13 Haziran 2013 Perşembe

Benim de Okuyacaklarım Var



Benim de Okuyacaklarım Var 


Selam,

Biraz uzun bir yazı döşeyeceğim. 

Önce geçen ay aldığım ve okuduğum kitapları gözden geçireceğim, 
sonra bu ay aldıklarımı göstereceğim,
sonra çok cici bir okul tanıtacağım size.
Nihayetinde de biraz Taksim’e değineceğim.

Hazır mıyız? Eğleniyor muyuz?


 
 Mayıs ayında aldığım bu kitapları üçerli gruplar halinde okudum

Bir “yolda okumalık” kitap

Bu kategoriye sadece romanlar dahil oluyor. Bu türün haricindeki bir kitaba yolda kafam basmıyor. Bassa da altını çizme isteği hasıl oluyor. Altını çizme isteğimi uyandırmayacak, illa uyandıracaksa da sayfa kenarını büzüp, eve gelince altını çizmek suretiyle giderilebilecek bir hissiyatı sağlayan kitapları tercih ediyorum yolda.






İmkansızın Şarkısı’nı bu kategoride değerlendirdim. Çantamda il il dolaştı desem yalan olmaz.

İlkin Karaköy’deki Sebo Börek’te başladım. Bu arada orada çay ne kadar pahalı ya. 3 liraya çay mı olur? Hadi böreğini, kahveni pahalı satarsın da çayın pahalısına kılım arkadaş. Çay dediğin arka arkaya iki, üç, dört, beş kere içilebilen bir içecek olmalı. Ha bunları söyleyen ben de çayı pek severmişim gibi oldu. Olursa içerim, yanımdakine eşlik etmek için, ama yoksa da aramam.



 
Burada başladığım kitaba Mersin’de devam ettim. Böyle de bir insanım. Sebo Börek’te başladığım bir kitabı Mersin’de bitirmezsem o gece gözüme uyku girmez.

Mersin’de saat 11:00 gibi adliyeden çıktım, sabah kahvaltı da etmemiştim. Adliyenin yakınında gözüme çarpan “Akdeniz Lezzet Köşesi” ne çömdüm. Esasında kahvaltı tabağı isteyesim vardı ama çekindim, mekan çünkü döner, kebap, pide resimleriyle dolu, kimse orada kahvaltı tabağı istemezmiş gibi geldi. Hasbelkader ben istesem ortamın yabancısı olduğum anlaşılır, ki bundan da hiç hazetmem, ben her yerde o şehrin yerlisi gibi görünmeyi severim, o yüzden kaşarlı tost istedim. Mersin yerlisi çünkü ille kahvaltılık bir şeyler yiyecekse ve kahvaltısını “Akdeniz Lezzet Köşesi”nde yapacaksa kaşarlı tost ister. 
Kaynak: götüm


İkinci kategorim “evde reklam arasında olur, yemeğin pişmesini beklerken olur, bu tip zamanı değerlendirmelik” kitap

Bunlar fazla kafa yormayı gerektirmeyen, devamlılık şartı aramayan, bugün okudum, 10 gün kitabın yüzüne bakmadım, 11.gün kaldığım yerden devam etsem gene anlayacağım türde kitaplar oluyor.



Fazıl Say’ın YalnızlıkKederi de bu sınıfta yer aldı.

Evde başladım, sonra Mersin’e giderken bunu da yanıma aldım. Zaten İmkansızın Şarkısı’nda yarıya gelmişim. Birkaç saat içinde bitecek belli. Sonra ne yapacağım? Hop, Fazıl Say’ın kitabı.

Gerçi bu sırayla okumadım. Sabah İstanbul’dan kalkan uçakla Yalnızlık Kederi’ni elime aldım. Zaten yarısını okumuştum. Adana’ya indiğimizde bitti bitecekti. Adana Havaalanı’ndan Mersin otobüsüne bindim, tam orada bitti.







 Planlı programlı, geleceği gören, kendini tanıyan insanım. Bu iki kitabın da gurbet ellerde biteceğini bildiğim için yanıma bir de Satranç’ı aldıydım. Duruşma sıramı beklerken ona başladım.

Satranç oynamayı az buçuk biliyorum. Ama hiç kendimi geliştirme isteğim olmadı. Aslına bakarsanız satranç dahil, tavla,okey… vb hiçbir taş oyunu; hiçbir kağıt oyunu, hiçbir bilgisayar oyunu ilgimi çekmiyor. Sarmıyor.



Böylece verimli bir iş seyahati gerçekleştirmiş oldum. Bir şehir Üç Kitap




Mersin’den Adana’ya trenle geçiyorum. Bugüne kadar istasyonda bilet alırken bana hep öğrenci bileti kesiyorlardı. Ben de bir mutlu oluyordum, bir mutlu oluyordum.

Sonra gidip iade ediyordum, “Ah ben öğrenci değilim, tam’ım” diyerek…

dememi beklerdiniz değil mi? Benden ve duyarlı vatandaşlardan böyle bir davranış beklenir gerçekten. Ama ben “Zuhaha öğrenci bileti kesmişler, hohoho” diye sevinip trene atlıyordum. Trende bilet kontrolüne geldiklerinde, öğrenci kimliği isterlerse ne yaparım diye de kafamda sahneler canlandırıyordum. “Öğrenci mi? Ben öğrenci değilim ki. Kimse bana sormadı ki öğrenci misin diye. Bana öyle bir bilgi gelmedi. Bana öğrenci misin, denmedi. Ben sadece Adana’ya bir bilet istedim. Direkt bunu verdiler. Sorsalar söylerdim öğrenci değilim diye….” bik bik ötmeyi, en sonunda “ Tamam ya neyse farkı öderim, nedir yani, allaallaaa” diye söylenmeyi göze alıyordum.

Bu şekilde 3-4 defa trene binmişliğim var. Fakat en sonunda gişede “Öğrenci misiniz?” diye sordular. Bence de sorsunlar. Sonra bazı istismarcı vatandaşlar çıkabiliyor, görüyorum yani etrafta, öğrenci olmadığı halde öğrenci biletiyle yolculuk yapıyorlar, çok ayıp çok.


Son bir kategorim daha var.

Yatmadan önce okumalık” kitap.

Bunu daha ziyade kalın kitaplar arasından seçiyorum. Çantada taşıması ağırlık yapacak kitapları evde okumayı tercih ediyorum.

 
















Oblomov bu tercihlerimdendi.
Okuyorum, uyuyorum. Ondan sonra bir dünya acayip acayip rüya.
Bu arada Oblomov abimiz tembellikte çığır açmış. Ben bu konuda kendimi “master degree” adderdim ama ı-ıh, abimsin Oblomov.


Gelelim bu ay aldığım kitaplara.

İşte Haziran kitaplarım:





Yakından bakalım kendilerine:
 



Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları - John Perkins

Tayyip’in Voleleri – Deniz Yıldırım

Cüppeli Adalet – İlhan Taşçı

Postmodern Cihad – İsmail Saymaz

Islak İmza - Zübeyir Kındıra

Tertip- Av. Mustafa Hüseyin Buzoğlu

Toplu Yazılar – Mahir Çayan

Belediye İhale Dalavereleri – Harun Gürek

Öcalan’ın İmralı Günleri – Cengiz Kapmaz



Bu ay aldığım kitaplar araştırma-inceleme kitapları.

Bu kitaplar 2012 yılının yasaklı kitapları

Bu kitaplar toplatılma, yasaklama ve yargılamaya maruz kaldı. Yazarları da çeşitli baskılara uğradı.


Bu kitapları okuyup, bilinçlenip, kendisini “Tayyip sevdalısı” diye nitelendiren arkadaşların karşısına belgelerle çıkacağım. 

“Bu da mı gol değil?” diyeceğim.




Araya birkaç da roman serpiştirdim.



 
 D&R dönem dönem şahane bir uygulama yapıyor ve 5 liraya kitap satıyor. İşte onlardan bir kuple:




 


















Yazamadığım Romanın Öyküsü - Yiğit Okur

Savaş Çağı Umut Çağı - Oya Baydar

Satılık Gerçek - Ingvar Ambjörnsen

Başka Dünyalar - Nadine Gordimer

Tarçın Kokulu Kız - Jorge Amado




Bir de birazcık utanarak söylüyorum, ne okuyacağım biliyor musunuz?

Pucca serisi.


 

Arkadaşımdan ödünç aldım bunları. Merak ettim “twitter fenomeni” olan bu arkadaşımız 
 neler yazmış da üç cilt kitap olmuş.


 

 










 
Kitap almak noktasında bu kadar şanslı olmayanlar için bir internet sitesi var: http://kitapagaci.org/

Burada ihtiyacı olan arkadaşlara, kardeşlerimize kitap gönderebiliriz.

Bu çerçevede Siirt’te bulunan Tepecik İlkokulu’nun öğretmeni okulunun kitap ihtiyacından bahsetmiş. Çam sakızı çoban armağanı şunları gönderdim. 




1 liraya, 1,5 liraya satılan kitaplar bunlar. Gerçi okumadım da içeriğini. Böyle tarihi olayları anlatan çocuk kitapları genelde gerçeklerden uzak hamaset yığını olur ama.


 Okulun internet sitesini inceledim:



Soldaki sekmelere baktım. “Öğrencilerimiz” sekmesi ilgimi çekti. “Bütün öğrencilerin tek tek fotoğrafını mı koymuşlar?” diye şaşakaldım ilkin. Okul deyince aklıma yüzlerce öğrenci geldiği için.

Tıkladım. 

1-A sınıfında 2 öğrenci,
2-A sınıfında 2 öğrenci,
3-A sınıfında 6 öğrenci var.

Toplamda 10 kişilik bir okul. Öğrencilerin soyadları da hep ya Emir ya Deniz.

Sonra “Kadromuz”a baktım. Bir tane öğretmen var. Kendisi aynı zamanda okulun müdürü. Okuluna kitap rica eden de o.

Bu ricaya karşılıksız kalamadım. Siz de kalmayın.

Tepecik İlkokulu
Tütün Köyü
Tepecik Mezrası
Kurtalan/Siirt

adresine bu yavrular için siz de birkaç kitap gönderin.



 Bu kitapları paketleyince ufacık birşey çıktı ortaya.
PTT Kargo ile birkaç günde ulaşıyor.




















Okul müdürü o kadar nazik biri ki kitaplar okuluna ulaştığında kitaplarla öğrencilerin fotoğraflarını çekip bana iletebileceğini, hatta bana hitaben bir de teşekkür mektubu yazdırabileceğini söyledi.

Hepi topu 6 kitap için böyle bir şey istemeye çekindim ben. Ama “Gönderdiğiniz kitabın miktarı önemli değil. Öğrencilerimi düşünüp elinizdeki kitapları yollamanız bizi mutlu etti.” dedi. Asıl ben bu incelik karşısında mutlu oldum.


Bu şirin okul, bu güzel öğretmene sahip olduğu için çok şanslı.



26 Mayıs-1 Haziran tarihleri arasında “İstiklal’e okumaya çıkıyoruz” diye bir sergi oldu.





Bu çerçevede hayatın içinde kitap okuyan insan fotoğrafları sergilendi.




 



 





Traş olurken, ekmek yaparken, döner keserken kitap okuyan insan görüntüsü çok sahte tabi ama olsun, gülümsetiyor.

 




Ve laf Taksim’den açılmışken Gezi Parkı olaylarına değinmezsek olmaz.



Daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış Taksim Gezi Parkı fotoğraflarıyla karşınızdayım. 

Dur doğruyu söyleyeyim, daha önce facebook, twitter, instagram hesaplarımda yayınladım. Bende yalan yok. 


Her şey Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine AVM yapılmasına direnilmesiyle başladı. Sadece küçük bir gruptu bu. Gezi Parkı’na çadırlar kurup eylemlerini sürdürüyorlardı. Küçük çapta ve zararsız bir eylemdi bu.

Sonra polisler buraya sabaha karşı bir baskın düzenleyip çadırları yıkmaya, yakmaya başladılar.

Bu durumdan ilkin twitter, facebook… vb kanallarla insanlar haberdar oldu. Zira televizyon ya da gazetelerde bu hususa hiç değinilmedi.





 Polisin bu sert tutumu karşısında insanlar birer ikişer Gezi Parkı’na gelmeye başladı. Işığı gören geldi.

 Üstelik şehrin göbeğinde polis fütursuzca gaz bombaları atıp, eylem yapan yapmayan ayrımı bile gözetmeden, sadece oradan geçmekte olan insanlara bile zarar verince olaylardan bihaber insanlar da polis şiddetinden rahatsız oldu.




 Tüm bunların üstüne Taksim’de günlerdir eylem yapılırken ve polis orantısız güç kullanmanın dibine vurmuşken televizyondaki haber kanallarında salak salak programlar olması ayrıca çıldırtıcı oldu. (Gerçi programlar salak salak değildi de, Taksim’de polis insanları yaralarken, öldürürken haber kanalıyım diye geçinen kanalların bunlardan hiç bahsetmemesi dehşetti)

Bu olaylar başbakanın “başbelası” dediği sosyal medya aracılığıyla yayıldı da yayıldı.








Olay artık sadece Gezi Parkı değil, polis şiddetine karşı, hükümetin anti demokratik uygulamalarına karşı bir başkaldırış oldu. İnsanlar bugüne kadarki suskunluklarının, sessizliklerinin, tepkisizliklerinin acısını çıkardılar.

Polis, Taksim’de bu vahşeti sergilerken Türkiye’nin diğer şehirlerinde de Taksim'e destek için yürüyüşler, eylemler oldu.









Polis bu şehirlerde de zaman zaman orantısız güç kullanmaya devam etti.

Polis şiddeti arttırdıkça, insanların da tepkisi arttı, kalabalıklar çoğaldı.





Türkiye bu haldeyken başbakan, yurtdışı gezisine çıktı. Başbakanın yurtdışına çıkmasıyla medya ufak ufak bu olayların haberlerini yapmaya başladı. Basının 10 gün sonra anca haberi olduysa demek ki.












Polisin olmadığı noktalarda insanlar güven içinde bir araya geldi. Bu kapsamda Taksim Gezi Parkı’nda bambaşka bir yaşam oluştu.


 İşte bu eylemler 15 günü geçti. Polis müdahale etmediği zaman sorunsuz geçen eylemlerde polisin müdahalesi ile olaylar çıkıyor. İnsanlar can güvenlikleri için polisten uzak duruyor. Böyle bir garabet

Siyasetçilerimiz ise tansiyonu daha da yükselten açıklamalarıyla yangına körükle gidiyor.

 Sonumuz hayrolsun bakalım.







 










4 yorum:

  1. Çok güzel bir yazı olmuş , ellerinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  2. Uzun yazılarınızı beğenerek okuyorum (fotoğraflar da ayrı bir güzellikte). Pucca'yı görünce yüzümü buruşturduğumu itiraf edeyim ama :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O yüzden biraz utanarak itiraf ettim zaten. Salt meraktan okuyacağım.

      Sil