16 Eylül 2024 Pazartesi

KAYBOLAN BAĞLAR

 

KAYBOLAN BAĞLAR

Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler

(Lost Connections

Uncovering the Real Causes of Depression and the Unexpected Solutions)

Johann Hari

2018

Çeviren: Barış Engin Aksoy

Metis Yayınları

7.Basım – Mayıs 2024

361 sayfa

 

Daha önceki kitabı “Çalınan Dikkat” gibi yine bir çırpıda okunacak çok etkili bir kitap yazmış yazar.

Kendisi de yıllarca antidepresan ilaçlar kullandıktan sonra bu ilaçların işe yararlılığını düşünmeye başlamış. Bu düşüncenin izinde çeşitli uzmanlarla ya da uzman değil ama aynı dertten muzdariplerle konuşmuş ve ortaya bu kitap çıkmış.

*

Yazar ergenliğinden beri yaklaşık on üç yıl antidepresan kullanmış. Sonra bu ilaçların işe yaramadığına ilişkin şüpheler yaşamış. Nitekim ilaç firmaları tarafından finanse edilen ve yayımlanan yazıların kar amacı güttüğü için yanlı ve yanlış olduğu sonucuna varmış.

*

Depresyonun seratonin hormonu azlığından olduğu bilinir. Ama bunu artıran ilaçların kişinin depresyonunu azaltmadığı ortaya çıkmış. Hatta diğer hormonları artıran/azaltan ilaçlar da depresyonu etkilememiş. Sonuçta depresyonun kimyasal bir dengesizlik olmayabileceği sonucu doğmuş. Çünkü aslında depresyon ya da kaygı yaşayan insanların beyinlerinde kimyasal bir dengesizlik olduğuna dair bir kanıt yokmuş. Ruhsal sıkıntıların kimyasal bir dengesizlikten kaynaklandığı fikri ilaç şirketleri tarafından pazarlanan bir efsane olabilir.

Depresyon sadece ve illa ki beyindeki bir kimyasal dengesizlik değil diyor kitap özetle. Örneğin yas halinde de insanlar depresyonla aynı bulguları gösteriyorlar ama bir sebebi var. Yakınının ölümü. Ya da başka bir sebep. Psikiyatristlerin bu yas sürecine bir sınır koyup (örneğin iki hafta) bundan sonrası için akıl hastalığı teşhisi koymaları kişinin kendisinden kopmasına sebep oluyor. Hemen ilaç vermek yerine insanların yaşadığı hayatı hesaba katmak gerek. Böyle düşünen psikiyatristler de var.

“Bu psikiyatristler çektiğimiz acının ilaçlarla ortadan kaldırılması gereken akıldışı bir spazm olduğunu söylemek yerine, onu dinleyip bize ne söylemeye çalıştığını anlamamız gerektiğini görüyor.” Sf.59

Bu noktada yazar çok güzel bir soru soruyor:

“Ya depresyon aslında yaş tutmanın bir biçimiyse - olması gerektiği gibi olmayan hayatlarımız için tutulan bir yas ise?” Sf.61

*

Depresyon tanısı almış ve almamış kişilerle deney yapıyorlar. Depresyon tanısı almış kişilerin hayatlarında bir önceki yıl önemli bir olumsuz olay yaşanmış. Yakının ölümü, hapis, hastalık vb. Olumsuz olayın yanında eğer iyi arkadaş, destekleyici partner varsa depresyona girme ihtimali azmış. Ama bunun gibi destekleyici unsurlar yoksa ve hayatınızda stres doğuran uzun vadeli faktörler varsa -kötü evlilik, kötü aile vb- depresyona girme ihtimaliniz yüksek. Buradan da anlaşılıyor ki depresyon aslında beyinle değil hayatınızla ilgili bir sorun. Yani:

“Klinik depresyon, yaşanan zorluklar karşısında anlaşılır bir yanıt.” Sf.69

*

Depresyonun nedeni olarak şu maddeleri saymış yazar ama bunların sınırlı olmadığını ekliyor:


1.Anlamlı çalışmadan kopuk olmak

İngiliz kamu görevlileri arasında yapılan araştırmaya göre kamu hizmetlerindeki konum yükseldikçe depresyona girme riski azalıyormuş. Tam aksi olur sanırken. Çünkü yüksek kademedekiler daha fazla kontrol sahibi. Bu da depresyona girme riskini azaltıyor. Kamu hizmetlerinde üst kademelere çıktıkça arkadaş sayınız ve sosyal faaliyetleriniz artıyor. Aşağılara indikçe azalıyor, işten eve gelince tek isteğiniz televizyon karşısına çökmek oluyor. “Çalıştığınız iş sizi zenginleştirdiğinde hayat daha dolu oluyor ve bu da iş dışı faaliyetlerinize yansıyor. Ama çalıştığınız iş sizi köreltiyorsa gün sonu geldiğinde canınız çıkmış oluyor.” Sf.88 Yani işte stres yaratan fazla sorumluluk sahibi olmak değil, aksine tekdüze, sıkıcı, ruh köreltici bir iş olması. Buna ek olarak takdir edilmemek.

2.Diğer insanlardan kopuk olmak

Ciddi, derin bir yalnızlık bir fiziksel saldırı gibi yani birinden yumruk yemek kadar stres yaratıyormuş. Buradaki yalnızlık diğer insanların fiziksel yokluğundan ziyade kimseyle önemli bir şey paylaşmama hissi. Yalnızlığın son bulması için en azından bir insanla karşılıklı yardım ve koruma hissi bulunmalı. Bu durum avcı toplayıcı ilk insanların yaşamak için birlikte hareket etmeleri gerekliliğinden gelen bir his. Bundan kopmak depresyona sürüklüyor. Bu yalnızlık internette oyun bağımlılığı ile de ilintili. Orada bir grup içinde olmak, bir hedef doğrultusunda hareket etmek rahatlama sağlıyor ama etkili ve gerçek bir iyileşme sağlamıyor.

3. Anlamlı değerlerden kopuk olmak

Materyalist ve dışsal hedeflerin güdümündeki insanların depresyona daha meyilli olduğu belirlenmiş. Yani bir şeyleri satın almak, bir şeylere sahip olmak (terfi, lüks araba, yeni iphone, pahalı kolye) mutluluğu artırmıyor. Karşılığında bir şey istediği için değil iyi bir şey olduğunu hissettiği için daha iyi bir arkadaş, daha iyi bir baba olmak, keyif için dans etmek… bunlar mutluluğu artırıyormuş.

4. Çocukluk travmasından kopuk olmak

Obezite ile mücadele eden bir doktor gerçekten obez hastaları kısa zamanda sağlıklı kiloya kavuşturan bir diyet uygulatıyor. Ama görüyor ki bu insanlar kilo verince mutlu olmuyor ve yeniden obez oluyorlar. Onları yargılamak yerine soruyor, kilo verdiğinizde sizi mutsuz eden neydi? İlk ne zaman kilo almaya başladınız?… Hepsinin çocukluğundan bir travma çıkıyor. Genellikle taciz, tecavüz. Kadınlar bundan korunmak için kilo alıyor, böylece erkeklerin kendilerini görmeyeceğini düşünüyor. Bir grup erkek de kilo verince kendilerini güçsüz hissediyor, kilolu cüsseli görünmek daha saygıdeğer diye düşünüyorlar.  Ve buradan araştırıyorlar ki çocukluğunda travma yaşayanların yetişkinliğinde depresyona girme ihtimali daha yüksek. Yani “depresyon bir hastalık değil, anormal hayat deneyimlerine verilen normal bir yanıt.” Sf.139

5. Statü ve saygıdan kopuk olmak

Babunlar üzerinde yapılan bir araştırma hiyerarşide düşük olan babunun stres seviyesinin çok yüksek olduğunu ortaya koymuş. Bir de hiyerarşide yukarıda ama statüsünü tehdit eden durumlarla karşılaşan babunlarda stres seviyesi yüksekmiş. Aynısının insanlar için de geçerli olduğu gözlemlenmiş. Eşitsizlik depresyona sebep oluyor. Çünkü insanda önemli olmadığı hissi doğuruyor. Bu noktada insanların seçim şansı var. Hiyerarşiyi yıkabilir, eşit bir ortam yaratabiliriz. Ama görünen o ki hiyerarşiler oluşturmayı tercih ediyoruz.

6. Doğal dünyadan kopuk olmak

Hayvanat bahçesindeki hayvanların zamanla kendilerine zarar verdikleri gözlemleniyor. Bu durum insanların hayatlarıyla da ilintili. İçinde yaşamak üzere evrildiğimiz ortamdan mahrum kalınca depresyona giriyoruz. Yeşilin, doğanın içinde olunca kendimizi daha iyi hissediyoruz. Yeşilin içinde yaşarsak da depresyon ihtimali azalıyor. Bunun sebebini şöyle açıklıyor bu konuda bir uzman:

“Hepimiz hayvanız. Bunu unutup duruyoruz. Ve hayvan olduğumuza göre bu beden hareket için var.” Sf158 

“Konuşup kavramlar aktaran hayvanlar olmadan önce çok daha uzun bir süre hareket eden hayvanlar olduk biz.(…) Önce fizyolojimiz düzeltelim. Dışarı çıkalım. Hareket edelim.” Sf.159 

Doğada bulunmanın iyi gelmesinin bir sebebi de egolarımızdan arındırması. Depresyondaysan kendi düşüncelerine tutsak oluyorsun, her şey seninle ilgili oluyor. Ama doğadayken senden daha büyük bir şeyin içindesin, dünyanın kocaman olduğu ve dertlerinin küçücük kaldığını hissediyorsun.

7. Umutlu ya da güvenli bir gelecekten kopuk olmak

Abd ve Kanada’daki yerliler hükümetler tarafından küçük bölgelere sıkıştırılınca bu yerli uluslar arasında intihar vakaları artmış. Hayatları hakkında geleceğe dair düşüncesi kalmayan yerliler intihara sürükleniyor, ama direnerek bir şekilde hükümetlerden çeşitli kazanımlar sağlayanlar depresyona daha az meylediyor. Yani kendi kaderi üzerinde söz hakkı olması insanları hayatta tutuyor. 

“Evet, canım yanıyor, ama sonsuza dek böyle olmayacak. Ama gelecek elinizden alındığında, o sancı hiç geçmeyecek gibi gelir.” Sf.170 

İş dünyasında pek çok böyle insan var. İş güvencesi ve dolayısıyla geleceğe dair güveni olmayan milyonlarca insan. Türkiye’de yaşayan insanlara zaten bunu anlatmaya gerek yok.

8. 9. Genlerin ve beyindeki değişimlerin gerçek payı

Beyin deneyime dayalı olarak kendini yapılandırıyor. Kullanmadığımız sinapsları buduyor, kullandığımız sinapsları geliştiriyor. Dış sebeplerle beynin içindeki değişimler birlikte gidiyor. Örneğin yukarıdaki nedenlerden bazılarını yaşadınız. Evliliğin yeni bitti, işini kaybettin, annen hasta oldu.

 “Uzun süre yoğun bir acı hissettiğin için beynin bundan sonra bu hal içinde hayatta kalmaya çalışacağını varsayacaktır. O yüzden de sana neşe ve haz getirecek şeylerle ilişkili sinapsları güçlendirmeye başlayabilir.” Sf.180

“Kendinize kafamın içinde ne var diye değil, kafam neyin içinde diye sorun.” Sf.181

Depresyonda genetik etkenler çok önemli bulunmuyor. Genetiğin bu konuda çok büyük bir etkisi olmadığı sonucuna varılmış.

“Depresyon ve kaygıya katkıda bulunan genetik etkenler pekala gerçek, ama bunların çevrede ya da psikolojide bir tetik bulması gerekiyor.” Sf.184

*

Depresyonun beyinde bir arıza olduğuna inanış yaygın. Bunun da sebeplerini anlatıyor yazar.

1950’lerde ABD’de ev kadınları ev, araba, eş, çocuklar vb sahip olduğu halde mutsuz olmalarına bir neden bulamayıp doktorlardan ilaç istiyorlardı. Ama mutlu olmalarını sağlayacak diye söylenen şeyler  kültürün ölçütleriydi. 

“Kültürün ölçütlerine göre mutsuz olman için hiçbir neden yok. Ama biz bugün kültürün ölçütlerinin yanlış olduğunu biliyoruz. Kadınların ev, araba, eş ve çocuklardan daha fazlasına ihtiyacı var. Eşitliğe, anlamlı bir işe ve özerkliğe.” Sf.186

Kültür o zamanlar yanlış ölçütler sunmuşsa bugün de yanlış olabilir. O yüzden her şeyi var ama mutsuz dediğimiz insanlar aslında neye ihtiyaç duyduğu yanlış değerlendirilen insanlar.

Bir de depresyonu küçük gören, zayıflık ya da şımarıklık olarak değerlendirip hafife alanlara karşı bir bir yoldu bu depresyonun bir hastalık olarak lanse edilmesi. 

“Depresyonun utanç verici bir damga olmaktan çıkmasının tek yolunun insanlara bunun salt fiziksel nedenleri olan biyolojik bir hastalık olduğunu açıklamaktan geçtiğine inanmaya başladık.” Sf.188 

Ona hastalık denirse insanların daha anlayışla yaklaşacağı sanılmış ama aids ya da cüzzam da bir hastalık ve insanlar onlarca yıl bu hastalıklara yakalananlara iyi bakmadı. Yapılan bir deneyde de depresyonun hastalık olduğunu düşünenler, depresyonun çocukluk döneminden kaynaklı olduğunu düşünenlere göre depresyondaki insanlara daha saldırgan davranmış.

Depresyonla ilgili üçüncü bir değerlendirme de şu: Yaşam tarzımıza verilen bir tepki. 

“Depresyon yaşam tarzımıza karşı bir tepki olduğunda çok daha zengin bir şey elde etmen mümkün: empati - çünkü bu hepimizin başına gelebilir.” Sf.190

Hasılı depresyonun kimyasal bir sorun olarak görülmesi ilaç şirketlerinin işine geliyor. Yukarıda sayılan sebeplerin konuşulmaması da siyasetin işine geliyor. Zira o nedenlerin ortadan kaldırılması siyasi ve sosyal açıdan çok zor.

*

Kamboçya’ya antidepresanlar ilk defa satışa çıktığında halk anlamamış, kelime karşılığı zaten yokmuş. Depresyonu “üstünüzden atamadığınız derin bir üzüntü” diye tanımlayan uzmanlara köylüler, mayın tarlasında bir bacağını kaybeden çiftçiyi göstermişler. Bu çiftçiye protez bacak takılmış ama yine de mutsuzmuş, çiftlik işlerini yaparken canı yanıyormuş. Diğer köylüler ve doktorlar onun çiftçilik değil de hayvancılık yapabileceğini düşünmüşler. Elbirliğiyle ona bir inek almışlar. Adam inekle ilgilenirken  canı yanmıyormuş ve depresyonu da geçmiş. Burada bunun bir hastalık olmadığı, toplumsal bir çözümle geçtiği görülüyor. O zaman yaşam tarzımızı değiştirmek bir çeşit antidepresan olamaz mı?

Yazar depresyonun üzerine çökeceğini hissettiğinde kendisi için değil başkaları için bir şeyler yapmaya başlamış ve bunun kendisine iyi geldiğini görmüş. Böyle zamanlarda bir arkadaşını görmeye gidiyor, onun kendisini iyi hissetmesi için neler yapabileceğine odaklanıyor, içinde bulunduğu gruplar için bir şeyler yapmaya, insanlara yardım etmeye çalışıyormuş. Böylece dibe çöküş hissini önlediğini fark etmiş.

Bir arkadaşı varmış yazarın, kıskançlıktan muzdaripmiş. Kendi hayatı kötü durumdaymış ve iyi durumdaki insanları görünce onların kötü yanlarını düşünüp kendini iyi hissetmeye çalışıyormuş.  Ancak bu da kendisini yetersiz hissedip depresyona girme eğilimi yaratıyormuş. Bununla mücadele etmek için şöyle bir yöntem geliştirmiş. Sevdiği bir insanın mutlu olduğu bir olay düşünmüş. O insan için mutlu olduğunu hissetmiş. Sonra tanımadığı bir insan, örneğin kasiyer kız için mutlu bir olay hayal etmiş ve onun adına mutlu olmuş. Derken sevmediği insanları düşünmüş. Onların da mutlu olduğunu hayal edip mutlu olmaya çalışmış. Başkalarının mutluluğunun kendi mutluluğunu azaltmadığını fark etmiş. Bunun kıskanmaktan daha iyi sonuçlarını gözlemlemiş hayatında.

*

Dolu dolu bir kitap. Her okuyana dokunacak bir yanı olduğunu düşünüyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder