

Özellikle tanrı Poseidon epey zorluk çıkarır.

Çünkü Poseidon'un oğlu, Odysseus ve arkadaşlarını tutsak etmiş, bazılarını da yemiştir. Odysseus da onun gözünü kör edip kaçmıştır oradan.

Oğlunun gözünün kör edilmesi yüzünden tanrı Poseidon, Odyssues'a hep zorluklar çıkarmaya çalışır.

Ama en sonunda tanrı Zeus'un dediği olur. Tanrılara denk Odysseus kazanır. Karısına talip olan adamları da alt eder.

*

Kitapta böyle sıfatlar var:

tanrısal domuz çobanı, tanrıya denk efendi gibi.

Şiirsel de bir dili var:

"Selam sana, konuğum, hoş geldin evimize,
sonra dersin neden geldin, önce yemek ye."
sf.46

Böyle "kanatlı sözler."

"Kanatlı sözler" tabiri geçiyor sık sık kitapta. İlk defa duydum.

Bir de "ossaat"

"Osaat karşılık verdi, dedi ki..." sf.95

"Ossaat saldırın var gücünüzle." sf.96


*

Odysseia modern romanın atası olarak görülüyor. 

Kitabın arka kapağında dediği gibi: "Kurgusuyla bir filmi andıran bu destan..."




SİLAHLARA VEDA


SİLAHLARA VEDA

( A Farewell to Arms)

Ernest Hemingway

Türkçesi: Mehmet Harmancı

Bilgi Yayınevi

7. Basım - Eylül 2016

296 sayfa


Birinci Dünya Savaşı.

İtalya ordusunda bir Amerikalı. Teğmen Frederic Henry.

Henry, Hemşire Catherine Barkley ile tanışıyor bir arkadaşı vasıtasıyla. 

Aslında bu arkadaşı hoşlanıyordu Cahherine'den ama daha sonra Catherine ve Henry birlikte olmaya başladı.

Hemşire dedim ama asıl işi değil bu, savaş yılları gereği hemşirelik yapıyor Catherine.

Çok güzel ve melek gibi bir kadın.

Melek ötesi hatta. 

Henry'i çok seviyor ve bunu sık sık dile getiriyor. Sevgilim, aşkım... demekten imtina etmiyor.  

"Sevgilim, seni o kadar çok istiyorum ki, sen olmak bile istiyorum." sf.266

"Tanıdığın bütün kızlarla ben de birlikte olmak isterdim; sonra karşına geçip onlarla alay edebileyim diye." sf.266

Henry sıkılır, bıkar diye düşünmüyor. Sıkılırsa sıkılsın, bıkarsa bıksın, sağlık olsun... Böyle bakıyor.

Henry başta sevmediği halde sevdiğini söylüyor Catherine'e. Catherine anlıyor bunu.

"Beni seviyormuş gibi görünmek zorunda değilsin." diyor.

Ama Henry de zamanla seviyor.

Birbirlerine çok güzel, hiç bıkmadan aşk sözcükleri söylüyorlar. Sakınmıyorlar hiç sevgilerini dile getirmekten.

Yaralanıyor Henry bir bombayla. Arkadaşlarıyla otururken BOM!

Kahramanlık yaparken değil "peynir yerken uçtuk" diyor biri, doğru.

Ama yine de Henry'nin kahramanca gazi olduğu düşünülüyor.

Henry savaş esnasında cepheye ve hastaneye giderken Catherine de oradan oraya gidiyor.

Nihayet tekrar kavuşuyorlar.

El ele verip kaçıyorlar İsviçre'ye.

Catherine bu arada hamile. Ve hamile kaldığı için bin bir özür diliyor Henry'den. Başa bela olduğunu düşündüğü için.

İsviçre'de yakalanıyorlar ama kuzeniz, kış sporu için geldik gibi yalanlar söyleyip sıyrılıyorlar.

"Anlattıklarımızın tek kelimesine inanmadıklarını çok iyi biliyordum, saçma sapan şeylerdi ayrıca, ama bir mahkemede gibiydik. Mantıklı değil teknik bir şey gerekliydi ve bunu buldun mu da sımsıkı yapışmalıydın." sf.251

Catherine'in doğum sancıları tutunca hastaneye gidiyorlar. 

Henry çok tedirgin oluyor. Beklerken aklından bir sürü kötü şey geçiyor. 

"Ölmesin, Tanrım. N'olur ölmesin. Onun ölmesine izin vermezsen, ne istersen yaparım. N'olur, n'olur, Tanrım n'olur ölmesin o. Sevgili Tanrım, öldürme onu. Lütfen. N'olur, ölmesin." sf.294

diye dualar ediyor.

Ama...

*

Ne güzel bir aşktı. 

Çok sevdim.

Birbirlerine samimi olmalarını sevdim. Açıklar, dürüstler. Taktik maktik yok, bam bam bam.

*

Kitabın hüzünlü sonu ile ilgili "Silver Lining Playbook" filminde şu sahne var. Çok haklı bir tepki:





Altını Çizdiğim Satırlar

"Dünya, kıramayacağını öldürür. En iyiyi, en inceyi ve en yürekliyi taraf gözetmeksizin öldürür. Eğer bunlardan hiçbiri değilseniz, sizi yine de öldüreceğinden emin olabilirsiniz, ama bunun için hiç acelesi yoktur." sf.221

*

-İnsanlar akıllanmazlar yaşlandıklarında, daha dikkatli olurlar sadece..
-Belki de akıl budur.
-Çok çirkin bir akıl bu öyleyse.
sf.232

*

- Genç uluslar her zaman savaşı kazanırlar mı?
- Bir süre için öyle.
- Sonra ne olur?
- Yaşlı uluslar olurlar.
sf.233