6 Aralık 2015 Pazar

BİRİNCİ 5 YAZARLIK KALKINMA PLANI





BİRİNCİ 5 YAZARLIK KALKINMA PLANIM

Şuursuz okumalarıma son vermek için bir yazarın tüm kitaplarını okumak şeklinde bir plan çizdim kendime.

Bu çerçevede 5 yazar seçtim.

İşte o yazarlar: (Seksi fotoğrafları için tıklayınız)


1. Sabahattin Ali


2. Oğuz Atay



3. Yusuf Atılgan




4. İhsan Oktay Anar



5. Hakan Günday


Kasım 2014'te başladığım planım, Aralık 2015 itibariyle bitti.

*

SABAHATTİN ALİ 

(25 Şubat 1907, Gümülcine - 2 Nisan 1948, Kırklareli)






Sabahattinciğim Aliciğim.

Çok sevdim, çok seviyorum.

Son zamanlarda Kürk Mantolu Madonna'sı yüzünden ayağa düşmüş gibi gözükse de ve açıkçası görünce güldüğüm ama içten içe sonra üzüldüğüm esprilere konu olsa da seviyorum.


Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali'nin son romanı. Bir şey itiraf edeyim, Sabahattin Ali bunu yazmamış olsaydı ve bugün genç bir yazar bu romanla yayınevlerine gitseydi, belki de basılmazdı.

Ancak okurken şunu unutmayın ki bu kitap 1943 doğumlu. O yıllar için orijinal. 

Salt bir aşk romanı denemez. Baktığınızda Alman bir Yahudi kadın ile bir Türk erkeğin aşkı var ama milliyetin, dinin hiç akla gelmediği bir eser. Aşka ve güvene dair de derin tahlilleri var.

Bu kitabın uzun zamandır çok satan kitaplar arasında olmasından fevkalade mutlu oluyorum. Çünkü son zamanlarda bu kitabı okuyanlar herhalde yazarın diğer kitaplarını da merak edip almış olacaklar ki Sabahattin Ali'nin diğer romanları da çok satanlar arasında.

Zaten hepi topu üç romanı var:

















Benim en sevdiğim "İçimizdeki Şeytan"

Kitaptaki Ömer karakteri, bize kötülükler yaptıranın içimizde, bizden bağımsız bir şey olduğunu düşünürken ve buna şeytan adını verirken, zamanla içimizde şeytan falan olmadığı, tamamen kendi bok yemelerimiz olduğu ve suçu başkasına atmak için içimizde şeytan olduğu gibi uydurmalarda bulunduğumuz sonucuna varıyor.

İçimizdeki Şeytan romanı, aynı zamanda Türk aydınları hakkında da eleştiriler içerdiği için yayınlandığı dönem üzerine alınanlar olmuş. Mesela Nihal Atsız. Kitapta, milliyetçilik kisvesi altında gençleri kandıran bir karakter var. Nihal Atsız bu karakterin kendisi olduğunu düşünerek Sabahattin Ali hakkında dava açmış. 

Sabahattin Ali'nin başı sık sık davalarla derde giriyor zaten. 


Kendisi aynı zamanda gazete/dergi de çıkaran bir insan. Çıkardığı bu yayınlar sık sık kapatılıyor. Başka isimler altında yeniden yeniden çıkarıyor. Yeniden yeniden kapatılıyor.

Hayatının son günlerinde artık canına tak ediyor. Yazmaktan başka elinden bir şey gelmeyen bir adam ama para kazanması lazım. Kamyonculuğa başlıyor. Nakliyat işi yapıyor.

Bir yandan da devam eden davaları var. Hapisten yeni çıkmış, yine girebilir.

Ülkeden kaçmaya karar veriyor. Kaçıp düzlüğe çıkınca karısı ve kızını da alacak yanına.

Hapisteyken, yurtdışına kaçma konusunda kendisine yardım edebilecek isimleri öğreniyor. Bu isimlerden biri de hayatının sonu oluyor.

Sabahattin Ali'yi yurtdışına kaçıracağını söyleyen at hırsızı kılıklı bok bir herif, Sabahattinciğim Aliciğim'i kafasına vura vura öldürüyor. Şerefsiz it. Sabahattin Ali'nin cesedi aylar sonra bulunuyor. 

Onu öldüren adamın bir maşa olduğu çok açık. Saçma sapan gerekçeler öne sürüyor çünkü neden öldürdüğüne dair. Milliyetçi duygularına halel getirmiş Sabahattin Ali de bilmem ne. Az bir cezayla yatıp çıkıyor zaten. 

Zaman zaman Sabahattin Ali'nin gerçek katilinin bulunması yönünde meclise soru önergeleri geliyor ama üstüne gidilmiyor. Fail-i meçhul bir cinayet olarak kalıyor.




Bir mezarı bile olamıyor. Kızı Filiz Ali, babası için, öldürüldüğü yer olan Istranca Dağları'nda temsili bir mezar taşı yaptırıyor. Mezar taşında da Sabahattin Ali'nin Dağlar şiirinden bir mısra yer alıyor:

"Başım dağ, saçlarım kardır,

Benim meskenim dağlardır."








Şiir de yazan bir insan kendisi. Bazı şiirleri şarkı da yapıldı. En bilineni Edip Akbayram'ın söylediği "Aldırma Gönül"







Roman, makale, şiirin yanı sıra hikayeleri de var. Zaten edebiyat dünyasına önce şiir, sonra hikayeyle giriş yapmış.




İlk hikayelerinin derlendiği Değirmen adlı kitabının girişinde, aslında yazdığı bu ilk hikayelerin çok da güzel olmadığı özeleştirisini yapar. Halbuki gayet de güzeldir. Kitaba adını veren Değirmen hikayesinde gayet de enfes bir çingene aşkını anlatır: http://birazkitap.blogspot.com.tr/2015/01/degirmen.html

Çok güzel bulmadığı hikayeleri bunlar. Varın gerisini siz düşünün. 







En bilineni ve bir dönem yasaklananı da Sırça Köşk hikayesi: http://birazkitap.blogspot.com.tr/2015/02/sirca-kosk.html

Halkın kendi başına getirdiği yöneticilerin zamanla zorbalaşıp halkın varını yoğunu alması karşısında, halkın kan dökerek akıllanmasını konu alıyor. Bugün için de anlamlı bir hikayedir. 

Okuyunuz, okutunuz.





Sabahattin Ali'nin pek çok seveni olduğu için zamanla mektupları, mahkemelerdeki savunmaları vb de kitaplaştırılır.


Bu mektuplardan karısına ve kızına yazdıkları ayrıca üzücü. http://birazkitap.blogspot.com.tr/2015/02/canim-aliye-ruhum-filiz.html

Başlarda karısına aşk sözcükleri söylerken, zamanla geçim sıkıntısını anlatan, mektup adresinin "Sultanahmet Cezaevi", "Paşakapısı Cezaevi" olduğu, "tutumlu karım", "tasarruflu karım" diye övülebildiği hale dönüşüyor.

Kitabın kapağındaki aile fotoğrafına bakınca, bu güzel adama nasıl kıydılar diye üzülüyor insan.






Mahkemelerdeki savunmaları da edebi kimliğini yansıtıyor. Edebi kimlik dediysem öyle ağdalı bir dil değil. Zaten Sabahattin Ali'nin en beğendiğim yanı da müthiş sade ve duru dili. Tek bir gereksiz kelime kullanmıyor. Tasviri zenginleştireyim diye kelime cümbüşüne girmiyor. Net ve yalın. Su gibi akıyor. 

Bunu da çocukken babasından öğrenmiş. Bir kompozisyon ödevi verilmiş. Sabahattin Ali güneşin doğuşunu uzun uzun, ağdalı ağdalı anlatmış. Babasına okutmuş. Babası da "Bu ne lan, güneş doğuyor işte, bunu böyle yazsan insanlar anlamayacak mı eşek sıpası?" demiş. Sabahattin Ali'nin de kulağına küpe olmuş bu. Hep en anlaşılır üslubu kullanmış ve bunu çok da incelikli bir şekilde yapmış. 


Fotoğraflarına baktığınızda gözleri parlayan, yüzü gülen bir adam. Ama hikayeleri hiç gülmüyor. Mutsuz, dertli hikayeleri var. Zor durumdaki insanların hikayeleri. Özellikle de devlet büyükleriyle başı derde giren, yoksul insanlar çok var.

Sormuşlar zaten, öyküleriniz neden bu kadar acıklı, diye. O da bu sorunun cevabını Bahtiyar Köpek isimli hikayesinde anlatmış. Hikayede çok varlıklı birinin köpeği var. Bu köpek özel olarak seçilmiş, pişirilmiş etlerle, çok iyi şekilde bakılıyor, özel bir bakıcısı da var. Bir insana gösterildiğinden daha büyük ihtimam gösteriliyor. O da insanlar bu köpeğin onda biri kadar rahata kavuşsun,  o zaman hiç acı şeylerden bahsetmeyeceğini söylüyor.




41 yaşında, yani gayet de daha bir sürü eser verebilecek yaşında ölüyor. Ve bunu bir mektubunda dile getiriyor. 

Karısı ile gençken yaptığı mektuplaşmalarda karısı, Sabahattin Ali'ye yaşlanınca huysuz bir ihtiyar olacağını söylüyor. Sabahattin Ali ise kendisinin yaşlı halini düşünemediğini, hep genç kalacağını söylüyor. Bu tabirden hareketle mektupları da "Hep Genç Kalacağım" adıyla kitaplaştırılıyor: 






Bir gün Sabahattin Ali'nin hayatı film yapılırsa, bence en yakışacak oyuncu Barış Falay olur. Çok benzetiyorum. 

Çok seviyorum seni Sabahattinciğim Aliciğim.

Hep çok seveceğim.


http://birazkitap.blogspot.com.tr/search/label/Sabahattin%20Ali



**


YUSUF ATILGAN 

(27 Haziran 1921, Manisa - 9 Ekim 1989, İstanbul)




Aylak Adam (1959): http://birazkitap.blogspot.com.tr/2015/03/aylak-adam.html






Anayurt Oteli (1973) : http://birazkitap.blogspot.com.tr/2015/03/anayurt-oteli.html




ve ömrü yetmediği için bitiremediği Canistan: http://birazkitap.blogspot.com.tr/2015/03/canistan.html




Romanları dışında bir de hikayeleri var.

Aylak Adam, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ının öncülü gibi.

Romanda aylak adam olan C, hayatının anlamını sevgide arar. Gerçek sevgiyi bulmaya çalışır. Hayatta aranacak diğer her şeyin de anlamsız olduğunu düşünür.

"Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak birşey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutumaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kİmi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin 'Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur' demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlikte düşünen, duyan, seven bir kadın."

Aylak Adam yayınlandığında çok yankı yapar. Yusuf Atılgan yüzlerce mektup alır. Hiçbiri ilgisini çekmez. 16 yaşındaki Serpil'inki hariç.

Serpil, Aylak Adam'a hayran olur. Onun yazarıyla tanışmak için her yola başvurur. Sonunda da ulaşır. Geç evlenirler. Evlendiklerinde Serpil Hanım 32, Yusuf Atılgan 54 yaşındadır. Manisa'nın bir köyünde, az toprakla, az parayla geçinmeye çalışırlar. 

Daha çok eser verebilseymiş keşke, ama hakkında okuduklarımdan anladığım, yazmaktan ziyade okumayı daha çok sevdiği olmuş.


http://birazkitap.blogspot.com.tr/search/label/Yusuf%20At%C4%B1lgan



***

OĞUZ ATAY 

(12 Ekim 1934, İnebolu - 13 Aralık 1977, İstanbul)




Oğuzum Atay.

İşte Sabahattin Ali aşkımla yarışabilecek tek isim.

Hemen Sabahattinciğim Aliciğim'in ardından seni seviyorum Oğuz Atay.

Ve eminim sen de Sabahattin Ali'yi seviyordun. 

Bir yazar için "anlaşılamamak" çok korkunç olmalı. Peki ya ölümünden yıllar sonra anlaşılmak ve hatta sevilmek ve hatta neredeyse kutsal ilan edilmek.

Adam yaşarken bunları göreydi de yüzü güleydi, mutlu olaydı.


Tutunamayanlar'ı zaten biliyorsunuz. Okumamış olsanız bile ismen, cismen biliyorsunuz. Okumamış olmanızı da anlarım. Hatta okumaya kalkıp bitirememiş olmanızı. Hatta sevmemiş olmanızı da.

Kitapları her ne kadar çok sevsem de ve tutkunca bağlı olduğum yazarlar olsa da, onları sevmemenizi anlarım. Sevmek konusunda keskin görüşlerim yok. Olabilir. Herkes her şeyi sevecek diye bir şey yok.

Tutunamayanlar'ı zannedersem bir 5 kez okumaya kalkıp bitirememişliğim var. "Olmayacak galiba" deyip deyip bırakmışlığım.

Kısmet bu zamanaymış.



Kitapların dönem dönem değişen etkileri oluyor. Bugün okuduğunuz bir kitabı iki sene sonra tekrar okuyun mesela, aynı kitap olmadığını göreceksiniz.

Daha doğrusu kitap tabi aynı ama siz aynı değilsiniz. O yüzden sizde bıraktığı his de farklı oluyor.

Oğuz Atay, Tutunamayanlar'ı yazdığı dönem, umduğu ilgiyi bulamamış. Kitap anlaşılamamış. Hatta 
"aklına gelen her şeyi yazmış" diye eleştirilere uğramış.

Ama bir yandan da bu roman sayesinde TRT 1970 Roman ödülünü de kazanmış.

Kendisi inşaat mühendisi. Ancak işini pek sevdiği söylenemez. 




Ölümünün ardından onun hayatını yazmak üzere yola çıkan Yıldız Ecevit, kaynak sıkıntısı yaşıyor. "Ben Buradayım" adlı kitabında Oğuz Atay'ı, kitaplarından yola çıkarak anlatıyor. Çünkü Oğuz Atay da kendisini kitaplarında anlatmış.

Demiryolu Hikayecileri öyküsünde, öykü satarak para kazanmaya çalışan bir adamın "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" sözünden yola çıkarak yazmış Yıldız Ecevit bu kitabı. Çok da güzel yazmış. 

Oğuz Atay'ın tüm kitaplarını okuduktan sonra bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. 







Bir de bu kitap var Oğuz Atay hakkında yazılan. Bilmiyordum, kitapçıda gördüm. Okumadım ama okumak isterim en kısa zamanda.  

Aslında hayatı düz bir seyir izlemiş Oğuz Atay'ın. Öyle inişler çıkışlar, bir yetenek yarışmasında mesela anlatıp da insanları etkileyebilecek acıklı bir hayat hikayesi yok. Ama ruhu dalgalı adamın. 


http://birazkitap.blogspot.com.tr/search/label/O%C4%9Fuz%20Atay



****



İHSAN OKTAY ANAR 

(1960, Yozgat- )











İhsan Oktay Anar'ı bu kitapla tanıdım. Ve bu kitap çok güzel bir kitap.

İçinde kendimi kaybettiğim, masalsı, büyülü enfes bir roman.

Çok beğenilince çizgi romanını da çıkardılar. Ki o da çok başarılı.



Gel gelelim sonraki kitaplarına;

İlk üç kitapta ben de destekledim, ama sonra İhsan Oktay Anar benim başımı ağrıttı.

Çok kalabalık gelmeye başladı cümleleri. Sabahattin Ali'yi özledim İhsan Oktay Anar'ı okurken. 

Onun duruluğunu, yalın ifadelerini. 

Şu an İhsan Oktay Anar deyince kafam şişiyor. O kelimeleri beynimde cenk ediyor, "Dağılın uleyn!" diye dalasım, içlerinden birkaç tanesini seçip, "Bu cümlenin içinde sadece siz olacaksınız, diğerleri kaybolsun" diyesim geliyor.

http://birazkitap.blogspot.com.tr/search/label/%C4%B0hsan%20Oktay%20Anar

https://www.instagram.com/p/6sKgBNJquA/?taken-by=erarslanhulya


*****



HAKAN GÜNDAY 

(29 Mayıs 1976, Rodos - )




Sevmiyorum.

Bütün kitaplarını okudum. Hatta iki defa okudum. Twitter'da kitaplarından alıntılar yaptım. Ama bunlar, onu sevdiğim anlamına gelmiyor.

Sevmiyorum, çünkü iki gram yaşam enerjim var, onu da emikledi hep.

Depresif, karanlık romanlar bunlar.

Mutluluk emici.

Umut sömürücü.

Güzel cümleleri, güzel tespitleri var, bu açıdan hakkını vermek istiyorum. Romanlarının kurgusu da güzel. Hatta dili de güzel. Üslubu da güzel. Oha bayağa güzel buluyorum galiba. 

Ama üzüntü kaynağı yav.

Bu adamın kitaplarını okuduğum dönem, sebepsiz yere mutsuzdum. Etkileniyor insan okuduğu kitaplardan, dinlediği şarkılardan. Öyle değil mi?

Hayatın anlamsızlığı üzerine argümanlar üreten, bir insanın başına gelebilecek her türlü felakete maruz kalmış karakterlerin olduğu romanları okuduktan sonra mutlu kalamıyorum.

Takdir ediyorum kendisini. Çok saygı duyuyorum. Ama sevmiyorum.


http://birazkitap.blogspot.com.tr/search/label/Hakan%20G%C3%BCnday

https://www.instagram.com/p/-7LiJYJqvx/?taken-by=erarslanhulya




******

Bu yazarların tabi bütün kitapları benim çocuğum gibi, ama ilk kitapları özellikle şahane.



Şöyle bir çıkarım yapıyorum. 

İlk kitaplarını 20'li yaşlarında yazan bu yazarlar, o zamana kadar biriktirdiklerini büyük bir şevk ve hevesle yazıyorlar. Adeta yazarak zihinlerini boşaltıyorlar. Hiçbir şey bırakmamacasına, varlarını yoklarını ilk kitaba döküyorlar.

Sonraki kitapları da o yüzden daha dingin oluyor. Belki biraz daha teknik, biraz daha olgun.

(kaynak: götüm)

******

Şimdi birkaç ortaya karışık kitap okuduktan sonra yeni beş yazarlık dönemime geçeceğim.

İşte açıklıyorum:

İkinci 5 Yazarlık Kalkınma Planım:

1. Sait Faik Abasıyanık

2. Ahmet Hamdi Tanpınar

3. Orhan Pamuk

4. Kafka

5. Dostoyevski

Artık bunları okuyup bitirmem ne kadar zaman alır, göreceğiz.

Yalnız Dostoyevski'ye geldiğimde artık  e-kitap olayına geçmem lazım. Zira tuğla büyüklüğündeki Dosto kitaplarını yanımda taşımak, yollarda okumak zor olur.



5 yorum:

  1. Yazını çok beğendim. Ben hep aynı yazardan romanlar okuyamam, hatta sevmediğim bir kitabı ve aynı yazarın diğer kitaplarını hiç okuyamam. O yüzden ben olsam bu projeyi bitiremezdim ama aslında çok iyi fikir, onu teslim edeyim.

    Benim de en sevdiğim yazarlardan biri Sabahattin Ali. Ben cesedinin bulunduğunu bilmiyordum. Sabah Yıldızı diye bir belgesel vardı, onu tavsiye ederim.

    Anar konusunda aynı görüşteyim. Puslu Kıtalar Atlası'nda cümlelerinin bu denli kalabalık ve karmaşık olduğunu da düşünmüyorum. En azından bir tat veriyor. Hem dili hem de kurgusu yüzünden Yedici Gün'ü sabrederek bitirmiştim.

    Yeni projende hayat enerjisi emicisi Dostoyevski olacak bence. Onun romanlarının üzerimde yarattığı depresyon yüzünden Rus edebiyatıyla arama mesafe koydum.

    Orhan Pamuk da Anar gibi bir kitapta parlayıp diğerleriyle hayal kırıklığı yaratabilir. Masumiyet Müzesini okumanı tavsiye etmem ama okursan müzesine mutlaka gitmelisin, o zaman her şey güzel oluyor.

    Ayrıca bu ölüm grubundan Kafka'nın lider çıkacağını düşünüyorum :)

    YanıtlaSil
  2. Ölüm grubu mu? Ahahaha.

    İradeli insanım. Askeri disiplin uygulayabiliyorum kendime. O yüzden sevmesem de okudum, okuyorum.

    Zaman zaman sıkıcı olabiliyor, evet. Çünkü yazarın diline çok hakim oluyorsun ve o güzel bir dil değilse, sıkıyor. Örneğin; İhsan Oktay Anar. "Yeter ya, yeter!" diyordum. Çok konuşuyormuş gibi geliyordu.

    Ama mesela Sabahattinciğim Aliciğim'de hiç öyle olmadı. Daha da kitabı olsa, okurdum seve seve.

    Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi dahil birkaç kitabını okumuştum. Ama bu plan çerçevesinde yeniden okuyacağım, çünkü hatırlamıyorum.

    Ben de Kafka ve Dostoyevski'nin beni zorlayacağını düşünüyorum.

    Teşekkürler değerli yorumun için.

    YanıtlaSil
  3. Cok zevk alarak okudum,ellerine emegine sağlık. Ben de kendimi "serseri okuyucu" olarak tanımlarim. Daldan dala atlar farklı yazarlar farklı türler okurum. Hele bir yazari sevmediysem bir başka kitabıni okumam. Ancak yazarlari tanimak zaman icinde kolay kolay unutmamak icin guzel bir yontem. 2. Beslik planni da merakla bekliyor olacağım.

    YanıtlaSil
  4. Cok zevk alarak okudum,ellerine emegine sağlık. Ben de kendimi "serseri okuyucu" olarak tanımlarim. Daldan dala atlar farklı yazarlar farklı türler okurum. Hele bir yazari sevmediysem bir başka kitabıni okumam. Ancak yazarlari tanimak zaman icinde kolay kolay unutmamak icin guzel bir yontem. 2. Beslik planni da merakla bekliyor olacağım.

    YanıtlaSil
  5. Ben de daldan dala okuyordum, ama buna son vermek istedim. Sadece kitapları değil, yazarlarını da tanımak istiyorum.

    2. beşlik planımın ne zaman ve nasıl sonuçlanacağını ben de merak ediyorum.

    Sevgiler.

    YanıtlaSil