30 Eylül 2024 Pazartesi

SİVİL İTAATSİZLİK

 

SİVİL İTAATSİZLİK

(Civil Disobedience & Life Without Principle)

Henry David Thoreau

Çeviren: Egemen Özkan

İthaki Yayınları

5.Baskı - Nisan 2023

67 sayfa


Sivil itaatsizlik terimini siyasi literatüre sokan ilk kişi Henry David Thoreau imiş. Bu kitaptaki düşünceleriyle Mahatma Gandi’yi ve Martin Luther King’i de etkilemiş.

Thoreau, Meksika Savaşı yüzünden vergi vermeyi reddetmiş ve hapse atılmış. Bir gece hapiste kalıp vergisi başkası tarafından ödenince çıkmış. İçeride çok düşünmüş olacak ki bu kitabı yazmış.

“En iyi hükümet en az hükmedendir.” şiarını artırıyor yazar ve “En iyi hükümet hiç hükmetmeyendir.” diyor. “İnsanlar buna hazır olduğunda işte bu şekilde yönetileceklerdir.” Sf.7

Devletin ortaya çıkışı çaresizliktir, diyor. Doğrudur, insanlar bir başlarına dertlerine çözüm aramasınlar, tek kanaldan çözüm oluşsun diye devleti kuruyorlar, gelgelelim devlet de çözüm üretemiyor çoğu zaman.

Devletin gücü olarak askerler vardır, yazar bu askerler için “esasen insan değil, vücuda gelmiş birer makinedir” diyor. Sf.10

Hukukçular için de (yasa koyucular, bakanlar ve devlet memurları için de) devlete sadece kafalarıyla hizmet ederler, diyor ve ekliyor: “Pek bir ahlaki ayrım gözetmedikleri için de istemeden de olsa şeytana Tanrı’ymış gibi hizmet etmeleri mümkündür.” Sf.11

Ayıp oluyor yalnız şeytana hizmet etmek falan, neyse, düşünce özgürlüğünüzdür, bir şey demiyorum.

Amerikan hükümetine karşı çıkıyor yazar. Köle kullanıp Meksika’da savaşıyor diye. Amerikan hükümetine söylediklerini “Amerika sana söylüyorum, Türkiye sen anla” diye okuyabiliriz.

Oy kullanmayı anlamlı bulmayan yazar şöyle ifade ediyor bu durumu:

“Oy vermek denen şey dama veya tabla gibi bir tür oyundur. (…) Ben belki oyumu doğru olduğunu düşündüğüm şekilde veririm, fakat o doğrunun kazanıp kazanamayacağıyla o kadar da ilgilenmem. Bu işi çoğunluğa bırakmaya razıyımdır. Dolayısıyla buradaki yükümlülük hiçbir zaman o işi usulen yapmanın yükümlülüğünden fazla değildir. Doğru olana oy vermek bile o doğru için hiçbir şey yapmamaktır. Sadece insanlara yarım ağızla doğrunun kazanmasını arzu ettiğinizi söylemektir. Akıllı insan doğruyu tesadüflerin insafına bırakmadığı gibi, doğrunun çoğunluğun iradesiyle galip gelmesini de istemez.” Sf.14

Türkiye olarak her masada varız. Bakınız kitapta diyor ki:

“İnsan her bakımdan iyi bir vatandaş olursa Türkiye’de bile zengin olabilir.” Sf.24

Olmadığımız masa yok.

Devlete sayıyor sövüyor yazar:

“Devletin yarım akıllı olduğunu, mirasyedi bir kız kurusu gibi ürkek olduğunu, dostuyla düşmanını ayırt edemediğini gördüm ve son kalan saygımı da yitirip acıdım ona.” Sf.26

Bunu gördüğü an vergilerle alakalı. Savaşa giren bir hükümete vergi vermek istemiyor. Bu yüzden hapse giriyor. Bu durumu devletin fikre müdahale edemeyip bedeni cezalandırması olarak yorumluyor, yani devlet “üstün bir akla veya dürüstlüğe değil, üstün bir fiziksel güce sahip.” Diyor. Sf.26

Devlete biat etmeyi reddediyor, devletten uzak durmak istiyor. Ama mümkün mü? Değil.


İLKESİZ HAYAT

Kitapta bir de bu metin var. Bu kısımda para kazanmak ve insan hayatı arasındaki ilişkiye değiniyor.

Öncelikle kendisine ne düşündüğünün sorulmasından çok memnun olduğunu anlatarak başlıyor. Ders vermesi için çağrıldığında dinleyicilerin tasvip etmeyeceği şeyler söylemesi gerektiğini düşünürmüş.

Okurlarına soruyor, hayatınızı nasıl geçiriyorsunuz? Olası cevap elbette hep iş iş iş. Bir an boş durmak yok. Boş durulursa da bu durum saygı görmez. “Bir insan gününün yarısını ağaç sevgisiyle ormanda yürüyerek geçirse, işsiz güçsüz addedilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ama günün tamamını bir vurguncu olarak, o ağaçları kesip biçerek ve toprağı vakitsizce kelleştirerek geçirirse çalışkan ve girişimci biri olarak saygı görür.” Sf. 43

İşini severek yapmanın öneminden bahsediyor:

“Sadece para kazandığınız herhangi bir iş yapmış olmak aslında boş oturmuş olmaktır.” Sf. 45 diyor ve önemli olan iyi bir meslek edinmek değil, belli bir işi iyi icra etmek olmalı, diye ekliyor.

“İşinizi para için yapacak insanlarla değil, o işi sevdiği için yapanlarla çalışın.” Sf.46

İşini iyi yapmanın yanı sıra başkasının işine burnunu sokmamak da önemsediği bir husus:

“Bir dağa tünel açmaya yetecek parayı toplayabilirsiniz ama başkalarının işine karışmayıp kendi işine bakan bir adamı tutmaya yetecek parayı toplayamazsınız.” Sf.46

Sevmediğimiz işlerde çalışmamızın sebebini daha iyisini bilmiyor oluşumuza bağlıyor:

“Birçok insanın geçimini sağlama, yani yaşama şekli aslında sadece geçici çözümlerdir, hayatın gerçek vazifelerinden kaçmaktır; büyük ölçüde bu insanlar daha iyisini bilmediği ama biraz da daha iyisini istemediği için.” Sf.49

Altına hücum zamanından da bahsediyor. İnsanların ne rezillikler yaşadığını anlatıyor. Bunu anlatırken insanların altın bulmak için kazdıkları yerlerin adlarıyla bağlantı kuruyor: Ahmak Ovası, Koyun Kellesi Vadisi, Katilin Yeri. Buradaki insanların da ahmak olduğunu ima ediyor. Dönemin gazetelerinde altın bulmaya gelecek olanların yanlarında fazla eşya taşımaması, çadır bile almaması, sadece bir çift battaniye ve iyi birer kazma, kürek, balta olması tavsiye ediliyormuş. Ve şu ekleniyormuş: “Evinizde rahatınız yerindeyse orada kalın.” Sf.53

Bu arada gazete okumayın da diyor. Politika ve başkanların mesajlarının insan hayatı için anlamsızlığını anlatıyor. Bunu Epikür de söylüyor: “Kişi sınırlı enerjisi ve vaktini değiştirmesi mümkün olmayan şeylere adamamalı.”

Ben de hep söylerim: “Yapabileceğin bir şey varsa yap, yoksa kapa çeneni ve hayatına devam et.”

Ama ben ne Epikür ne Thoreau’yum. Hülya kim ki?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder