21.
YÜZYIL İÇİN 21 DERS
(21
Lessons fort he 21st Century)
Yuval
Noah Harari
2018
Türkçesi:
Selin Siral
Kolektif
Kitap
1.
Baskı – Eylül 2018
331
sayfa
Yuval
Noah Harari’nin
Ve
- HomoDeus
kitapları
beni çok etkilemişti. Çok ufuk açıcı olmuştu. O yüzden yazarın bu kitabını da
büyük bir şevkle aldım ve keyifle okuyup bitirdim.
*
21.
Yüzyıl meselelerini 21 başlık altında değerlendirmiş yazar:
1)
Uyanış
2)
İş
3)
Özgürlük
4)
Eşitlik
5)
Topluluk
6)
Medeniyet
7)
Milliyetçilik
8)
Din
9)
Göç
10)
Terörizm
11)
Savaş
12)
Alçakgönüllülük
13)
Tanrı
14)
Laiklik
15)
Cehalet
16)
Adalet
17)
Hakikat Sonrası
18)
Bilimkurgu
19)
Eğitim
20)
Anlam
21)
Meditasyon
*
Kitabın
ilk sayfalarındaki şu sözler biraz can sıkıcı:
“2018’de
yaşayan alelade bir vatandaş kendini gitgide daha işe yaramaz hissediyor.” Sf 25
İşin
kötüsü bugün kendini işe yarar bir işte geliştirsen ve uzman olsan bile bundan
10-20 yıl sonra o işe hala gerek olup olmadığı belli değil.
Teknolojinin
son derece hızlı bir şekilde geliştiğini ve 2050 yılında neler olacağını
bugünden söylemenin pek mümkün olmadığını anlatıyor yazar.
Yapay
zekalar olacak, evet.
Ancak
bu yapay zekaları geliştiren insan gücü de bir noktaya kadar gerekli olacak.
Ama belki daha da ilerleyen yıllarda bu insan gücüne de gerek kalmayacak, işte
o insanlar o zaman ne yapacak?
Burada
akıl sağlığını korumanın öneminden bahsediyor yazar. Yeni teknolojiye uyum
sağlamak ve öyle bir dünyada yeni tanıştığın iş kolu hakkında eğitim almak için
harcadığın zaman içerisinde o iş kolu da eskiyebilir.
Buradan
da eğitime bağlıyor konuyu. Mevcut eğitim sistemlerinin öğrencileri sınıfta
toplayıp bilgi vermek üzerine kurulu olduğunu, halbuki zaten sürekli bilgiye
maruz kaldığımızı, asıl önemli olanın hangi bilginin doğru hangisinin yanlış,
hangisinin gerekli hangisinin gereksiz olduğunu kavramayı sağlayacak bir
eğitimin verilmesi gerektiği.
*
Sık
sık Facebook ve benzeri internet sosyal medya mecralarının verilerimizi
topladığını anlatan yazar, bu veriler kullanılarak oluşturulacak
algoritmalardan bahsediyor. Öyle ki bizi bizden daha iyi tanıyan bu
algoritmik sistem sayesinde hangi okulda okuyacağımın, hangi mesleği yapmam
gerektiğinin, kiminle evleneceğimin cevabını alabilir, böylece yanlış karar
vermeden hayatımı sürdürebilirim.
Bu
durum aslında insan olarak bizlerin kendimizi tanımak gibi kağıt
üzerinde kolay gibi gözüken fakat aslında hiç de öyle olmayan bir kabiliyetten
yoksun olduğumuzu gösteriyor. Ben aslında kimim?
Beynimiz
çocukluğumuzdan beri önce bizi yetiştiren anne-baba, ardından devlet
politikaları çerçevesinde gelişen eğitim sistemi ve şimdilerde medya etkisi ile
şekilleniyor. Bunların içinde ben kendimi asıl öz benliğimi nasıl bulabilirim?
Bulamayacağım
ve benim beyin nöronlarımdan, duygu durumumdan nelerin bana iyi geldiğini
nelerin kötü geldiğini anlayan algoritmalara başvuracağım.
Böyle
bir yaşamda Tanrı’ya yer olmayacağı kanaatindeyim ben.
Yazar
da Tanrı ve din konularının zaten kurmaca olduğunu söylüyor. Bu kurmacalar hem
insanlar kendilerini iyi hissetsin hem de topluluklar varlığını sürdürebilsin
diye var.
“Peki
insanlar neden bu kurmacalara inanıyor? Anlatıları, bu tür anlatıların
doğruluklarını sorgulayıp teyit etmek için gerekli zihinsel ve duygusal
bağımsızlığı kazanmadan önce anne babalarından, öğretmenlerinden, komşularından
ve toplumun genelinden duyuyorlar. Zihinleri olgunlaştığında anlatıya o kadar
yatırım yapmış oluyorlar ki akıllarını, anlatıdan şüphe etmek yerine anlatıyı
akla mantığa uygun hale getirmek için kullanmaları çok muhtemel.” Sf.257
İnsanlara
bugüne kadar (30 yıl, 40 yıl…) inandıkları bir şeyin aslında hiç olmadığını
sorgulamaları kolay olmaz. Zira onca yıl inandıkları şeyin aslında olmadığını
fark ettikleri anda düşecekleri boşlukta ne yapacaklarını bilemeyebilirler.
Bir
arkadaşıma Harari’nin Sapiens ve Homo Deus kitaplarını önermiştim. Bu
kitaplardaki bilgilerle de Tanrı kavramını konuşmuştuk. Bu kitapları okumak
istemediğini, korktuğunu söylemişti. İnancının sarsılacağından korkuyormuş.
Bana şaka gibi hatta ahmakça geliyor ama evet böyle insanlar var.
*
Yapay
zeka demişken insansız, otonom arabalar bahsi var.
Bu
arabalar konusunda şöyle bir soru ortaya atıyor yazar:
“Diyelim
ki top peşinde koşturan iki çocuk bir otonom arabanın önüne atlıyor. Arabanın
algoritması şimşek hızıyla yaptığı hesaplamalar sonucunda bu iki çocuğa çarpmamanın
tek yolunun ters şeride direksiyon kırıp yaklaşan kamyona çarpma riskini göze
almak olduğu sonucuna varıyor. Algoritma çarpışma gerçekleşirse arkada mışıl
mışıl uyuyan araç sahibinin ölme ihtimalinin yüzde 70 olduğunu hesaplıyor. Bu
algoritmanın ne yapması gerekir?” sf.67
Filozofların
tartıştığı vagon problemlerine benziyor bu konu. (Bkz: Felsefenin Kısa Tarihi)
( Kontrolden çıkan trenin beş işçiye doğru sürüklendiğini gördünüz. Tren beş kişiye çarpmadan önce raylar çatallanıyor ve diğer ray üzerinde yalnızca bir işçi bulunuyor. Trenin makasını değiştirme imkanına sahipsiniz. Beş kişinin ölümü yerine bir masum adamı öldürmek sizce doğru olanı yapmak mıdır?
Philippa Foot'un (1920-2010) ortaya attığı bu düşünce deneyinde felsefi soru şu: Daha fazla kişiyi kurtarmak için bir kişinin feda edilmesi ne zaman kabul edilebilir?
Judith Jarvis Thomson (1929- ) ise şu versiyonu söyler: Kontrolden çıkan tren bu sefer düz bir hat üzerinde, eğer bir şey yapmazsanız kesinlikle ölecek olan beş işçiye doğru ilerliyor. Bir köprünün üzerindesiniz ve yanınızda çok iri bir adam var. Bu adamı köprüden aşağı atarsanız, beş işçiye çarpmadan treni yavaşlatacak ve durduracak. Bunu yapmalı mısınız? )
İşte
bu otonom araçların bu tür durumlarda alması gereken kararın ne olduğunu
programlamak için filozoflara ihtiyaç olacağını belirtiyor yazar.
Yani
ilerleyen yıllarda araba alırken bugünkü gibi marka, model, düz-otomatik vites…vb
durumlar yerine yukarıdaki gibi muhtemel sorunlarda nasıl hareket edeceğinin
programlandığına bakacağız.
Yukarıda
soruya yazarın cevabı şu:
“İnsan
sürücülerin yerini almaları için algoritmaların kusursuz olmasına gerek yok.
İnsanlardan iyi olmaları yeterli. İnsan sürücülerin her yıl bir milyondan fazla
kişinin canını aldığı düşünülürse, bu pek de zor değil.” Sf.69
*
Genelde
robotlar ve insanların karşı karşıya kalacağı bir gelecek tasavvur edilir ama
yazar buna pek ihtimal vermiyor.
Çünkü
yapay zekaları da insanlar kodluyor.
Önemli
olan insanların nasıl olduğu.
Ve
hükümetlerin.
İyi
hükümetler elinde bu teknolojiler iyi yönde kullanılabilecekken kötü hükümetler
elinde tehlikeli sonuçlara yol açabilir.
“Bir
hükümet yozlaşmış ve insanların hayatını iyileştirmekten acizse, eninde sonunda
yeterli sayıda vatandaş durumu idrak eder ve bu hükümetin yerine başkasını
getirir.
“Ancak
hükümetin medya üzerindeki kontrolü vatandaşların hakikatın farkına varmasını
engeller. Medyayı tekeline alan oligarşi tüm başarısızlıklarını tekrar tekrar
başkalarının üzerine atıp hayali ya da gerçekdışı mihraklar üzerine çeker.”
*
Hayatın anlamı ile ilgili
bir bölüm var kitapta. Diyor ki tüm mesele aşk:
“Birine gerçekten aşıksanız
hayatın anlamını kafaya takmazsınız. Peki ya aşık değilseniz? O zaman
hayatınızın amacını bilirsiniz: gerçek aşkı bulmak.”
*
Meditasyonun önemi ile
bitiyor kitap.
“Algoritmalar bizim yerimize karar vermeye başlamadan evvel
kendi zihinlerimizi anlamamız hayrımıza olacaktır.” Sf.286
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder