9 Nisan 2014 Çarşamba

CAN PARASI



CAN PARASI

Yazarı: Fakir Baykurt

Yayınevi: Remzi Kitabevi

Basım Yılı: 1973

Sayfa Sayısı: 251


Fakir Baykurt’la yapılmış kısa bir söyleşi ile başlıyor kitap. Yoksullukla geçen çocukluk, köy enstitüsü ile değişen bir hayat, kitaplar, yasaklamalar…vb

Sonra hepsi birbirinden dramatik öyküler. 
Yazarın, kullandığı köylü dili çok iyi, çok gerçekçi.

Hikayelerse çok acı. En acısı en başta.

CAN PARASI: Aşırı yoksul bir köylü baba, iki çocuk annesi hasta kızını, tee köyünden şehirdeki hastaneye getiriyor. Kızın kocası hayırsız, ilgilenmiyor. Babacığı ise sevecen, müşfik bir adam.
Kızın ameliyat olması lazım. Ama bunun için de para lazım. Fakat yok. O kadar yok ki. Yok oğlu yok. Yalvarıp yakarıp araya hatırlı kişiler koysa da imkan olmuyor ameliyata. En sonunda köyceğizindeki anca aç karıncıklarını doyurmaya yeten tarlasını göstererek borca giriyor baba. Gel gör ki kızın ömrü vefa etmiyor. “Köyümüze dönelim. Köy köy” diye diye kızcağız, ucuz bir han odasında veriyor son nefesini.

KEKLİK ETİ: Çalışkan bir memur var. Bu memuru denetlemeye bir müfettiş geliyor. Memur, müfettişe kıl oluyor.
Müfettiş bir gün paraya kıyıyor, keklik alıyor. Kasabanın lokantasına veriyor, pişirmesi için.
Lokantacı ile kanka olan memur, müfettişe bir oyun oynuyor.
Akşam, kekliğini yemek üzere lokantaya gelen müfettişin önüne karga eti koyuyorlar.
Kekliği de memur afiyetle yiyor.
Canım müfettiş, nasıl zorla, nasıl ıkınarak yiyor keklik sandığı karga etini. Tabi zavallımın aklına kötü bir şey de gelmiyor, “Buraların kekliği iyi değilmiş anlaşılan. Keklik mevsimi değilse demek ki” diye geçiriyor içinden.

ÇİZMELER: Küçücük bir belde. Başkan seçecekler. Belde halkı, eli yüzü düzgün, okumuş, eğitimli bir hemşerilerini rica minnet başkan olması için çağırıyorlar. Adamcağız işini gücünü bırakıyor, ailesini topluyor, nasıl olsa garanti bir başkanlık var, herkes ona oy verecek diye geliyor memleketine.
Fakat hesapta olmayan bir şey oluyor. Bu gencin başkanlığı aday olmasına, beldenin eski topraklarından biri karşı çıkıyor, o da adaylığını koyuyor.
Genç okumuş aday, güzel güzel ilgileniyor seçmenleriyle. Yol yapacağım diyor, elektrik getireceğim diyor.
Eski toprak aday ise hiç oralı olmuyor. Adeta kaybedeceğini kabullenmiş.
Seçim günü geliyor. Herkes genç adayın kazanacağından eminken, sandıktan eski toprak aday çıkıyor.
Meğer bu çakal, seçimden önceki akşam herkeslere çizme dağıtmış. Çamurlu yollarla mücadelede çizme bu seçmenler için çok belirleyici olmuş. Öyle yolların asfaltlanması falan uzun iş, çizmeyi verip kısa vadede çözüm bulan adaya basmışlar oyu.
İşte bu hikaye ibretlik.

GÜLDEDE: Karısı hastalanan adamcağız, karısını sırtladığı gibi Güldede denilen türbeye götürüyor. Hanım iyileşsin diye dualar ediyorlar. Kadıncağız, kocasının bu iyiliğine çok minnet duyuyor, o kadar ki, köyün dul kadınlarını sayıp, al istediğini, bir şey demem, kızmam, hakkındır, diyor. Eşeğin aklına su kaçırıyor. Adamın aklında bunlar yokken o kadınları düşünmeye başlıyor, sonra da ayıp mı oluyor, günah mı oluyor diye geçiriyor zihninden adam.

GAZİ BÜYÜRKEN: Adam kapıcı. Bir gün akrabalarını görmek için apartmandan ayrılıyor kısa süreliğine. Apartmanın işlerine, kapıcının karısı bakıyor. Kadın bir yandan apartman ahalisinin bitmek bilmez isteklerini halletmeye çalışırken bir yandan da iki küçük çocuğuyla uğraşıyor. Bebek olanı emziriyor ama bebe susmak bilmiyor. Biraz daha büyükçe olan kola kola diye tutturuyor. Bir boşluk anında da kola zannederek boyacıların kullandığı kimyevi bir şeyi içiyor. Sonra zehirleniyor tabi. Anne pür telaş. Apartmandan biriyle beraber çocuğu hastaneye götürüyorlar. Geldiklerinde baba da gelmiş oluyor. Aramızda kalsın, baba meğersem akrabaları falan görmeye gitmemiş, ek işte çalışıyormuş.

KULAKÇI: Adamın kulağında problem var. Doktora gidiyor. Ama doktor yerinde değil. Hasta bakıcı mı, hademe mi, doktor olmayan biri var yerinde. Ama yıllarca göre göre kulak temizliğini öğrenmiş. Hastanın kulağını o temizliyor.
Hasta adam ve karısı tedirgin oluyorlar tabi ama hademe adeta bir doktor bilgisi ve özeniyle işini güzelce yapıyor.
Hasta adam, bağlantılarını kullanarak bu adamın önünün açılmasını istiyor. Fakat üst kademelerde bu durum çok yanlış anlaşılıp hademe cezalandırılıyor.

MERZİFONLU KOCA ZEYNEL: Hapishaneden çıkan Zeynel, yıllardır özlemini duyduğu özgürlüğe kavuşunca adeta kendini kaybediyor. Bir gün tık diye ölüyor. Bunu öğrenen koğuştaki arkadaşları, uzun yıllar hapiste kalıp dışarı çıkınca birden çok gezmenin insanı öldürdüğüne hükmediyorlar. Hepsi, cezaları bitip dışarı çıktığında azar azar gezeriz diye düşünmeye başlıyor.

BALYALI DELİ KEMAL: Minibüse binen köylü çocuk kusunca, araçtakiler onu kınıyor. Şoför de köylü. O kınayan züppeleri minibüsten atmakla tehdit ediyor. Düzgün konuşsunlar diye.

CENAN: Deniz kenarı bir memleket. Cenan kocasından dayak yiyor, ama halinden memnun. Memnun olmak zorunda belki de.

KELLER KÖYÜ: Köyün ekmeğinden suyundan yararlanan şehirliler. Bu köyün köylüleri de kendi topraklarına turist gibi uzaktan bakıyorlar.

CUMUR ALİ: İşçilere iyi davranan, onlara hakkını veren, düzgün mesai saatleri uygulayan, servisle işçileri evinden alıp, evine bırakan, kısacası eski köye yeni adet getiren Cumur Ali, işçilere köle muamelesi yapan işverenler tarafından çok sevilmiyor tabi.

MACIR OSMAN: Hiçbir yerde tutunamayan bir göçmen Macır Osman. Yurt diye geliyor bu topraklara ama her gittiği yerde malı mülkü yağmalanıyor.

KAVAK 214: Tuttuğunu koparan milletvekili, bu kavak cinsinin ününü duyuyor. Devlet kurumlarından yardım istiyor. Nasıl olur, nasıl yapılır, bir el etsinler diye. Kurumlar arası koşturmaktan yıllar geçiyor. En sonunda bir yetkiliyi yasak aşk anında basınca yıllardır süren talebi, şıp diye yerine getiriliyor.

EMECİK’İN MUHTARI: İki genç, arı kovanından bal çalıyor. Emecik muhtarı Zeybek Memet, bunları yakalıyor. Tam cezalarını verecekken muhtarın düşmanı geliyor. Muhtarı öldürüyor. Aradan yıllar geçince kim haklıydı, kim haksızdı unutuluyor. Zeybek Memet, kimisince yiğit, kimisince mikrobun teki olarak anılıyor.

KIZ MEMET: Hiçbir işte tutunamayan Memet, sinema işletmeye başlıyor. Mahallenin ilk ve tek sineması olunca işler tıkırında gidiyor. Sonra mahalleye başka sinemalar açılıyor.

DURGADIN: Kızı kaçırılıyor Durgadın’ın. İçi parçalanıyor. Kaçıranı gidip vursalar, tüfekleri yok. Hoş, vursalar ne olacak. Birkaç koyuna anlaşıyorlar kızını kaçıranlarla.

ADEM: Çay bahçesi işleten Adem, adamına göre davranmasını biliyor. Ondan daha yaşlı garson Naci, çekemiyor patronunu ve yediremiyor kendisine garsonluğu  ama ekmek parası işte ne yapacaksın.

DOMUZCULAR: Yabancı arkadaşları Haldun Bey’e ziyarete geliyor. Domuz avlıyorlar. Turistler yemiyor dımuzu, Haldun Bey yiyor merak edip. Bütün kasabanın diline düşüyor sonra. Uzakta kesiyor gerçi domuzu ama küçük yer, duyuluyor.

KIZLANLI HALİL’İN FİDANLARI: Halil’in fidanlara zarar verilince, Halil ve arkadaşları bu işi yaptığından şüphelendikleri Süleyman’ı yakalıyorlar. Korkunç bir ceza veriyorlar. Ama verdikleri ceza tam anlatılmıyor hikayede. Fakat tahmin etmek zor değil.

...Bağladı Süleyman’ın ellerini, sıktı iyice. Güldü Halil: “Heç isteğim yok! Siz buyurun…” dedi.
“Pekey” dedi Arif. “Demediler deme sonradan”
“Demem”
“Hadin bakalım, önce siz… Biz de birez dolaşalım. Belini melini yoklan, bıçağı varsa alın. Dabanca mabanca. Ayaklarını da bağlan dürzünün. Yani heç acıman, eyi verin dersini.”
“Durun” dedi Halil birden. Elini kuşağına attı. Bir kutu çıkardı. “Şu gramperi alın.”
Arif de Selim de güldüler.
“Biter deyi korkman, sürün bolcana. Bi kutu daha var."    
“Abooouuvv aboouuvvv” diye inliyordu Süleyman.
“Heç inleme” dedi Hakkı. “Onu önce düşünecektin.”
“Böyle dürzülerin ilacı budur. Çok sınadım şimdiye kadar. Bunu yaptık mı kuzu olurlar. Dahi bi de elini öperler üstelik…Bazı vatandaşlar, ho ho hop silaha filan sarılırlar. Ondan keri uğraş mahkemelerde, mapusanelerde. Halbuysam ne nüzümü var? Bu yol en iyisidir.
“Senin isteğin yok mu Arif Abi”
“Olmaz olur mu, varıyom” dedi Arif.
Halil, “Arif” dedi, “Şunu al bubam!” Öteki kremi uzattı.
Arif almadı. “Koy yerine dursun. Bana hacat değil. Yani ben onsuz da yaparım.”

Sonra suya giriyorlar, abdest alıyorlar falan. İntikam yöntemlerini anlamışsınızdır.

PALAZ: Çocukcağızın tek isteği palaz (kuş) yakalamak. Bir abi var, gel diyor, işime yardım et, sana palaz vereyim. Çocukcağız, kan ter içinde yardım ediyor. Tam palazı alacağım diye sevinirken, dalgaya alınıyor. O sinirle de gidiyor adamın evini yakıyor.
Tüm hikayeyi de mahkemede anlatıyor.

ŞIHLIGÖZ YOLUNDA: Cıbıl cıbıl yazlık kıyafetle yola çıkmış öğretmen Ziya. Ama kar bastırıyor, yolda ölüveriyor. Kurtlar kuşlar cesedini tanınmayacak hale getiriyor da üstünden çıkan kalem ve tebeşirlerden anlıyorlar o olduğunu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder