ZENCİLER BİRBİRİNE
BENZEMEZ
Attila İlhan
Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları
3. Baskı – Nisan 2011
303 sf
Ülkesinden, insanlardan
aslında kendisinden sıkılan Mehmed Ali, İstanbul’dan Paris’e gider trenle.
Ama ülkenden, insanlardan
kaçabilirsin de kendini de beraberinde götürdüğünden kendinden kaçamazsın.
Mehmed Ali’nin de öyle oluyor.
*
Arkadaşı Mustafa güzel
söylüyor bu gidişin sebebini:
“İçindeki bir şeytandan
kurtulmak için”
Ama
kurtulabiliyor mu?
Hayır.
*
Şu anda da ülkeden gitme
isteği içinde olan gençler var. Bu isteği haklı da buluyorum.
Ancak oraya gidince
yaşayacakları hayat buradakinden daha sıkıntılı olacaksa ne anlamı var?
Mehmed Ali’ninki öyle
oluyor.
İstanbul’da dükkanını, Sabiha’yı bırakmış, Paris’e gelmiş. Bir otelde kalıyor. Birikmiş
parasını kullanıyor bir süre. İş arıyor ve her işi yaparım diyor ama o kadar da
her işi yapmayı istemiyor. Kendine yakıştıramıyor. Açıkçası sersefil bir hayat
sürüyor. Buradan bakınca da benim sorasım geliyor: Daha mı iyi oldu gitmen?
İç huzuru da yok çünkü.
Her ne kadar
memleketinden uzaklaşmış ve böylece ferahlamayı ummuş olsa da hala aklında
İstanbul’daki arkadaşları. Hala aklında geçmişi. Kafasında kurup duruyor, sık
sık flashback okuyoruz.
Şu anda yaşadığı bir an, geçmişteki bir anısını
hatırlatıyor Mehmed Ali’ye, onu düşünüyor uzun uzun.
Sabiha’yı basit
buluyormuş mesela. Sosyal düşüncesi yokmuş Sabiha'nın. Mustafa’nın bu konudaki yorumu yine
çok doğru:
“Olmadığı isabet. Senin
gibi yalan yanlış bellenmiş bir sürü peşin hükümle, vicdanı ve sağduyusu
arasında çırpınıp duracağına; şunun şurasında yalnız sağduyusuna güvenmesi,
isabet!” sf.45
Mehmed Ali bunun sağduyu
olmadığını düşünüyor:
“Onunkisi sağduyu değil.,
mahkumluk tevekkülü. O, zamanının ve çevresinin çemberine girmiş, baş eğriyor.”
Sf.121
Bak şimdi bu da doğru gibi geldi.
*
Yetimhanede büyümüş
Mehmed Ali ve Mustafa.
Zorlu bir çocukluk yaşamışlar.
Mustafa:”Biz toplumun tükürdüğü adamlarız.” Sf.51 diyor.
Topluma kinleri bu
yüzden. Doğal.
Maddi açıdan çok
zorluklar yaşamışlar. Az maaşla çalışan bir insanın yaşadığı cinsten bir zorluk
değil. Çünkü onlar;
“…aylığına kavuşmak gibi
namussuz bir ümit büyütür içinde. Ayın birinci günü kendini eşekçe memnun ve
mutlu yakalar yakalamaz; gider, bir çırpıda bir avuç dolusu para harcar,
sıkıntılı geçmiş haftanın acısını çıkarır.” Sf.54
Mehmed Ali öyle değil.
Daimi bir para sıkıntısı onunkisi. Bir yerden bir beklentisi olmadan.
*
Allah inancı da yok olmuş
sonunda. Başta Allah’a inanır, ona dualar edermiş. Ama sonra yetimhaneden
arkadaşı Saadettin’in başına gelenlerden ötürü inancı yok olmuş. Saadettin
depremde ailesini yitirmiş, genelevde bir kadına aşık olmuş, veremden ölmüş.
“Allah’ı inkar ettikten
sonra gördük ki, ona gece gündüz dua ederken çektiğimiz çile beterleşmedi. Çile
hep aynı çile.” Sf.96
Bunu da çok iyi
anlıyorum. Doğru, değişen bir şey olmuyor.
*
Mehmed Ali’nin kaldığı
otelde başka milletlerden insanlar da var. Yugoslav, Arap, Çinli, Alman…
Yugoslav adam politik bir
insan. “Sen neden geldin Paris’e? Senin vatanın var.” diyor.
“Var ama bizi huzursuz
eden bir şey de var. Orada yaşarken etrafımızdaki her şey bizi boğuyordu. Biz
galiba dengeli bir huzur peşindeyiz.” Sf.109
Alman da anlamıyor Mehmed
Ali’nin depresif halini:
“Avrupa’da, hele iki
dünya savaşından sonra, sizin gibi adam çok. Ama Türkiye’de?! Üstelik ikinci
savaşa katılmadığınız halde?” sf.123
Anlaşılmıyor dışarıdan
bakınca. Vatanın var, savaş yaşamadın, niye ülkenden kaçtın?
Niye?
Hepsi farklı milletlerden olan bu insanlar, yaşadıkları ülkenin insanları tarafından aynı görülüyor. Kitabın adı da buradan geliyor.
Ayy şunu da anlatayım. Mehmed Ali, Paris'te arkadaşının arkadaşı birine ulaşıyor, adı Süreyya. Süreyya daha uzun zamandır Paris'te. Mehmed Ali'ye yardım eder diye bekliyoruz. Fakat yardım etmek bir yana, kazıklamaya kalkıyor. Yurt dışında bir Türk'ün başka bir Türk'ü kazıklamaya kalkması diğerlerini şaşırtıyor, bizi değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder