KAYBOLAN BAĞLAR
Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler
(Lost Connections
Uncovering the Real Causes of Depression and the
Unexpected Solutions)
Johann Hari
2018
Çeviren: Barış Engin Aksoy
Metis Yayınları
7.Basım – Mayıs 2024
361 sayfa
Daha önceki kitabı “Çalınan Dikkat” gibi yine bir
çırpıda okunacak çok etkili bir kitap yazmış yazar.
Kendisi de yıllarca antidepresan ilaçlar kullandıktan
sonra bu ilaçların işe yararlılığını düşünmeye başlamış. Bu düşüncenin izinde çeşitli
uzmanlarla ya da uzman değil ama aynı dertten muzdariplerle konuşmuş ve ortaya bu kitap çıkmış.
*
Yazar ergenliğinden beri yaklaşık on üç yıl antidepresan
kullanmış. Sonra bu ilaçların işe yaramadığına ilişkin şüpheler yaşamış.
Nitekim ilaç firmaları tarafından finanse edilen ve yayımlanan yazıların kar
amacı güttüğü için yanlı ve yanlış olduğu sonucuna varmış.
*
Depresyonun seratonin hormonu azlığından olduğu bilinir. Ama bunu artıran
ilaçların kişinin depresyonunu azaltmadığı ortaya çıkmış. Hatta diğer
hormonları artıran/azaltan ilaçlar da depresyonu etkilememiş. Sonuçta depresyonun
kimyasal bir dengesizlik olmayabileceği sonucu doğmuş. Çünkü aslında depresyon
ya da kaygı yaşayan insanların beyinlerinde kimyasal bir dengesizlik olduğuna
dair bir kanıt yokmuş. Ruhsal sıkıntıların kimyasal bir dengesizlikten
kaynaklandığı fikri ilaç şirketleri tarafından pazarlanan bir efsane olabilir.
Depresyon sadece ve illa ki beyindeki bir kimyasal dengesizlik değil diyor
kitap özetle. Örneğin yas halinde de insanlar depresyonla aynı bulguları
gösteriyorlar ama bir sebebi var. Yakınının ölümü. Ya da başka bir sebep.
Psikiyatristlerin bu yas sürecine bir sınır koyup (örneğin iki hafta) bundan sonrası
için akıl hastalığı teşhisi koymaları kişinin kendisinden kopmasına sebep
oluyor. Hemen ilaç vermek yerine insanların yaşadığı hayatı hesaba katmak
gerek. Böyle düşünen psikiyatristler de var.
“Bu psikiyatristler çektiğimiz acının ilaçlarla ortadan kaldırılması gereken
akıldışı bir spazm olduğunu söylemek yerine, onu dinleyip bize ne söylemeye
çalıştığını anlamamız gerektiğini görüyor.” Sf.59
Bu noktada yazar çok güzel bir soru soruyor:
“Ya depresyon aslında yaş tutmanın bir biçimiyse - olması gerektiği gibi
olmayan hayatlarımız için tutulan bir yas ise?” Sf.61
*
Depresyon tanısı almış ve almamış kişilerle deney yapıyorlar. Depresyon tanısı
almış kişilerin hayatlarında bir önceki yıl önemli bir olumsuz olay yaşanmış.
Yakının ölümü, hapis, hastalık vb. Olumsuz olayın yanında eğer iyi arkadaş,
destekleyici partner varsa depresyona girme ihtimali azmış. Ama bunun gibi
destekleyici unsurlar yoksa ve hayatınızda stres doğuran uzun vadeli faktörler
varsa -kötü evlilik, kötü aile vb- depresyona girme ihtimaliniz yüksek. Buradan
da anlaşılıyor ki depresyon aslında beyinle değil hayatınızla ilgili bir sorun.
Yani:
“Klinik depresyon, yaşanan zorluklar karşısında anlaşılır bir yanıt.” Sf.69
*
Depresyonun nedeni olarak şu maddeleri saymış yazar ama
bunların sınırlı olmadığını ekliyor:
1.Anlamlı çalışmadan kopuk olmak
İngiliz kamu görevlileri arasında yapılan araştırmaya göre kamu hizmetlerindeki
konum yükseldikçe depresyona girme riski azalıyormuş. Tam aksi olur sanırken.
Çünkü yüksek kademedekiler daha fazla kontrol sahibi. Bu da depresyona girme
riskini azaltıyor. Kamu hizmetlerinde üst kademelere çıktıkça arkadaş sayınız
ve sosyal faaliyetleriniz artıyor. Aşağılara indikçe azalıyor, işten eve
gelince tek isteğiniz televizyon karşısına çökmek oluyor. “Çalıştığınız iş sizi
zenginleştirdiğinde hayat daha dolu oluyor ve bu da iş dışı faaliyetlerinize
yansıyor. Ama çalıştığınız iş sizi köreltiyorsa gün sonu geldiğinde canınız
çıkmış oluyor.” Sf.88 Yani işte stres yaratan fazla sorumluluk sahibi olmak
değil, aksine tekdüze, sıkıcı, ruh köreltici bir iş olması. Buna ek olarak
takdir edilmemek.
2.Diğer insanlardan kopuk olmak
Ciddi, derin bir yalnızlık bir fiziksel saldırı gibi yani birinden yumruk yemek kadar
stres yaratıyormuş. Buradaki yalnızlık diğer insanların fiziksel yokluğundan
ziyade kimseyle önemli bir şey paylaşmama hissi. Yalnızlığın son bulması için
en azından bir insanla karşılıklı yardım ve koruma hissi bulunmalı. Bu durum
avcı toplayıcı ilk insanların yaşamak için birlikte hareket etmeleri
gerekliliğinden gelen bir his. Bundan kopmak depresyona sürüklüyor. Bu
yalnızlık internette oyun bağımlılığı ile de ilintili. Orada bir grup içinde
olmak, bir hedef doğrultusunda hareket etmek rahatlama sağlıyor ama etkili ve
gerçek bir iyileşme sağlamıyor.
3. Anlamlı değerlerden kopuk olmak
Materyalist ve dışsal hedeflerin güdümündeki insanların depresyona daha meyilli
olduğu belirlenmiş. Yani bir şeyleri satın almak, bir şeylere sahip olmak
(terfi, lüks araba, yeni iphone, pahalı kolye) mutluluğu artırmıyor.
Karşılığında bir şey istediği için değil iyi bir şey olduğunu hissettiği için
daha iyi bir arkadaş, daha iyi bir baba olmak, keyif için dans etmek… bunlar
mutluluğu artırıyormuş.
4. Çocukluk travmasından kopuk olmak
Obezite ile mücadele eden bir doktor gerçekten obez hastaları kısa zamanda
sağlıklı kiloya kavuşturan bir diyet uygulatıyor. Ama görüyor ki bu insanlar
kilo verince mutlu olmuyor ve yeniden obez oluyorlar. Onları yargılamak yerine
soruyor, kilo verdiğinizde sizi mutsuz eden neydi? İlk ne zaman kilo almaya
başladınız?… Hepsinin çocukluğundan bir travma çıkıyor. Genellikle taciz,
tecavüz. Kadınlar bundan korunmak için kilo alıyor, böylece erkeklerin
kendilerini görmeyeceğini düşünüyor. Bir grup erkek de kilo verince kendilerini
güçsüz hissediyor, kilolu cüsseli görünmek daha saygıdeğer diye düşünüyorlar. Ve buradan araştırıyorlar ki çocukluğunda travma yaşayanların
yetişkinliğinde depresyona girme ihtimali daha yüksek. Yani “depresyon bir
hastalık değil, anormal hayat deneyimlerine verilen normal bir yanıt.” Sf.139
5. Statü ve saygıdan kopuk olmak
Babunlar üzerinde yapılan bir araştırma hiyerarşide düşük olan babunun stres
seviyesinin çok yüksek olduğunu ortaya koymuş. Bir de hiyerarşide yukarıda ama
statüsünü tehdit eden durumlarla karşılaşan babunlarda stres seviyesi yüksekmiş. Aynısının insanlar için
de geçerli olduğu gözlemlenmiş. Eşitsizlik depresyona sebep oluyor. Çünkü
insanda önemli olmadığı hissi doğuruyor. Bu noktada insanların seçim şansı var.
Hiyerarşiyi yıkabilir, eşit bir ortam yaratabiliriz. Ama görünen o ki
hiyerarşiler oluşturmayı tercih ediyoruz.
6. Doğal dünyadan kopuk olmak
Hayvanat bahçesindeki hayvanların zamanla kendilerine zarar verdikleri
gözlemleniyor. Bu durum insanların hayatlarıyla da ilintili. İçinde yaşamak
üzere evrildiğimiz ortamdan mahrum kalınca depresyona giriyoruz. Yeşilin,
doğanın içinde olunca kendimizi daha iyi hissediyoruz. Yeşilin içinde yaşarsak
da depresyon ihtimali azalıyor. Bunun sebebini şöyle açıklıyor bu konuda bir
uzman:
“Hepimiz hayvanız. Bunu unutup duruyoruz. Ve hayvan olduğumuza göre bu beden
hareket için var.” Sf158
“Konuşup kavramlar aktaran hayvanlar olmadan önce çok
daha uzun bir süre hareket eden hayvanlar olduk biz.(…) Önce fizyolojimiz
düzeltelim. Dışarı çıkalım. Hareket edelim.” Sf.159
Doğada bulunmanın iyi
gelmesinin bir sebebi de egolarımızdan arındırması. Depresyondaysan kendi
düşüncelerine tutsak oluyorsun, her şey seninle ilgili oluyor. Ama doğadayken
senden daha büyük bir şeyin içindesin, dünyanın kocaman olduğu ve dertlerinin
küçücük kaldığını hissediyorsun.
7. Umutlu ya da güvenli bir gelecekten kopuk olmak
Abd ve Kanada’daki yerliler hükümetler tarafından küçük bölgelere sıkıştırılınca bu yerli uluslar arasında intihar vakaları artmış. Hayatları hakkında geleceğe
dair düşüncesi kalmayan yerliler intihara sürükleniyor, ama direnerek bir
şekilde hükümetlerden çeşitli kazanımlar sağlayanlar depresyona daha az
meylediyor. Yani kendi kaderi üzerinde söz hakkı olması insanları hayatta tutuyor.
“Evet, canım yanıyor, ama sonsuza dek böyle olmayacak. Ama gelecek elinizden
alındığında, o sancı hiç geçmeyecek gibi gelir.” Sf.170
İş dünyasında pek çok
böyle insan var. İş güvencesi ve dolayısıyla geleceğe dair güveni olmayan milyonlarca insan.
Türkiye’de yaşayan insanlara zaten bunu anlatmaya gerek yok.
8. 9. Genlerin ve beyindeki değişimlerin gerçek payı
Beyin deneyime dayalı olarak kendini yapılandırıyor. Kullanmadığımız sinapsları
buduyor, kullandığımız sinapsları geliştiriyor. Dış sebeplerle beynin içindeki
değişimler birlikte gidiyor. Örneğin yukarıdaki nedenlerden bazılarını
yaşadınız. Evliliğin yeni bitti, işini kaybettin, annen hasta oldu.
“Uzun süre
yoğun bir acı hissettiğin için beynin bundan sonra bu hal içinde hayatta
kalmaya çalışacağını varsayacaktır. O yüzden de sana neşe ve haz getirecek
şeylerle ilişkili sinapsları güçlendirmeye başlayabilir.” Sf.180
“Kendinize kafamın içinde ne var diye değil, kafam neyin içinde diye sorun.”
Sf.181
Depresyonda genetik etkenler çok önemli bulunmuyor. Genetiğin bu konuda çok
büyük bir etkisi olmadığı sonucuna varılmış.
“Depresyon ve kaygıya katkıda
bulunan genetik etkenler pekala gerçek, ama bunların çevrede ya da psikolojide
bir tetik bulması gerekiyor.” Sf.184
*
Depresyonun beyinde bir arıza olduğuna inanış yaygın. Bunun da sebeplerini anlatıyor yazar.
1950’lerde ABD’de ev kadınları ev, araba, eş, çocuklar vb sahip olduğu halde
mutsuz olmalarına bir neden bulamayıp doktorlardan ilaç istiyorlardı. Ama mutlu olmalarını sağlayacak diye söylenen şeyler kültürün ölçütleriydi.
“Kültürün ölçütlerine göre mutsuz olman için hiçbir
neden yok. Ama biz bugün kültürün ölçütlerinin yanlış olduğunu biliyoruz.
Kadınların ev, araba, eş ve çocuklardan daha fazlasına ihtiyacı var. Eşitliğe,
anlamlı bir işe ve özerkliğe.” Sf.186
Kültür o zamanlar yanlış ölçütler sunmuşsa bugün de yanlış olabilir. O yüzden
her şeyi var ama mutsuz dediğimiz insanlar aslında neye ihtiyaç duyduğu yanlış
değerlendirilen insanlar.
Bir de depresyonu küçük gören, zayıflık ya da şımarıklık olarak değerlendirip
hafife alanlara karşı bir bir yoldu bu depresyonun bir hastalık olarak lanse edilmesi.
“Depresyonun utanç verici bir damga
olmaktan çıkmasının tek yolunun insanlara bunun salt fiziksel nedenleri olan
biyolojik bir hastalık olduğunu açıklamaktan geçtiğine inanmaya başladık.”
Sf.188
Ona hastalık denirse insanların daha anlayışla yaklaşacağı sanılmış ama
aids ya da cüzzam da bir hastalık ve insanlar onlarca yıl bu hastalıklara
yakalananlara iyi bakmadı. Yapılan bir deneyde de depresyonun hastalık olduğunu
düşünenler, depresyonun çocukluk döneminden kaynaklı olduğunu düşünenlere göre depresyondaki insanlara daha
saldırgan davranmış.
Depresyonla ilgili üçüncü bir değerlendirme de şu: Yaşam tarzımıza verilen bir
tepki.
“Depresyon yaşam tarzımıza karşı bir tepki olduğunda çok daha zengin bir
şey elde etmen mümkün: empati - çünkü bu hepimizin başına gelebilir.” Sf.190
Hasılı depresyonun kimyasal bir sorun olarak görülmesi ilaç şirketlerinin işine
geliyor. Yukarıda sayılan sebeplerin konuşulmaması da siyasetin işine geliyor.
Zira o nedenlerin ortadan kaldırılması siyasi ve sosyal açıdan çok zor.
*
Kamboçya’ya antidepresanlar ilk defa satışa çıktığında halk anlamamış, kelime
karşılığı zaten yokmuş. Depresyonu “üstünüzden atamadığınız derin bir üzüntü”
diye tanımlayan uzmanlara köylüler, mayın tarlasında bir bacağını kaybeden
çiftçiyi göstermişler. Bu çiftçiye protez bacak takılmış ama yine de mutsuzmuş, çiftlik
işlerini yaparken canı yanıyormuş. Diğer köylüler ve doktorlar onun çiftçilik
değil de hayvancılık yapabileceğini düşünmüşler. Elbirliğiyle ona bir inek
almışlar. Adam inekle ilgilenirken canı yanmıyormuş ve depresyonu da geçmiş. Burada
bunun bir hastalık olmadığı, toplumsal bir çözümle geçtiği görülüyor. O zaman
yaşam tarzımızı değiştirmek bir çeşit antidepresan olamaz mı?
Yazar depresyonun üzerine çökeceğini hissettiğinde kendisi için değil başkaları
için bir şeyler yapmaya başlamış ve bunun kendisine iyi geldiğini görmüş. Böyle zamanlarda bir arkadaşını görmeye gidiyor, onun kendisini iyi hissetmesi için neler
yapabileceğine odaklanıyor, içinde bulunduğu gruplar için bir şeyler yapmaya,
insanlara yardım etmeye çalışıyormuş. Böylece dibe çöküş hissini önlediğini
fark etmiş.
Bir arkadaşı varmış yazarın, kıskançlıktan muzdaripmiş. Kendi hayatı kötü durumdaymış ve iyi durumdaki insanları görünce onların kötü yanlarını düşünüp kendini iyi hissetmeye çalışıyormuş. Ancak bu da kendisini yetersiz hissedip depresyona girme eğilimi
yaratıyormuş. Bununla mücadele etmek için şöyle bir yöntem geliştirmiş. Sevdiği
bir insanın mutlu olduğu bir olay düşünmüş. O insan için mutlu olduğunu
hissetmiş. Sonra tanımadığı bir insan, örneğin kasiyer kız için mutlu bir olay
hayal etmiş ve onun adına mutlu olmuş. Derken sevmediği insanları düşünmüş.
Onların da mutlu olduğunu hayal edip mutlu olmaya çalışmış. Başkalarının
mutluluğunun kendi mutluluğunu azaltmadığını fark etmiş. Bunun kıskanmaktan
daha iyi sonuçlarını gözlemlemiş hayatında.
*
Dolu dolu bir kitap. Her okuyana dokunacak bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder