SİVİL İTAATSİZLİK
(Civil Disobedience & Life Without Principle)
Henry David Thoreau
Çeviren: Egemen Özkan
İthaki Yayınları
5.Baskı - Nisan 2023
67 sayfa
Sivil itaatsizlik terimini siyasi literatüre sokan ilk kişi Henry David Thoreau
imiş. Bu kitaptaki düşünceleriyle Mahatma Gandi’yi ve Martin Luther King’i de
etkilemiş.
Thoreau, Meksika Savaşı yüzünden vergi vermeyi reddetmiş ve hapse atılmış. Bir
gece hapiste kalıp vergisi başkası tarafından ödenince çıkmış. İçeride çok düşünmüş olacak ki bu kitabı yazmış.
“En iyi hükümet en az hükmedendir.” şiarını artırıyor yazar ve “En iyi
hükümet hiç hükmetmeyendir.” diyor. “İnsanlar buna hazır olduğunda işte bu
şekilde yönetileceklerdir.” Sf.7
Devletin ortaya çıkışı çaresizliktir, diyor. Doğrudur, insanlar bir başlarına
dertlerine çözüm aramasınlar, tek kanaldan çözüm oluşsun diye devleti
kuruyorlar, gelgelelim devlet de çözüm üretemiyor çoğu zaman.
Devletin gücü olarak askerler vardır, yazar bu askerler için “esasen insan
değil, vücuda gelmiş birer makinedir” diyor. Sf.10
Hukukçular için de (yasa koyucular, bakanlar ve devlet memurları için de)
devlete sadece kafalarıyla hizmet ederler, diyor ve ekliyor: “Pek bir ahlaki
ayrım gözetmedikleri için de istemeden de olsa şeytana Tanrı’ymış gibi hizmet
etmeleri mümkündür.” Sf.11
Ayıp oluyor yalnız şeytana hizmet etmek falan, neyse, düşünce
özgürlüğünüzdür, bir şey demiyorum.
Amerikan hükümetine karşı çıkıyor yazar. Köle kullanıp Meksika’da savaşıyor
diye. Amerikan hükümetine söylediklerini “Amerika sana söylüyorum, Türkiye sen
anla” diye okuyabiliriz.
Oy kullanmayı anlamlı bulmayan yazar şöyle ifade ediyor bu durumu:
“Oy vermek denen şey dama veya tabla gibi bir tür oyundur. (…) Ben belki oyumu
doğru olduğunu düşündüğüm şekilde veririm, fakat o doğrunun kazanıp
kazanamayacağıyla o kadar da ilgilenmem. Bu işi çoğunluğa bırakmaya razıyımdır.
Dolayısıyla buradaki yükümlülük hiçbir zaman o işi usulen yapmanın
yükümlülüğünden fazla değildir. Doğru olana oy vermek bile o doğru için hiçbir
şey yapmamaktır. Sadece insanlara yarım ağızla doğrunun kazanmasını arzu
ettiğinizi söylemektir. Akıllı insan doğruyu tesadüflerin insafına bırakmadığı
gibi, doğrunun çoğunluğun iradesiyle galip gelmesini de istemez.” Sf.14
Türkiye olarak her masada varız. Bakınız kitapta diyor ki:
“İnsan her bakımdan iyi bir vatandaş olursa Türkiye’de bile
zengin olabilir.” Sf.24
Olmadığımız masa yok.
Devlete sayıyor sövüyor yazar:
“Devletin yarım akıllı olduğunu, mirasyedi bir kız kurusu gibi ürkek olduğunu,
dostuyla düşmanını ayırt edemediğini gördüm ve son kalan saygımı da yitirip
acıdım ona.” Sf.26
Bunu gördüğü an vergilerle alakalı. Savaşa giren bir hükümete vergi vermek istemiyor.
Bu yüzden hapse giriyor. Bu durumu devletin fikre müdahale edemeyip bedeni
cezalandırması olarak yorumluyor, yani devlet “üstün bir akla veya dürüstlüğe
değil, üstün bir fiziksel güce sahip.” Diyor. Sf.26
Devlete biat etmeyi reddediyor, devletten uzak durmak istiyor. Ama mümkün mü?
Değil.
İLKESİZ HAYAT
Kitapta bir de bu metin var. Bu kısımda para kazanmak ve
insan hayatı arasındaki ilişkiye değiniyor.
Öncelikle kendisine ne düşündüğünün sorulmasından çok memnun
olduğunu anlatarak başlıyor. Ders vermesi için çağrıldığında dinleyicilerin
tasvip etmeyeceği şeyler söylemesi gerektiğini düşünürmüş.
Okurlarına soruyor, hayatınızı nasıl geçiriyorsunuz? Olası cevap elbette hep iş
iş iş. Bir an boş durmak yok. Boş durulursa da bu durum saygı görmez. “Bir
insan gününün yarısını ağaç sevgisiyle ormanda yürüyerek geçirse, işsiz güçsüz
addedilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ama günün tamamını bir vurguncu
olarak, o ağaçları kesip biçerek ve toprağı vakitsizce kelleştirerek geçirirse
çalışkan ve girişimci biri olarak saygı görür.” Sf. 43
İşini severek yapmanın öneminden bahsediyor:
“Sadece para kazandığınız herhangi bir iş yapmış olmak aslında boş oturmuş
olmaktır.” Sf. 45 diyor ve önemli olan iyi bir meslek edinmek değil, belli bir
işi iyi icra etmek olmalı, diye ekliyor.
“İşinizi para için yapacak insanlarla değil, o işi sevdiği için yapanlarla
çalışın.” Sf.46
İşini iyi yapmanın yanı sıra başkasının işine burnunu sokmamak
da önemsediği bir husus:
“Bir dağa tünel açmaya yetecek parayı toplayabilirsiniz ama başkalarının işine
karışmayıp kendi işine bakan bir adamı tutmaya yetecek parayı toplayamazsınız.”
Sf.46
Sevmediğimiz işlerde çalışmamızın sebebini daha iyisini bilmiyor oluşumuza
bağlıyor:
“Birçok insanın geçimini sağlama, yani yaşama şekli aslında
sadece geçici çözümlerdir, hayatın gerçek vazifelerinden kaçmaktır; büyük
ölçüde bu insanlar daha iyisini bilmediği ama biraz da daha iyisini istemediği
için.” Sf.49
Altına hücum zamanından da bahsediyor. İnsanların ne rezillikler yaşadığını
anlatıyor. Bunu anlatırken insanların altın bulmak için kazdıkları yerlerin adlarıyla
bağlantı kuruyor: Ahmak Ovası, Koyun Kellesi Vadisi, Katilin Yeri. Buradaki
insanların da ahmak olduğunu ima ediyor. Dönemin gazetelerinde altın bulmaya
gelecek olanların yanlarında fazla eşya taşımaması, çadır bile almaması, sadece
bir çift battaniye ve iyi birer kazma, kürek, balta olması tavsiye ediliyormuş.
Ve şu ekleniyormuş: “Evinizde rahatınız yerindeyse orada kalın.” Sf.53
Bu arada gazete okumayın da diyor. Politika ve başkanların mesajlarının insan
hayatı için anlamsızlığını anlatıyor. Bunu Epikür de söylüyor: “Kişi sınırlı
enerjisi ve vaktini değiştirmesi mümkün olmayan şeylere adamamalı.”
Ben de hep söylerim: “Yapabileceğin bir şey varsa yap, yoksa
kapa çeneni ve hayatına devam et.”
Ama ben ne Epikür ne Thoreau’yum. Hülya kim ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder