8 Şubat 2015 Pazar

ÇAKICI'NIN İLK KURŞUNU




ÇAKICI'NIN İLK KURŞUNU
(TEREKE)

Sabahattin Ali

Yapı Kredi Yayınları - 9. Baskı - Ocak 2014

148 sayfa

Bu bir toplama kitap.

Sabahattin Ali'nin yıllar sonra ortaya çıkan belgelerinden derlenmiş bir eser. 

Sabahattin Ali'nin kızı Filiz Ali, 1997 yılında babasından kalan, içi evrak dolu bir sandığı gösteriyor Nükhet Esen'e. 

70 senedir sandıkta kapalı kalmış, solmuş, lekelenmiş, yıpranmış kağıtlar.

Nükhet Esen ve arkadaşları Zeynep Uysal, Engin Kılıç, Olcay Akyıldız bu yazıları okuyup düzenliyor.

Önsözde bu düzenleme şöyle açıklanmış:

"Sabahattin Ali'nin bu kitaba aldığımız eserleri arasında ikisi tam, biri bitmemiş üç kısa hikaye, bir uzun hikaye, on bir şiir, bir hikayesinin opera formunda yeniden yazımı, ileride yazmayı planladığı hikaye ve romanlarına dair kısa notlar ve bazıları 1940'larda gazetelerde yayımlanmış sosyo-politik makaleleri yer alıyor." (Sf. 9)

"Sabahattin Ali'nin bu kitapta yayımlanan bilinmeyen hikaye ve şiirlerinin bazıları biraz savruk, belli ki üzerinde pek çalışılmamış. Bu bakımdan kendisinin yayımlamadığı ya da kitaplarına almadığı çalışmaları bugün gün yüzüne çıkarmanın yazara haksızlık olduğu düşünülebilir. Ama Sabahattin Ali gibi önemli bir yazarın kaleminden çıkan her şeyin ortaya çıkmasının, külliyatının tümünün görülebilmesi açısından gerekli olduğunu düşünüyorum." (sf. 12)


İÇİNDEKİLER

HİKAYELER

O Arkadaşım

Bir Hakikatin Hikayesi

Barsak

Çakıcının İlk Kurşunu

ŞİİRLER

Kurbağa

İsimsiz

Bir Serenadın Sonu

Kurbağaname

Kurbağaya Mersiye

İsimsiz

Oyuncak

Merhuma Mersiye

Simyager

Sokakta Kalan Adam

İsimsiz

OPERA OLARAK "KAĞNI"

YAZMAYI PLANLADIĞI HİKAYE VE ROMANLARIN LİSTESİ 

YAZILAR

Kadınlar Üzerine Bir Konferans

Türkiye Hapishaneleri

Emperyalistin Tarifi

Bu Memleketi Kurtarmak İçin

Milliyetçinin Tarifi

Hürriyet Meselesi

Milliyetçi Gençlik

Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır


SANDIĞINDA BULUNAN DESENLER


HİKAYELER

O ARKADAŞIM

(1928)

Yazarın bir arkadaşının kız arkadaşı ile arası bozulmuş. Kıza yazdığ mektuplara hiç cevap alamamış.

Bu mektuplardan birini gören yazar, alıp okumaya başlamış. Bu hikayede de o mektuba yer veriyor.

Mektupta arkadaşı, kıza "Ben senden vücutlarımızın değil, kafalarımızın birleşmesini istiyorum... Ötekini arzu etmek münasebetsizdir. Çünkü ne sen bana sadık kalırsın, ne ben sana... Hayat... ki yegane zevki değişikliktedir, bir kişiye bağlanmak ancak aptalların işidir ve ben, beni aldatmayacak kadar alelalde bir kadına tahammül edemem. Aldatmasına da cemiyetin henüz kıramadığımız kayıtları ile hayvani insiyaklarımız müsaade etmez... Şu halde aşk, zamanımızda biraz kafasını işletmiş olanların yapamayacakları şeydir." (sf. 20) gibi şeyler yazıyor.

Yazarın sonradan öğrendiğine göre akıllı olduklarını iddia eden insanlar, bu arkadaşı deli diye bir yere kapatmışlar.

Önsözde bu hikaye ile ilgili şunlar yazılmış:

"Yayımlanmamış hikayelerinden biri, 'O Arkadaşım', hem sandıktan çıkanlar arasında kendi el yazısıyla var, hem de 15 Mayıs 1928'de Irmak dergisinde yayımlanmış. Ama sonra, Sabahattin Ali hikayelerini bir kitapta toplarken bu hikayeyi aralarına katmamış. Büyük bir bölümü mektup tarzında olan bu hikaye herhalde oldukça zayıf olduğundan sonradan da hiçbir hikaye kitabına alınmamış." (sf. 9)

Aslında bana sorarsanız, Sabahattin Ali'nin ilk yazdığı hikayelerin yer aldığı "Değirmen"de bu hikaye de olsa hiç sırıtmazdı. Zaten Sabahattin Ali, Değirmen'in önsözünde o kitaba topladığı hikayeleri zayıf bulduğunu, ama bir kere yayımlanmış oldukları için onları saklamanın anlamlı olmadığını yazmış. Bu hikayeyi o kitaba almamasının hikayeyi zayıf bulmasından başka bir sebebi olmalı. Unutmuş olma ihtimali bile, zayıf bulma ihtimalinden daha fazla bence.


BİR HAKİKATİN HİKAYESİ

(1931)

Bir öğretmenin, öğrencisine aşkı anlatılıyor bu hikayede.

Önsözde yazılana göre;

"Bir Hakikatin Hikayesi başlıklı hikayenin anlatıcısı bir öğretmen ve öğrencilerinden bir kıza hissettiği aşkı anlatıyor. Sabahattin Ali'nin Aydın ortaokulunda öğretmen olduğu 1931 yılında yazılmış bu hikaye. Adının bir 'hakikatin' hikayesi olması ve Sabahattin Ali'nin bu hikayeyi hiçbir yerde yayımlamamış olması dikkat çekiyor. Yazarın özel hayatından bir parçanın hikayeleştirilmesi olabileceğini akla getiriyor." (sf.10)


BARSAK

Bir otobüs yolculuğu esnasında, otobüs arıza yapınca yolcular kalakalıyor. Kimisi vakit geçirmek için kağıt oynuyor. 

Tamamlanmamış bir hikaye bu. O kadar tamamlanmamış ki hikaye şöyle bitiyor:

"Genç kadınla ben karşı karşıya idik. Otomobilin alçacuık minderine oturunca dizlerini dikmeye mecbur kalan tazenin modaya uygun kısa eteği kağıt almak veya atmak için her kolunu..."

Böyle bitiyor.

Önsözde bu hikaye ile ilgili şunlar yazılmış:

"Barsak adlı tamamlanmamış hikaye ise, tam Sabahattin Ali üslubunda bir hikaye. Anadolu'da yapılan bir otobüs yolculuğu ile başlayan hikayede nefis bir çevre tasviri ile beraber otobüsün içindekilerin birbirleriyle başlayan ilişkilerinin küçük ayrıntılarla çizimi var. Bozulan otobüsten inen şoför, muavin ve değişik tiplerdeki yolcuların birbirleriyle yaptıkları konuşmalar çok canlı ve gerçekçi. Aralarında oluşmaya başlayan bir gerilimle devam eden hikaye fazla ilerlemeden kesiliyor." (sf.9)


ÇAKICI'NIN İLK KURŞUNU

Abdullah Çavuş, Çakırcalı'yı  vurmuştur.

Çakırcalı'nın oğlu Mehmet de, babasının intikamını almak için Abdullah Çavuş'u vurur.

Sonra da babasının hayattayken hürmet ettiği Ahmet Efe'nin köyüne gider.

Ahmet Efe'ye olanları anlatır. Bu arada Ahmet Efe'nin kızı Sarı Ayşe, Mehmet'e aşık olur.

Ahmet Efe'nin tavsiyesiyle Çakırcalı Efe, çetenin başına geçer.

Bu çete, dağdaki diğer eşkıyalardan farklıdır. Halka zulmetmez, aksine halka iyilik eder, zenginlere zulmeder. Zenginlerin köylere okul, köprü ve bunun gibi şeyler  yaptırmalarını, muhtaç olanlara para vermelerini sağlarlar.

Durumdan yılan zenginler, padişahın kapısını çalar. Padişah Abdülhamit, Çakırcalı Mehmet'i
durdurabilmek için pek çok adam gönderir, ancak hiçbiri başarılı olamaz.

Çakırcalı Efe ve Ayşe artık evlenmiş, çocukları olmuştur.

Bir gün Çakırcalı'nın adamlarından biri bir yanlış anlama neticesinde masum bir insanı öldürür.

Ölen zeybeğin oğlu Ahmet, babasını öldüren adamdan intikam almak üzere yola çıkar.

Aslında niyeti Çakırcalı Mehmet'i öldürmek değildir. Zira onun iyiliği ve mertliğini bilmektedir. O sadece babasını öldüren adamı öldürmek ister.

Ancak Çakıcı'nın çetesi ile karşılaştığında hedefi şaşırır ve Çakıcı'yı öldürür.

"Zeybek çocuğunun şaşkın kurşunu ile ölen Çakıcı'nın ölümünden kendilerine bir kahramanlık hissesi ayırmak isteyenler, Babıali postasında, mağrur adımlarla dolaşırlarken, havadan elde ettikleri bu kahramanlığa bir nişane olmak üzere, kalpaklarının rengini bile değiştirmişler, 'Çakıcı'yı vuranlara mahsus' bir kalpak meydana çıkarıvermişlerdi.

Çakıcı'nın ölümü, yeni kahramanlar alayları meydana çıkarırken, şaşkın kurşunu ile Çakıcı'yı vuran zeybek, ağlayarak anasının yanına dönüyor, onun aykalarına kapanırken:

- Anacığım, isteyerek vurmadım, yanlışlık oldu... diyordu.

Böylece bu vaka da tarihin gizli tutulmak istenen efsane masalları arasına karışıvermişti" (sf. 71)

Hikayenin önsözdeki açıklamasına bakalım:

"Çakıcı'nın İlk Kurşunu adlı uzun hikaye, Türk edebiyatında hakkında çok yazılmış ve efsaneleşmiş bir kişinin hikayesi. 1872-1911 yılları arasında Aydın'da yaşamış olan ünlü bir eşkıyanın hikayesi. Edebiyatımızda bu konuda yazılmış birçok hikaye ve roman var. Sabahattin Ali bu hikayeyi kendi üslubu ve politik görüşüne uygun olarak yeniden yazmış." (sf. 10)


ŞİİRLER

Bu kısımda Sabahattin Ali'nin yayımlanmamış şiirleri var.

Yayımlanmış şiirlerinin toplandığı bir kitap zaten var:

"Bütün Şiirleri"

Hazırlayan: Atilla Özkırımlı

Yapı Kredi Yayınları

O kitapta Sabahattin Ali'nin en bilinen ve kimisi bestelenen "Dağlar"," Rüzgar", "Melankoli", "Hapishane Şarkısı", "Terkib-i Bend"... vs hepsi var.

Bu kitapta ise kıyıda köşede kalmış, yayımlanmamış olanlar.

Kitabın sol sayfasında Sabahattin Ali'nin kendi el yazısıyla ve eski yazı ile yazdığı şiirler, kitabın sağ sayfasında latin harfleriyle yazılı.

Kendi el yazısı ile basılı sayfalarda yer yer karalamaları, çizdiği desenler de var.


OPERA OLARAK KAĞNI

Sabahattin Ali, Kağnı adlı öyküsünü operaya uyarlamaya çalışmış. Üç perde olarak yazmış.

O öyküde bir köylü teyze, oğlunun mezarını açmaya ve otopsi için şehre götürmeye zorlanıyor. Kağnıya koyduğu cesedi, karda kışta götürmeye çalışırken yolda can veriyor.


YAZMAYI PLANLADIĞI HİKAYE VE ROMANLARIN LİSTESİ

Sabahattin Ali'nin beni üzen, sinirlendiren, duygulandıran çok hikayesi var.

Ancak hiçbiri beni bu kitaptaki şu sayfa kadar bitirmedi.

Burada Sabahattin Ali'nin yazmayı planladığı eserlere yer verilmiş. Bir liste yapmış yazar. Çeşitli isimler vermiş eserlerine. Yanlarına notlar yazmış. O eseri yazarken faydalanacağı başka kitaplar, araştırması gereken konular gibi.

Örneğin;

YALNIZ ADAMIN SEYAHATİ: Roman, iki kısım,Almanya'da yazılacak. "Zehirli gazlar"

TOKAT: Roman, Türkiye'de yazılacak. Frank Thiess'ın (Die Verdammten) romanı okunacak. Bundan maada (Atala) ve Byron eserleri.

KEREM İLE ASLI: Aşk masalı, (roman) lirik, halk şiirleriyle beraber Türkiye'de yazılacak.

RAKİ: Yozgat romanı, Almanya'da yazılması mümkün olursa daha iyi olacaktır.

MESİH: Temaşa eseri, Hz. İsa'dan bahis, iki-üç sene sonra. (Dini eserler okunacak)

LAYEMUT ENAYİLER: Büyük veya küçük hikaye, yahut ufak tenkidi parçalar (daha takarrur etmedi) (başlayacağım ve "Vacib ta'ala hazretleri" tabiri)

ÖLÜMLERİN EN GÜZELİ: Hikaye, ormandaki ressam vesaire...

RAKİP: İstanbul'dan kalma yarım hikaye bitecek. 28 hikayesine bugünlerde başlayacağım.

TALISMAN: Çingene musıka hikayesi.

***

Gel de içlenme.

Adamın yazmayı umduğu ne çok şey varmış. Ne kadar hayata tutunmuş.

Ölmüş bir insanın , daha kötüsü öldürülmüş bir insanın, geride yapmayı planladığı şeyleri yazdığı bir liste bulmak çok can yakıcı.

Bu arada listeye bakınca "Çineli Kübra"yı göremiyorum. "Kuyucaklı Yusuf"un devamı olarak yazmayı düşündüğü söylenen kitap. Hatta onun da devamı olarak bir Ankara romanı.

"Rakip" başlığına yazdığı not olan "28 Hikayesine bugünlerde başlayacağım" dediği Kürk Mantolu Madonna olmalı. Kürk Mantolu Madonna için Sabahattin Ali'nin koymayı düşündüğü bir isimmiş 28. Kadın karakter Maria Puder'in yaşı 28. O yüzden Sabahattin Ali, bu romana "28" adını koymayı düşünmüş.

Geriye sadece üç tane roman bırakan Sabahattin Ali, yaşasaydı buraya not aldığı romanları yazar mıydı bilinmez tabi. Zira yaşadığı dönemde de hapishanelerden ve geçim sıkıntısından muzdaripti. Ama boş durmayacağı da muhakkaktı. Gerçi yaşamının son günlerinde, yazdıkları yüzünden başına gelenlerden ötürü epey yılıp, yazmaya ara verdiğini söylemiş. Böyle bir insanı yıldırmış olanlar utanmalı. Hele hele öldürenler/öldürtenler/emri verenler...

Hala bu ölümün ardındaki sır perdesinin kalkmamış olması da ayrıca tartışma konusu.


YAZILAR

Sabahattin Ali'nin bu kitapta toplanan 8 yazısından 4'ü  başka bir kitapta mevcut. O kitap;

"Markopaşa Yazıları ve Ötekiler"

Hazırlayan: Hikmet Altınkaynak

Yapı Kredi Yayınları

O kitapta olmayıp burada olanlar ise;

Kadınlar Üzerine Bir Konferans

Türkiye Hapishaneleri

Emperyalistin Tarifi

MilliyetçiGençlik


Kadınlar Üzerine Bir Konferans

Sabahattin Ali 17.01.1932'de Konya Halkevi'ndeki konferansta kız çocuklarının eğitimi, onların nasıl yetiştirilmesi gerektiği, kadın-erkek eşitliği konularında, zamanının çok ötesinde şeyler söylemiş.

Ailelerin kızların görünüşü ile ilgilenip de fikri seviyesini yükseltmek için en ufak bir teşebbüste bulunmamalarından dem vurmuş.

Kız almak- kız vermek gibi tabirlerin yanlışlığından bahsetmiş.

"Kadın bir erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz, (almak,vermek) bu tabirler kadını kıymetten düşüren, ona ahkar (en hakir) mahiyeti veren şeylerdir ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkarmalıdır; bilmelidirler ki iki cins birbiriyle hayatlarını birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi değil, ortak, hayat ortağı demektir. Bu hukuk müsavatı kadınlarımızın şuurunda yer ettikten sonra onların kuvvetli ve hakiki bir insan olmak için dimaği ve fikri sahada da yükselmek isteyecekleri tabiidir." (sf. 118)


Türkiye Hapishaneleri

Sabahattin Ali, pek çok kez hapse girmiş ve burada geçirdiği zamanlarda tanıdığı insanlardan, dinlediği hikayelerden epey beslenmiştir. Hikayelerinde sık sık hapishanede tanıdığı insanların hayatlarına yer verir.

Bu yazısında ise hapishane gözlemlerini yazmış. Kimi mahkumların aslında namuslu olduklarını ancak bir takım toplumsal sebeplerle suç işlediklerini, kimilerinin devlet parasını çalmaktan ötürü hapse girdiğini yazmış. Hatta bunlarla ilgili demiştir ki:

"Türkiye'de imkan bulup da para çalmayan memur olmadığına göre, bu adamların da hataları ve diğer hapis olmayanlardan farkları yakalanmaktan yani biraz acemilikten ibaret olup, haddizatında kendilerine göre çok sağlam ahlak ve namus telakkileri olan bu adamlara külliyen mücrim demek imkansızdır." (sf. 121)

"Şu haldeTürkiye hapishanelerindeki mahkumların ve mevkufların beşte dördünü cemiyetin mücrim dediği muayyen ruhi vasıflara malik psikopatlar değil, cehalet, zihniyet ve telakki farkları yüzünden kanuna muhalif hareket eden zavallılar teşkil etmektedir ve bunlar hapishanelerde bozulmakta, eğer çıkıp memleketlerine dönerlerse hakiki bir bela teşkil etmektedirler." (sf. 121)

06.05.1933


Emperyalistin Tarifi

Sabahattin Ali, Falih Rıfkı Atay'ın Ulus gazetesinde yazdığı bir yazı üzerine bu yazıyı kaleme alıyor. Bir nevi eleştiri yazısı yani.

Söz konusu yazıdan alıntılar yapan Sabahattin Ali, Falih Rıfkı Atay'ın kavramları birbirine karıştırdığından, onun yaptığı gibi diğer basın organlarında da "hürriyet, hak, insanlık, demokrasi, emperyalizm" gibi kelimelerden insanların ne anlam çıkarmaları gerektiğini şaşırdıklarından bahsediyor.

Bu yazısını 23 Ocak 1944 tarihli Tan gazetesinde," A. Metin" mahlasıyla yazmış..

Bu Memleketi Kurtarmak İçin

"Memleketi içinde bulunduğu gerilikten kurtarmak için herkesin kendine göre şifalı bir tedbiri var" diye başlıyor yazar.

Her köye bir okul, her eve bir tezgah, hırsızların asılması gibi fikirlerin yanısıra son zamanlarda nüfusun çoğaltılması fikri gündeme geliyor.

Sabahattin Ali de bu fikir üzerine değerlendirmelerini kaleme almış. 

"Rızkını vermediğimiz, veremediğimiz müddetçe ne çocuk, ne nüfus isteyemeyiz. Karnını dıyuramadığımız, sıhhatini koruyamadığımız, tahsilini temin edemediğimiz her çocuk, 'bu memlekete yüz milyon lazım' diyenlerin gözüne, onları gaflet uykularından uyandırmak için sokulmuş birer parmaktır. Bize yarının hastanelerini, darülacezelerini, cezaevlerini dolduracak, cahil, mesleksiz, serseri yüz milyonun lüzumu yok!" (sf. 128)

Bu yazıyı yine "A. Metin" mahlasıyla 9 Şubat 1944'te Tan gazetesinde yazmış. O günlerde nüfusun artması gerektiği fikirleri gündemdeymiş herhalde. Tıpkı şimdilerde üç çocuk yapılması tavsiyesi gibi. Sonra beş çocuk denmişti. En son kaçta karar kılındı, takip edemedim. Madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda ölecek insana ihtiyaç var tabi. 


Milliyetçinin Tarifi

"A. Metin" mahlasıyla 11 Şubat 1944'te Tan gazetesinde yazıyor bu yazıyı:

"Bizim basında manası en çok tahrif edilen kelimelerden biri de 'milliyetçi'dir. Senelerden beri bu zavallı kelime, vücut bulduğu sırada hayalinden bile geçmeyen öyle garip yerlerde kullanıldı, o kadar ağır hakaretlere uğradı ki, artık neye delalet ettiğini kendisi bile unuttu. Bunun için her çekilen yere sürükleniyor, her gizli maksada oyuncak olabiliyor.

Milletinin içtimai seviyesinin yükselmesine engel olmak için demagojiden cinayete kadar her vasıtaya baş vuranlara 'milliyetçi' dediler. Hak edilmemiş rahatlarını, çalınmış servetlerini muhafaza için yabancı emellere hizmet edenlere 'milliyetçi' dediler. Yurduna saldıran düşmanla işbirliği edenlere, düşman hesabına kendi milletini kurşuna dizdirenlere, milletin kurtuluş hamlesine önayak olabileceklerin kökünü kazımak için kendi yüksek mekteplerini kapatıp talebesini toplama kamplarına yahut mecburi iş yerlerine gönderenlere 'milliyetçi' dediler; hulasa, insanlık namına mukaddes ne varsa hepsini keyifleri ve menfaatleri uğruna çiğneyenlere 'milliyetçi' dediler." (sf. 129)

Sonra da kendi anladığı milliyetçilik tanımını yapıyor. Milletin hayat ve kültür seviyesini yükseltmek, geri taraflarla mücadele etmek, ilmi ve güzel sanatları tüm milletin malı haline getirebilmek...vb

Bu yazıyla Muharrem Feyzi Togay'ın Tasvir-i Efkar gazetesinde yazdığı yazıyı eleştiriyor. O yazıda kavramların birbirine karıştırıldığından bahsediyor. 


Hürriyet Meselesi

Bilindik bir laftır: Özgürlük, başkasının özgürlüğünün başladığı alanda biter.

Sabahattin Ali, 3 Mart 1944'te Tan gazetesindeki yazısında da bu konuyu yazmış.

Yine "A. Metin" mahlasıyla


Milliyetçi Gençlik

Sabahattin Ali, çok güzel bir soruyla başlıyor bu yazısına.

"Evet, birçok şeyler kahrolsun, mahvolsun, yere batsın... Fakat ne yaşasın? Birçok şeylerin aleyhindesiniz. Gazete yırtıyor, kitap yakıyor, profesör ve rektör dövüyorsunuz. Fakat sevdiğiniz nedir? Neyin uğrunda, neyin lehinde bağırıyor, heyecanlanıyorsunuz? Bunu daha hiçbirinizin ağzından duyamadık. Evet, ikide bir 'Yaşasın Türk Milleti' diye bağırdığınız oluyor, ama bu Türk milletinin yaşaması için bir şey yaptığınızı, birazcık gayret sarfettiğinizi göremedik." (sf. 135)

Bu satırların ardından bu gençlere milletin kitap yırtan değil, kitap götüren, kendisini cehaletten kurtaracak insanlara ihtiyacı olduğu konusunda tavsiyelerde bulunuyor.

16 Ocak 1948- Yirminci Asır

Bu defa kendi adıyla yazıyor.

Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır

Slogan gibi, zamansız bir cümle.

5 Şubat 1948'de Zincirli Hürriyet'te yazdığı bu yazı ile Sabahattin Ali, dönemin iktidarını ve yandaşlarını eleştiriyor.


SANDIĞINDA BULUNAN DESENLER

Kitabın bu kısmında Sabahattin Ali'nin çizdiği 6 resim var.

Resimlerin hepsinde kurbağa teması var. Kuru boya ile yapılmışa benziyor. Gayet de becerikli ellerden çıkmış gibi.

Şiir, hikaye, roman, tiyatro, opera, resim... Dört dörtlük bir sanatçıymış.




2 yorum:

  1. Derleyenlerin emeğine eline sağlık. O kadar önemli bir yazarmış ki gerçekten okuduğum zaman yarım kalan hikayeleri bitirmek geldi içimden.

    YanıtlaSil
  2. harika bir yazı olmuş.. ben sabahattin ali yazdıysa bakkal defterini bile okurum.. keşke daha uzun yaşasaydı..

    YanıtlaSil