4 Haziran 2016 Cumartesi

BENİM ADIM KIRMIZI



BENİM ADIM KIRMIZI

Orhan Pamuk

1998

Yapı Kredi Yayınları

7. Baskı - Şubat 2016

555 sayfa


Orhan Pamuk'un, -şimdilik- en sevdiğim kitabı "Cevdet Bey ve Oğulları"

"Benim Adım Kırmızı" da burun farkıyla arkasından geliyor. 

Muazzam bir eser.

Dev keyif aldım okurken.

Yalnız bunun üçüncü okuyuşum olduğunu söylemeliyim.

İlk defa lisede okumaya kalkmıştım, hiçbir şey anlamamıştım.

İkinci defa 5 yıl önce okudum. Anladım, ama unuttum.

Şimdiyse öyle bir okudum, öyle keyif aldım, öyle bayıldım ki, bir daha unutursam kalbim kurusun.

Bu kitaptan keyif almanın sırrı, bir kerede okumak. Yani üç sayfa okuyayım bırakayım, sonraki gün 10 sayfa okuyayım, sonra üç gün okumayayım... Böyle bir şeye müsaade etmiyor bu eser. Otur ve bir 100 sayfayı devir, bak ondan sonra nasıl çekecek içine seni.

*

Konu şöyle;

Padişah, kendi dönemini ve gücünü anlatan bir kitap yazılması emrini verir. 

Bu kitap için en iyi nakkaşlar bir araya gelir.

Başlarında Enişte Bey vardır.

Nakkaşlıkta sorun yok ama iş resim boyutuna varırsa günah olduğu inancı hakim.

Nakkaş, yüzyıllardır tekrarlanagelen çizimleri, hiçbir imza, üslup, farklılık göstermeden çizmeli. Portre, perspektif ve benzeri batı teknikleri söz konusu değil. Çünkü bunlar şeytan usulüymüş. Ressamlık Allah'a meydan okumakmış. (Pis gericiler.) 

Ama Enişte Bey, bu sınırı geçiyor. Avrupai resim tekniğe yaklaşan şeyler çizdiriyor.

Bundan rahatsız olduğunu dile getiren nakkaşlardan biri (Zarif) öldürülüyor.

Enişte Bey, hem bu katili bulmak hem de kitabın akıbetini güvenceye almak için yeğeni Kara'yı çağırtıyor.

Kara'yı, Enişte Bey büyütmüş. Ama Kara, Enişte Bey'in kızı Şekure'ye aşık olunca şehri terk etmiş. 

Kara, Şekure'ye hâlâ aşık.

Şekure'nin iki oğlu var. Orhan ve Şevket. Kocası savaşa gitmiş, dört yıldır kendisinden haber yok. Kocasının erkek kardeşi Hasan da Şekure'ye aşık.

Şekure, Hasan ve Kara arasında bocalıyor. Yalnız bir kadın olarak hayatın kendisi için zor olduğunu görüyor, evlenmek istiyor, ama hangisinin doğru tercih olacağından emin olamıyor, ya da bizi yiyor. 

Ben Şekure'nin entrikalar çeviren bir kadın olduğu izlenimine kapılmadım, ama olabilir de. Bohçacı ve çöpçatan Ester öyle düşünüyor. Belki de haklıdır. Görmüş geçirmiş kadın. 

En sonunda Kara ile evlenmeye karar veriyor. Ama evlenmeleri pek kolay olmuyor. Arkasını dolaşmaları gereken bir şeriat hukuku, gözü dönmüş Hasan ve bu evliliğe rızası olmayan Enişte Bey faktörü var. Bir şekilde bu sıkıntıların üstesinden gelip evleniyorlar.

Bu arada Enişte Bey de öldürülüyor.

Katili bulmak için nakkaşların üstadı Osman ile Kara saray arşivinde araştırmalar yapıyorlar. Değerli kitapları, minyatürleri inceliyorlar tek tek.

Sonunda katili buluyorlar. Zeytin lakaplı nakkaşmış. Zarif Efendi'nin, yaptıkları işin günah olduğunu meydanlarda söylemesine sinirlenmiş, onu susturmak istemiş. O yüzden öldürmüş. Ama sonra yaptıklarının gerçekten de resim ve günah olduğu şüphesine düşüp buna yol açan Enişte Bey'i de öldürmüş.

Kara ve diğer nakkaşlar, Zeytin'i yakalayıp öldürmeye çalışıyorlar. Ama Zeytin ellerinden kaçıyor. Zeytin'i öldüren Hasan oluyor.

Kitabın sonunu Şekure anlatıyor. Aile olmuşlar, her şey yolunda gitmiş.

*

Kitabın en güzel kısmı da herkesin dile gelmesi. Herkesin ve her şeyin. Herkes "Ben Zeytin" Ben Zarif" Ben Kara" "Ben At" "Ben Şekure" "Ben Ester" "Ben Ölüm" diye başlayıp hikayeyi kaldığı yerden, kendi tarafından anlatıyor. Müthiş.

*

Şekure çok güzel bir kadınmış. Yaşlanınca hep gençken yapılmış bir resmi olmadığına hayıflanıyor. İnsan çünkü unutuyor. Sadece kendisini değil, uzun zamandır görmediği sevdiklerinin yüzünü bile. Osmanlı'da resim günahtır, şirktir inancı varken Avrupa'da kralların ve hatta sıradan insanların bile birebir kendilerini yansıtan resimleri varmış. Bizde de olsa fena mı olurdu? 

Şimdi selfie çılgınlığı ve fotoğraf konusundaki teknolojiler sayesinde nur cemallerimizi ölümsüzleştirebiliyoruz çok şükür.

*

Aklıma gelince kıkırdağım bir sahnesini anlatayım mı kitabın?

Kara ve Şekure, evlenmeden önce zaman zaman kuytuda buluşup oynaşıyorlar. Kara, eski ilişkilerinden alışkanlıkla olsa gerek, şeyini Şekure'nin ağzına vermeye yelteniyor ama Şekure evlenmeden olmaz deyip öteliyor.

Zeytin'le boğuşurlarken Kara yaralanıyor. 

Şekure Kara'yı iyileştirmek için (ya da belki sadece iyi hissettirmek için) yaralı yatan Kara'nın şeyini ağzına alıyor. Ha ha. Bir tedavi yöntemi olarak... Ahaha. Ha işe yarıyor mu, yarıyor.

Şu da kitaptan güzel bir cümle olarak kalsın: "Sevişmek aşkı yatıştırır."


*

Kitabın okuduğum baskısının sonunda Orhan Pamuk'un sonsözü var. Kitabın magazin kısmını anlatmış.

Kitaptaki Şekure annesi, Orhan kendisi, Şevket de ağabeyiymiş. 

Romanı baştan sona elle yazmış. Höh.

Aslında ressam olmak istemiş. 

Kitabın adını önce "Parçalanmış Minyatür" koymayı düşünmüş. Kitaptaki ressam çağdaş olacak ve olaylar günümüzde geçecekmiş. Ama "Türkiye'de güçlü ve özgün bir resim ve sanat ortamının oluşamaması" önemli bir sorunmuş, o yüzden de kitabın geçtiği dönemi değiştirmiş.

Dünya kadar kitap okumuş, minyatür incelemiş bu kitabı yazmak için. Edindiği bilgileri de hep kitaba yedirmiş. "O günlerde okuduğum her şey, gazetedeki küçük bir haber, bir lokantanın menüsü, bir el ilanı,romanıma girmek için sihirli bir rastlantıyla gözüme ilişmiş gibi gelirdi bana ve bu yüzden de bu ayrıntıları kolaylıkla o romanımın bir parçası yapabilirdim.(...)Hayal gücüm okuduğum ayrıntıları bir anda hikayenin parçasına çevirebiliyor." sf. 509

Romanında adı geçen her eşya, yemek, kavram ve benzeri hep o dönemin belgelerinde, kayıtlarında ya da resimlerinde varmış. 

"Giriştiğim işin büyüklüğü hem başımı heyecanla döndürür hem de beni biraz korkuturdu." demiş. Okurken de heyecan vericiydi. 

*

Çok özür dileyerek, minyatür deyince aklıma geliveren şu görseli paylaşsam benden iğrenir misiniz? Kaynağını bilmiyorum. Osmanlı diyorlar, İran diyorlar... 


Kitapta da bu nakkaşların oğlancılığından bahsediyor. Bir de nakkaşlar, para kazanmak için, yazarın tabiriyle "sikiş" ve "sik kaldıran" şeyler de çizerlermiş.

Çok özür dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder