ISLAK İMZA
Yazarı: Zübeyir Kındıra
Yayınevi: Togan Yayıncılık
Basım Yılı: Nisan-2010
Sayfa Sayısı: 274
12 Haziran 2009 tarihinde Taraf Gazetesi'nde ülkeyi uzunca bir süre sallayacak bir manşet vardı:
"İrtica ile Mücadele Eylem Planı"
Bu başlıklı belgenin yayınlanmasının ardından ne kıyametler koptuğunu hatırlarsınız.
Türkiye'de bir klasiktir. Kıyamet kopar. Bu kıyamet esnasında çeşit çeşit gazetelerden, tv programlarından kopan kıyametin ne olduğunu anlamaya çalışırsınız. Baktığınız basın organının meşrebine göre konu hakkında bilgi sahibi olursunuz.
Ancak en sağlıklı bilgiye -olayın bizzat içinde değilseniz tabi- yıllar sonra, ortalık sakinleşince yazılacak kitaplardan vakıf olursunuz.
"İrtica ile Mücadele Eylem Planı" başlıklı bu belge Ergenekon Davası'ndan tutuklanan Emekli Gazi Yüzbaşı Avukat Serdar Öztürk'ün bürosunda yapılan aramada ele geçiriliyor. Öztürk, belgenin kendisine ait olmadığını söylüyor.
Belgenin altında Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek ismi ve imzası yer alıyor.
Dursun Çiçek böyle bir belge hazırlamadığını, imzanın kendisine ait olmadığını söylüyor.
Sonuç olarak bu belge sayesinde AKP şahane bir mağduriyet imkanı kazanmış oluyor. TSK'nın seçimle başa gelmiş meşru bir hükümeti bitirme planları olduğu kamuoyuna inandırılmış oluyor.
Öncelikli olarak Dursun Çiçek'in nerede yargılanacağı problemi ortaya çıkıyor. Asker kişi olduğu için Askeri Savcılık olaya el koyuyor ve soruşturmaya başlıyor.
Askeri Savcılık, Jandarma'ya, Adli Tıp'a, TÜBİTAK'a imza incelemesi yaptırıyor. Bu kurumlardan gelen cevaba göre belgenin aslı gerekiyor. Fotokopi belge üzerinde sağlıklı bir inceleme yapılamayacağı söyleniyor.
Askeri Savcılık sadece bu inceleme ile kalmıyor. Askeri yazışma teknikleri açısından da belgeyi inceletiyor. Çıkan sonuçta söz konusu belgenin askeri yazım teknikleri ve gelenekleri ile örtüşmediği ortaya koyuluyor.
Son olarak Albay Dursun Çiçek'in başında bulunduğu 3. şubenin, görev alanı itibariyle de bu tür bir belge hazırlayamayacağı belirtiliyor. Çünkü irtica ile ilgili konular 2. şubenin görev alanına giriyor, 3. şube dış konularla ilgileniyor.
Bunun üzerine Askeri Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar veriyor ve belgenin sahte olduğu ilan ediliyor.
Belgenin Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'nda düzenlenmediği, böyle bir belge ile ilgili gerek elektronik ortamda, gerekse yazılı kayıtlarda herhangi bir bilgi, belge, emir veya emareye rastlanmadığı bildiriliyor.
Askeri Savcılık, belgenin kim tarafından, nerede, hangi amaçla düzenlendiği konularında sivil yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı veriyor ve dosyayı Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderiyor.
Askeri Savcılık tarafından hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen Dursun Çiçek, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tutuklanıyor. "Silahlı terör örgütü üyeliği" suçlamasıyla.
Belgeden dolayı değil, terör örgütü üyesi olmaktan suçlanıyor.
Bu noktada Kafka'nın "Dava" romanı aklıma geliyor. Sürekli suçlanıyorsun, sürekli kendini savunmaya çalışıyorsun, mantıklı izahatlarda bulunuyorsun, ama karşında mantıkla işleyen bir mekanizma olmadığı için boşa kürek sallamış oluyorsun. Çıldırmamak işten değil.
Tutuklanan Dursun Çiçek, koğuştakilerden müjdeli haberi duyuyor. "Komutanım, televizyonlar at yazı geçti, tahliye oldunuz"
TRT Haberciliği o dönem çığır açmış durumda. Ergenekon Operasyonları sırasında daha gözaltı olmadan gözaltını, arama olmadan aramayı, kazı başlamadan toprağa gömülü silahların sayısını bile duyurabilecek kadar güçlü bir haber ağı var TRT'nin.
Dursun Çiçek'in asker olması, isnad edilen suçun askeri suç olması vb konular asker kişilerin yargılanması ile ilgili pürüzler çıkarıyor diye hemen bir yasama desteği hazırlanıyor.
Asker kişilerin de sivil yargıda yargılanmasını öngören bir düzenleme 26 Haziran gecesi TBMM'den geçiriliveriyor.
CHP'nin Anayasa Mahkemesine başvurmasıyla bu düzenleme iptal ediliyor.
Belge aşağı, belge yukarı. Bu belgenin aslı nerede?
O da 16 Ekim 2009 tarihinde ortaya çıkıyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bir ihbar mektubu geliyor. Yine isimsiz bir ihbar mektubu.
Yine diyorum, çünkü Erzincan'daki cemaat soruşturması ve sonrasındaki olaylarda da sık sık kimliği belirsiz ihbar mektupları oluyordu.
Bu ihbar mektubunu yazan kişi TSK içinden biri olduğunu, orduda cuntacılar olduğunu, bunların darbe hazırlığında bulunduğunu, insanlar hakkında fişlemeler yapıldığını vesaire yazıyor. "İrticayla Mücadele Eylem Planı basında yer alır almaz, erken davranarak söz konusu evrakın aslını gizlice dosyalandığı klasörden aldım" diye de belirterek ihbar mektubuyla birlikte belgenin aslını gönderiyor.
Dursun Çiçek'in o dönem stajyer avukat olan kızının "Babamın çift kilitli evrak dolabından, babamın haberi olmadan, şubede olağanüstü anların yaşandığı, her giren çıkanın gözlendiği bir günde alması mümkün olabilir mi?"
sorularının cevabı yok.
Belgenin aslı ortaya çıktığı için bu defa ıslak imza incelemeye tabi tutuluyor.
Adli Tıp oy çokluğuyla "imzanın Dursun Çiçek'in eli ürünü olduğunun kabulü gerektiği" yönünde rapor veriyor.
İfadeye dikkat yalnız. Eli ürünü olduğunun kabulünün gerektiği...
Sanki yargıya dayatmada bulunuyor.
İmza incelemesi raporlarında kesin bir ifade kullanılmaz, kanaatten bahsedilir. Hoş, gerçi o da bana sorarsanız bilimsellikten uzak.
Kitabın sonunda imza incelemeleriyle ilgili nefis bir analiz var. Olayla imza arasında illiyet bağının kurulması, tek başına imzanın yeterli bir delil sayılmaması gerektiği, bu konuda sıklıkla hatalı kararlara rastlanabildiği gibi.
Oy çokluğuyla imzanın Dursun Çiçek'e ait olduğu yönünde bir rapor veren Adli Tıp'ta bu raporu verenlerden üçünün bir haftalık kursla 'Adli Belge Uzmanlığı' sertifikası alması ise ilginç.
İmzanın kime ait olduğunun tespit edilemeyeceğini söyleyen dört uzman ise 8-15 yıldır bu işi yapan uzmanlar.
Kitapta son olarak belge ile ilgili parmak izi araştırmasına gidileceği bilgisi vardı. Kitap yazıldığı sırada bunun sonucu belli değilmiş.
Bu olaydan bağımsız olarak aklıma takılıyor. Herhangi bir üst emir olmadan, bireysel bir çalışmayla böyle bir belge hazırlanması suç unsuru mu teşkil eder? Organize bir iş değil, tamamen bireysel. O zaman kişisel düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğü kapsamında tartışılamaz mı?
Neyse bunları tartışabilecek durumdan çok uzağız şu an.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder