25 Ocak 2020 Cumartesi

ZENCİLER BİRBİRİNE BENZEMEZ



ZENCİLER BİRBİRİNE BENZEMEZ

Attila İlhan

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

3. Baskı – Nisan 2011

303 sf


Ülkesinden, insanlardan aslında kendisinden sıkılan Mehmed Ali, İstanbul’dan Paris’e gider trenle.

Ama ülkenden, insanlardan kaçabilirsin de kendini de beraberinde götürdüğünden kendinden kaçamazsın. Mehmed Ali’nin de öyle oluyor.

*

Arkadaşı Mustafa güzel söylüyor bu gidişin sebebini:

“İçindeki bir şeytandan kurtulmak için”

Ama kurtulabiliyor mu?

Hayır.

*

Şu anda da ülkeden gitme isteği içinde olan gençler var. Bu isteği haklı da buluyorum. 

Ancak oraya gidince yaşayacakları hayat buradakinden daha sıkıntılı olacaksa ne anlamı var?

Mehmed Ali’ninki öyle oluyor.

İstanbul’da dükkanını, Sabiha’yı bırakmış, Paris’e gelmiş. Bir otelde kalıyor. Birikmiş parasını kullanıyor bir süre. İş arıyor ve her işi yaparım diyor ama o kadar da her işi yapmayı istemiyor. Kendine yakıştıramıyor. Açıkçası sersefil bir hayat sürüyor. Buradan bakınca da benim sorasım geliyor: Daha mı iyi oldu gitmen?

İç huzuru da yok çünkü.

Her ne kadar memleketinden uzaklaşmış ve böylece ferahlamayı ummuş olsa da hala aklında İstanbul’daki arkadaşları. Hala aklında geçmişi. Kafasında kurup duruyor, sık sık flashback okuyoruz. 
Şu anda yaşadığı bir an, geçmişteki bir anısını hatırlatıyor Mehmed Ali’ye, onu düşünüyor uzun uzun.

Sabiha’yı basit buluyormuş mesela. Sosyal düşüncesi yokmuş Sabiha'nın. Mustafa’nın bu konudaki yorumu yine çok doğru:

“Olmadığı isabet. Senin gibi yalan yanlış bellenmiş bir sürü peşin hükümle, vicdanı ve sağduyusu arasında çırpınıp duracağına; şunun şurasında yalnız sağduyusuna güvenmesi, isabet!” sf.45

Mehmed Ali bunun sağduyu olmadığını düşünüyor:

“Onunkisi sağduyu değil., mahkumluk tevekkülü. O, zamanının ve çevresinin çemberine girmiş, baş eğriyor.” Sf.121

Bak şimdi bu da doğru gibi geldi.

*

Yetimhanede büyümüş Mehmed Ali ve Mustafa.

Zorlu bir çocukluk yaşamışlar. Mustafa:”Biz toplumun tükürdüğü adamlarız.” Sf.51 diyor.

Topluma kinleri bu yüzden. Doğal.

Maddi açıdan çok zorluklar yaşamışlar. Az maaşla çalışan bir insanın yaşadığı cinsten bir zorluk değil. Çünkü onlar;

…aylığına kavuşmak gibi namussuz bir ümit büyütür içinde. Ayın birinci günü kendini eşekçe memnun ve mutlu yakalar yakalamaz; gider, bir çırpıda bir avuç dolusu para harcar, sıkıntılı geçmiş haftanın acısını çıkarır.” Sf.54

Mehmed Ali öyle değil. Daimi bir para sıkıntısı onunkisi. Bir yerden bir beklentisi olmadan.

*

Allah inancı da yok olmuş sonunda. Başta Allah’a inanır, ona dualar edermiş. Ama sonra yetimhaneden arkadaşı Saadettin’in başına gelenlerden ötürü inancı yok olmuş. Saadettin depremde ailesini yitirmiş, genelevde bir kadına aşık olmuş, veremden ölmüş.

“Allah’ı inkar ettikten sonra gördük ki, ona gece gündüz dua ederken çektiğimiz çile beterleşmedi. Çile hep aynı çile.” Sf.96

Bunu da çok iyi anlıyorum. Doğru, değişen bir şey olmuyor.

*

Mehmed Ali’nin kaldığı otelde başka milletlerden insanlar da var. Yugoslav, Arap, Çinli, Alman…

Yugoslav adam politik bir insan. “Sen neden geldin Paris’e? Senin vatanın var.” diyor.

“Var ama bizi huzursuz eden bir şey de var. Orada yaşarken etrafımızdaki her şey bizi boğuyordu. Biz galiba dengeli bir huzur peşindeyiz.” Sf.109

Alman da anlamıyor Mehmed Ali’nin depresif halini:

“Avrupa’da, hele iki dünya savaşından sonra, sizin gibi adam çok. Ama Türkiye’de?! Üstelik ikinci savaşa katılmadığınız halde?” sf.123

Anlaşılmıyor dışarıdan bakınca. Vatanın var, savaş yaşamadın, niye ülkenden kaçtın?

Niye?

Hepsi farklı milletlerden olan bu insanlar, yaşadıkları ülkenin insanları tarafından aynı görülüyor. Kitabın adı da buradan geliyor. 

Ayy şunu da anlatayım. Mehmed Ali, Paris'te arkadaşının arkadaşı birine ulaşıyor, adı Süreyya. Süreyya daha uzun zamandır Paris'te. Mehmed Ali'ye yardım eder diye bekliyoruz. Fakat yardım etmek bir yana, kazıklamaya kalkıyor. Yurt dışında bir Türk'ün başka bir Türk'ü kazıklamaya kalkması diğerlerini şaşırtıyor, bizi değil. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder