18 Ocak 2023 Çarşamba

YAPAY ZEKAYI YENİDEN TASARLAMAK

 

 YAPAY ZEKAYI YENİDEN TASARLAMAK

 Otomasyon Çağında İş, Demokrasi ve Adalet

(Redesigning Al: Work, Democracy, and Justice in the Age of Automation)

Daren Acemoğlu

Çevirmen: Hasan Dölkeleş

Efil Yayınevi

1.Basım - Haziran 2022

148 sayfa


Önce Daren Acemoğlu’nun, ardından çeşitli sektörlerden insanların yapay zekanın bugünü ve gelecekteki olası halleri ile ilgili düşünceleri yer alıyor kitapta.

Yapay zeka insanları gereksiz hale getirmeyecek diyor, Acemoğlu.

(Yuval Noah Harari ise insanların işe yaramaz hale gelebileceğini söylüyor.

Bkz: 21. Yüzyıl İçin 21 Ders )

Yapay zekanın yaratacağı sorunlar olarak; mesleklerin geleceğini etkileyecek olmasını ve demokrasi ve bireysel özgürlükleri baltalayabilecek olmasını ele alıyor.

Mesleklerin elden gitmesi ile ilgili söyleyebileceğim şey; giderse gitsin. Osmanlı’daki hattatların matbaaya karşı çıkması gibi mi davranalım? Bazen bazı meslekler yok olur. Gelişen ve değişen dünya karşısında işlevsiz hale gelen mesleği yaşatmaya çalışmanın alemi ne ki?

Hem yapay zeka bazı işleri götürecekse başka bazı işleri de getirecektir. Eğitim, sağlık, eğlence ve daha başka sektörlerde yeni iş alanları doğabilir. Kitapta yer alan bir ifadeye göre bir de şu açıdan bakılabilir:

“Yapay zekayı iş gücüne bir alternatif olmaktan çok onun tamamlayıcısı olarak düşünmek.” Sf.60 

 *

Otomasyon sistemlere insan verimliliğinden daha çok yatırım yapılıyor, diyor Acemoğlu.

Bununla ilgili şöyle bir soru var kitabın devamında. Yapay zeka kullanılarak sizin yüzünüzün sözde objektif güzellik standartlarıyla uyumu araştırılıp estetik ameliyatları sunulabilir, yine yapay zeka ile duygu durumunuz analiz edilip ilgisiz veya kibirli olup olmadığınız tespit edilebilir, eşcinsel olup olmadığınızı tahmin etmek için yüz tanıma teknolojisi kullanılabilir. Soru şu: “Peki, bu teknolojiler var olmalı mıdır?” Sf.84 “Bu tür araçlara ihtiyacımızın olup olmadığını sormalıyız. Çözmeye çalıştıkları problemler çözmeye değer mi?”

Şöyle bir kavram öğrendim. "Mavi gökyüzü araştırmaları" (blue sky research) Anlamı şuymuş: Belirli bir amaç uğruna gerçekleştirilmeyen, merak üzerine yapılan araştırmaları tanımlamaktadır. Sf.14

Bir işe yaramıyor gibi gözüken araştırmalar belki bir zaman sonra bambaşka bir şeye yarayabilir. 

*

Amerikan demokrasisini eleştiriyor Acemoğlu. Amerika’da kutuplaşmanın arttığından, eskiden rakip partiyle iş birliği yapılırken artık yapılmadığından, Amerika’da medyanın kontrolden çıktığından ve haber kaynaklarının da kutuplaştırmayı artırdığından bahsediyor. 

Amerikan demokrasisi ile ilgili eleştiriler için;

Bkz: Demokrasiler Nasıl Ölür?

Yapay zeka kontrollü Facebook, Twitter gibi sosyal medya araçlarının iletişim ve tartışmaları dönüştürdüğünü anlatıyor yazar. Bunlar yanlış bilgi yayılmasını kolaylaştırdı, kutuplaşmayı ve siyasi kini artırdı.

Kitabın devamında başka kişiler tarafından da bu konuya değiniliyor. Yapay zekaya şekil verecek olanların teknologlar, yöneticiler ve politika yapıcılar olduğu belirtiliyor. Yani bu yapay zeka algoritmalarının kimin kontrolünde olacağı yazarların ortak merakı.

Ekonomik ve finansal güçler belirleyici olacaktır mutlaka. Bu konuda da şu dile getiriliyor:

“Şirketler öncelikle ve her şeyden çok kârlarını maksimize ederler." Bundan dolayı "Aramızda yapay zeka ve ilgili teknolojilerin etiği ve toplumsal etkisi üzerine çalışanlar, hedef kitlemizin kim olduğu ve kimin çıkarlarına hizmet etmek istediğimiz hakkında kafa yormalıdır.” Sf.77

Yani paranın siyasetteki rolü arttı ve bir yapay zeka sistemi de parayı ve dolayısıyla gücü elinde bulundurulanların tekelinde olabilir. Buna dikkat çekiyor yazarlar.

*

Kitapta yapay zekanın ve robotların o kadar da efektif olamayacağı görüşü de var: 

“Acaba robotlar işlerimizi elimizden almaya mı geliyor? Ufukta beliren bir otomasyon kıyameti hakkında yıllardır konuşulmasına rağmen bugün en ileri yapay zeka biçimlerinin bile insanların yapabildiği şeylerin çoğunu yapamadığı ortadadır.” Sf.45

Burada şöyle bir örnek veriliyor, robotların tibbi tanılarda ve evde hasta bakımında kullanılması ile ilgili:

“Robotlar fabrikalarda ve depolarda çok iyi işler, çünkü montaj hattı düzenli bir ortam sunar; evlerde ve sağlık kurumlarında ise bu düzeni sağlamak daha güçtür.” Sf.139

Yani robot kullanımı için tüm ortamı robota göre dizayn etmek gerekiyor. Oysa bu işleri yapan insanlar için böyle bir donanıma gerek olmuyor ve şu acı soru soruluyor: Evde bakım işlerini daha ucuza yapan yoksullar ve göçmenler varken olağanüstü pahalı robotlara gerek var mı? 

*

Şimdi ben kitaba değerli eklememi yapıyorum: Yaşayıp göreceğiz.

*

Yapay zeka ile ilgili bir başka kitap için 

Bkz: 50 Soruda Yapay Zeka 


17 Ocak 2023 Salı

İNATÇI KERABAN

 

İNATÇI KERABAN

(Keraban le Tetu)

Jules Verne

Fransızca aslından çeviren: S. İpek Ortaer Montanari

İthaki Yayınları

1.Baskı - Kasım 2022

372 sayfa


Muhteşem bir kitap. Çok beğendim. Maceranın özü güzel, karakterler güzel, coğrafya güzel... Tadı damağımda kaldı. O la laaa!

Hikaye Osmanlı'da geçiyor. İstanbul merkez olmak üzere şöyle bir Karadeniz turu da attırıyor. Okuyunca sanıyorsunuz ki Jules Verne buraları bizzat gezmiş de yazmış. Hayır, Jules Verne İstanbul’a hiç gelmemiş. Buna rağmen nasıl bu kadar ayrıntılı biliyor? Seyahatnamelerden bu bilgileri edinmiş olabilir. 

*

Jan Van Mitten, Hollandalı bir tütün tüccarı. Uşağı Bruno ile Hollanda'dan kalkıp Konstantiniyye'ye (kitapta İstanbul bu şekilde geçiyor.) gelmişler. Van Mitten, Konstantiniyye’deki Keraban Şirketi ile iş yapıyor. Burada da ortağı ve arkadaşı Keraban Ağa'yı görmek istiyor. 

İstanbul'a geldikleri dönem Ramazan ayı. Bir şeyler yiyip içmek istiyorlar ama yer bulamıyorlar, bulduklarını sanıyorlar, orada da “Top atılınca” diye cevap alıyorlar, anlamıyorlar.

*

Köle ticareti ve kaçakçılık yapan bir kaptan var, Kaptan Yarhud.

Saffar Ağa, banker Selim’in genç kızı Odessalı Amasya’yı istiyor, uşağı Scarpante'yi Yarhud'a gönderiyor ve Yarhud’dan kızı kaçırmasını istiyor. Kız yakında evlenecek. Damat adayı Keraban Ağa’nın yeğeni ve tek varisi Ahmet. Keraban Ağa, Odessa’ya gittiğinde düğün olacak. O yüzden Yarhud ve Scarpante, Keraban Ağa’yı engelleme planı yapıyorlar.

*

Keraban Ağa ile Van Mitten sonunda karşılaşıyorlar. Keraban Ağa, onları Üsküdar’daki konağında yemeğe davet ediyor. Boğazı geçeceklerken yeni vergi geldiği duyuruluyor. Bundan sonra boğazı geçenlerden on para alınacakmış. Keraban Ağa, uşağı Nizib, Van Mitten, uşağı Bruno,, dört kişi olduklarından kırk para. Keraban, bu hükümeti (2.Mahmut) sevmiyor ve o parayı vermektense boğazı Karadeniz’den geçmeye karar veriyor.

Keraban Ağa'nın bu saçma inadına kimse karşı koyamıyor. Keraban Ağa'ya genel olarak kimse karşı koyamıyor. Yeryüzünde görüp görebileceğiniz en inatçı adam. Zengin de. Böylece inat ettiği hususun arkasında durabiliyor, bedeli ne olursa olsun. Burada da on para vermektense binlerce hatta milyonlarca para verip Karadeniz üzerinden boğazı geçerim, diye tutturabiliyor. Van Mitten ve Bruno'yu da yanına alıyor. Van Mitten ise Keraban'ın tam tersi uysal, yumuşacık bir insan. Bruno, efendisinin bu uysallığından beziyor ama yapacak bir şey yok.

Yol üstünde Odessa’dan geçiyorlar. Kimse Keraban'ı bu vakitte beklemiyordu. Madem gelmiş, Ahmet ile Amasya'nın düğünü de olur, diye sevinirlerken... Keraban yoluna devam edeceğini söylüyor. Üsküdar’a geçecek, sonra Odessa’ya gelecekmiş. Bunun muazzam bir zaman kaybı olacağını bilen yakınları, şu teklifi sunuyorlar. Düğün Üsküdar’da olsun, kız tarafı da Üsküdar’a gitsin. 

Bu arada zamanla yarışıyorlar, çünkü kızın teyzesinin vasiyeti var. Şu tarihe kadar Amasya evlenmezse mirasımı alamaz, diye. O yüzden o tarihe kadar evlensinler ki kızın serveti olsun. Gençler hem birbirlerini seviyor, hem de servetleri olacak. 

Ahmet, amcası Keraban'ın huyunu suyunu iyi bildiği için onunla gitmeye karar veriyor. Onu yolda daha da hızlandırabilir. Şunu da söylemek lazım, Keraban Ağa teknolojiye de karşı. Teknoloji dediğim telgraf, tren, gemi... Eski usul yolculuk yapıyorlar.

*

Ahmet gidince Yarhud harekete geçiyor ve Amasya ile hizmetçisi Necibe’yi kaçırıyor.

*

Keraban Ağalar yolda Saffar Ağa ile karşılaşıyorlar. Birbirlerini tanımıyorlar tabii. O sırada bir demiryolundan geçmeleri lazım. Saffar Ağa da inatçı. Sen geçersin ben geçerim derken tren geliyor ve Keraban Ağa’ların araba parçalanıyor. Saffar yoluna devam ediyor. 

Demiryolundaki bu hengame yüzünden Keraban tutuklanıyor. Sınır dışı ediliyor trenle. Trene hiç binmemişti halbuki, trenleri protesto ediyordu.

Yola devam ediyorlar. 

Dinlendikleri bir kasabada aşırı fırtınadan uyuyamıyorlar. Dışarı bakıyorlar ki bir yelkenli batmış. İki kadın denizde çırpınıyor. Amasya ile Necibe. Ahmet hemen atlayıp kurtarıyor. Kızlar söylüyor kendilerini kaçıranın kaptan Yarhud olduğunu. Ama kimin için ve nereye götürüyordu bilmiyorlar. 

Batan gemiden Yarhud da kurtulmuş. Amasya'yı kaçırma planından vazgeçmiyor ve kızı uzaktan takip ediyor.

*

Keraban Ağa'lar kaldıkları handa Yanar Ağa ve kız kardeşi dul Sarabul da var. Sarabul’a koca bulmak için geziyorlarmış. Sarabul’un odasına bir akşam hırsız giriyor, güçlü ve iri bir kadın olan Sarabul, onları korkutup kaçırıyor ama kim olduklarını göremiyor. Kadı geliyor soruşturma için. Kadı bir keçi tutuyor, herkes keçiyi okşayacak, keçi suçluyu anlayıp meleyecek. Bu yöntemin saçmalığının farkında olsalar da kadıya karşı çıkamıyorlar. Ama Keraban Ağa yine inatçılık edip keçiyi okşamam diyor, dostlarına da bunu öneriyor, keçiye hiç dokunmadan okşuyormuş gibi yapalım, zaten de ortam karanlık, anlamazlar. Meğer kadı keçinin sırtına kömür isi sürmüş. Keçiyi okşayanların eli is oluyormuş. Işıklar açılıp da Keraban Ağa, Van Mitten ve Ahmet'in elinin temiz olduğu görülünce suçlular bunlar diye şüphe çekiyorlar. Keraban, Van Mitten, Ahmet, üçü birden hapse atılacakken Keraban, Van Mitten’in suçu üstlenmesini istiyor. Van Mitten yine karşı koyamıyor. Suçu üstleniyor. Saradul, Van Mitten’i beğendiği için onunla evlenmek istiyor. Böylece Van Mitten hapse girmeyecek. Nişanlanıyorlar.

Yola devam. 

Bir rehber ediniyorlar. Rehber Scarpante, onlarda güven uyandırıyor ve onları Saffar ve kaptanın yanına götürmeye çalışıyor. Ahmet rehberden şüpheleniyor ve tuzağa düşürüldüğünü anlıyor. Çatışma çıkıyor. Amasya’nın babası Selim yetişiyor ve Kaptan, Scarpante, Saffar ölüyor.

Bu arada fark ediyorlar ki durdukları yer Üsküdar tepeleriymiş. Gelmişler meğer ama farkında olmamışlar.

Düğün için Üsküdar kadısına gidiyorlar. Ama Üsküdar kadısı, Ahmet’in vasisi Keraban’ın ikameti Galata’da diye düğünün Galata’da yapılabileceğini söylüyor. Yani karşıya geçmeleri gerekiyor hemen. Keraban para verip boğazdan geçmek istemiyor. O sırada boğazda cambaz gösterisi var. Keraban Ağa, cambazın taşıdığı bir el arabasında karşıya geçiyor, böylece vergi vermiyor. 

Düğün yapılıyor.

*

Van Mitten, zaten Hollanda’da evli olduğu için Sarabul ile evliliğinin hükümsüz olduğunu söylüyor. Sarabul sinirleniyor. Tam o esnada bir telgraf, Van Mitten’in karısı beş hafta önce sonsuzluğa uğurlanmış. Van Mitten kaderine boyun eğiyor. Ama sonra anlaşılıyor ki telgraf yanlış yazılmış, sonsuzluğa değil, yolculuğa uğurlanmış, kocası Van Mitten'in yanına gelmek için. Nitekim geliyor da. 

Sarabul ve Yanar ayrılıyor oradan.

*

Kitabın sonunda Keraban Ağa, hükümete gidip kayıklar üzerindeki vergi tahsil hakkını satın alıyor.

Bu efsanevi inatçılığı ile nam salıyor.

“Yabancılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentindeki en şaşırtıcı ve ilginç insanlardan biri olarak inatçı Keraban’ı ziyaret etmeyi artık ihmal etmiyorlardı.” Sf.372

*

Çok zor bir adam Keraban Ağa. Bir ara inatçılığı yüzünden zor bir insan olduğunu fark edip artık inatçı olmamaya karar veriyor. Ama mümkün mü?

Bruno: Keraban Ağa, insanların en inatçısı, en kafa tutanı olmayı ne zaman kesecek acaba!

Nizib: Bir kafası kalmayınca.

Sf.350

*

Kitapta tarih ve coğrafya hakkında da bilgiler edinmek mümkün. Örneğin,

Üsküdar’ın eski adı Hrisopolis imiş. Anlamı Altınşehir demekmiş. Çevirmenin açıklamasına göre: Güneş batmadan önceki son huzmelerin bu bölgeye vurması ve Sarayburnu’ndan Üsküdar’ın tıpkı parlayan bir altın gibi görünmesi nedeniyleymiş.

Kırklareli’nin eski adı Kırk Kilise imiş. 

Lazistan bölgesine gittiklerinde şunu görüp şaşırıyorlar: “Erkekler kenevir eğirip yün örerken, kadınlar toprakta çalışıp yük taşıyor.”  Sf.206

Şöyle bir atasözümüz varmış: “Zenginlik Hintlerde, akıl Avrupa’da, gösteriş Osmanlılar’da' der bir Türk atasözü" Sf.299

*

En sevdiğim Jules Verne kitabı oldu, ennnnn. 

Hatta en sevdiğim kitap da diyebilir miyim? Diyeceğim galiba. 

16 Ocak 2023 Pazartesi

EFSUNCU BABA

 

EFSUNCU BABA

Hüseyin Rahmi Gürpınar

1924

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

7.Basım- Şubat 2021

82 sayfa
Çok delice bir hikaye. Kendisini akıllı zanneden deliler ve akıllı olmadığının farkında olan serseriler. İlki çok tehlikeli. Uzaktan komik gözüküyor ama etkileri itibariyle tehlikeli. 

*

Kirkor ve Agop fakir fukaradan iki kafadar. 

Bu açıdan şu ikisine benziyorlar: 

Bkz: Mercier ile Camier /Samuel Beckett

Ebulfazl Enveri, zengin ve aklı biraz noksan bir adam. Babası taşlarla, iksirlerle uğraşırmış, Enveri'den ondan kalan bilgilerle hayatını uğurlu/uğursuz ayrımı yaparak, batıl inançlar içinde sürdürüyor. Eline geçen bir tılsımlı kitaptaki hazineyi bulmak için Binbirdirek Sarnıcına gidiyor. Hazinenin anahtarının orada olduğuna inanıyor. Kirkor ile Agop da onu görüyor.

Kirkor ve Agop Enveri’yle konuşmaya gidiyorlar, onun deli olduğunu hemen anlıyorlar. Divanelik bulaşır diye çekiniyorlar ama devam ediyorlar. Enver, bu ikisini melek sanıyor, çünkü aradığı hazineyi iki meleğin koruyacağına inanıyor. Agop ile Kirkor da bozuntuya vermiyor, melek pasaportumuz yanımızda yok, şimdilik insanız diyorlar.

Enveri’nin karısı ve kızı da inanıyorlar Enveri’nin evliya ve bu ikisinin melek olduğuna.

Enveri’nin kızı Mevlüde. Mevlüde'nin bir talibi var, Nurullah Hasip. Ama Enveri izin vermiyor kızının bu adamla evlenmesine. Uğursuz buluyor ve astronomik açıdan uygunsuz bir zaman olduğunu düşünüyor.

Enveri, defineyi bulmak için bir kuyunun dibine inilmesi ve oradaki talimatları izlemek gerektiğini okuyor. Agop ve Kirkor ile kuyuya gidiyor. İkiliden birini kuyunun dibine indiriyor. İnen adam sesleniyor yukarı, cennet gibi yer görüyorum, altın köşk görüyorum… Arkadaşı aklını kaçıracak, inanamıyor. Adam çıkıyor yukarı. Enveri’den ayrı yalnız kalınca anlatıyor arkadaşına gerçekte olanları. Meğer kuyunun dibinde biri onu tutmuş, silah zoruyla sözlerini tekrar ettirmiş. Bir de mektup tutuşturmuş eline. İki adam o mektubu bırakıp kaçacaklarmış. Mektupta Mevlüde’nin evlenmesinin hayırlı olacağı, iki melek olarak görevlerinin sona erdiği ve gittikleri yazıyormuş.

Agop ve Kirkor bu planı uyguluyorlar ve kaçıyorlar.

Enveri de bu mektuba inanıp kızını evlendiriyor ve define için yeni talimatlar bekliyor.

O bekleyedursun yazar bu delillere ve delilere yaltaklık edenlere ve de kendisini akıllı sanan delilere saydırıyor. Akıllı görünen bir divane olarak Enver Paşa'yı gösteriyor:
 “Kendini Türklüğü ve İslamiyeti kurtarmakla görevli bilen Enver Paşa… Kurtarmaya uğraştığı Türklüğü büsbütün harap etti. Bu zafersiz kahramanın kefenlendirmeden gömdüğü insanların hesabını eğer Cenabıhak ondan soracaksa aman yarabbi!.. Soramayacaksa şöyle böyle günahları işlemekten hiç korkmayalım.” Sf.77

“Enver son nefesine kadar kendini pek büyük bir işle müjdelenmiş bildi. Üst üste gelen müthiş başarısızlıkları onun kendine güvenini kırdıramadı. Siyasi ve askeri maharetinin son iflası felaketinde İstanbul’dan adi suçlular gibi kuyruğu kıstırıp kaçtı. Hamiyeti onu diğer bir İslam beldesine koşturdu.” Sf.77

Sonunda da mesajını veriyor:

"Henüz çoğumuz hayatın özünü anlayamayarak havada saadet, kuyu dibinde cennet arayan, birbirimizden keramet bekleyen, boş şeylere kapılan, vaatlere aldanan saf kimseleriz.” Sf.77

*


Kitapta Puslu Kıtalar Atlası’nı andıran efsunlu bir dil var. 

Bkz: Puslu Kıtalar Atlası / İhsan Oktay Anar

Bir de Efsuncu Baba'yı Don Kişot’la aynı kafada buldum:


Ayrıca Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın diğer delice kitapları için


DAISY MILLER



DAISY MILLER

Henry James

1878

Çeviren: Mert Moralı

İthaki Dünya Klasikleri

2.Baskı-Temmuz 2022

110 sayfa

Daisy Miller, yaşadığı dönem ve yer için fazla rahat bulunan bir genç kız. Rahatlığın nesi kötüyse? Kötü olan Daisy Miller dışındaki herkes. Kitapta Daisy Miller hakkında bir yargıda bulunmamızı istiyor yazar. Ben bulundum, başkaları kötü.

*

Daha çok Amerikalıların bulunduğu Cenevre’de bir otelde kalan teyzesini ziyarete gidiyor Bay Winterbourne.

Orada Randolph ve ablası Daisy ile tanışıyor. Onlar da Amerikalı.

Daisy’i rahat(?) buluyor ve etkileniyor Winterbourne. Halbuki kız gayet normal. Normal normal konuşuyorlar. Kız biraz konuşkan, ailesini, otelleri, civarda gezdiği gezmediği yerleri anlatıyor bıcır bıcır. Hıyar herif de bunu bir özgüven gösterisi ve davet gibi yorumluyor.

Kız bir şatoya gitmek istiyormuş gezmek için. Winterbourne atlıyor hemen isterseniz beraber gidelim diye. Kız da tamam diyor. Ama hiç işve cilve anlamında bir evet değil bu. Gayet kendisini oraya götürecek birini bulmuş olmanın eveti.

Kızın gevezeliğini “büyüleyici ve masum” buluyor Winterbourne.

Ama basit bir kız olduğunu düşünüyor teyzesi.Masumiyetle patavatsızlığın olağanüstü karışımı” Sf.56

Daisy, Roma’ya davet ediyor Winterbourne’u. Winterbourne, teyzem de orada olacak kışın, gelirim, diyor. Daisy, teyzeniz için değil benim için gelin, diyor…

Roma’ya gidiyor Winterbourne, Daisy’i buluyor. Daisy, Giovanelli diye biriyle tanışmış, onunla buluşacak, Winterbourne götürüyor Daisy’i Giovanelli’nin yanına. Kız yanında iki adamla geziyor. Komşu teyze görüp Daisy’i çağırıyor ama Daisy oralı olmuyor. Komşu kadın, Winterbourne’u çağırıyor, Daisy ile flört etme, adı çıkacak diye. Winterbourne, Daisy’den hoşlandığını ama yanlış bir şey yapmayacağını söylüyor. Winterbourne sonra Daisy ile Giovanelli’nin öpüştüğünü görüyor.

Daisy'i kınıyor Winterbourne. Daisy'nin cevabı: “Yaşlı ve evli barklı kadınlardan ziyade genç ve bekar kızların böyle şeyler yapması daha doğru geliyor bana.” Sf.87

Winterbourne, Daisy ve Giovanelli beraber dolaşıyorlar. Daisy, Giovanelli ile nişanlandığını söylüyor Winterbourne’e.

Bu arada şehirde sıtma var. Daisy sıtma olup ölüyor.

Ölmeden önce annesi aracılığıyla Winterbourne’e iletilmesini istediği bir mesaj var. Aslında nişanlanmamış.

Winterbourne sonradan düşünüyor ki kızın istediği şey aslında saygıymış.

*

Arka kapakta yazıyor ki:

“Yazıldığı dönemde Henry James’in Amerikalı kızları aşağıladığı düşünülerek eleştirilen novellası”

Aşağılama varsa bu Amerikalı kızlar için değil, civarlarındaki erkekler ve komşu kadınlar için vardır. Ben öyle okudum.

 

*

Genç kızların hayatlarını kendi halinde yaşamalarına kulp takılması ile ilgili bir başka kitap için

Bkz: Volga / Lou Andreas-Salome

 

AELİTA


                                                                        AELİTA

 (Aelita)

Aleksey Nikolayeviç Tolstoy 

1923

Rusça aslından çeviren: Mazlum Beyhan

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

3.Basım - Ocak 2022

234 sayfa

 Mars’a giden iki Rus. Hem de hiç öyle özel teçhizatla ve yıllar sürecek bir yolculukla gitmiyorlar. Kısa zamanda gidip araçlarından iner inmez bir sigara yakıyorlar ve Mars’ta dolaşmaya çıkıyorlar.

 Olaylar şöyle başlıyor:

 Bir gün bir ilan yayımlanıyor: Benimle Mars’a gitmek isteyenler arasın. Müracaat: Mühendis M.S. Los

 Amerikan gazetesi habercisi Archibald Skiles, bu ilginç ilan üzerine ilan verenle röportaja gidiyor. İlanı veren mühendis Los, 9-10 saatte gideriz Mars’a diyor. İlk Elon Musk kendisi.

Bir Kızılordu askeri Aleksey İvanoviç Gusev kabul ediyor gitmeyi. Karısı Maşa üzülüyor kocası gidecek diye. Başka kimsesi yok kadıncağızın. Gusev hep bir arayışta olmuş. Maşa anlamıyor bu adamın kendi aşkından başka ne aradığını, aşkının ona neden yetmediğini.

Yola çıkıyor Los ve Gusev. 19 saatte Mars’a varıyorlar. Bir sigara tüttürüyorlar Mars’ta. Garip yaratıklar görüyorlar, silahla ateş ediyorlar uçan kaçan yaratıklara.

Onlara göre Dünya medeniyet ve teknoloji anlamında Mars’tan daha ileri durumdaymış, Yüz yıl kadar öndeymiş Dünya.

Nihayet Marslılarla karşılaşıyorlar. Mavi beyaz insanlar. Gusev, Marslılarla karşılaşmasında onlara Sovyet Rusya’dan geldiğini anlatıyor. Marslı ne bilsin Sovyet Rusya movyet rusya. Marslı’ya Dünyalıyım diyeceksin. Mars’ta Rus, Türk yok, orada hepimizin üst kimliği Dünyalı.

 Marslılar, Gusev ve Los’u kendi gemilerine alıyorlar. Kibarca esir ediyorlar.

Los özlüyor Dünya'yı. Öldüm mü acaba diye düşünüyor zaman zaman.

Gusev orada boş boş oturmaktan sıkılıyor, Dünya’ya eli boş dönmek istemiyor. Mars’takilerden Rusya Federatif Cunhuriyeti’ne katıldıklarına dair yazılı belge almak istiyor.

Aelita Marslı bir kadın. Anlamı son kez görülen yıldız ışığı demekmiş. Aelita sayesinde Los ve Gusev Mars dilini öğreniyor, Marsça. Böylece konuşabilir hale geliyorlar.

Aelita, Los’a soruyor, Dünya’da mutluluk nedir, diye.

“Bizde; Dünya’da mutluluk diye, sanırım, birinin kendinden kaçabilmesine, kendini unutabilmesine deniyor. Tamlık, uyum, uzlaşı ve sevinç içinde olmaktır mutluluk; ve bu tamlığı, uyumu, uzlaşıyı ve sevinci kendisine sunacak biri uğruna yaşamaktan başka bir şey düşünmemektir. (…) Bir kadına duyulan aşkla gelir, mutluluğun böylesi.” Sf.102

Los, Dünya’da bir zamanlar aşıkmış. Sevdiği kadın ölünce tek başına mutsuz olmuş ve bu mutsuzlukla baş edememiş.  

Gusev biraz hödük. Kaldığı konuk evinde yöneticinin İha adında bir yeğeni var. Gusev ona İhoşka diyor. Gusev, kadına ilgi gösteriyor ama gösterme şekli:

“Canlı bir yürüyüşle Gusev’in önünden geçip gitti, geçerken de Gusev’e bakarak burnunu buruşturdu. Gusev de cevap olarak onun kıçına bir şaplak atmak istediyse de kendini tuttu, oturduğu taş basamakta yeni bir fırsat kollayarak sigarasını tüttürmeyi sürdürdü.” Sf.114

Ülkenin yöneticisi Yüksek Kurul’un başı olan Tuskub. Aynı zamanda Aelita’nın babası,

Televizyonu andıran bir ayna var. Gusev, İha’nın yardımıyla o aynada Yüksek Kurul toplantısını görüyor. Ve duyuyor ki Gusev ve Los’u öldürmek istiyorlar. Gusev bunu Los’a söylüyor ama Los oralı olmuyor, ölümden korksak Mars’a gelmezdik, diyor.

O sırada işçiler ayaklanıyor. Toptan bırakalım Mars’ı, haydi Dünya’ya gidelim, buralar yaşanmaz oldu, diyenler var. Halk istemiyor gitmek. İsyanlar çıkıyor. Gusev seviniyor devrim oldu diye. Kendisi lider olup Los’u da Mars komiseri yapmayı istiyor ama Los oralı değil. Los, Aelita’ya aşık. Gusev’in tanımıyla yerin yedi kat üstüne de çıksan kadınlar ve aşk var.

Aelita, Los’u alıyor kargaşadan uzaklaştırıyor.

 Babası Aelita’dan Göklerin Oğulları dedikleri Los ve Gusev’i öldürmesini istiyor. Aelita yapmıyor.

Aelita Dünya’ya gitmek istiyor. Dünya’nın Mars’tan daha güzel olduğunu düşünüyor. Los’un kendisini Dünya’ya götürmesini istiyor. Evleniyorlar. Emrivaki bir evlilik. Mars’ta bir kadın bir erkeğe gulla (bir enstrüman) çalınca evlenmiş olurlarmış. Aelita da gulla çalıyor Los’a.

Gusev isyanın başına geçiyor.

Tuskub, işçi mahallelerini bombalatıyor, kendisi saklanmış. Amacı sadece seçkinlerin yaşayacağı bir hayat kurmakmış.

 Los ve Gusev kaçmak zorunda kalıyorlar. Dünya’ya dönüyorlar.

Los ile en başında konuşan muhabir, yolculuk izlenimlerini yazması için cömert bir teklifte bulunuyor Los’a. Maddi açıdan rahatlıyorlar. Gusev ortamlarda Mars anılarını anlatıyor.

Los’un aklı ise Aelita’da, öldü mü kaldı mı bilmiyor.

 Bir gün Mars’tan radyo sinyalleri alıyorlar. Aelita “Nerdesin aşkım?” diye soruyor.

 Buradayım aşkım.

 *

Eğlenceli buldum ben bu kitabı. Sovyet Rusya ve devrim konusunda propaganda amacı taşımış yazar, belli, ama hikayenin ciddiyeti o kadar yok ki sadece eğlendirdi

Benzer bir kitap için;

Bkz: Aya Yolculuk/Jules Verne

9 Ocak 2023 Pazartesi

SAVAŞ PİLOTU

 


SAVAŞ PİLOTU

(Pilote de Guerre) 

Antoine de Saint-Exupery

 1943

Çeviren: Gülce Ekin Köse 

Dokuz Yayıncılık

8.Baskı – Kasım 2020

191 sayfa

 

Küçük Prens’ten bildiğimiz yazarın savaş pilotluğu yaptığı dönemde yaşadıkları ve düşündükleri yer alıyor kitapta. 

Savaşı ve askerliği eleştiriyor. Eleştirilerini samimi buldum.

Fransız ordusundaki uçak ve bilgi eksikliğini, iletişim kopukluğunu, Almanların başarısını anlatıyor hiç sakınmadan.  

Savaşın anlamsız olduğunu düşünüyor:

“Kimse de bu savaşın hiçbir şeye benzemediğini, hiçbir anlam taşımadığını, hiçbir şemaya uymadığını, ucunda kuklanın bile kalmadığı iplerin ciddiyetle çekilmesinin bir işe yaramadığını dile getiremez.” Sf.12

“Savaş bir macera değil. Savaş bir hastalık. Tifüs gibi bir şey.” Sf.59

Kendi dostlarından da görüyor ki savaş sırasında bir emirle giden bir daha geri gelmiyor. 

Elli tane uçak kalmış Fransız ordusunda. Bir uçak görürseniz Almanlarındır, diye kanaat oluşmuş insanlarda.

Emirlerin yerine ulaşmadığını ve ulaşamayacağını gözlemlemiş:

“Bir işe yaramayacak bir görev… Kimsenin kullanmayacağı bilgiler edinmek için bir mürettebatı feda etmenin ne anlamı var, siz söyleyin! İçimizden biri hayatta kalıp bu bilgileri getirmeyi başarsa bile, bilgiyi verebileceği kimse kalmamış olacak.” Sf.26

Savaşta bir figüran olarak kullanıldığını, hiçbir etkisinin olmadığını düşünüyor:

“Etkisizlik, kara bir yazgı gibi hepimizin üstüne çökmüş.” Sf.66

Hadi askerler böyle, aydınlar hakkında da farklı düşünmüyor:

“Aydınlar, reçel kavanozları gibi, savaştan sonra yenmek üzere, propaganda raflarında bekletiliyorlar.” Sf.40

Orduları bir arada tutanın ortak duygular olduğunu düşünüyor. O yüzden orduların geri çekilmesinin iyi bir strateji olmadığı kanaatinde:

“Geri çekilen bir ordu, ordu değildir. Galibiyete layık olmadıklarından değildir bu. Geri çekilmeye başladıklarında, onları birbirlerine bağlayan duygu ve ruhları yok ettiği için.” Sf.107

Savaşın halklarda yarattığı yıkımı da gözlemlemiş. İnsanların göç etmeleri, yıllardır yaşadıkları yerleri terk etmeleri, aslında bazısının göç etmesi gerekmediği halde bir dalgaya kapılıp gitmek zorunda hissetmeleri…

 Ülkesi Fransa’yı da eleştiriyor. Bu savaşı kazanamayacaklarını biliyor:

“Savaş ilan ettiğimiz anda düşmanın gelip bizi yok etmesini bekledik çünkü onlarla mücadele edecek güçte değildik.” Sf.111

“İleride, bu savaşa ‘garip’ dediğimiz için ayıplayacaklar bizi! Bu savaşı ‘garip’ olarak adlandıran biziz. Savaşan da biziz. Haliyle istediğimiz kadar alaya alma hakkımız var. Çünkü tüm fedakarlıkları yapan biziz.” Sf.112

Savaşın en çetin zamanlarında zaman zaman çocukluğuna sığınıyor. Çocukluk anıları geliyor aklına:

“Kendimden üstün birinin korunmasına sığınmak için çocukluğuma kadar uzanıyorum. Zira yetişkinleri koruyan kimse yoktur. Yetişkin olduğunuz anda tek başınıza kalırsınız.” Sf.123

Bu arada görevi gereği uçağın nasıl adeta bir organı haline dönüştüğünü, uçağa olan hakimiyetini de anlıyoruz kitapta.

* 

Kişisel gelişim havası da var kitapta. Yazar savaşın içinde vahşileşmektense ruhen incelmiş gibi. Gerçi kim bilir kaç kişiyi öldürdü? Savaş zamanıydı, göreviydi… deyip aklayalım bakalım.

“Bilmek bir görüntüye ulaşmaktır. Açıklamak ya da ispatlamak değildir. Ancak görebilmek için önce göreceklerine katılmayı kabul etmek gerekir.” Sf.41

Bir arkadaşı havada yanan bir uçaktan kurtulmuş. Arkadaşı, olayı anlatıyor ama olayın tüm ayrıntılarını hatırlayamıyor. Çünkü bilinç o esnada esas mesele ile –ölüm kalım ile- mücadele ettiği için normal şartlarda fark edebileceği bir şeyi umursamıyor. Yazarın değerlendirmesiyle:

“Bilinç alanının ne kadar dar olduğunu iyi bilirim. Her seferinde tek bir soruyu alabilir içine. Yumruk yumruğa dövüşürken, aklınızı kurcalayan dövüş stratejileriyse, aldığınız darbeler canınızı acıtmaz. Bir deniz uçağı kazası sonrasında boğulduğumu sanırken buz gibi su bana ılık gibi gelmişti. Daha doğrusu bilincim suyun sıcaklığını algılayabilecek kadar yerinde değildi. Başka telaşları vardı o anda. Suyun ısısını hiç hatırlamıyorum. Bilinç böyle bir şeydir işte.” Sf.48

Hele şu laf: “Yaşamak, yavaş yavaş doğmaktır.” Sf.53 Bu laf nasıl meşhur olmadı, orada burada yer almadı?