30 Haziran 2022 Perşembe

ZEO KİO VE MEHPARE


 

ZEO KİO VE MEHPARE

Şen Sevgi Erişen

2022

Yeni İnsan Yayınevi

1.Baskı – Mayıs 2022

270 Sayfa

 

“Evli kadın buhranı” olarak gördüğüm bir kitap.

Mehpare okulunu bırakarak evlenmiş, iki çocuğu olmuş, baba sorunları yaşamış, şimdi de “Ben neyim? Hayatım nereye gidiyor?” buhranları yaşayan, bu buhranlarına da spiritüel öğeler eşlik eden bir kadın. Kendisini gerçekleştiremeden evlenip çoluk çocuğa karışan her kadında bu bunalımları gözlemlemek mümkün.

Holywood’un da gözlemlediği bu konuyla ilgili filmler için:

Bkz: Revolutionary Road

Bkz: Marriage Story

Evlilikte kendini kaybetmiş tipik kadın mutsuzluğu. Halbuki ne gerek var? Boşan kurtul. Neyi zorluyor bu kadınlar? Madem evliliğinden memnun değilsin, madem kendini yalnız hissediyorsun, boşan kurtul yahu. “O kadar kolay değil” mi diyorsunuz? E bu yaşadığınız hayat daha mı kolay?

Mutsuz eden; görünürdeki hâlin ile iç dünyandaki hâlin uyumsuz olması. Evlilikte görünürde yalnız değilsin ama kendini yalnız hissediyorsun. İşte mutsuzluğun sebebi bu ikilik. Bunu sona erdirmenin yolu ya zihnini susturmak ya da kocanı hayatından çıkarıp zihnini ve görünür dünyanı aynı yapmak. Böylece zihin dünyandaki yalnızlık ile fizik dünyandaki yalnızlık uyumlu olacağı için mutsuzluktan kurtulursun. Bitti gitti.



Bunun gibi evli bir kadının kendini arayışı ile ilgili bir kitap için:
Bkz: Uyanış 

 

*



Mehpare, daldığı iç dünyasında önce kendi anne babasını düşünüyor. Annesi Fatma, babası Ali. Ali evle çok ilgili değil, uçarı bir tip. Mehpare içleniyor bu duruma ve babasının bu hâlinden annesini sorumlu tutuyor. Bu durum kitapta şöyle ifade ediliyor:

“…keşke böyle olmasaydı da babasını eve bağlayıp ailedeki ahenk çıtasını yükselterek ona daha sağlıklı bir çocukluk ve genç kızlık yaşatabilseydi annesi!”

Babayı eve bağlamak mı? Babanın evine bağlı olmaması annenin suçu mu? Babayı eve bağlamak annenin görevi mi? Babanın yetişkin bir insan ve baba olarak kendi başına anlaması ve alması gereken bir yükümlülük değil mi evine bağlı olmak?

Mehpare her seferinde babasını yüceltip annesini suçluyor. Babasının eve gelmemesinden de annesini sorumlu tutuyor:

“İsterdi ki annesi babasının gidişlerinin sebebini arasın, bir şeyler yapsın!”

Niye annesi bir şeyler yapsın? Bir şeyler yapma görevini niye annesine yüklüyor? Babam bir şeyler yapsın, demiyor. Babamın da şöyle şöyle hataları var, demiyor. Babası rahat rahat takılırken niye anneye görev yüklüyor?

“Babasıyla yaşayacağı sevinçli anlar da perdeleniyordu annesinin bu incinmiş halleri yüzünden.”

Pardon Mehpare, kadın incinmiş olduğu için. Babası, annesini incitiyor; Mehpare annesini suçluyor neden incinik gözüküyorsun, babamla keyfimi bozuyorsun, diye.

“Annemin içinde büyüyen bunalımlarını birebir hissediyordum. Kim bilir, belki de bendeki anlam veremediğim iç sıkıntıları onun bu ketumluğundan kaynaklanıyordu. Onu konuşturmak için her çaba harcadığımda lafı değiştirmiş, konuyu geçiştirmişti. Böyle olunca ben de zaman içinde kendimi ifade edemez olmuştum.”

Mehpareciğim, annen konuşmak zorunda mı? Kadının konuşmak istememe ve bundan memnun olma hakkı yok mu? Hukukta vardır: Susma hakkı. Ama Mehpare’nin annesinin susma hakkı yok. Mehpare konuşulması gerektiğini düşünüyorsa konuşulmalı.

Babası terk ediyor annesini, başka bir kadın için. Mehpare hâlâ “Bizi terk ettiğine hiçbir zaman inanmamıştım zaten” diyor. “Bir süreliğine kaçış olduğunu düşünmüştüm.” Aynısını annen yapsa annenin ağzına sıçardın.

Babası Mehpare’ye önce; kadın falan bahane, annenin düzenli olmasından bıktım, diye annesini çekiştiriyor. Sonra da hayatında başka bir kadın olduğunu açıklıyor: “Bu kadın benim fırtınalı denizde parçalanmak üzere olan gemimin oturduğu bir kara parçası gibi çıktı karşıma!” diyor. Karısı içinse “Hiçbir zaman kendisi için yaşamadı, kendi için bir şey yapmadı; bir seyahate çıkmadı, bir yerleri keşfetmeye çalışmadı, hiç bilim-kurgu okumadı…” diye veryansın ediyor.

Zorunda mı? Herkes kadının hayatını eleştiriyor, kendi doğru bildiği bakış açısıyla. Bu kadın seyahate çıkmayı sevmiyor, bilim kurgu okumayı sevmiyor, sizinle buhranlarınızı konuşmak istemiyor… olamaz mı?

Babası diyor ki: “Annen her şeyi hallediyordu. Bana ihtiyaç olduğu zamanlar gelmek haftada üç, dört gün, yeterli oluyordu.”

Kadın yardıma muhtaç kedi yavrusu gibi davranmadığı için adam işe yaramadığını düşünüp başka bir kadına gitmiş. Kızı Mehpare de hâlâ babam da babam.

Mehpare beni çıldırttı.

*

Kitabın adında yer alan Zeo ve Kio göksel görevliler imiş. Üst boyutta bedensiz frekans varlıklarmış. Dünyada iken adları Zeki ve Kite imiş. İlona gezegeninde artık isimleri Zeo ve Kio olmuş. Görevleri, oluşturulacak yeni yazılım planları için gözlem yapmakmış. İnsan formunun yenilenmiş olarak yaşayacağı dünyaların koşullarını hazırlayacak verileri oluşturuyorlarmış. Bir de İlona’dan bedenlenen bazı insanları ve kayıtlarını izliyorlarmış.

Koptum tabii burada kitaptan. Bu kısımları ciddiye alarak okuyabilmeme imkân yok. Ama buna benzer şeyleri ciddiye alarak okumuşluğum var:

Bkz: Ruhların Yolculuğu
Bkz: Ruhların Kaderi

Başka bir boyut, yeniden bedenlenme vb konularla ilgili bu iki kitap beni etkilemişti. “Olabilir mi böyle bir şey?” diye düşündürmüştü.

Bu kitapta ise Zeo ve Kio benim için düşündürücü olmaktan çok uzakta. Hele uzay gemisindeki gibi konuşmaları:

"– Zeo denetlenmemiş frekansların kanallarını açmak işe yarayacak mı?
– Ben renklerin frekanslarını düşürdüm, bu işe yarar!"

 Güç kalkanlarını devreye sokun bence.

Zeo ve Kio’nun “göksel varlık” hâli ve görevi bana, uzaylılar tarafından kaçırıldığını söyleyen insanların anlatımlarına yer veren şu kitabı hatırlattı:

Bkz: Kozmik Dokunuş

Orada da insanlar aslında bu kitapta bahsedilen Zeo ve Kio’yu anlatıyor olabilirler. Ama o kitaptaki Zeo ve Kio’lar daha korkunç.

*

Mehpare’nin kişisel gelişim yolculuğu denebilir bu kitaba. Böyle yolculukları sevenlerin hoşuna gidebilir. Spiritüel açıklamalar, özlü sözler, kafamda bir yere oturmayan soyut laflar bolca yer alıyor kitapta:

“Zamanla hiç ilgilenmemek ve zamanı fark edememek. İçine öyle bir girmek ki zamanın içindeki zaman olmak! Zamana tanıklık etmek!”

“Derinden bir iç geçirir gibi sessiz ve etkili bir manyetik alan yardımıyla her bir rengin ışınımını etrafındaki tozcuklara çarpıp dağılmalarına izin vermeden…”

Ne anlama geliyor bu sözler, anlamıyorum. Bu anlamamazlığım bana şu kitabı hatırlattı:

Bkz: Yakın

Orada da bu tarz ifadeler daha yoğun bir şekilde var.

Bana hitap etmiyor bunlar. Örneğin:

“Şimdi tüm bildiklerini unutup bir nefes çek içine, arkana yaslan ve sadece göklerin sesini dinle! Nöronlarında yanıp sönen ışık cümbüşünden doğan güneşlerin sesini…”

Bu cümleyi okuyunca benim aklımda şu canlanıyor: https://www.youtube.com/watch?v=sGkShyoxH3c

 


Böyle anlatımlar beni çok yoruyor. Basit bir insanım ben. Basit konuşmayı ve basit konuşulmasını seviyorum. Basit, yalın, net, sade, öz.

*

Ben de tam Mevlana nerede kaldı, diyordum ki çıktı ortaya. Bu tarz bir hikayede Mevlana’dan ve Mesnevi’sinden bahsetmemek olmaz. Yazar da bahsetmiş.

Mesnevi, tasavvuf… Hiç sevmediğim şeyler. Kitabın bir de hafif uzaysı içeriği nedeniyle adı olmuş “Mevlana Manyetik Alanı” ya da “Mevlana Birleşik Alanı” Lütfeeen! Şöyle tanımlanıyor bu: “Tüm insanlığı bir çatı altında toplayan manyetik bir alandır. Mesnevi’ye Kuran’ın…” Devam edemeyeceğim daha fazla.

Mevlana’yı sevmem. Bir dünya erkeğin dünyadan izole bir mekana çekilip dilencilikle geçimlerini sağlamaları ilgimi çekmiyor. Benim için önemli olan hayatın içinde olup da güzel düşünebilmek, olumlu konuşabilmek. Mevlana, mevlevihanesinden çıkıp Türkiye’de avukatlık yapsın, ondan sonra desin kusurları örtmede gece gibi ol, hoşgörülükte deniz gibi ol… bıdı bıdı. İnzivaya çekilince herkes öyle söyler. Ben de çekileyim inzivaya, insan içine çıkmayayım, çalışmayayım, onun bunun yardımı ile geçineyim, ben de derim çiçek böcek dünya ne güzel diye. Hepimiz böyle mi yaşayalım yani? Hepimiz inzivaya çekilip boynumuza astığımız çanaklara insanların koyacağı paralarla mı geçinelim? Hayatın koşturmacası içinde bir mücadele veriyoruz. Mevlana bu mücadeleyi vermiş mi? Versin, ondan sonra konuşsun.

Benim hayatımda Mevlana’nın bir karşılığı yok. Mevlana’yı yerlere göklere sığdıramayanların hayatında da bunun yer ettiğini sanmıyorum. Öyle olsaydı Mehpare, mutsuzluğunun sebebini anlardı. Benim ilk paragrafta anlattığım neydi? Mehpare’yi mutsuz eden; görünürdeki hâli ile iç dünyasındaki hâlinin uyumsuz olması. Görünürde evli yani yalnız değil ama iç dünyasında yalnız. Mevlana’nın ünlü sözü ne? “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!” Mehpare işte bu yüzden mutsuz, göründüğü gibi değil. Bunu ben söyleyince re re rö, Mevlana söyleyince uuuu.

*

Kitapta 12 Eylül dönemine de değinilmiş. Bu dönemin Mehpare’nin hayatına etkilerini görüyoruz. Yine babası üzerinden bir etkisi oluyor. Mehpare’nin babası siyasi konjonktür nedeniyle hapse girebilir. Mehpare,  babasının yurt dışına kaçmasını sağlıyor. Babası orada kadın arkadaşı ile beraber yaşayacak.

Kitabın arka planındaki 12 Eylül atmosferi ve ön planındaki Mehpare’nin özel ilişkisi kısmı bana şu romanı anımsattı:

Bkz: Bir Gün Tek Başına 

Orada da siyasi bir atmosfer eşliğinde bir gönül ilişkisi anlatılıyordu ki onu da sevmemiştim zaten.

*

İmla ve noktalama hataları nedeniyle çok üzülüyorum ve çok endişeleniyorum artık bir şey okumaya. Gerek kitap, gerek dışarıdaki reklamlar, gerek internetteki yazılar… Gözüme bir yanlış çarpacak diye endişeleniyor ve görünce de üzülüyorum.

Bu kitapta da bolca vardı.

Aşk, dünya, ay… Bu kelimeler kitapta sık sık geçiyor. Ama kimi yerde baş harfleri büyük, kimi yerde küçük, kimi yerde baş harfi büyük ve gelen ek kesme işareti ile ayrılmış, kimi yerde ise baş harfi büyük ama gelen ek bitişik yazılmış. Neden?

Sonra de ve ki problemi. Ayrı yazılması gerekirken bitişik, bitişik yazılması gerekirken ayrı yazılmış.

“Ağabey” yerine “abi” yazılmış. TDK bir değişikliğe gittiyse bilmiyorum, bildiğim kadarıyla “abi” değil “ağabey” diye yazılmalı.

Yurt dışı bitişik yazılmış. Ayrı yazılmalı. Kitapta hep “yurtdışı” diye bitişik ve yanlış yazılmış iken sonra bir yerde bir kere ayrı yazılmış niyeyse. Bu da anlamadığım bir şeydir. Bazen öyle bazen böyle yazmak. Yukarıda verdiğim örneklerde de bazen doğru bazen yanlış şekilde yazılmış. Bu ne anlama geliyor, bilmiyorum.

Şu var ki; gözümü kanatıyor bu hatalar. Madem kitap yazarak kendimizi ifade etmek istiyoruz, asla yazım yanlışı olmamalı kitapta. Örneğin piyano çalarak kendimizi ifade etmek istiyorsak, notaları ve piyanodaki yerlerini öğrenir, yanlış notaya basmayız değil mi? Yazmak da bunun gibi değil mi? Noktalama işaretleri ve yazım kuralları da bu işin notası değil mi? Gerisi de sanatçı ruhu denilen şey.
 

*

Bu arada kitabın sonunu söyleyeyim. Spoiler:

Mehpare’nin kocası Turan ölüyor.

Mehpare, kocasının ölümünün ardından babasının arkadaşı Nevzat ile tanışıyor. Nevzat evli bir adam. Nevzat’ın karısı Canan başka birine aşık olmuş. Bunu Nevzat’a da söylemiş. Ama ayrılmamışlar. Fiilen ayrılar ama resmiyette evlilik devam. Neden? Çünkü mallar bence.

Nevzat ile Mehpare sevişiyorlar. Sonraki günlerde Nevzat’ın karısı yeniden deneyelim mi diyor. Nevzat da evet diyor. Mehpare, yine yangınlar yine sen! Yok, Mehpare drama kraliçesi olmuyor bu defa. Şükür. 

Mehpare’nin kızı İdil, büyüyünce yurt dışına dedesinin yanına resim okumaya gidiyor. İdil orada Mesnevi bilen Uzak doğulu iki arkadaş edinmiş. Adları Zeo ve Kio.

 Mehpare’nin oğlu Semih büyüyüp denizcilik ile müzisyenlik arasında gidip geliyor.

 Mehpare’nin annesi Fatma yataklara düşüyor.


2 yorum:

  1. Çok kapsamlı bir yayın olmuş. Teşekkür ederiz emekleriniz için, elinize sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim, nazik yorumunuz için.

      Sil