8 Eylül 2024 Pazar

AKLIMIZDA BULUNSUN

 

AKLIMIZDA BULUNSUN

İş İnsanları İçin Denemeler

Bülent Eczacıbaşı

2022

Yapı Kredi Yayınları

1.Baskı – Kasım 2022

262 sayfa



İş insanı Bülent Eczacıbaşı, ilk kitabı “İşim Gücüm Budur Benim” in ardından okuyucuyla daha çok soru cevapla gelişen sohbetler hayal ederek bu kitabı yazmış. Başucu kitabı Montaigne’in Denemeler’i imiş ve bu kitabı yazarken de esin kaynağı o olmuş.

*

Kitap Eczacıbaşı’nın gençlere önem verdiğini anlatarak başlıyor. Onlardan öğrenilecek şeyler olduğunu, onlarla iletişim kurmak gerektiğini, kendilerini geliştirmelerine yardımcı olmak gerektiğini vb.

*

Çalışkanlıkla ilgili fikirlerine de yer veriyor kitapta. Darwin’den örnekliyor bu konuyu. Ben de bilmiyordum, bilim tarihinde devrim yaratmış biri olan Darwin, gece gündüz çalışmıştır diye tahmin ederiz. Halbuki Darwin günde dört beş saat çalışır, kalan vaktinde yürüyüş yapar, mektup yazar ve uyurmuş. Bu yaptıkları tembellik değil vakti verimli değerlendirmek. Çünkü bilfiil çalışmak dışında geçirdiği bu zaman çalışmalarına ilham veren fikirlerini doğuruyor ve düşüncelerini toparlamasını sağlıyor.

Bu konu “Çalınan Dikkat” kitabında da geçiyordu. Bazen sadece etrafa bakmak, sadece yürümek yani dışarıdan bakılınca boş gibi gözüken şeyler yapmak lazım ki beyin biraz kendini toparlasın. Bu dingince yapılan aktiviteler esnasında beynimiz yeni fikirler geliştirebiliyormuş.

*

Kitapta başka şeyler de öğrendim. Bazı kavramlar ilginç geldi. Örneğin;
Çevrimiçi itibar: İnternetteki, sosyal medyadaki itibar.
Doğrulama yanlılığı: Evet efendim sepet efendimleri sevmek, genellikle senin fikrini destekleyeceğini bildiğin insanlara danışmak.

*

İş ahlakından da bahsediyor kitapta. Bir dönem Eczacıbaşı firması bir sigara firmasıyla işbirliği yapacakmış. Ama sonra biz ilaç üretiyoruz, sigarayla işimiz olmamalı deyip bunun iyi bir fikir olmadığına karar vermişler. Bir zahmet. Gerçi dünyada bir yandan sigara üretip bir yandan kanser ilacı üretimine destek olduğu söylenen firmalar var. Bu açıdan Eczacıbaşı’nı tebrik etmek lazım bu ikiyüzlülüğe bulaşmadıkları doğruysa.

*

Birlikte çalıştığı insanlarla ilgili Warren Buffett’ın şu sözlerine değiniyor. “Enerji, akıl, dürüstlük. Üçüncüsü yoksa ilk ikisi sizi mahveder”

Eczacıbaşı da Böyle düşünüyormuş. Kim böyle düşünmez ki?

*

Çocukken Bülent Eczacıbaşı ve kardeşi Faruk Eczacıbaşı babalarına sormuşlar şirkette kim ne iş yapar diye. Nejat Eczacıbaşı da basitçe anlatmış. Şu kişi para işine bakar, bu kişi ilaçların kalitesine bakar vb. Sonra Faruk sormuş, baba sen ne yaparsın? Cevap verememiş babası. Onun yerine Bülent Bey cevap veriyor şimdi. “Karar vermek. İş insanının işi budur” diyor. Karar vermek.

*

Bülent Eczacıbaşı kitapta yer yer özeleştiri de yapıyor. Bunu yapmasını sevdim.  Örneğin;

Plazalardaki malum plaza diline karşı “Uydurukçaya son” diye bir çalışmaya girişmişler. Mümkün olduğu kadar düzgün bir Türkçe kullanıma ağırlık vermişler. Diyor ki o dönem için: “Anlamsız bir işe mi girişmiştik acaba?” Sf.89

İklim krizine değiniyor kitapta. Sorumluluk üstleniyor iş insanı olarak. “Kurduğumuz, yönettiğimiz şirketlerin küresel ısınmada, çevre kirliliğinde ve kaynakların tükenmesinde büyük rol oynadığını yadsımak mümkün değil.” diyor. Çok doğru. Sf.97

Liderlerin hata yapabileceğinden ve bunun sonuçlarının ne kadar ağır olabileceğinden bahsederken diyor ki: “Lider hatalarının nelere mal olabileceğini gösteren örnekler her yerde karşımıza çıkar. Eczacıbaşı’nın geçmişinden de size örnekler verebilirim ama baş sorumlu olarak ucu bana dokunacağından bunu yapmamayı tercih ediyorum.” Sf.144. Burada gülmeden geçemedim. Cici bir dokundurmada bulunmuş kendi kendine.

*

Bir ara şirkette kavramların hangi anlamda kullanıldığını belirlemek için şirket içi bir sözlük çıkarmışlar. Özellikle toplantılarda hep strateji dendiği için buna ihtiyaç duymuşlar. Şakir Eczacıbaşı (Bülent Eczacıbaşı’nın amcası) stratejinin ağır bir kelime olduğunu söyleyip uyarırmış bu kelimeyi olur olmadık yerde kullananları. Çünkü strateji derken bunun bazen vizyon, bazen hedef, bazen de politika yerine kullanıldığını fark etmişler. Ve tüm bu kavramların ne anlamda kullanılacağına ilişkin bir sözlük düzenlemişler. Orada şöyle tanımlamışlar stratejiyi: “Strateji, hangi ürünlerin, hangi pazarlarda, hangi müşterilere satılacağını; hangi ürünlerin, hangi pazarlarda, hangi müşterilere satılamayacağını belirler.”

Bir zaman sonra uzun vadeli stratejilerin çok anlamlı olmadığını fark etmişler. Örneğin 1960’larda oralet üretmişler. Oralet biliyorsunuz, portakal özlü bir granül. Eczacıbaşı şirketi oraleti piyasa sunarken portakal suyuna alternatif olarak yaz aylarında içileceğini planlamış. Ama oralet kış aylarında daha çok içilir olmuş. Araştırmışlar, insanlar oraleti çay bardağına koyup sıcak içiyorlarmış. Yani insanlar oraleti şirketin planladığı gibi portakal suyuna alternatif değil çaya alternatif yapmışlar. Bu yüzden de bazen stratejilerin işe yaramayabileceğini anlatıyor.

*

Aklımda kalan bir başka çıkardığı ders ve dikkate alınacak tavsiyesi şu. Bülent Eczacıbaşı bir kere Borusan Filarmoni orkestrasında konuk orkestra şefi olmuştu. Bu işi layıkıyla yerine getirmiş, herkes onu övmüş, bütün notaları düzgün yerine getirdiniz diye. Ama Bülent Eczacıbaşı bu övgülerden ve yaptığı işten tatmin olmamış. Çünkü sadece düzgün yapmak için uğraşmış. Halbuki bu işi düzgün ve ondan çok daha iyi yapan insanlar zaten var. Onlardan daha iyi yapmasına imkan yok. O zaman düzgün yapmaktansa farklı yapmaya uğraşmak daha akılda kalıcı olurdu, diye anlatıyor. Nitekim kendisinden sonra konuk orkestra şefi Cem Yılmaz olmuştu ve onun efsanevi orkestraşefliğini biliyoruz. O da buna değiniyor. Ben iyi olmak için uğraştım, iyi oldum ama bir fark yaratamadım. Benden sonra Cem Yılmaz ise fark yarattı, diyor. Gerçekten de bir işte senden daha iyiler varsa onlardan daha iyi olmak için uğraşmaktansa onlardan farklı olmak için uğraşmak daha iyi olabilir.

*

Başarılı bir iş insanın düşüncelerini ve deneyimlerini okumak beni memnun etti. Gerçi babadan gelen bir başarılı iş insanlığından bahsediyoruz. Zaten bu alanda hayata 1-0 önde başlamış oluyor. Bunu göz ardı edemedim okurken. Ama en azından bu mirası sürdürmek ve daha ileriye taşımak da az şey değil.

Yalnız kitapta buram buram kurumsallık, buram buram plaza var. Öğğhh! Tiksinirim. Sürekli toplantılar, yazışmalar, mailler… Boğulacak gibi oluyorum. Kurumsallık benim nazarımda hantallık demek. Karşında bir muhatap bulamamak, bu yüzden de bir türlü karar alınamaması demek. Herkes bir üste, bir başka yetkiliye sorar. Onlar toplantı yapar. Bekle ki bir karar verebilsinler. O yüzden ben şahsen butik iş yerlerini kurumsal yerlere tercih ederim. Zira karşında muhatap belli. Anında cevap verir. Kurumsal şirketlerdeki gibi şuna iletiyorum, notunuzu aldım, şundan cevap bekliyorum…yok. Küçük işletmelerde karşınızda gerçek bir yetkili vardır, karar verme yetkisine sahiptir, kısa sürede düşünür taşınır cevap verir. Çözüme ulaşırsınız. Kurumsalda bir çözüme ulaş bakalım. O ona o ona. Ayhhhh!

Gerçi Bülent Eczacıbaşı kitaptan anladığım kadarıyla kurumsallığı işlevsel hale getirme gayretinde. Bu konuda çokça okuduğu ve araştırdığı anlaşılıyor. Hatta şirkete bir yenilik getirmeye çalıştığı zaman diyor ki, “Yine hangi kitapta ne okudu ya da nerde ne gördü acaba, diye hakkımda takılıyorlar muhtemelen.”  Kendisiyle ilgili bu dokundurmaları çok tatlı.

Ama yine de şirket, kurumsal, plaza, mesai, toplantı, mail… ı-ıh!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder