2 Temmuz 2016 Cumartesi

MANZARADAN PARÇALAR



MANZARADAN PARÇALAR

Hayat, Sokaklar, Edebiyat

Orhan Pamuk

2010

İletişim Yayınları

1. Baskı - 2010

563 sayfa


Sevdiğim bir yazarın, romanlarının yanı sıra yazdığı diğer her şeyi okumaktan büyük keyif alıyorum. Orhan Pamuk'un da bu kitabına kadarki 7 romanı dışında "Öteki Renkler" ve yarı otobiyografik kitabı "İstanbul Hatıralar ve Şehir" in ardından bunu okumak yazarı daha iyi tanımamı ve daha çok sevmemi sağladı.

*

Bu kitapta gördüğü şehirleri, gezdiği müzeleri, etkilendiği yazar ve kitapları, romanlarının perde arkasını, yazar olarak çalışma şeklini, siyasi görüşlerini, bu kapsamda hakkında dava açılmasına sebep olan "Bir milyon Ermeni öldürüldü." lafını, düşünce ve ifade özgürlüğünü ve İstanbul'u anlatmış.

*

Kendisiyle yapılan röportajlar da yer alıyor kitapta. Bunlardan en kapsamlısı ve doyurucusu Banu Güven ile Masumiyet Müzesi röportajı olmuş.

*

Bir aile dedikodusu da öğrendim. "İstanbul" kitabı yüzünden annesiyle görüşmüyormuş. "İstanbul annemle olan ilişkimi mahvetti-artık görüşmüyoruz." diyor. sf.540

"İstanbul" kitabı bir hayal kırıklığı olmuş Orhan Pamuk için. Çünkü anlatmak istediklerinin onda birini bile koyamamış o kitaba.

*

"Öteki Renkler" kitabında kızı Rüya'yı anlatmıştı. O kitabı okurken "E bu kızın anası nerede?" diye merak etmiştim. İnsan hatır için birkaç satır da eski karısından (kızının annesinden) bahsetmez mi? 

Bu kitapta bahsetmiş neyse ki. Aman bahsetmiş dediğim, adını lütfetmiş. "1982'de Aylin Türegün ile evlendim. (...) 1991'de kızım oldu. Kara Kitap'ın kahramanı Rüya'nın adını verdik ona." demiş sadece. sf.12

*

Annesi ve arkadaşları Orhan Pamuk'un yazar olmasını pek desteklememiş.

"Annem şefkat ve üzüntüyle 'İleride nasıl para kazanacaksın?' diye dertlenir, arkadaşlarım ise benim gibi birinin kitabını zaten hiç kimsenin okumayacağını alaycılıkla ima ederlerdi." sf. 206

O arkadaşlara nasıl kapak olmuştur Nobel ödülü? 

Pamuk'u bu konuda cesaretlendiren babası olmuş. "Onun bana verdiği güven olmasaydı, yazar olmak, bunu bir hayat olarak seçmek benim için çok daha güç olurdu." diyor. sf.16

Yani oğlu kitap yazmaya çekiniyor. Babası oğlunu cesaretlendiriyor ve dünya bir dakikalığına çok güzel oluyor. 

Hayatta yazı yazmaktan başka bir iş yapmamış Pamuk. "Hayatta hep ve yalnızca istediğini yapmış, istediği işten başka hiçbir şeyle uğraşmamış nadir mutlu insanlardan biriyim." sf.12

Ne güzel.

*

"Kara Kitap" için; kendi sesimi asıl bulduğum roman, diyor. "Hâlâ da nasıl yazmış olduğuma şaşarım." sf.13

Nasıl yazmış olduğuna annesinin şaşırdığı kitap da "Benim Adım Kırmızı"ymış. 

Genel olarak okuyucuları tarafından anlaması en zor bulunan kitabı "Yeni Hayat" olmuş. 

"Cevdet Bey ve Oğulları"ndan ise Avrupa'nın aile romanı denen şeyi taklit ettiği ve ilk romanı olduğu için yıllarca belli belirsiz bir utanma duygusu duymuş. sf.339

"Kar" romanı için Kars'a gitmiş. Romandaki Ka adlı karakterin polisle ve halkla yaşadığı sıkıntıları bizzat yaşamış. (Kitap kapağındaki fotoğraf da Kar romanı için Kars'ta takıldığı kahvehanelerden birinde çekilmiş.)

Kitaplarını "Böyle bir kitap yazılsa da okusam." duygusuyla yazıyormuş. sf. 14

Kitaplarını elle kağıda yazan Orhan Pamuk, bu şekilde yazan türünün son örneği olduğunu söylüyor. 

Yazmaya dair "İçimde tatmini zor, hırslı bir grafomanyak, yazı yazmaya doyamayan, her şeyi sürekli yazıya geçiren bir adam olduğuna, onu memnun etmek için bir şeyler yazmam gerektiğine her zaman inandım." diyor. sf.403

İstanbul, sevdiği kitaplar, yazarlar, resimler, hayat hakkında konuşmak için bir bahane olmuş ona. 

*

Kitapta kendi basit çizimleri ve basit konular (sigara böreği, sivrisinek, berber, tıraş olmak, asansör, sandviç...) hakkında yazdıkları biraz şey. Mesela gece kendisini rahatsız eden sivrisinek için "Ne kadar da umutsuzdur bazen hayat, ne kadar acımasız" demesi...Sivrisinek ayol alt tarafı.

*

Babasının zengin bir kütüphanesi varmış. 1500 kadar kitap. Kimisini anlayarak, kimisini anlamadan okumuş çocukken.

"Kitaplarla haşır neşir oldukça hayatın bir kısmını daha kaçırıyor, bunu anladıkça da kaçan hayattan intikam alır gibi kitap alıyordum." diyor. sf. 114

Sonra da zaman zaman bu kitapları atarmış. Nefret ettiği olurmuş kimisinden.

"Bir kitabı atmaya karar verirken, önce hissettiğimiz yüzeysel aşağılama zevkinin arkasında, ilk başta görülmeyen derin acılar yatar. Aşağıladığımız şey aslında, kütüphanemizde durması bile huzursuz eden bu kitap değil, bu kitaba bir zamanlar para verip onu alacak, yıllarca kütüphanede saklayacak, hatta birazını okuyacak kadar verdiğiniz önemdir. Kitaptan değil, aslında o kitabı önemseyen kendimizden utanırız." sf. 122

"Gençliğimde, ileride yazar olunca kitaplarımın önünde poz vereceğimi düşlerdim. Şimdiyse bütün bu kitaplara ömür ve para yatırmış olmanın, kitapçılardan onları hamal gibi taşımış, onları saklamış olmanın verdiği sıkıntı; en önemlisi, onlara 'bağımlı' olmanı verdiği eziklik beni mutsuz ediyor."
  
Kitaplığında 12 bin kitabı olan yazar şöyle devam ediyor:

"Aralarındaki on-on beş kitabı belki çok seviyorum; ama kütüphaneme öyle aşık maşık değilim. Bir görüntü, bir eşya olarak, bir toz yığını, maddi bir yük olarak kitaplarımı hiç sevmiyorum." sf.123

Ha ha.

Çok iyi itiraf bu.

Bu adam yakında kütüphane de açar. "Orhan Pamuk Kütüphanesi" Ne atacağım kitapları, koyarım kütüphaneme, diyerek. Mesela Nişantaşı'nda. Ya da Cihangir'de. Ya da müzesinin olduğu Çukurcuma civarında. Yakışır bence.

Kütüphanedeki gerekli gereksiz kitap yığınından haz etmeyen yazar, yanında kitap bulundurmayı ise ayrı bir yere koyuyor:

"Cebinizde, çantanızda bir kitap taşımak, özellikle mutsuzluk zamanlarında cebinizde, çantanızda sizi mutlu edecek bir dünya taşımak demektir. Zevkle okunan bir kitabın varlığı, benim için, gerginlikle geçen gençlik günlerimde, esnemekten gözlerimden yaşlar getiren okul saatlerinde ya da zorunluluktan ve ayıp olmasın diye gittiğim sıkıcı toplantılarda bana güç veren bir teselli kaynağı oldu hep." sf. 209

Sevdiği yazarlar:
Proust
Borges
Sartre
Nabokov
Camus
Faulkner
Chomsky
Dostoyevski
Virginia Wolf
Ahmet Hamdi Tanpınar

*

Kitabın son bölümünde de yazarın siyasi görüşleri var.

Mesela;


"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran modernleşmeci zenginler de ülkenin yoksul ve geri kalmış kısımları  kendilerine direnince, onları anlamak yerine üzerlerine polisiye tedbirler, yasaklar ve orduyla gittiler." sf. 487

Şimdi böyle yapmıyoruz da ne oluyor? Anlıyor muyuz kendilerini? Anlaşılması mümkün bir güruh mu var karşımızda?

"Bir milyon Ermeni öldürüldü." lafının ardından davalar açılıyor ve tehditler alıyor, biliyorsunuz.

"Bir yandan, Türklerin Batılılar gibi soykırım yapmayacak, şefkatli bir millet olduğunu söylerken, bir yandan da bana ölüm tehditleri yollayan milliyetçi siyasi grupları nasıl anlamalıydım? Türklerin dünyada pek çok düşman tarafından kötü tanıtıldığından şikayet eden bir devletin, yazarlarını sürekli hapse atarak, onları mahkemelerde süründürerek bütün dünyaya 'zalim Türk' imajını yaymasının mantığı nedir?" sf. 496

Kurallara uymamazlığımız ile ilgili:

"Bütün yasaklara, kurallara sonuna kadar boyun eğenler yeterince zeki, yaratıcı ya da karakter sahibi değilmiş gibi gelirdi bize." sf. 501

Şu da güzel:

"Alman üreticisinin bile tamir edemediği bozuk bir radyoyu bir yumrukta çalıştırmak, cızırdayan bir telefonun bir kenarına çivi sokup düzeltmek 1960'larda, 1970'lerde İstanbullu 'pratik' kişilere milli bir gurur da verirdi." sf. 501

Yukarıda ülkenin yoksul ve geri kalmış kısımlarını anlamaktan bahsetti ya. Kar romanı ile ilgili bir yazısında da dinci kesimi anlamaktan bahsediyordu. Çok naif bir adam galiba. Gerçi bu kitap 2010 tarihli. Kar romanını 2002'de yazmış. Umarım bugün hâlâ "anlamaya çalışmak"tan bahsetmiyordur. Çünkü bazı insanlarla anlamak ve anlaşmak üzerine kurulu bir iletişim kuramazsınız.

Al bunu anla: "Orhan Pamuk akıllı olsun."
Anlayamazsın.
Anlamaya çalışmak da beyhude bir çaba olur.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder