16 Mart 2013 Cumartesi

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR





DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR

Yazarı: Ece Temelkuran

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım - Şubat 2013

Sayfa Sayısı: 471


İlginç bir kitap ismi. "Düğümlere Üfleyen Kadınlar" Felak suresinden geliyormuş. "Düğümlere üfleyen kadınların şerrinden sakının." Burada düğümlere üflemekten kasıt büyücülük. 

Bu kadınlar Mısırlı Maryam, Tunuslu Amira ve bizim Ece.

Üçüncü kadının adı kitapta hiç geçmiyor ama yazarın kendisi olduğunu anlamak çok da zor değil. Ülkesinde muhalif gazeteciler sebepli, sebepsiz içeri atılan, bu nedenle gazetesindeki işine son verilen, tutuklanmaktan çekinen Türk gazeteci olarak kendisinden başkası olamaz sanırım.

Kendisi için "Üçüncü kadın" demem aslında boşuna değil. Maryam ve Amira'nın nispeten daha dolu hikayesine karşılık, onun neredeyse bir hikayesi yok. Açıkçası kendisini takan da yok. Olmasa da olurmuş. O olmasa da bu hikaye yaşanırmış. Yaşanırmış da tabi o zaman yazan olmazmış. Hikayedeki yazıcılık görevini üstlenmekten başka bir pozisyonunu göremedim.

Zaten diğerlerinin hikayesini de çok derinlikli bulmadım. 

Bir koşturmacadır gidiyor kitapta. Tunus, Mısır, İskenderiye, Lübnan, Beyrut falan. (Sırayla yazmadım, aklıma geldiği gibi yazdım bunları. Sırasını takip etmek kolay değildi çünkü.) Oradan oraya savruluyorlar. Niçin?

İşte bu niçinin cevabı dolu değil.

Amira dans edermiş, dans okulu açmak istermiş, kız çocuğu gibiymiş, saf ve temizmiş, aşkını dolu dolu yaşamış, sonra bir kaza yaşanmış, kaçmak duurmunda kalmış.

Maryam ülkesindeki devrimde aktif rol almış, ama devrimden sonra alakasız insanların devrimi benimsediğini ve bundan kendilerine pay çıkardığını görmüş, olmaması gereken bir hamilelik yaşamış, çocuğunu bırakmış, kaçmak durumunda kalmış.

Ece Temelkuran'ı biliyoruz.

Ha bak şimdi aklıma geldi, zaten biliyoruz diye belki de o kadar anlatmadı kendi hikayesini. Burada da kendisini dinlemek istemeyenlere gönderme yaptı belki de kitapta da kendisinin dinlenilmemesine. 

Bu üçü bir otelde tanışıyor, Sonra da üçü birden Madam Lilla ile tanışınca heyecan, aksiyon, macera başlıyor.

Madam Lilla da bir garip zaten. Gençliğinde çok canlar yakmış da, kendisinin canını yakanın canını yakmaya, ondan intikam almaya gidermiş şimdi.

Heyecan, aksiyon, macera Madam Lilla'nın dahil olması ile başlıyor dedik. Başlıyor başlamasına da sanki bir gereksizlik, sanki bir derdiniz ne'cilik oluyor okurken. Evet sıkıntıları büyük ama bu kadar mı büyük. Diyar diyar kaçmayı, doğru düzgün tanımadıkları bir insanın peşinden sürüklenmeyi gerektirecek kadar mı büyük?

Her koyun kendi bacağından asılır, büyük demek ki o kadar, bunun ederini ben tartmayacağım elbette ama bir okuyucu olarak sıkıntı ve kaçış arasında bir orantı kuramadım. Hadi açık konuşayım, ciddiye alamadım.

Kitabın dili de belki bunda etkilidir. Karakter konuşmaları haricinde "şudur budur", "hınk dedi kaldı", "işte yani" gibi anlatım ifadeleri ciddiyetsiz geldi. 

Keza ciddiyetli olmaya çalışılırken yapılan betimlemeler de bu defa komik geldi.

"...İştahlı ve genç ayakları var." mesela. İştahlı ayak ne allasen?

"...Parmakları, gönlünce büyüdüğü için araları kahkaha ile açık." derken "kahkaha ile açık parmak arası" tasvirinde zihnimizde nasıl bir görüntü canlandırmalıyız?

"...kendi sümüğünün tadını keşfetmiş bir çocuk gibi salyangozum." ???

Yararsız bir edebiyat parçalama hali var. 

"Çöl bu yüzden çöldür" gibi beylik laf yırtınmaları da had safhada.


Kitabın bölüm başlangıçlarında önce bir parça hikayenin sonundan bir kuple oluyor. Sonra o sona nasıl gelindiğini anlatıyor. Sonuç- giriş- gelişme- sonuç sırası izleniyor. Bunu gazetecilik refleksi ile açıklamış yazar. " Azizim, bak ben nereden baksan gazeteciyim. Gözünü seveyim önce hikayenin sonunu söyle, sonra ayrıntıları anlatırsın." Bu aslında birinden birşey dinlerken iyi bir yol. Dinlemek, okumaktan daha sıkıntılı gelir hep bana. O yüzden biri birşey anlatırken ben de önce sonunu söylemesini tercih ederim. Ama okumada iyi bir yöntem değil. Yine yazarın tabiriyle hikayeyi "uçları kavuşmayan bir çember şeklinde" yazmak, okurken odaklanmayı zorluyor. 

Çok satan kitapların ne anlattığını merak ettiğimden ve Ece Temelkuran saygı duyduğum bir gazeteci olduğundan alıp okudum. Ama sonuç itibariyle çok etkili bulmadığım bir kitap oldu. Hem kadınların hikayesi vurucu değildi, hem de arka plandaki devrimler. "Arap Baharı" fonunda daha etkileyici hikayeler çıkabilirdi

3 yorum:

  1. Merhaba Hulya Hanim, kitabi aldim ancak daha okumadim. Yorumunuz kitap hakkinda biraz hayal kirikligi yasatsa da, tarzinizi cok sevdim. Iyi gunler...

    YanıtlaSil
  2. Kitabin herkeste biraktigi tat farkli olacaktir.Belki de ve umarim sizin hosunuza gider.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  3. http://www.kitapsohbetcisi.com/2013/04/dugumlere-ufleyen-kadnlar.html

    YanıtlaSil