28 Aralık 2017 Perşembe

RUH ADAM


RUH ADAM

Nihal Atsız

1972

Ötüken Neşriyat

61. Basım - Nisan 2015

308 sayfa


Nihal Atsız'ı ideolojik sebeplerden ötürü sevmem.

Fakat Sezar'ın hakkı Sezar'a. Bu roman bambaşka bir şey. İçinde milliyetçilik var, tarih var, aşk, psikolojik tahliller, sembolizm, tasavvuf, yargılama, isyan...

*

Kabaca kırk yaşındaki bir eski askerin 18 yaşındaki bir kıza aşık olması ile beraber yaşadığı iç hesaplaşma diye özetleyebilirim.

Normal şartlarda bu aldatma/aldatılma hikayesi benim çok canımı sıkar. Bu da o açıdan yer yer canımı sıktı. Ama totale baktığımda keyifle okudum.

*

Selim Pusat, askerliğe gönül vermiş bir yüzbaşı. Dünyada en önemli şeyin askerlik ve savaş olduğunu, bunun dışındaki şeylerin gereksiz olduğunu düşünüyor. 

Karısı Ayşe lisede edebiyat öğretmeni.

Selim Pusat, düşünceleri nedeniyle askerlikten atılıyor. Kralcı düşünceleri var çünkü. Yargılanıyor, hapse giriyor, vatan haini yaftası bile yiyor. Karısı da işinden oluyor.

Ancak Ayşe Pusat üç yıl aradan sonra mesleğine geri dönüyor.

Sınıfındaki tüm öğrencileri sevmekle birlikte özellikle üç kız öğrencisini daha çok seviyor.
Güntülü, Nurkan, Aydolu. Üçü de birbirinden güzel ve akıllı kızlar.

Ayşe bazı günler hem öğretmen arkadaşları hem de bu üç kız öğrenci ile okul dışında da görüşüyor, geziler düzenliyorlar.

Selim Pusat hapisten çıkıp eve geldikten sonra hayata küsmüş, insanlardan nefret eder olmuş, asabi bir insana dönüşmüş.

Ayşe, kocası hayat belirtisi göstersin diye elinden geleni yapıyor. Onun tüm kahrını, somurtkanlığını ve sevimsizliğini çekiyor.

Selim ise Ayşe'nin öğrencilerinden Güntülü'ye aşık oluyor.

Bu aslında benim için mide bulandırıcı ve sinir bozucu bir hikaye olabilirdi ama kitabın kurgu ve ruh tahlili çok iyi olduğundan herhalde, canımı sıkmadı.

Selim, iradesinin zayıflığından ötürü kendine kızıyor ama beri yandan da aşık.

Askerdeki can dostu, intihar edip hayatına son veren arkadaşı Şeref bazen Selim'in yanında peyda oluyor. Ona yaptığının yanlış olduğunu söylüyor.

Aslında herkes Selim'e yanlış yaptığını söylüyor.

Bu noktada tarihin tüm önemli kişilikleri (Zerdüşt, Buda, Hz. Muhammed, Alp Er Tunga, Alparslan, İstemi Kağan, Aksak Temir, Kül Tegin, Oruç Reis, melekler Cebrail, İsrafil, Mikail...) herkes ama herkes Yüce Işık Tanrı'nın mahkemesinde onun suçlu olduğunu söylüyor. Annesi hariç. Annesi merhamet istiyor, diğer herkes adalet.

Selim'i bu mahkemeye götüren, getiren, zaman zaman karşısına çıkan Yek adlı sevimsiz bir adam var. İblis kendisi.

Selim'in sonu bu fantazyaya yakışır şekilde oluyor. 

"Selim Pusat'ın duvardaki çerçeveli büyük resminin yalnız çerçevesi kalmış, resim yok olmuştu." sf.290

*

Kitabın başında bir masal var. Birine ihanet ederek başkasına aşık olan bir adamın binlerce yıl sürecek lanetinin masalı. 

Selim de bu masaldaki laneti yaşatan bir figür olarak çıkıyor. Güntülü de öyle. Yüzlerce yıl önce aslında birbirlerine aşıkmışlar onlar. 

Kitabın sonunda da yine bir okul ve kız öğrenciler var. Bu defa yeni kişilikler. Kızlardan Emine bazı sesler duyuyor. 

"Bir erkek 'Izdırap çekiyorum; sen de beni seviyor musun?' diye ağlıyor, bir kadın da buna 'Sus sus, ben de ızdırap çekiyorum!' diye cevap veriyordu." sf.298

Bu aynı zamanda kitabın başındaki masalda da geçiyor.

*

Romanda bir de prenses var. Prenses Hanzade Leyla. 

Açıkçası bu karakterin biraz havada kaldığını düşündüğüm için pek değinmedim. Prensesin hikayesini ve romandaki varlığını çok da anlamadım desem yeridir.

3 yorum:

  1. ben de sabahattin ali sevgimden dolayı pek sevmem atsız'ı ama bu kitap aklımda olsun..

    YanıtlaSil
  2. Selim'in yanlış yaptığı muhakkak. Ama yine de biraz haksızlık ediliyor gibi;

    2200 yıl önce Mete Han'ın ordusundaki yüzbaşının ruhu Selim'e intikal etmiş. Selim bunları her halükarda yaşayacak yani. Zaten romanda da Güntülü'yü önceden tanıdığını hissediyor, ama nereden tanıdığını anlamıyor.

    Romana genel olarak bakarsam, Atsız hakikaten büyük fikir adamı olduğu kadar büyük edebiyatçıymış da (sizin aksinize ben ideolojik olarak da severim kendisini). Roman okuma alışkanlığım azdır ama Atsız'ın 300 sayfaya sığdırdıklarına (ve bunları anlatış tarzına, diline) bakınca başka kimse bunu yapamaz diyor insan.

    YanıtlaSil