13 Mart 2021 Cumartesi

BİR KEDİ, BİR ADAM, BİR ÖLÜM


 BİR KEDİ, BİR ADAM, BİR ÖLÜM

Zülfü Livaneli

2001

Doğan Kitap

9.Baskı-Kasım 2012

203 sayfa


Bir mülteci hayat hikayesi.

*

Sami Baran. Stockholm’de siyasi mülteci. Stockholm’ü seçmesinin sebebi okuduğu Knut Hamsun’un kitaplarındaki İslandinavya’dan etkilenmesi. 

Ama umduğunu bulamıyor. Ülkeler romanlarda anlatılanlar gibi değildir çünkü.

*

Kitap ikili bir bakış açısıyla yazılmış. Birinde Sami Baran'ın kendi kaleminden, diğerinde Sami Baran'ın tanıdığı bir yazar arkadaşının kaleminden okuyoruz. 

Yazarın anlatısı daha romantik tabii. Sami'nin anlatısı ise daha gerçek, daha yalın, taktik maktik yok bam bam bam.

*

Sami Baran politik mülteci olarak gelmiş İsveç'in Stockholm'üne. Ama aslında politika ile işi olmamış hiç. Üniversite öğrenciliği yılları Türkiye'de sağ-sol kavgalarının olduğu, her gün onlarca/yüzlerce öğrencinin öldürüldüğü bir döneme denk gelmiş ama o sinema, edebiyat, sanatla ilgilenmiş. 

Bu vesileyle tanışmış hayatının aşkı Filiz ile. Filiz, Sami'nin aksine politika ile ilgili. İlgisi dergi dağıtmak ve bu konularla ilgili arkadaşlarıyla konuşmaktan ibaret. 

Birbirlerini sevmişler, aileler de uygun görmüş, evlilik hazırlıklarına girişmişler.

Bir gün arabadayken askerler arabayı durdurup Filiz'i öldürmüş. Askerler arabadan şüphelenip dur ihtarında bulunmuş, ama Filiz ile Sami duymayıp yola devam edince askerler aracı durdurmuş ve içlerinden heyecanlı ve acemi bir asker yanlışlıkla Filiz'i öldürmüş. 

Bu olay yerli ve yabancı basına yansıyınca otoriteler Filiz'i terörist diye lanse edip onun askerlere karşı bir çatışmaya giriştiğini, bu sırada öldüğü yalanını yaymışlar. Sami'yi de bu yalanı sürdürsün diye işkenceden geçirmişler.

Sami bu yalana ortak olmamış ama artık Türkiye'de de barınamaz hale gelmiş. İşte gidişi böyle olmuş.

*

İsveç'te pek çok değişik ülkeden gelen mültecilerle hayat mücadelesi veriyor Sami. Zaman zaman tartışmaları oluyor. Mesela bir tartışmaları kahvaltıda zeytin yenir - yenmez tartışması. Sami kahvaltıda klasik Türk kahvaltısı peynir, zeytin vb yiyor. Oradan bir tanesi zeytin asla sabah yenmez, içkinin yanında yenir diye diretiyor.

Bir başka tartışma konuları yüz nasıl yıkanır konusunda. Bizimki musluktan akan suda yüzünü yıkıyor. Biri diyor ki lavabo suyla doldurulur, orada biriken suda yüz yıkanır. İki grup da kendi yaptığının daha temiz olduğunu savunuyor. 

Ortak konuları ise yaptıkları işler. Sami çöpçülük yapıyor. Mültecilerin yapabildiği işler çöpçülük, temizlikçilik, bulaşıkçılık...vb Bunun yanı sıra kiraları devletçe karşılanıyor, işsiz kaldıklarında maaş veriliyor. Teknik olarak insani hayat şartları sağlanıyor ama mültecilerin hissiyatına göre insanlar onlara yokmuş gibi davranıyorlarmış. 

*

Sami psikiyatrik sorunları nedeniyle hastanede yatıyor. Doktorun tespitine göre "göçmen hastalığı"na yakalanmış. Fiziksel bir sorunu yok. "Koşulların değişmesi ve bulunduğu çevreye uyamama sonucu gerçekten fizyolojik bozukluklara varabilecek sarsılma" yaşıyor. 

O sırada hastanede bir Türk hasta daha olduğunu söylüyorlar Sami'ye. Sami merak edip o hastaya bakmaya gidiyor ve görüyor ki o hasta bir zamanlar kendisine işkence eden, Filiz'in ölümüne sebep olan dönemin ünlü bakanlarından. O dönem işkenceci olarak anılan, zalim ve güçlü olan bakan şimdi hastalanmış, dönem değişince eskinin tüm yanlışları ve günahları onun üzerine atılmış ve ülkeden gönderilmiş. Şimdi kendi ailesi dahil yüzüne bakan yok. Beyninde ur varmış, durumu kötüymüş. Zaman zaman saksılara işemek, küfretmek gibi davranış bozuklukları sergiliyormuş. Öyle zamanlarda adamın dilini bildiği için Sami'den yardım istiyor hastane çalışanları. Ne de olsa ikisi de Türk.

“Onların gözünde ikimiz de Türk parantezine alınmıştık. Adının başında Türk sıfatı oldu mu ister faşist ol, ister komünist, ister cellat ol, ister kurban, fark etmezdi.” Sf.177

Buna benzer bir tespit Attila İlhan'ın "Zenciler Birbirine Benzemez" kitabında da var. Farklı milletlerden olan insanlar, yaşadıkları ülkenin insanları tarafından "mülteci" olarak birbirinin aynı gibi görülüyor. 

*

Sami, eskinin bu işkenceci bakanını görünce intikam ateşiyle yanıyor ve bu ateşle onu öldürmeye karar veriyor. Öncesinde adamla konuşup eski zamanlarla ilgili ne düşündüğünü, pişman olup olmadığını öğrenmeye çalışıyor.

”Doğduğum yerde ölmek isterdim." diyor Sami. "Eğer politikacılar bu kadar iğrenç olmasalardı. Mercimek kadar beyinleriyle ülkeyi mahvetmeseler, toplumun doğal dengelerini bozmasalardı. Muazzam salaklıklarına bakmadan toplum mühendisliğine soyundular ve ülke elimizden kayıp gitti.”

diyor ama bakan bu serzenişi hiç üzerine alınmıyor. Tipik siyasetçi. Sıfır özeleştiri. 

Ve tipik Türkiye. On yıllardır aynı, hep aynı, apaynı, yılgınlık verecek derecede aynı. 

*

Sami, eskinin işkenceci bakanıyla aynı hastanede olduğunu diğer mülteci arkadaşlarıyla paylaşıyor. Aralarından Adil zaten ateşli, heyecanlı bir adam. Çılgın gibi planlar yapıyor, kütüphaneden suikastlerle ilgili kitaplar alıyor, hastane planı ve haritalar üzerinde çalışmalar yapıyor ve herkese duyuruyor cinayet planını. 

Şilili bir mülteci olan ve babası işkenceyle öldürülen Clara soğukkanlı yaklaşıp Sami'ye planı iptal etmesini tavsiye ediyor. Sami, bakanın hastaneden çıkarıldığı yalanını söylüyor Adil'e. Böylece plan iptal ediliyor. Cinayet planını bilen diğer mülteciler de zaten kendi hayat dertlerine düştüklerinden umursamıyorlar konuyu.

Clara, planın iptal olmasını sağlıyor ama aslında bakanın öldürülmesini istiyor. Sadece bu cinayeti sadece Sami ile ikisi gerçekleştirsin istiyor.

Bu istek çerçevesinde Sami bir gün bakanı hastaneden kaçırıyor. O güne kadar zaten bakan ile aynı dili konuştukları için yakınlaşmışlardı. Bakan artık hastanede durmaktan sıkıldığı için Sami'nin dışarı çıkma teklifini zevkle kabul ediyor. Hastaneye giren çıkana da kimse karışmadığı için Sami bakanı kolaylıkla dışarı çıkarabiliyor. 

Kitabın ikili bir sonu var.

Yazarın finali daha edebi ve romantik. Buna göre;

Clara ve Sami, bakanı donmuş bir göle getiriyorlar. Donmuş göl üzerinde yürüyen bakan ince bir buz tabakasına denk gelince göle düşüyor. 3 Ocak günü oluyor bu olay, Filiz’in öldürüldüğü gün. Ayrıca Şilili Clara’nın da babası işkenceyle, boğularak öldürülmüş. Böylece sembolik olarak hem Filiz’in hem Clara’nın babasının intikamını almış oluyorlar.

Bence güzel bir final... Olurdu ama işin aslı öyle olmamış. 

Sami ve Clara bakanı Sami'nin evine getirmişler. Sami, bakana Filiz'in videosunu izletmiş ve hesap sormuş. Bakan siyasetçiliğin getirdiği alışkanlıkla karşısındakini suçlamış, teröristsiniz, komünistsiniz, vatan hainisiniz... diye karşı atağa geçmiş ilkin. Ama sonra bu olayı hatırlayıp pişman olduğunu söylemiş. Bu arada banyoda bulduğu bir kutu ilacı da yutarak intihara kalkışmış. Sami ve Clara adam ölmesin diye ambulans çağırmış. Ahahahahahhha. Çok komik. İronik. Trajik. İnsani. Cezalandırmak için bir insanı öldürmeyi hayal etmekle bunu gerçeğe dönüştürmek aynı kolaylıkta değil tabii. 

*

Sami ve Clara bu olay hiç yaşanmamış gibi hayatlarına devam etmişler. Birlikte yaşamaya, çalışmaya, tatil planları yapmaya, yani mülteci hayatlarına alışmaya başlamışlar.

Bu arada kitabın adındaki "Bir Kedi" de Sami'nin hayali kedisi. Sadece kendisi görüyor. 

*

Kitapta İsveç teknik şartlar açısından çok etkileyici resmedilmiş. Ben etkilendim en azından. Herkese iş, aş, ev, sağlık, eğitim... Daha ne olsun? Ama buradaki mülteciler istiyor ki bunlara ek olarak sevilsinler, sayılsınlar, bir de hava bu kadar soğuk ve karanlık olmasın.

Kötü davranan yok kendilerine ama iyi davranan da yok. Davranan yok. Yok sayılmaktan yakınıyorlar. Duygusal yaklaşıyorlar bu açıdan. Çünkü zaten bu yabancı memlekete geliş sebepleri de duygusal. Ülkelerindeki dramdan kaçmışlar, bu dramı kendilerine yaşatanların cezasını çekmediğini görüp öfkelenmişler. Ülkelerinden gitmek zorunda olmaktan, buna sebep olanlara hadlerini bildirememekten kaynaklı zaten doğal olarak öfkeliler ve bulundukları yabancı ülke onlara dünyanın en iyi şartlarını da sunsa bu öfke geçmiyor. Sonra da üzülüyorlar buradaki insanlar bizi niye sevmiyor diye. Yani siz de onları pek seviyor gibi değilsiniz. 

*

Yukarıda bahsettiğim "Zenciler Birbirine Benzemez" kitabında da bunda da şunu düşündüm. Daha iyi bir yaşam umuduyla kendininkinden daha gelişmiş bir ülkeye gidiyorsun ama yine mutsuzsun. Bu bana çok acınası geliyor. Çok yazık. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder