PUSLU KITALAR ATLASI
İhsan Oktay Anar
1995
İletişim Yayınları - 44. Baskı - 2012
238 sayfa
Yıllar evvel okumuştum Puslu Kıtalar Atlası'nı. Yıllar sonra hikaye aklımda kalmadı ama bende bıraktığı o keyif hala hatırımdaydı. Bunu tazelemek istedim.
Kabaca;
Kendisinin ve dünyadaki her şeyin zihninin bir oyunu olduğunu düşünen Uzun İhsan Efendi, oğlu Bünyamin'e macera dolu bir hayat sunuyor.
Bir daha unutmamak için olay silsilesini yazacağım şimdi. Dev spoiler'larla dolu, baştan uyarıyorum.
*
Kitabın girişi şu enfes cümleyle başlar:
"Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli
namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikayet ve beyan
etmişlerdir ki kun-ı Kainattan 7079 yıl, İsa Mesih'ten 1681 ve Hicretten dahi
1092 yıl sonra, adına Konstantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı."
Höh maaşallah.
Sadece bu cümle bile bir daha bir daha
okutuyor kendisini. Tekerleme gibi, şiir gibi, hatta ileri gidiyorum, dua gibi.
"Konstantiniye'de
Birkaç Kişi"
başlıklı bu
bölümde Galata Kulesi'ndeki gözetleyiciler, Arap İhsan'ın kadırgasını görüp
heyecanlanırlar. Namı büyük bir kabadayı ARAP İHSAN.
Arap İhsan'ın yanında ALİBAZ adında bir
çocuk var. Arap İhsan'ın sahiplendiği bir esir çocuk bu. Epey haşarı bir şey.
Arap İhsan, yeğeni Uzun İhsan Efendi'nin
yanına geliyor.
Uzun İhsan Efendi her zamanki gibi yine
yatağında, yine uyuyor, yine düşler kuruyor.
Sayfa 21 |
Alibaz için olağandışı bir şey düş
kurmak. Çünkü kendisinde uykusuzluk illeti var ve rüya görüp sonra bunu anlatan
insanların bir çeşit oyun oynadığını ya da uydurduğunu düşünüyor.
*
KUBELİK'ten bahsedelim biraz da.
Kendisi
Venedikli bir katip iken alkolikliği yüzünden işinden oluyor.
Venedik'e dönmek
üzere gemiye binecekken yanlış gemiye biniyor ve esir tüccarlarının eline
düşüyor.
Bunu öğrenen Venedikli yetkililer onu ederinden bile fazla paraya kurtarıyorlar ve ülkesine dönmesini tavsiye
ediyorlar. Fakat o esnada yine sarhoş olduğu için insanları dinleyecek durumda
değil.
Derken kafasına bir kerpeten fırlatılıyor.
Bunun ardından da dişçiliğe başlıyor. İşi ilerletip cerrahlığa kadar vardırıyor.
Cerrahlığını geliştirmek için insan
vücudu da incelemesi gerek. Bu konudaki kitaplar yeterli gelmediğinden ölü
bedenler üzerinde inceleme yapıyor. Bu ölü bedenleri de deniz kenarında
buluyor. Saray cinayetlerine kurban gidenlerin karaya vuran cesetleri üzerinde çalışıyor genelde.
Kubelik, Arap İhsan'ın şehre geldiğini öğrenince
kaçacak yer arıyor çünkü vakti zamanında onu kandırıp kılıcın kesmeyeceği,
okun batmayacağını iddia ederek bir yakı satmış. O yüzden Arap İhsan'ın
kendisinden intikam alacağını düşünüyor.
Arap İhsan, gerçekten de Kubelik'i arıyor
ve buluyor. Fakat intikam için değil.
Ona bir kitap veriyor. Arap İhsan, bu kitabı ele geçirdikleri bir gemiden almış.
Düşman tam ona ateş etmişken mermi bu kitaba saplanmış ve Arap İhsan'ın hayatını
kurtarmış. Şimdi Kubelik'ten bu kitabın tercümesini yapmasını
istiyor.
Kubelik, kitabın adının ZAGON ÜZERİNE
ÖTTÜRMELER olduğunu ve yazarının da Rendekar adında bir filozof olduğunu
söylüyor.
İhsan Oktay Anar'ın enfes isimlendirmesi.
RENDEKAR: Descartes'in ta kendisi
ZAGON ÜZERİNE ÖTTÜRMELER de YÖNTEM ÜZERİNE
KONUŞMALAR kitabı.
Şimdi "Günbatımı" bölümüne
geçiyoruz
Ayı oynatıcı bir baba oğuldan bahsediyor
yazar burada.
Ayısını, oğlundan daha çok seven bu babanın
karşısına bir gün bir maymunla çıkıyor oğul. Bu maymun hırsızlıkta çok usta.
Ama değerli şeyler çalmaktan ziyade kendi ilgisini çeken janjanlı şeyleri yürütüyor. Bir gün bir afyon macununu
yiyince sızıp kalıyor ve sahibi onu öldü zannedip bir viraneye atıyor.
Maymunu, Uzun İhsan Efendi'nin oğlu
BÜNYAMİN buluyor. Adını MÜŞTERİ koyuyor.
Hırsızlığa devam eden maymun, bir gün
padişah fermanını çalıyor. Fermanda bir paşanın kellesinin getirilmesi, yoksa
ismi yazılı kişilerin katledileceği yazıyor. Bunu gören Uzun İhsan Efendi tabi
şok. Ne oldu bunun ardından bilmiyoruz ama ucu Uzun İhsan'lara dokunan bir şey olmuyor.
Maymun tam durulmuşken Arap İhsan'ın
beraberinde gelen Alibaz yüzünden yine sapıtıyor.
*
Kubelik, tercüme ettiği sayfaları Arap İhsan'a
vermek için Uzun İhsan Efendi'lerin evine geliyor.
Kapıyı Müşteri açıyor.
Kubelik ve Müşteri birbirlerini bir süzüyorlar.
Arap İhsan evde olmadığı için
Kubelik, tercümeyi Uzun İhsan Efendi'ye veriyor. Arap İhsan'a vermesini
tembihleyerek.
Ama Arap İhsan, artık hiç eve gelmeyecek.
O yüzden o kağıtlar da sahibine hiç ulaşamayacak.
Aksine bambaşka bir macera
yaşayacak.
Tercümeyi Uzun İhsan Efendi de okuyor ve
düşüncelere dalıyor:
"Her bilgiden şüphe eden Rendekar,
şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da kendisinin varolduğu sonucunu çıkarıyordu.(...)Düşünüyor
olmasından kendisinin varlığı açık ve seçik olarak çıkıyordu. Fakat bu yolla
insan kendisinden başka hiçbir şeyin varlığını ispatlayamazdı."
Uzun İhsan Efendi, meselelerini rüyaya
yatarak çözebileceğini düşünen biri. Bu mesele için de rüyaya yatıyor. Rüyasında
bir aynaya bakıyor ve aynadaki aksinin Bünyamin olduğunu görüyor.
"Düş görüyorum. Düş gördüğümden
şüphe edemem. Düş görüyorum, öyleyse ben varım. Varım ama ben kimim?"
"Uykunun bir uyanış ve düşlerin de
gerçeğin ta kendisi olduğu fikri kafasını meşgul etmeye başlamıştı. Az önce
uyanıp gözlerini gerçek dünyaya açarak yatağında gerinmeye başladığında belki
de bir uykuya dalmıştı. Eğer bu doğruysa, şimdi gördüğü her şey bir
düştü." sf. 46
Diğer taraftan Uzun İhsan Efendi'nin oğlu
Bünyamin de bir rüya görüyor. Rüyasında ölmüş ve ruhu uzaktan kendi cenazesini
izliyor.
Uyanıyor ve kendisini gerçekten de yerin
altında, tabutun içinde buluyor.
Babasının uyumak için içtiği ağır
içecekten içip derin bir uykuya dalınca insanlar onu öldü sanmış meğer. Uyanınca
güç bela toprağın altından çıkıyor. Eve dönüyor.
Bünyamin'in mezardan çıkması epey yankı
uyandırıyor tabi. Bunu duyan VARDAPET adında biri de Bünyamin'i görmeye
geliyor.
Vardapet kilisede zangoçken, kilise papazının yerine geçmek için yapılan
imtihanda hile yapıyor. Söz konusu imtihan icabı zangoçlar mümkün olduğu kadar
az yiyip içecekler, buna dayanan papaz olabilecek. Vardapet, kaldığı hücreden dışarıya
tünel kazarak dışarıda kimseye belli etmeden karnını doyuruyor. O yüzden de hiç
yemek istemiyor. Bu nedenle en dirayetlinin o olduğu sanılıyor. Fakat bir gün
yemeği fazla kaçırıp hücresinde büyük abdestini yapınca işin aslı açığa çıkıyor.
Kiliseden kovulan Vardapet, para kazanmak
için lağımcı ocağına yazılıyor. Ocağa adam lazım olduğu için de ününü duyduğu
Bünyamin'e gidiyor.
Ona bir iş teklif ediyor. Ordunun lağımcı ocağında
tünel kazma işi.
Bünyamin gidip gitmemekte kararsız kalıyor.
Babasına danışıyor. Babası gitmesini tavsiye ediyor:
"Bilmek ve şahit olmak en büyük
mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir; çünkü O'nun eserini tanımanın
başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim."
"Dünyanın ve onun binbir halinden
korkma." sf. 55
Uzun İhsan Efendi, bu tavsiyenin ardından
kendi yazdığı DÜNYA ATLASI'nı oğluna veriyor. Yanında taşısın ve yolunu
kaybederse bu düş atlasının sayfalarını karıştırsın diye. Ama asıl "Adına
Dünya dediğimiz kitabı oku" tavsiyesi önemli.
*
Bir maymun ve Alibaz ile evde yalnız
kalan Uzun İhsan Efendi, Alibaz'ı okula yazdırıyor. Yazdırdığı okulla civar
okul arasında rekabet var. Sık sık gerek öğrenciler, gerek öğretmenler kavga
ediyor.
Alibaz'ın hocası kendisini padişahın oğlu sanıyor. Padişah, entrikalardan korumak için onu
saraydan uzaklaştırmışmış da bir gün gelip alacakmış.
Okumayı öğrenen Alibaz'a, hocası Turan
kahramanı Efrasiyab'ın maceralarını anlatan bir kitap veriyor. Bu kitaptan çok
etkilenen Alibaz da kahraman olma hevesi içine giriyor. Diğer okulun çocuklarıyla
yaptıkları kavgalarda üstün başarı gösteren Alibaz'a artık EFRESİYAB diyorlar.
Alibaz bir gün eve gelirken Uzun İhsan
Efendi'ye saldırıldığını ve yaka paça götürüldüğünü görüyor. Müdahale etmiyor
ve arkadaşlarını topluyor. İntikam için ortalığı yakıp yıkıyorlar.
*
"Yeraltı"
Bu bölümde Bünyamin'in tünel kazma
macerası ve romanın da açıkçası en heyecanlı kısımları başlıyor.
Emir gereği ZÜLFİYAR adında bir casusu
kurtarmak için düşman kulesine lağım kazılacak. Kolay bir iş değil tabi. Hesap
kitap işinin yanısıra bir de düşman birliklerinin karşı lağım kazma işi var ki,
aman aman.
Bünyamin babasının verdiği Dünya Atlasından
rastgele bir sayfa açıyor. Çıkan yazı:
"yeraltı hazinelerinin arasına karıştı."
Sonunda Zülfiyar'ı kurtarıyorlar ama kaçma
kovalama esnasında yakalanıp öleceğini sanan casus, elindeki nesneyi Bünyamin'e
uzatıp, onu paşaya vermesini istiyor. O sırada bir patlama oluyor ve
Bünyamin'in yüzü paramparça oluyor, kimse kimliğini tespit edemiyor.
Yaralılarla dolu bir arabada gözünü açıyor.
Arabadakiler, kaledeki casusun Vardapet'in çırağına çok değerli bir şey verdiğini
ama Bünyamin adlı bu çırağın emanetle beraber kaçtığını konuşuyorlar.
Bünyamin bir ayna bulup yüzüne baktığında
tanınmayacak durumda olduğunu görüyor ve kahroluyor. Ben de çok kahroldum bu kısımda.
Çok yazık yaa.
Bünyamin Dünya Atlasını açıyor. Açtığı
sayfadaki yazı:
"Dilencilerin arasına girip kaderini beklemeye başladı."
Sayfa 90 |
Sayfa 91 |
"Yılanın Renkleri"
Bu bölümde bir hırsızdan bahsediliyor.
Bağdat'ta kılık değiştirmekte mahir usta
bir hırsız, bir soygun işi için bir eve giriyor. Zengin bir dul kadın kılığına
giriyor. Ancak paşanın oğlu bu kadına aşık ve aşık olduğu kadın diye yanlışlıkla
bu hırsızı kaçırıyor. İş meydana çıkınca hırsız, kendisini acındırarak kurtulmayı başarıyor.
Artık hırsızlık yapamayacağı için kendisine meslek olarak dilenciliği seçiyor.
Kılık değiştirme ve makyaj işinde usta olduğu için insanların kendisine acımasını
sağlayacak hastalık ve sakatlık makyajı ve kılığı da yapıyor.
Dilencilik işinde
o kadar ilerliyor ki Padişah onu Bağdat'tan alıp Konstantiniye'deki dilencilere
de mesleğin sırlarını öğretsin diye yanına alıyor.
Bu dilencinin yemeğine bir gün domuz eti
koyuyorlar. Dilenci bunu öğrenince çok sinirleniyor. Çünkü artık dilenirken
insanları etkilemek için söylediği duaların kabul olmayacağını düşünüyor.
Şakayı yapanlara korkunç beddualar
ediyor. "Allah size uyuz versin de kaşınacak tırnak vermesin. Sur üflendiğinde
hiçbiriniz duymasın."
Ama sonra hayatın cilvesine bakın ki
domuz eti müptelası oluyor. Dilencinin adı HINZIRYEDİ.
Domuz eti yeme huyundan vazgeçemediği için
artık idam edilecek. İdamdan kendisini padişah fermanı kurtarıyor.
Hınzıryedi'yi istihbarat merkezine
götürüyorlar. (Teşkilat-ı İstihbarat-ı Humayun) Casus olarak çalışmasını
istiyorlar.
ZÜLFİYAR da burada.
Hınzıyedi'ye zehirli bir şerbet
içiriyorlar. Ardından bir hap verip, eğer her gün bir tane bu haptan almazsa
öleceğini söylüyorlar. Böylece Hınzıryedi'yi kendilerine bağlıyorlar.
Beraber Teşkilat-ı İstihbarat-ı
Humayun'un efendisinin huzuruna çıkıyorlar. Büyük Efendi dedikleri bu adamın adı
EBREHE.
Büyük Efendi, Hınzıryedi'den
Konstantiniye'de dilencilerin topladığı bütün sadakaları ertesi sabah iade
edilmek üzere bir geceliğine kendisine vermesini istiyor.
Yani Büyük Efendi, Zülfiyar'ın
kaleden çıkarken Bünyamin'e verdiği o nesneye yani paraya ulaşmaya çalışıyor.
Uzun İhsan Efendi'yi yakapaça götüren de bu teşkilat.
Parayı onun oğlu aldığı için Uzun İhsan Efendi'yi göz hapsinde tutuyorlar.
Bünyamin babasını görmeye gelirse hemen yakalayacaklar.
Bünyamin, yüzü gözü tanınmaz halde
Konstantiniye'ye dönüp Hınzıryedi'nin yanında dilencilik için başvuruyor.
Yüzünün halini soranlara kan davalısı tarafından tırpanla parçalandığını
söylüyor. Kimse ona yapacak bir iş vermediği gerekçesiyle de dilenci olmak
istediğini söylüyor.
Hınzıryedi de aradığı kişinin aslında yanıbaşında
olduğunu farkedemeden onu yanına alıyor.
Dilencilik locasının kuralı gereği her
yeni dilenciye lakap takılıyor. Ama bunun için de para lazım.
Delikanlının
parası olmadığı için ona geçici bir isim veriyor Hınzıryedi. Verdiği isim
(ahaha burası çok iyi) asla unutmaması gereken bir isim olarak "BÜNYAMİN"
Bünyamin lonca binasında tutsak babasını
görüyor. Ama yanına yaklaşamıyor. Onu ALEMSATTI adında bir dilenci gözetliyor.
*
Bir gün bir yemek esnasında Ebrehe'nin
lokması boğazına kaçıyor. Onu Bünyamin kurtarıyor. Kendisini kurtaran delikanlıyı
merak eden Ebrehe, Bünyamin'i yakın markaja alıyor.
*
Uzun İhsan Efendi bir gün kaçıyor. Adam
gördüğü işkenceler nedeniyle hem kör hem sağır olmuş. Ama esrarengiz bir
şekilde sanki görüyor ve duyuyor. Metin Şentürk gibi.
Babasını mezarlıkta bulan Bünyamin,
onunla hasret gideriyor. Babası, hala Rendekar'ın
"Düşünüyorum, öyleyse
varım"ında.
Her şeyin kendi düşüncelerinden ibaret
olduğunu, zihniyle olaylara yön verebildiğini anlatıyor.
Bünyamin, babasının delirdiğini düşünüyor.
O esnada karşılarına bir fıçı çıkıyor.
Uzun İhsan Efendi, o fıçıya girmek istiyor. Giriyor ve Bünyamin'den fıçının
kapağını kapatıp gitmesini istiyor.
Bünyamin gidemeyip geri dönüyor. Tam fıçıyı
açacakken denizciler onu hırsız zannedince kaçıyor.
Sabah geri dönmek üzere gidiyor. Babasının
kitabından yine bir sayfa açıyor:
"Artık bir kahraman, bir bilge gibi
davranmalıydı."
"Büyük Efendi"
Zamanın birinde devletin gizli
bilgilerini evlerinde bulunduran insanlar esrarengiz bir şekilde ölmeye başlamışlar.
Araştırılınca bunu bir casusun yaptığı ortaya çıkmış.
Padişah bu
casusun yeteneği ve fikirlerinden çok etkilenip onu enderuna almış. Kendisi
gibi talebeler yetiştirmesini istemiş.
Önüne her geleni çırak alamayacağını
söyleyen adam, yalnızca dairenin çevresinin çapına oranı olan 3,14 sayısının
666 haneye kadar hesaplayabilecek birini istiyormuş. (Burada Pİ sayısı ile ilgili uzuuun bir geyik
dönüyor.)
Nihayet EFRAİM adında biri bunu başarmış ve çırak olmuş.
Casus, Efraim'e bildiği her şeyi öğretmiş.
Casus ölünce Efraim, padişahın izniyle
Teşkilat-ı İstihbarat-ı Humayun'u kurmuş. Zamanla casus sayısı da artmış. Elde
edilen bilgiler, şifreli yazılarla kaydediliyormuş. Bu yazılar özel bir cihazla
okunuyormuş. Cihazdaki 666 rakamı Efraim'den başkası bilmiyormuş. Efraim yaşlanınca
o da yanına aynı usulle bir çırak aramış. Böylece EBREHE teşkilatın başına
geçmiş.
Ancak bu esnada padişah değişmiş ve
teşkilat kelimenin tam anlamıyla gizli olduğu için yeni padişah böyle bir
teşkilatın varlığına inanmıyormuş. Ebrehe de elde ettiği bilgileri, kendi
lehine kullanmaya başlamış.
"Ona göre hayat artık, insanın büyük
bir eğlenceyle çok şey öğrendiği bir oyundu ve içinde herkesin yaşamaktan
korktuğu şu dünya, gerçekten en eğlenceli oyuncaktı." sf. 141
Ebrehe, bir gün esrarengiz bir ayna görüyor.
Aynanın geleceği gösterdiği söyleniyor.
Ebrehe artık sadece ticaretle uğraşmaya
başlıyor. Sonra o kara parayı aramaya başlıyor. Aradığı şeyin bir Frenk
kalesinde olduğunu öğrenip Zülfiyar'ı oraya gönderiyor. Ama Zülfiyar'ı oradan
geri almak ciddi mesele oluyor. Sonrasını biliyorsunuz, Zülfiyar parayı
Bünyamin'e veriyor.
Ebrehe'nin umudu artık Uzun İhsan'ın oğlu Bünyamin denilen
bu delikanlıyı bulmak.
*
Kendisini kurtardığı için Ebrehe, Bünyamin'e ilgi duymaya başlıyor. Ayrıca Bünyamin'in kendisinden beklenemeyecek
kadar bilgece lafları da dikkat çekiyor.
Bu nedenle onu yanına çağırıyor ve yakından
tanımak istiyor.
Sayfa 143 |
Konuştukları yer bir çeşit labaratuvar.
Elkimya odası
Bünyamin burada ne elde etmeye çalıştıklarını
soruyor Büyük Efendi'ye:
- Tabiatta yedi cisim olduğunu bilirsin
mutlaka. Ancak altın, gümüş, kükürt, kalay, bakır, kurşun ve harısiniden ibaret
olan bu yedi cisim yanında bir sekizincisinin olduğunu pek az kişi bilir. Biz
sekizinci cismi elde etmeye çalışıyoruz.
- Elkimyacıların aradığı filozof taşı
olmasın bu?
- Hem evet, hem hayır. Fakat birçok
bilgin, filozof taşıyla belki de bizim aradığımız şeyi kasdetmiş olabilir.
- Peki sizin aradığınız bu sekizinci
cisim ne?
- Yaratılmamış olan. Biz yaratılmamış
olanı arıyoruz.
Sayfa 146 |
Sayfa 147 |
Sayfa 148 |
*
Buradan başka bir anektoda bağlıyor.
Kumarbaz köyü Girdbad.
Kasabaya yolu
düşen bir aksakallı şeytana uyup kumar oynuyor. Bu günahı için çok üzülerek bir
beddua savuruyor. Kasabadaki kumarbazlar artık kazanamıyor. Bu lanetten
kurtulmak için çırak kumarbaz GAZANFER
bir üfürükçüye gidiyor.
Üfürükçü Gazanfer'e bir çift zar veriyor.
Gazanfer dünyadaki en talihsiz adamı bulacak ve zarları 66 kez attırıp sayıları
not edecek. Bu sayıların ebcetteki karşılığı olan harfleri okuduğunda kapalı kısmet
açılacak.
Böylece ŞUAYIB'ı buluyor. Zarlar atılıyor,
harfler bulunuyor. Evet kısmet açılıyor ama bunun için kumardan kazandığı paranın
ancak yüzde birini harcaması gerekiyor.
Gazanfer, kısmeti açıldığı için bir
kumarhane açıyor. Harcamaması gereken yüzde doksan dokuzluk kısmı kumarhanenin
mahzenine saklıyor ama orası da dar gelmeye başlayınca duvarları oydurup oraya
saklıyor.
Gazanfer'in bu eli sıkılığı, ticarette sıcak
para akışını olumsuz etkiliyor. Büyük Efendi de bu durumdan rahatsız olup
kumarhaneye baskın yapmayı düşünüyor.
*
Ebrehe, Bünyamin'i bir esirciye
götürüyor. Oradan Bünyamin'in bir cariye seçmesini istiyor.
Ardından Gazanfer'in kumarhanesine
gidiyorlar. Ebrehe, Gazanfer'in hile yaptığını iddia edip bunu ortaya çıkarınca
kıyamet kopuyor. Böylece Gazanfer'in sakladığı altınları bulup alıyor.
Akşsam bir eğlence tertip ediliyor.
Ebrehe de dans ediyor. Bünyamin onun alnına yapıştırmak için para arıyor ve
yanlışlıkla kendisindeki o uğursuz para geliyor eline. Tam Ebrehe'nin alnına yapıştıracakken
farkediyor ve para elinden düşüyor. Kimse farketmiyor. Tam eğilip alacakken de
Ebrehe Bünyamin'i tutuyor ve dışarı çıkıyorlar.
Gece Bünyamin, cariye kızla beraber kalıyor.
Kızın adı AGLAYA. Ama sabah uyandığında kızı göremiyor, kız gitmiş.
Kahvaltıda uğursuz paranın hala düştüğü
yerde olduğunu görüp kimseye çaktırmadan alıyor.
Kahvaltıdan sonra DERTLİ denilen adamı
görüyorlar. Bu adamın geçtiği yerlere yıldırım düştüğü için kimse onu görmek
istemiyor, onu döverek uzaklaştırıyorlar. Zülfiyar'ın bu zavallı adamı dövdüğünü
gören Bünyamin, Zülfiyar'a saldırıyor. Sonra da kaçıyor.
Babasının atlasını açıyor yine.
"hayatını öne sürüp, sırrı bulmak için yola çıktı."
Ebrehe'nin yanına gidiyor. Sen ne ayaksın,
senin olayın ne diye soruyor.
Ebrehe de ona KEHANET AYNASI'ndan
bahsediyor. Bu aynada yazılı bir kehanetin daha önce gerçek olduğunu gören
Ebrehe, sıradaki kehanetin gerçekleşmesini bekliyor. Bu kehanete göre kıyamete
çok az zaman kaldı.Ve kıyametten kurtulmak mümkün. İşte bunun için boşluk,
sürtünme, karşı hareket... gibi hiç mi hiç anlamadığım uzun bir söylev çekiyor.
(Anlamamaktan nefret ediyorum. Anlamamak beni deli ediyor, çok öfkelendiriyor.)
Peki, Ebrehe dünyanın şeyini anlattıktan
sonra "Bana sormak istediğin başka bir soru var mı?" deyince Bünyamin
ne soruyor dersiniz?
-Dün satın aldığın esir kız, Aglaya
nerede?
*
"Ölüler ve Kahramanlar"
Ebrehe, yaklaşan kıyamet alameti olarak
Hesap Günü'nden bir yıl önce ve yedinci dolunayda kente batı kapısından girecek
olan Büyük Kurtarıcı Mehdi'yi beklerken şehirde bir efsane yayılıyor. Buna göre
görüp duymadığı halde bir adam görüp duyuyormuş gibi bilgiler veriyormuş. (Evet
bildiniz Uzun İhsan Efendi'nin ta kendisi.)
İşte bu kahin şehre geliyor ve bir
meyhaneye giriyor. Uzun İhsan, daha önce oğluna söylediği şeylerin benzerlerini
burada da dile getiriyor. Bütün Dünya'nın, sadece ve sadece, zihninin bir ürünü
olduğunu söylüyor.
"Düşündüğüm için ben var değilim,
sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz."
Tabi meyhanedekiler onun deli olduğunu
düşünüyor. Uzun İhsan da oradan çıkıyor.
*
Ebrehe, Bünyamin'e bir masal anlatıyor.
Vaktiyle cahil bir adam gözlerini açtığında dünyayı, kapadığında ise karanlığı
gördüğünü farkedip karanlığın da görülebilen bir şey olduğuna karar vermiş. Gözlerini kapattığında gördüğü karanlığın ne olduğunu bir bilgeye sormuş. Bilgenin ona verdiği cevabı, ben gene anlamadım.
Sayfa 200 |
Sayfa 201 |
Masalın devamında "Kuzeyden bir ses
geldi ve adama dedi:" diye en heyecanlı yerindeyken Bünyamin uyuyakalıp devamını işitemiyor.
*
Kehanet Aynası masalı doğruysa Mehdi'nin
Konstantiniye'ye batı kapısından girme zamanı geliyor.
Eşkale uyan birini yakalıyor
Zülfiyar ve adamları.
Adam Mehdi olmadığını, adının Franz olduğunu,
bir Nemçe casusu olduğunu söylüyor. Sonra da anlatmaya başlıyor:
Bir proje çocuğuymuş.
Ülkesinde eşkalleri Mehdi'ye benzeyen kadınlı erkekli bir grup insan seçilmiş,
çiftleştirilmiş, bunların çocukları içinden eşkali Mehdi'ye en çok benzeyen
olarak kendisinin kalmış.
Kehanet aynası da teknik bir icatmış.
Bu ayna, vakti zamanında padişaha hediye edilmiş. Bahsi geçen kehanetler Nemçeli casuslar vasıtasıyla gerçekleştirilmiş.
Tasarının tek amacı padişahın batı
kapısından kente girecek olan Mehdi'ye inanması ve tahtını ona bırakması,
böylece bir Nemçe casusunun Osmanlı ülkesini yönetmesiymiş.
Vuuuvvvvvv
Ebrehe, sahte Mehdi'ye işkence etmesi için HATTAKAY'ı çağırıyor. Ancak, Hattakay kılığında yanına gelen adam, kim? HINZIRYEDİ.
Hınzıryedi, kendisine hayatta kalması için verilen hap olayının düzmece olduğunu anlıyor ve intikam almak istiyor. Emrindeki dilencilerle
birlikte teşkilatı işgal ediyor.
Ebrehe'nin son arzusu Bünyamin ile tek
başına konuşmak.
Meğer Ebrehe, Bünyamin'in Uzun İhsan Efendi'nin
oğlu olduğunu ve paranın onda olduğunu en başından beri biliyormuş. Ama
Bünyamin'in en az o para kadar değerli olduğunu düşünmüş.
Bünyamin'den yalnızca
o parayı öldükten sonra ağzına koyup çenesini bağlamasını, çünkü onun hiç
kimsenin eline geçmesini istemediğini söylüyor.
Sayfa 216 |
Dilenciler, teşkilattaki tüm altınları alıp
dilenciler loncasına taşıyorlar. Ebrehe'nin cesedini de. Cesedi yıkama görevini
Bünyamin'e veriyorlar. Bünyamin de bu esnada Ebrehe'nin son arzusunu yerine
getiriyor ve uğursuz parayı ağzına yerleştiriyor. Ardından Ebrehe gömülüyor.
Dilenciler, kazandıkları paranın mutluluğuyla
şenlik yapıyorlar. O esnada DERTLİ oradan geçiyor. Tabi ki yıldırım düşüyor ve
lonca alevler içinde kalıyor. Öncesinde Dertli, Bünyamin'in kaçmasını sağladığı
için Bünyamin kurtuluyor.
"Karanlık"
Fi tarihinde bir kasabada dalgın bir
tüccar yaşarmış. Bir gün rüyasında kendisini bir evin penceresinin önünde
görmüş. İçeride bir adam uyuyor, bir adam da deftere yazılar yazıyormuş. Yazı
yazan adam, kafasını kaldırmış ve pencereden kendisini izleyen adamla göz göze
gelmiş.
Tüccar uyanınca bu rüyanın anlamını
düşünmüş ama bulamamış.
Rüyanın devamını görmek için tekrar
uyumuş. Rüyasında yine o pencerenin dibindeymiş. İçerideki adamlardan biri yine
uyuyor, diğeri de yazı yazıyormuş. Yazı yazan adam penceredeki tüccarı görünce
kalkıp perdeyi kapatmış.
Uyanan tüccar üçüncü gece yine rüyanın
devamını görme hevesiyle uyumuş. Rüyasında yine aynı yerdeymiş. İçeriyi görmek
için perdeyi aralamaya kalktığında adamla göz göze gelmiş. Adam neden üç gündür
kendisini gözetlediğini sormuş tabi haliyle. Tüccar da içeride ne yaptığını
merak etiğini, bunu öğrenirse gördüklerinin hayır mı şer mi olduğunu anlayacağını
söylemiş.Adam anlatmış:
"Şu döşekte uyuyan adamı görüyor musun?
İşte onu ben düşledim. Bu adam uyuyor ve bir takım düşler görüyor. Ben de onun
gördüğü düşleri deftere bir bir yazıyorum.(...) Düşünde seni, diğerlerini ve
sizlerin yaşadığınız dünyayı görüyor."
diyor ve tüccarı da merakından ötürü bir daha hiç
uyuyamamakla cezalandırıyor.
Tüccar, uykusuzluk illetinden kurtulmak
için diyar diyar şifa arıyor. Başvurduğu bir sihirbaz ona, yüzyıllardır uyuyan
bir adam olduğunu, onu uyandırmayı başarabilirse uykusuzluk illetinden
kurtulacağını söylüyor.
Tüccar da bu adamı aramaya başlıyor. Ama
bulamıyor.
Bir yandan da ticarete devam ediyor. Kaldığı
bir handaki bekçi ilgisini çekiyor. Horul horul uyuyan bu bekçiye çok
imreniyor. Her seferinde onu uyur gördüğü için merak ediyor. Yanına gidiyor. O
sırada yanan dilenciler loncasından çıkan Bünyamin de orada. Tüccar ve Bünyamin
karşılaşıp uyuyan bekçiyi beraber izliyorlar.
Bekçi yavaş yavaş uyanır gibi olurken
Tüccar'ın da yavaş yavaş uykusu geliyor. Tüccar odasına gidiyor. Bekçiyle yalnız
kalan Bünyamin, babasının kitabını açıyor.
Kitabın adını tam olarak okuyor bu kez.
"PUSLU KITALAR ATLASI"
Sonlara doğru rastgele bir sayfa açıyor.
"Sevgili oğlum," diye başlayan
bu sayfada Uzun İhsan Efendi'nin, her şeyin sadece kendi zihnindeki düşünceler
olduğuna dair oğluna yazdıkları var.
"Çünkü her baba oğluna bir şeyler öğretmek,
ona doğru ve gerçek olanı göstermek ister. Oysa benim sana, düşlerimden başka
verebilecek bir şeyim yoktu."
Bünyamin atlası kapatıp koynuna sokuyor.
Bekçiyi dürtüp uyandırıyor. Uyanan bekçi etrafına bakınıyor ama kendisini uyandıran
kişiyi göremiyor.
"Çünkü her taraf karanlıktı. Zaten
görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?"
sf. 238
diyerek de kitap son buluyor.
*
Mü-kem-mel
Bir kere okumakla tabi unutulur. İnsan içinde kayboluyor. O maceranın heyecanına kaptırıyor kendisini.
İşte o ilk heyecan geçtikten sonra, daha sakin bir şekilde sindire sindire okunmayı hak ediyor.
*
Şu satırların da altını çizmiştim. Buraya not düşeyim:
"Bilgi tehlike ile ölçülür."
"Hata yaptığı anda servetini, hatta canını
kaybedebilecek olmayan insanların fikrine güvenilmez. Çünkü malı, canı,
sevdikleri tehlikede olmayan biri doğru düşünemez." sf. 135
ben de keyifle okumuştum kitabı ve senin yazını da çok sevdim. ne güzel uzun uzun anlatmışsın eline sağlık :)
YanıtlaSilBir daha unutmaya tahammül edemezdim. O yüzden üşenmedim, uzun uzun yazdım.:)
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Elinize saglik
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilÇok güzel anlatmışsınız
YanıtlaSilAma sizden birşey istiycemm
Bir dahakine nerde hangi önemli şeyler yazmış özetinnde sayfaları net belirtir misiniz
Ve bu özet ba yıl dım
Gerçekten çok iyi
Mükemmel bir kitap. Siz de çok güzel özetlemişsiniz. Teşekkürler.
YanıtlaSilKitap çok güzeldi gerçekten bir günde bir çırpıda okudum. Ama sizin yazınız da ayrı güzel. Toparlayıcı bir inceleme olmuş teşekkürler
YanıtlaSil