KRALİÇENİN AVUKATI
Birleşik Krallık Avukatından Cinayet, Suç ve Masumiyet Hikayeleri
(Under the Wig: A Lawyer’s Stories of Murder, Guilt and Innocence)
William Clegg QC
2019
Çeviren: Halil İbrahim Aktay
Lyke Kitap
1.Baskı - Kasım 2019
224 sayfa
Kitabın adından yola çıkarak sandım ki kraliçenin avukatı gerçekten kraliçenin avukatı. Halbuki kraliçenin avukatı (Queen's Counsel) 1567’den beri kullanılan kıdemli avukatlara verilen bir unvanmış. Tahtta kral varsa adı kralın avukatı (King’s Counsel) oluyor. Yani bizdeki Av. Hülya Erarslan, orada oluyor Hülya Erarslan QC
Bu unvandaki avukatlara "İpek" (silk) deniyormuş. Çünkü onlar ipek cübbe giyerlermiş. Diğer avukatların cübbeleri ise pamuktanmış.
Kitabı otuz sekiz yıl boyunca bu işi yapmış bir avukat yazmış. İngiltere'deki hukuk işleyişi hakkında az çok bilgi sahibi oldum bu sayede.
*
İngiltere’de duruşma öncesi avukatı (solicitor) ve duruşma avukatı (barrister) diye ikili bir ayrım var. Duruşma öncesi avukatları dilekçe hazırlıyor, duruşma avukatları duruşmaya katılıyor. Bizde böyle bir ayrım yok. Bizde avukatların duruşma öncesi, sırası, sonrası... her aşamada yetkisi var.
*
İngiltere'de de bizdeki CMK sistemine benzer bir sistem varmış.
"Duruşma avukatlarının, 'taksi sırası' denen; başvurucunun Devlet ya da özel kişi olmasına bakılmaksızın, kendi çalışma alanlarında olduğu ve standart ücreti ödediği müddetçe başvurusunu kabul etme yükümlülüğünün bulunduğu katı meslek kuralları vardır."
Bizde de Ceza Muhakemesi Kanunu gereği şüpheli veya sanığın talep etmesi ile ya da talebi olmaksızın kanunda öngörülen suç tiplerinde görevlendirilen zorunlu müdafi vardır. Şüpheli veya sanık bu avukata para ödemez, avukatın ücreti Devlet tarafından karşılanır. Bu görevde bulunmak isteyen avukatlar başvuruda bulunur ve CMK listesine isimleri yazılır. Puanlama sistemi ile kendilerine görev verilir. Müsait değillerse görevi reddetme hakları vardır.
Orada da bizdeki CMK listesi gibi bir liste varmış. Çorba defteri (soup list) diyorlarmış buna.
Kitapta yazar kendilerindeki sistem için "eşsiz kural" demiş ama, al işte eşi benzeri var.
*
İngiltere'de kıdemli duruşma avukatları yarı zamanlı hakim olarak da görev yapabiliyormuş. “Kaydedici" ya da "Yazıcı" deniyormuş avukatların yaptığı bu yarı zamanlı hakimliğe. Ceza, hukuk ve aile yargılamalarına giriyorlarmış. Kasaba ya da şehir meclisi tarafından duruşma sürecini kaydetmek ve yazmakla görevli oldukları için bu isim verilmiş.
*
“İngiltere’de duruşma avukatlığı yapabilmek için dört büyük barodan, (Inns of Court: Lincoln’s Inn, Inner Temple, Middle Temple ve Gray’s Inn) birine üye olmak gerekiyormuş. Kitapta yazılana göre "Bunlar orta çağdan bu yana avukatlık mesleğinin merkezi konumundadır.” Sf.28
Orta çağ mı? Çevirmen bir not düşmüş burada: "Bu meslek örgütlerinin kökleri on dördüncü yüzyıla dayanır. Avukatlık eğitiminin verildiği, dışarıya kapalı, birçok bina, salon, kütüphane, ofis ve evden oluşan büyük kampüslere sahiptirler.”
Hey maşallah! Yani orada orta çağdan bu yana var olan bir meslek avukatlık. Çok köklü gelenekleri olması normal bu durumda. Bizde ise ne kadarlık bir geçmişi var? 1874 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, cumhuriyet döneminde ise 1925 Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.
(İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde profesörlük yapmış Ernst. E. Hirsch'in anıları için; Bkz: Anılarım/Ernst. E. Hirsch
*
İngiltere'de avukat olabilmek için hukuk fakültesinden mezun olmak, baronun hukuk okuluna kayıt olmak, okul sonunda baro sınavını geçmek ve avukat gözetiminde bir yıl staj yapmak gerekiyormuş. Stajın ikinci altı ayında mahkemeye çıkmak mümkünmüş.
Bizde hukuk fakültesi mezuniyeti ve bir yıl staj yeterli. Mezuniyetten sonra bir sınav yok. Bizde de stajın ikinci altı ayında duruşmalara girilebiliyor.
Bir benzerlik de orada da stajyere para ödenmiyormuş. Hatta stajyer, avukata para ödüyormuş. Oldu canım! Eskiden belki bu mümkün olabilirdi, az kişinin olduğu zamanlarda. Ama artık bunu parasız yürütmek, salt usta-çırak ilişkisi gibi düşünmek mümkün değil.
Yazarın gençlik yıllarında avukat olmak için bir de akşam yemeğine katılma olayı varmış. “O zamanlar avukat olmadan önce baroda yirmi dört ya da otuz altı akşam yemeğine katılmanız gerekirdi.” Sf.29 Anlamadım bu kısmı, bayağı yemek davetlerine katılıp çevre ediniyorlarmış galiba. Ama artık kalkmış bu sistem. Çünkü artık bazı gelenekleri sürdüremeyecek kadar yoğun bir popülasyon var.
Bir avukatlık yeminleri yokmuş. “Avukatlıkta Görev ve Sanat” adlı bir kitap veriliyormuş mesleğe başlayanlara. Zımni bir yemin gibi değerlendiriyorlarmış bunu. Bizde yemin var, ruhsat töreninde ediyoruz yeminimizi. Ruhsatnamesini alırken avukat "Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağıma namusum ve vicdanım üzerine and içerim" diyerek yemin ediyor.
*
İngilizcede “baro” parmaklık anlamındaki “bar” kelimesinden geliyormuş ve bu da avukatla hakimleri ayıran fiziksel engeli tanımlamak için kullanılırmış. Mahkemede söz alabilmek için kişinin bu parmaklığa (Bar) çağrılması (called) gerekir. "Baroya kabul edilmek" anlamında "called" ifadesi kullanılıyormuş.
*
İngiltere'de avukatlar cübbe ve peruk takıyor. Bizde cübbe var, peruk yok.
Peruk için "gülünç bir gelenek" diyor yazar. İkinci el pazarlarından alıyorlarmış peruğu. Peruğun amacı avukatı anonim hale getirmek.
Yazar “Baroya kabul edilene kadar kendi cübbemi ve peruğumu takma imkanım olmadı.” Sf.31 diyor. Kiralıyordu herhalde. Bizde de cübbe kiralama var. Avukatlar cübbeleri yoksa ya da yanlarında taşımak istemezlerse adliye baro odalarından cübbe ödünç alıyor. Duruşmadan sonra cübbeyi aldığı yere teslim ediyor.
Cübbelerinin sırtında cep varmış. Eskiden müvekkiller avukatın ücretini koysun diyeymiş. Şimdi sahte bir cep varmış orada. Kraliçenin avukatlarında ise cep yokmuş.
Bizdeki cübbelerde cep ve düğme yoktur. Avukatlık bir kamu hizmeti sayıldığından cepleri, bağımsız olduğundan, kimsenin önünde iliklenmesin diye de düğmeleri yoktur.
*
Biraz üstten bir bakış sezdim yazarda. Siyasi baskıdan etkilenmeyen bağımsız yargıçları, adil ve şeffaf yargılama süreçleri olduğunu iddia ediyor. Dünyanın bir çok ülkesinde bunların eksik olmasına üzülüp İngiltere’de yargının adil ve tarafsız olduğunu söylüyor.
*
Yazar, televizyonda izlediği bir diziden etkilenerek avukat olmuş. Bristol Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuymuş. 1968 Paris öğrenci ayaklanmaları kendi okulunu da etkilemiş ama o olaylara karışmamış.
Özel okul - devlet okulu ayrımına değinmiş. “Özel liselerden gelen hukuk öğrencilerinin gözlerinden özgüven fışkırıyordu. Benim o özgüveni kazanmam için epey uğraşmam gerekti.” Sf.28 diyor. Fakir bir aileden gelmiş.
*
Her avukatın duyduğu bir soru olarak “Suçluları nasıl savunuyorsun?” ona da soruluyormuş. Cevabı şöyle veriyor: "Etkili bir ceza yargılaması sistemi mutlaka suçla itham edilen kişinin savunulmasını mümkün kılacak bir mekanizmaya sahip olmak zorundadır. Eğer kişiler savunulmazsa, adalete asla ulaşamayız.” Sf.15
*
İngiliz Hukukunda şöyle bir şey varmış: “Birinin suçlu olduğunu bilmene rağmen, o kişinin savunmasını yapmak mümkün değildir, yasaktır. Başka bir deyişle, eğer bir müvekkil bana suçlu olduğunu söylemişse, ben mahkemeye onun masum olduğunu söyleyemem.” Sf.11 Bu nedenle müvekkil eğer avukatın kendisini savunmasını istiyorsa iddia edilen suçu işlediğini söylemeden “Farazi olarak, suçlu olduğumu itiraf etmem durumunda, cezamın ne olacağını düşünüyorsunuz?” diye sorarmış. Sf.16
Bizde ikrar (kabul etme) tek başına delil sayılmaz. Yani sen suçu kabul etsen de senin suçluluğunu ortaya koyan deliller olmalı. Çünkü ne malum başkasının suçunu üstlenmediğin? Ki "Suç üstlenme suçu" diye de bir suç var.
*
İngiliz Hukukunda kitaptan anladığım kadarıyla özellikle cinayet dosyalarında tutukluluk esas. Sanıklar için “Duruşmayı gündelik hayatlarına dönüp bekleyemezler. Onun yerine hapishanede tutulurlar.” Sf.13 diyor yazar. Bizde tutukluluk istisnadır. Yani en azından kağıt üzerinde öyledir.
*
Girdiği davalardan örnekler vererek anlatıyor yazar. Bir davasında duruşmaya bir hafta ara verilmiş. Çok uzun bir süre, diyor buna. Ahahhaahahahahhaa. Müsaadenizle buna epey güleceğim. Bizde duruşmalar arası 2-5 ay.
(Muhteşem Yüzyıl'da bununla ilgili bir sahne vardı. Fransız elçiler Osmanlı adalet sisteminin hızını övüyorlardı en geç üç gün içinde karar çıkıyor diye.
Bkz: https://www.youtube.com/watch?v=1l-D3VYgccg
Bugün asla böyle bir şey yok.
*
Hakimler doğru-yanlış bir sürü karar veriyor. Yanlış karar vermesinin bir yaptırımı yok. Kitapta İngiliz hakimlerin yanlış karar vermesinin utanç verici olduğunu anlatıyor yazar:
“Önemli davalarda hakimler doğru kararı verebilmek için büyük bir endişe taşırlar. Her şey bir yana yanlış karar verdiklerinde, karar temyiz mahkemesinden döner ki bu bir hakim için utanç vericidir.” Sf.23
*
"Suçlu profili belirleme uzmanı" varmış orada. Bu psikolog kişi söz konusu suçu nasıl bir insanın işlemiş olabileceğine dair psikolojik değerlendirme yaparmış. Polise aramaları gereken kişiyi tarif edermiş. Örneğin “Cinsel olarak bastırılmış, olay yerine yakın, tek başına yaşayan biri” gibi.
Londra’da Wimbledon Parkında 1992’de bir parkta tecavüze uğrayıp kırk dokuz defa bıçaklanan bir kadın cinayeti olmuş. Yanında da üç yaşında çocuğu varmış. Polisler suçlu profili belirleme uzmanının tarifine uyan birini bulmuşlar. Basında suçlunun o olduğuna dair izlenim oluşturulmuş. Yazar da bu kişinin müdafisi olmuş. Savunması psikoloğun görüşünün tahmin ve varsayıma dayalı olduğu yönündeymiş. Sonuç beraat olmuş. Ama polisler bu kişinin suçlu olduğuna o kadar inanmış ki adam beraat ettiğinde gerçek faili aramayı bırakmışlar.
Gerçek suçlu on beş yıl sonra başka bir cinayetle ortaya çıkmış. Benzer şekilde işlenen bir cinayet vakası ile karşılaşmış avukat. Bu vakanın yıllar önceki olayla benzerliği araştırılınca geçmişteki o suçu da bu kişinin işlediği ortaya çıkmış.
*
Polislerin kanuna aykırı davranışları orada da varmış. Her yerde olabileceği gibi. Polislerin zorla itiraf alması, avukat isteyen şüpheliye kanuna aykırı olarak avukat vermemeleri…gibi.
Kitaptaki örneklerden anladığım kadarıyla önce şüpheliyi bulup sonra delilleri buluyorlar. Geride iz bırakmayan cinayetlerde civardaki potansiyel kişiler üzerine yoğunlaşıyorlar. Hele civarda daha önce de suç işlemiş sabıkalı biri varsa onu olağan şüpheli yapıyorlar.
*
Dosya numaralandırma sisteminden de bahsetmiş yazar. Bizde yıl ve davanın sıra sayısı vardır. Örneğin 2022/100 Esas. Bunun anlamı o dava 2022 yılında açılmış 100.davadır.
Oradaki isimlendirme şöyleymiş: Örneğin; "R v Nolan & diğerleri"
Versus (karşı) kısaltması olarak "v"
Kamu davası kraliçe adına açıldığından dosya adındaki R, "Regina", hükümdar erkekse "Rex" demekmiş.
*
Orada mahkemelerde jüri var. Avukatlar ve hakimler olayları jürinin anlaması için basite indirgeyip anlatıyorlarmış. Hakim jüriye zaman zaman hukuki açıklama yapıyor ve hatta handiyse verecekleri karar konusunda talimat veriyormuş.
Avukatın bir görevi de jüriyi ikna edebilmek için dosyayı basite indirgeyip onların anlayacağı hale getirmek, savunmasının akla yakın olması, uçuk iddialar olmaması ve sunumun ilgi çekici olması. Zaman zaman hukuki terimler hakkında bilgi veriyorlarmış. Hiç işim yok bir de hukuk öğreteceğim insanlara. Konu hakkında bilgileri olmadığı için duyguları ile hareket edecekler. Nitekim yazar da bunu açıklıyor:
“Sanık aleyhine halen herhangi bir delil yoktu, ama jüri üyeleri üzerinde böylesine vahşice işlenmiş suçları içeren dosyalarda mahkumiyet kararı verme yönünde büyük bir psikolojik baskı oluşur. Herkesin bir tarafı sanığın gerçek suçlu olmasını ister, çünkü eğer suçlu o kişiyse polis işini doğru yapmış ve suçluyu yakalamış; kötü kalpli, korkunç bir adam parmaklıklar ardına konmuş olur ve hepimiz yataklarımızda rahat bir uyku çekebiliriz. Aksini düşünmek korkunçtur; aramızda serbestçe dolaşan bir katil olduğu anlamına gelir.” Sf.53
Bkz:12 Öfkeli Adam. Filmde de tam olarak böyle davranan jüriyi izleyebilirsiniz.
Jüri>Hakim. Mahkemede en önemli kişiler hakimler değil, jüri üyeleridir, diyor yazar. Dosyasını sunarken hakime değil jüriye odaklanırmış. Eğer sürekli bir şeylere itiraz ederse jürinin gözünde delilleri örtbas ediyor izlenimi uyandırırmış.
Jüri sistemini olumlu buluyor yazar:
"Çünkü jürideki insanların hayatı 'komşumun söylediğine inanmalı mıyım, satıcının anlattıkları doğru mu… gibi sorulara cevap aramakla geçmiştir. Birinin doğruyu söyleyip söylemediğine karar verebilmek için gereken tecrübeye sahiptir. Avukatlarsa şüphecidir." diyor.
13.yy’dan beri jüri varmış. “Jüri sistemi mümkün olan en iyi sistemdir” diyor yazar. Sanmıyorum. Bence jüri iyi bir fikir değil. Hukuk bilmeyen insanların hukuk hakkında karar vermesini doğru bulmuyorum.
Bkz: Sen sus hukuk bilmiyorsun.
*
İngiliz ceza yargılamasında, iddianame hazırlandıktan sonra bizdeki iddianamenin kabulü benzeri, ancak duruşmalı bir inceleme yapılıyormuş. Bu incelemeyi yapan mahkeme tarafından iddianame ve deliller yeterli görülürse, dosya esas yargılamanın yapılacağı mahkemeye sevk ediliyormuş. Sevk duruşması anlamında "committal proceedings" deniyormuş buna. Bizde bu aşama duruşmasız, dosya üzerinden ve genelde üzerine düşünülmeden yapılıyor.
*
Nazi yargılamasına da katılmış yazar. Ama yargılanan sanık çok yaşlı ve demans hastasıymış, bir sonuç alınamadan ölmüş.
Bir Nazi yargılaması için Bkz: Kötülüğün Sıradanlığı
Yıllar sonra bir Nazi sanığı dosyası daha olmuş yazarın. Jüri üyeleri ve mahkeme heyeti yani hakim, savunma ve iddia makamı ekipleri ve tüm mahkeme katipleri ile bir gazeteci ordusu hep beraber Belarus’a gitmişler. Keşif incelemesi için başka bir ülkeye gitmek... Sene 1999. Ömür boyu hapis cezası almış sanık.
Yazar savaş suçlarının elli yıl sonra yargılanmasını doğru bulmuyor. “Aradan el yıl geçtikten ve onca zaman İngiltere’de saklanmadan bir yaşam sürdükten sonra yargılamak ne derece doğruydu?”sf.99 diyor.
Türk Ceza Kanununa göre soykırım ve insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı işlemez. Bence bu doğrudur.
*
Londra Hakimi (Recorder of London) diye bir makam varmış orada. Tarihi 1298’e dayanan bir makam. Merkez Ceza Mahkemeleri Grubu (Old Bailey) başkanının hakimlik dışında Londra şehir yönetiminde önemli bir yeri varmış, belediye başkanının hukuki danışmanlığını yaparmış. Londra şehir yönetimi tarafından önerilir, Adalet Bakanı tarafından onaylanır, Kraliçe tarafından atanırmış.
*
Yazarın baktığı bazı davalar nedeniyle basında adı çıkıyormuş. Bir askerin İrlandalı bir terörist tarafından öldürüldüğü iddiasıyla açılmış bir davada sanığın müdafiliğini üstlenmiş. Bazı gazetelerde avukatın adı parantez içinde (sanıkla bir ilişkisi olmayan) diye yazıyormuş. İyi fikir aslında, bizde de avukat ve müvekkili arasındaki ilişki yanlış değerlendirilebiliyor. Böyle bir parantez bizde de iş görür.
*
Haksız hapis ardından tazminat için “makul şüphe dahi olmayacak biçimde masumiyetini ispatlaması” gerekiyormuş. Sekiz yıl hapis yattıktan sonra yeniden yargılanan biri için jüri “suçsuz” diyor. Ama tazminat verilmiyor. Jürinin suçsuz demesi yeterli değil mi, anlamadım. Bizde bunun için beraat kararı verilmesi yeterli. Ceza Muhakamesi Kanunu madde 141'e göre tutuklandıktan sonra hakkında beraat kararı verildiyse tartışmasız tazminat alıyor. Ha ama kuş kadar tazminatlar veriliyor, bizdeki sıkıntı bu.
*
Yazar Adalet Bakanlığı bütçesinin azaltıldığından yakınıyor. Personel azmış. Mahkemelerin fiziksel görünümü de kötüymüş, bakımsızlık içindeymiş. Bak burada bir tık iyiyiz. Bizim adliyelerimiz saray!
*
Ne güzel şeyler öğrendim. Başka ülkelerdeki meslektaşların anılarını öğrenmek keyifli oluyor.
İngiliz bir hakimin kitabı için bkz: Mahkemelerin Yükselişi
Bizden bir avukatın anıları için bkz: Bir Ceza Avukatının Anıları / Faruk Erem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder